CUMHURİYET HALK PARTİSİNİN İDEOLOJİK DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜMÜ BÖLÜM 1
TEK PARTİ İKTİDARI DÖNEMİ’NDE (1923-1950) CUMHURİYET HALK PARTİSİ’NİN İDEOLOJİK
DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜM SÜRECİNİN ÇÖZÜMLENMESİ *
Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi
The Journal of International Social Research
Cilt: 10 Sayı: 51 Volume: 10 Issue: 51
Ağustos 2017 August 2017
www.sosyalarastirmalar.com Issn: 1307-9581
Doi Number: http://dx.doi.org/10.17719/jisr.2017.1763
Caner ERDOĞAN **
* Bu çalışma, yazarın Akdeniz Üniversitesi’nde yazdığı doktora tezinden türetilmiştir (Bkz. Erdoğan, 2017: 86-98).
** Yrd. Doç. Dr., Antalya AKEV Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü,
c.erdogan@akev.edu.tr.
ÖZET
Bu çalışma Cumhuriyet Halk Partisi’nin tek parti iktidarı döneminde (1923-1950) iç ve dış siyasi, toplumsal ve ekonomik gelişmelerin neden olduğu ideolojik değişim ve dönüşüm sürecini çözümlemektedir. Cumhuriyet Halk Partisi bu dönemde Kemalist ideolojik kimliğine sıkı sıkıya bağlı kalmış olmasına rağmen siyasi söylemleri ve hükümet politikaları incelendiğinde, sınırları keskin
çizgilerle çizilmiş bir ideolojik çizgisi olmadığı görülmektedir. 1927 yılında devrimci-reformist, laisist, (ekonomide) liberal bir ideolojik duruş ortaya koyan CHP; 1935 yılında bürokratik muhafazakar, aşırı laisist, (ekonomide) aşırı devletçi, (yönetim anlayışında) otoriter; 1941 yılında (yönetim anlayışında) aşırı otoriter; 1949 yılında ılımlı laisist, (ekonomide) liberal, (yönetim biçiminde) yarı-demokrat (ya da görece demokrat) bir ideolojik duruş ortaya koymuştur. Milliyetçilik geçen süre zarfında içerik olarak değişime uğramış, halkçılık
anlamsal erozyona uğramış, sadece cumhuriyetçilik değişmez-dönüşmez ideolojik ilke olarak öne çıkmıştır. Bu ideolojik değişim ve dönüşüm sürecini bir ideolojik kaos hali ya da karşıtlıklar içinde sürekli yön arayışı olarak ele almak mümkündür.
Giriş
Milli mücadeleyi örgütleyen Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti nin devamı olarak 9 Eylül 1923 tarihinde kurulan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), yeni bir devlet ve rejim kuran, Türk Devrimi’ni gerçekleştirerek ülkeyi modernleşme sürecine götüren devrimci-reformist bir siyasal örgüttür
(Cumhuriyet Halk Partisi Tüzüğü [CHPT], 2016: md.1; CHP, 1935:1; Ayata, 2010: 63; Bektaş, 1993: 21).
Cumhuriyet Halk Partisi günümüzde kendini “Sosyal demokrat” ve “Kemalist” olarak tanımlamaktadır (CHPT, 2016: md.2). CHP’nin sosyal demokrat ideolojik kimliğinin ilk temelleri 1950’li yıllarda bir muhalefet partisi olarak ortaya koyduğu özgürlükçü söylemlerle atılmış, 1965 yılında “ortanın solu” ve 1974 yılında “demokratik sol” ile yaşanan ideolojik değişim ve dönüşüm ile daha somut hale gelmiştir. CHP’nin Kemalist ideolojik temelleri de 1919’da Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin işgal güçlerine karşı gösterdiği anti-emperyalist, tam bağımsızlıkçı ve milliyetçi tavır ile başlayan süreçte “6 ilke”nin 1931 yılında CHP parti programına eklenmesi ile atılmış, 6 ilkenin dayandığı
Kemalizm 1935 yılında partinin resmi ideolojik kimliği olarak kabul edilmiştir. 1950 yılında iktidarın kaybedilmesine kadar geçen süreçte -her ne kadar ideolojik kimlik olarak Kemalizm’e sıkı sıkıya bağlılık gösterilmişse de-iç ve dış dinamiklerin etkisiyle siyasi söylemlerde ve hükümet politikalarında yaşanan
ilkesel ve anlamsal değişim ve dönüşümler CHP’nin ideolojik çizgisinde kırılmaları beraberinde getirmiştir.
Başka bir ifadeyle, 1950’nin CHP’si ile 1935’in ve 1923’ün CHP’sini aynı ideolojik kimlik ile tanımlıyor olsak da, tek parti iktidarı süresince CHP’nin siyasi söylemlerinde ve hükümet politikalarında farklılaşmalar göze çarpmaktadır.
Bu durum, günümüzde halk arasında oluşan genel algının aksine, CHP’nin tek parti iktidarı döneminde sınırları kesin çizgilerle çizilmiş bir ideolojik konuma sahip olmadığını, iç ve dış siyasi gelişmelerin etkisiyle kimi zaman siyasi söylemlerinde ve hükümet politikalarında köklü değişimlere gittiğini, kimi zaman da bağlı olduğu ideolojik ilkelerde aşırılaşma ve ılımlılaşma eğilimleri içerisine
girdiğini ortaya koymaktadır.
Bu çalışma ile CHP’nin tek parti iktidarı döneminde 1923-1950 yılları arasında yaşadığı ideolojik değişim ve dönüşüm süreci ele alınacak, geçen süre içerisinde anlam ve içerik olarak oluşan keskin farklılıklar ve CHP’nin karşıtlıklar içinde ideolojik yön arayışı irdelenecektir.
1. Sivas Kongresi’nden 9 Umde’ye Kemalistlerin İdeolojik Eğilimleri.
CHP’nin öncülü olarak emperyalist güçlere karşı etkin bir kurtuluş mücadelesi gösteren Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin ortaya koyduğu “anti-emperyalist, tam bağımsızlıkçı ve milliyetçi” tavır (Sivas Kongresi Beyannamesi, 1919: md.1-3; Halk Fırkası Nizamnamesi, 1923: md.1) ve Mustafa Kemal’in 1. Meclis’te önerdiği “Halkçılık Programı”nda öne sürdüğü “halkçılık” ve “halk egemenliği” görüşleri CHP’nin ilk ideolojik temellerini oluşturmuştur (Coşkun; 1978: 20; Perinçek, 2014: 28).
Milli Mücadele sürerken devrimci-reformist kadrolar 1. Meclis içerisinde yaşanan fikir ayrılıkları sürecinde Mustafa Kemal liderliğinde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu’nda (1. Grup) bir araya gelmişlerdir (Dursun, 2002: 5; Bila, 1979: 44). Ağırlıklı asker ve sivil bürokrat ve aydınlardan oluşan (Ateş, 1994: 29), yerelde eşraf tarafından desteklenen
1. Gruba karşı saltanatçı, hilafetçi, tutucu, eski İttihatçı, Mustafa Kemal karşıtı kadrolardan oluşan
2. Grup etkin bir muhalefet yürütmüştür. Bu etkin muhalefetin neticesinde, meclis başkanlığı ve icra vekilleri heyeti başkanlığı görevlerini yürüten Mustafa Kemal icra vekilleri heyeti başkanlığı görevinden uzaklaştırılmıştır.
Ancak, Mustafa Kemal ile arkadaşlarının İnönü Savaşları, Sakarya Meydan Muharebesi ve Büyük Taarruz’da elde ettikleri askeri zaferler 1. Meclis’te siyasi
dengelerin yeniden 1. Grup lehine dönmesini sağlamıştır (Bila, 1979: 46).
1 Kasım 1922’de 2. Grubun sert muhalefetine rağmen “saltanatın kaldırılması” Büyük Millet Meclisinde ideolojik ayrılıkları daha da derinleştirmiştir. Bu fikir ayrılıkları sürerken, 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihleri arasında düzenlenen İzmir İktisat Kongresi’nde milli burjuvazi ve eşraf kesiminin talepleri doğrultusunda liberal ekonomi anlayışının benimsenmiş olması yeni devletin ve baskın güç olarak CHP kadrolarının ekonomi politikasını ortaya koymuştur (Bila, 1979: 91; Coşkun, 1978: 28). Kurtuluş Savaşı’nın muzaffer komutanı olarak geniş halk kitlelerinin büyük desteğini arkasına alan Mustafa Kemal, henüz dışa vuramadığı devrimler için uygun ortamı hazırlamak için, 1 Nisan 1923 te Meclis’in feshedilmesi ve seçimlerin yenilenmesi kararının alınmasını sağlamıştır (Öz, 1996: 51). Mustafa Kemal’in 8 Nisan 1923’te açıkladığı ve Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun bir program olarak benimsediği “ 9 Umde ” 1
bir seçim programı olmakla birlikte, aynı zamanda CHP’nin ideolojik altyapısını oluşturan ilk ilkeler olmuştur.
(CHP, 2004: 16; Dursun, 2002: 6; Bila, 1979: 59; Bozkurt, 1976: 75, Coşkun, 1978: 23).
28 Haziran 1923 te gerçekleştirilen milletvekili seçimlerinde 1. Grup büyük bir başarı elde etmiş, 2. Grup Meclis’ten tamamen tasfiye edilmiştir (Öz, 1996: 51). Böylesi bir ortamda hemen hepsi
1. Grup üyelerinden oluşan
2. Meclis alacağı kararlarla bir “devrim meclisi” niteliği gösterecektir (Hatipoğlu, 2012: 176).
2. Cumhuriyetçi, Halkçı, Milliyetçi, Laisist ve Ekonomide Liberal CHF.
Osmanlı Devleti’nin Türkiye Cumhuriyeti’ne bıraktığı siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel miras halk tabanından gelebilecek “devrimci-reformist” bir hareketi imkansız kılmıştır. Bunun bir sonucu olarak, Osmanlı dönemindeki Genç Osmanlılar, Jön Türkler, İttihat ve Terakki gibi reformist hareketler halktan kopuk bir şekilde sivil-asker bürokrat ve aydınlar tarafından yürütülmüştür (Yanık, 2002: 22).
Yeni Türkiye devletini kuran ve Türk Devrimi’ni gerçekleştiren CHP üst kadrolarının ağırlıklı olarak aynı anlayışa sahip asker-sivil bürokrat ve aydınlardan oluşuyor olması, devrimler sürecinde CHP’nin bir “halk hareketi” değil “halka rağmen, ancak halk için” mücadele eden “elitist” ve “jakoben” bir siyasal hareket niteliği göstermesine neden olmuştur (Ayata, 2010: 77; Yanık, 2002: 115; Ateş, 1994: 11). Bu nedenle, halkın devrimleri algılayabilmesi, sahiplenmesi ve içselleştirebilmesi zorlu bir süreci beraberinde getirmiştir.
24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması ile yeni bir Türk devletinin kurulmasından sonra,
9 Eylül 1923’te “Halk Fırkası” kurulmuş (Dursun, 2002: 9; CHP, 1952: 25; Uyar, 2012b: 17; CHP, 2004: 16),
29 Ekim 1923’te yeni Devletin yönetim şekli olarak cumhuriyet ilan edilmiştir. Mustafa Kemal’in “değişmez genel başkan” ilan edildiği 2. CHF Kurultayı’nda kabul edilen 1927 Nizamnamesi’nde CHF’nin “Cumhuriyetçi, Halkçı ve Milliyetçi” bir Parti olduğu vurgulanmış (CHF Nizamnamesi, 1927: md.1), “fırka devlet ve millet
1- 9 Umde:
1-Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir,
2-Halkın gerçek temsilcisi TBMM’dir,
3-Milli hakimiyet,
4-Tam bağımsızlık,
5-İktisadi kalkınma,
6-Tevhid-i Tedrisat,
7-Saltanat diriltilemez,
8-Adil mahkemeler,
9-Daha kısa Askerlik Süreleri işlerinde din ile dünyayı birbirinden ayırmayı en önemli esaslarından sayar.
(CHF Nizamnamesi, 1927: md.3)” denilerek “ Laisizm” ilkesi benimsenmiştir (CHP, 2004: 17).
17 Şubat-4 Mart 1923 tarihleri arasında düzenlenen İzmir İktisat Kongresi’nin kararları,
3 Mart 1924’te halifeliğin kaldırılması,
17 Kasım 1924’te Reis-i Cumhur Atatürk tarafından Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurdurulması ve
1927 CHF Nizamnamesi’nin ortaya koyduğu temel ilkeler CHP kadrolarının ideolojik duruşunun cumhuriyetçilik, Halkçılık, Milliyetçilik, Laiklik, Liberal ekonomi ve Çok partili Demokratik sistem ideali çerçevesinde şekillendiğini göstermiştir.
Osmanlı Devleti’nin tarıma dayalı geleneksel üretim yapısı 19. yüzyılda Anadolu coğrafyasında sanayileşme ve kapitalist birikim süreçleri yaşanmamasına, böylece köklü bir burjuva ve işçi sınıfının ortaya çıkmamasına neden olmuştur (Bozkurt, 1976: 98-100; Ateş, 1994: 12).
Böylece, Avrupa’da 1800’lü yılların ikinci yarısından itibaren büyük bir siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel değişime neden olan burjuva işçi sınıfı çatışması Osmanlı Devleti’nin son yıllarında ve henüz cumhuriyetin ilk yıllarında etkisini tam olarak göstermemiştir. Ağırlıklı olarak asker-sivil aydın ve bürokratlardan oluşan CHP kadroları da işçi sınıfının ideolojisi olan Sosyalizme ilgi duymamışlar dır (Ateş, 1994: 39).
CHP kadroları Türkiye’nin toplumsal yapısının gerçekliğinden hareketle tüm toplumsal sınıflara yönelik ayrıcalıkları reddeden, toplumdaki herkesin eşitliği fikrine dayanan ve dayanışmacı ruhu temel alan “ halkçılık ” ilkesini benimsemişler dir
(Halk Fırkası Nizamnamesi, 1923: md. 2; Demirel, 2014: 34; Uyar, 2012b: 23; Ayata, 2010: 64; Ateş, 1994: 33).
Oysa ki, yakın bir dönemde Batılı ülkelerde Sosyalist, Komünist, Sosyal demokrat partiler ile Sendikaların vermiş olduğu örgütlü mücadelenin bir sonucu olarak burjuva lehine eşitlik değil, işçi sınıfı lehine sosyal adalet söylemi ön plana çıkmıştır.
Ancak, henüz kentleşme ve sanayileşme süreçlerini geçirmemiş olan Türkiye’nin geleneksel toplum yapısı ve üretim tarzı CHP kadrolarının “sınıfçı” bir bakış açısı yerine dayanışmacılığı ön plana çıkaran “sınıfsız” bir toplum idealini benimsemelerine neden olmuştur (Koç, 2014: 26).
CHP kadroları halkçılığı Rousseau’nun “halk egemenliği” görüşünü temel alarak, “demokrasi”yi de kapsayacak şekilde kullanmışlar (Hatipoğlu, 2012: 146), “halktan yana, halk lehine” anlamına gelecek şekilde yorumlamışlardır (Uyar, 2012a: 69; Yükseliman, 2002: 60).
Bu nedenle ideolojik olarak demokrasiyi halkçılıktan ayrı olarak vurgulama gereği duymamışlardır.
Bu açıdan bakıldığında, CHP kadrolarının halkçılığa yüklediği anlam bilinçli bir sol karşıtlığı olarak işçi sınıfının yok sayılması ya da Osmanlı tipi “yöneten-yönetilen” sınıflar arasında yönetenlerin ayrıcalığa tabi tutulması değildir.
Aksine, halkçılık yönetilenlere de değer atfeden, kanun önünde herkesin eşitliğine dayanan, yani devlet nezdinde ve toplumsal, ekonomik ve siyasi yaşamda herkesin eşitliğini savunan bir görüştür (CHP, 1935: 7; Hatipoğlu,
2012: 140-142; Bozkurt, 1976: 113).
Nitekim, CHP kadrolarının 1922-1928 arasında gerçekleştirdiği siyasi, toplumsal, kültürel ve hukuki devrimler kısa bir sürede Osmanlı’dan kalma monarşik ve teokratik kurumların tasfiye edilmesini (Demirel, 2014: 80-82; Hatipoğlu, 2012: 174), halkın “kul” olmaktan çıkarak “eşit vatandaş” kimliğine kavuşmasını sağlamıştır (CHP, 2004: 71; Hatipoğlu, 2012: 139).
Ancak, halkçılık ilkesinin toplumsal sınıfları yok sayan eşitlikçi bakış açısı Türkiye’de sanayileşme ile birlikte ortaya çıkmaya başlayan işçi sınıfının taleplerini karşılamada yetersiz kalmıştır. Henüz Türk Devriminin ilk yıllarında
gerici-hilafet yanlısı isyanlarla uğraşan CHP kadroları, İzmir İktisat Kongresinde burjuva ve eşrafın taleplerini karşılayan bir ekonomi politikası ortaya koymuş, ancak işçi sınıfının grev ve örgütlenme gibi sendikal hak ve özgürlüklerini geliştirme yönünde herhangi bir adım atmamıştır. Halkçılık ilkesi bir süre
sonra devlet tarafından desteklenen milli burjuvazi karşısında örgütlenme, grev, toplu sözleşme gibi sendikal hak ve özgürlüklerden mahrum olan işçi sınıfı ile iktisadi ve siyasi olarak feodal güçlerin tahakkümü altında bulunan köylülerin aleyhine işlemeye başlamıştır (CHP, 1973: 35; Hatipoğlu, 2012: 190;
Bila, 1979: 89-93). Nitekim, 1960’lı yıllarda CHP’nin “ortanın solu” görüşünü benimsemesi ile halkçılığın toplumsal sınıfları (özellikle de işçi ve köylü sınıfını) yok sayan eşitlikçi bakışı yerini işçilerden ve köylülerden yana “sosyal adalet” fikrine bırakacaktır.
1923-30 yılları arasında CHP kadrolarının ekonomi politikalarının temelini devlet desteği ile “milli burjuvazi” yaratma stratejisi oluşturmuştur (Demirel, 2014: 158). Ancak, hem özel kesimin yatırım yapabilecek sermayesi, hem de devletin sağlayabileceği kredi imkanları oldukça kısıtlı kalmıştır. Bu durum arzu edilen büyük sanayi yatırımlarının gerçekleştirilememesine, Mustafa Kemal’in deyimiyle, savaş meydanlarında kazanılan zaferlerin, ekonomik zaferlerle taçlandırılamamasına neden olmuştur. Dahası, liberal ekonomi politikaların sosyal sonuçları da arzu edildiği gibi olmamıştır. İş Bankası ile ticaret kesimine,
Ziraat Bankası ile eşrafa ve toprak ağalarına sağlanan kamusal fonlar ve krediler sayesinde mutlu bir azınlık ortaya çıkmış, işbirlikçi burjuvazi güçlenmeye başlamış, yabancı sermaye ekonomik gelişmeden ciddi bir pay alır noktaya gelmiştir. Özellikle milli mücadele kazanıldıktan sonra siyasete atılan ve milletvekilliği ile iş takipçiliğini bir arada götüren İş Bankası çevresinde toplanmış bir kapitalist grubun varlığı (aferistler) (Hatipoğlu, 2012: 193; Bila, 1979: 93-96) CHP üst kadrolarında büyük bir rahatsızlık yaratmıştır.
1920’li yıllarda aşama aşama siyasal ve toplumsal dönüşüm yaşanıyorken, özel kesime dayalı devlet destekli ekonomik dönüşüm bir türlü gerçekleştirilememiş tir. Başka bir ifadeyle, üstyapı devrimleri henüz altyapı devrimleri ile desteklenememiştir (Ecevit, 2015: 50). Bu durum uzun yıllardır yokluk ve sefalet içerisindeki köylülerin milli gelirden pay alamamalarına neden olmuş, sendikal hak ve özgürlüklerden mahrum olan işçiler de yeni filizlenen milli burjuvaziye karşı korunmasız kalmıştır. 1920’li yıllarda liberal ekonomi politikaları ile arzu edilen ekonomik kalkınmanın sağlanamamış olması, dahası 1929-30 Dünya Ekonomik Bunalımı sonrası dünya genelinde ekonomiye devlet müdahalesinin gerekliliğinin baskın görüş haline gelmesi, CHP kadrolarının liberal ekonomi politikalarından vazgeçmesi ile sonuçlanmıştır.
CHP kadrolarının çok partili demokrasi ideali de pratikte çok kısa sürmüştür. 2. Mecliste tasfiye edilen saltanatçı, hilafetçi ve tutucu kadroların yeniden örgütlendiği Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (Hatipoğlu, 2012: 135; Bila, 1979: 76) “karşı-devrimci” hareketlerin odağı olduğu gerekçesiyle 5 Haziran
1925’te kapatılmıştır. Kendini “reformist (terakkiperver)” ve “cumhuriyetçi” olarak tanımlayan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kısa bir süre içerisinde “karşı devrimcilerin, rejim karşıtlarının” CHF’ye karşı direniş örgütü haline gelmesi çok partili demokrasi ideali bakımından CHP kadrolarında büyük bir endişe ve hayal kırıklığına neden olmuştur (Uyar, 2012b: 31,39). 1930 yılında Serbest Cumhuriyet Fırka denemesinin de aynı nedenlerden dolayı başarısız olması CHP kadrolarının çok partili demokratik sisteme geçişi 1945 yılına kadar ertelemesine neden olmuştur
(CHP, 2004: 13-14; Ahmad, 2010: 17; Uyar, 2012a: 117,123).
2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder