14 Eylül 2019 Cumartesi

AB ile Türkiye arasındaki Geri Kabul Anlaşması’nın İnsan Hakları Açısından Değerlendirilmesi. BÖLÜM 1

AB ile Türkiye arasındaki Geri Kabul Anlaşması’nın İnsan Hakları Açısından Değerlendirilmesi. BÖLÜM 1 




Tülay Yıldırım MAT* 
Selman ÖZDAN** 
* Dr. Öğr. Üyesi, İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Hukuk Fakültesi, Milletlerarası Kamu Hukuku Anabilim Dalı. 
tulay.yildirim@medeniyet.edu.tr 
** Dr. Öğr. Üyesi, Erciyes Üniversitesi, Hukuk Fakültesi, Milletlerarası Kamu Hukuku Anabilim Dalı. 
selmanozdan@erciyes.edu.tr 
Makale Gönderim Tarihi: 01.03.2018 
Yayına Kabul Tarihi: 31.05.2018 
Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi 
• Cilt 24, Sayı 1, Haziran 2018, 
ISSN 2146-0590, ss. 36-49 


ÖZET 

Bilindiği üzere Nisan 2011’den itibaren başlayan Suriyeli göçmenlerin yoğun bir göç hareketi oluşturması ve ülkedeki iç karışıklığın sona ermemesi ya da erdirilememesi sonucu Türkiye ve Avrupa yoğun bir göç dalgası ile karşılaşmıştır. Avrupa açısından bu göç dalgasının genellikle güzergâhı Türkiye topraklarıdır. 
Bir başka ifadeyle Türkiye tam bir transit ülkedir. Avrupa Birliği Sınır Güvenliği Birimi (FRONTEX) tarafından yayınlanan düzenli raporlara göre Türkiye üzerinden geçen sığınmacıların sayısı bir hayli fazladır. Avrupa ülkeleri için haklı olarak gündemin en başında kendine yer bulan bu sorun için çözüm arayışlarına girmiştir. Bu çözüm öyle bir çözüm olmalıdır ki Avrupa’nın şimdiye dek savunduğu ve imzaladığı uluslararası insan hakları metinlerine aykırı olmamalı dır. 
Bu çerçevede diğer bazı ülkelerle olduğu gibi Türkiye ile de Geri Kabul Anlaşması imzalamıştır. Türkiye ile yapılan bu anlaşma insan hakları ile ne derece örtüştüğü uluslararası insan hakları metinleri çerçevesinde değerlendirilecektir. Özellikle, geri göndermeme ilkesi uluslararası hukuk altında bu ilkenin jus cogens doğası dikkate alınarak incelenecektir. 


A. Giriş 

    Bilindiği üzere Nisan 2011’den itibaren başlayan Suriyeli göçmenlerin yoğun bir göç hareketi oluşturması ve ülkedeki iç karışıklığın sona ermemesi ya da erdirilememesi sonucu Türkiye ve Avrupa yoğun bir göç dalgası ile karşılaşmıştır. Avrupa açısından bu göç dalgasının genellikle güzergâhı Türkiye topraklarıdır. Bir başka ifadeyle Türkiye tam bir transit ülkedir. 

Bu durumun en önemli sebebi kuşkusuz ki ülkenin coğrafi konumudur. 

Avrupa Birliği Sınır Güvenliği Birimi (FRONTEX)1 tarafından yayınlanan düzenli raporlara göre Türkiye üzerinden geçen mültecilerin sayısı bir hayli fazladır. Kurumun 2017 tarihli Risk Analiz Raporu’na 2 göre sadece 2015 yılının 4. Çeyreğinde, Türkiye’nin içinde bulunduğu Doğu Akdeniz güzergâhından 
483.910 tane yasadışı sınır geçişi olmuştur. Bu sayı toplam yasadışı göçmen sayısının yaklaşık %51’idir. 
Ve bunların hemen hemen yarısı Suriyelidir. Yine Suriyelilerin genel yasadışı sınır geçişleri arasındaki yüzdesi %70 civarındadır. Ayrıca bu istatistiklerin, kayda geçebilen kişiler üzerinden yapıldığını ifade etmek gerekir. Bununla birlikte 2016 sonrasında Doğu Akdeniz güzergâhından Avrupa’ya yasadışı geçiş sayısında çok önemli azalmalar görülmektedir. Bu durumun oluşmasında başat unsurlardan birisi de Türkiye tarafından imzalanan Geri Kabul Anlaşmalarının uygulama 
sürecinin başlamasıdır. 

Avrupa ülkeleri için haklı olarak gündemin en başında kendine yer bulan bu sorun için çözüm arayışlarına girmiştir. Bu çözüm öyle bir çözüm olmalıdır ki Avrupa’nın şimdiye dek savunduğu ve imzaladığı uluslararası insan hakları metinlerine aykırı olmamalıdır. Bu çerçevede diğer bazı ülkelerle olduğu gibi Türkiye ile de Geri Kabul Anlaşması imzalamıştır. Fakat Avrupa açısından 
Türkiye ile yapılan bu anlaşmanın, diğer ülkelerle yapılan ve aynı isme sahip anlaşmalardan daha fazla önem arz ettiği açıktır. 

    Geri Kabul Anlaşması, Türkiye’ye ilk olarak 4 Mart 2003’te önerilmiş, 2005-2006 arasında 4 tur müzakere edilmiş ve 21 Haziran 2012 tarihinde paraflanmıştır.

Nihai olarak da 16 Aralık 2013 tarihinde Ankara’da iki taraf temsilcilerince imzalanmıştır. 
Bu anlaşma 5/6/2014 tarihli ve 6547 sayılı Kanunla onaylanması uygun bulunmuş4 ve 1 Ekim 2014 tarihi itibariyle de yürürlüğe girmiştir. 
Dolayısıyla, ileride bahsedileceği gibi, vatandaşlar açısından geri kabul yükümlülüğü yürürlük tarihi olan 1 Ekim 2014’ten itibaren doğmakta iken üçüncü ülke vatandaşları ve vatansızlar için geri kabul yükümlülüğü 1 Ekim 2017 tarihinden itibaren başlayacaktır. Fakat Ekim 2015’te yapılan yeni bir mutabakat ile Haziran 2016’dan itibaren geri göndermelerin başlayacağı konusunda anlaşılmıştır. 


B. Geri Göndermeme İlkesi 

İfade etmek gerekir ki insanlık; savaş, iç karışıklık, istikrarsızlık, soykırım ve daha pek çok sebeple göç olgusu ile tarih boyunca karşılaşmıştır. Böyle bir durumda çok sayıda insan kitlesel olarak, hayatlarını insan onuruna yaraşır bir şekilde sürdürebilecekleri yeni yaşam alanları bulmak umuduyla yer değiştirmektedir. Kuşkusuz ki yoğun göç dalgaları, göç edilen yer ve orada yaşayan insanlar açısından çeşitli problemler doğurabilir. Bununla birlikte geri gönderilmenin göç edenler açısından ölüm ya da zulüm altında yaşamaya mecbur bırakılma sonucunu doğuracağı açıktır. 

Özellikle 2. Dünya Savaşı sonrasında büyük bir gelişim gösteren insan hakları hukukunun önemli bir parçası da yer değiştirmek zorunda kalan insanlardır. Nitekim genel kabul gören 1967 New York Protokolü ile bazı değişikliklere uğrayan 1951 tarihli Mültecilerin Statüsüne Dair Sözleşme, birtakım sebeplerle zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyenlere mülteci statüsünü tanımaktadır. Söz konusu sebepler ise bireylerin ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleridir.

Mülteci olarak kabul edilen kişiler, doğrudan bir takım haklara sahip olacaklardır. Yani normal şartlarda yabancılardan aranan bazı şartlar mülteciler için aranmayacak ve entegrasyonuna yönelik çalışmalar yapılacaktır. 
Bununla birlikte sözleşmenin 33. Maddesinde ifade edildiği gibi 

“Hiçbir Taraf Devlet, bir Mülteciyi, Irkı, Dini, Tabiiyeti belirli bir sosyal gruba mensubiyeti veya Siyasi fikirleri dolayısıyla hayatı ya da özgürlüğü tehlike altında olacak ülkelerin sınırlarına, her ne şekilde olursa olsun GERİ GÖNDERMEYECEK veya iade etmeyecektir.” 6 

Geri gönderilmeme ilkesi (nonrefoulement) olarak isimlendirilen bu ilke esasen mültecilerin ve aslında daha geniş bir ifade ile göç etmeye zorlanmış kişilerin sahip olacağı en temel haklardan birisidir. 

Bir başka ifade ile geri gönderme yasağı, mültecilerle ilgili koruyucu bir şemsiye ilkedir.7 

Söz konusu ilke, sınır dışı etme, iade etme, suçluların iadesi gibi her ne adla olursa olsun, mültecilerin ölüm, işkence, zulüm tehdidi altında olacakları ülkeye gönderilmemesini gerektirmektedir.

Aksi durumda devletler arasında yapılacak suçluların iadesi anlaşmaları veya idari önlem adı altında geri gönderme ilkesinin uygulanabilirliği ortadan kalkmış olacaktır.

Geri göndermeme ilkesinin sadece ülkeye giriş yapmış ve mülteci statüsünü kazanmış kişiler açısından geçerli olduğunu söylemek, ilgili hüküm sözleşmenin amacı çerçevesinde yorumlandığında, mümkün görünmemektedir.10 

Örneğin sınırdan (sınır kapısı, liman, hava limanı) henüz giriş yapmamış ancak sınırda iltica talebini beyan eden kişilerin kabul edilmeyerek geri gönderilmesi durumunda hayatı tehlikeye girebilecek ya da zulme uğrama riski bulunmakta ise geri gönderilmemeli dir. 

Öte yandan geri göndermeme ilkesi, devletler açısından mutlak bir ‘kabul yükümlülüğü’ doğurmaz.11 

Bir diğer deyişle yasa dışı olarak ülke sınırlarından içeri giren yabancılar ancak şartları mevcutsa geri gönderilemez. Bu durumu Mültecilerin Hukuki Statüsü hakkında Sözleşme’de de görmek mümkündür. 
Sözleşmenin 33. Maddesinin ikinci fıkrasına göre, , bulunduğu ülkenin güvenliği için tehlikeli sayılması yolunda ciddi sebepler bulunan veya özellikle ciddi bir adi suçtan dolayı kesinleşmiş bir hükümle mahkum olduğu için söz konusu ülkenin halkı açısından bir tehlike  oluşturmaya devam eden bir mülteci, İşbu hükümden yararlanmayı talep edemez. 

Maddede geçen ‘ülke güvenliği için tehlikeli sayılma’ gibi genel ifadeler sözleşmenin uygulanmasında dikkatli olmayı gerektirmektedir. Aksi durumda devletlerin keyfi geri göndermelerine şahit olmak kaçınılmazdır.12 

Şüphesiz geri göndermeme ilkesi sadece 1951 tarihli Mülteci Sözleşmesi ile düzenlemiş değildir. 
Bunun dışında pek çok uluslararası metinde kendine yer bulmuştur. 
Örneğin 1984 tarihli İşkenceye ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşmesi madde 3(1) uyarınca, “Hiçbir Taraf Devlet bir şahsı, işkenceye tabi tutulacağı tehlikesinde olduğuna dair esaslı sebeplerin bulunduğu kanaatini uyandıran başka devlete geri göndermeyecek, sınır dışı etmeyecek veya iade etmeyecektir.” 

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz” şeklindeki 3. Maddesine de AİHM içtihatlarında geri göndermeme ilkesini içerir şekilde anlam yüklenmiş tir.13 

Bununla birlikte kitlesel akın halinde yoğun insan topluluğunun göç etmesi durumunda geri gönderilmeme ilkesinin uygulanmasında devletlerin negatif yaklaşımları ile karşılaşılabilmektedir. 

Nitekim bu durum sadece Türkiye açısından değil pek çok devlet açısından söz konusu olmakta ve kitlesel akın halinde gelenlere mültecilik statüsünden ziyade geçici koruma statüsü verilmektedir. 

Kitlesel akından anlaşılması gereken kısa sürede gerçekleşen önemli sayıda insanın koruma talebiyle sınıra gelmesi ve koruma talep edilen devletin bu sayıdaki insana koruma sağlama kapasitesine sahip olamaması anlaşılmalıdır.14 Fakat ifade etmek gerekir ki geri göndermeme ilkesinin mülteci olmadığı gerekçesiyle kitlesel akın halinde gelen insanlara uygulanmaması söz konusu olamaz. Aksi durum, insan hakları ihlalini meydana getirir. 

2. Cİ  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder