12 MART 1971 MUHTIRASI ARAŞTIRMA RAPORU. BÖLÜM 3
12 MART MUHTIRASI ÖNCESİ GELİŞMELER
A. 12 MART ÖNCESİ GENEL DURUM
27 Mayıs sonrasındaki gelişmeler takip edildiğinde, ülkede, askerin kışlasından çıktıktan sonra, yeniden kışlasına dönmesinin ne kadar zorlaştığı görülmektedir. Milli Birlik Komitesi içindeki bölünme ve sonucunda 14 MBK üyesinin ihracı; 21 Ekim Protokolü ve 1961 seçimlerinin iptali ile yeniden müdahale tasarıları; Talat Aydemir tarafından girişilen 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 tarihli darbe teşebbüsleri, bu tespiti doğrulayan gelişmelerden bazılarıdır. Aydemir ilkinde affedilmiştir. İkincisinde ise TBMM’nin kabul ettiği 480 Sayılı Yasa ile haklarında ölüm kararı onaylanan Süvari Binbaşı Fethi Gürcan 26 Haziran 1964 günü ve
Kurmay Albay Talat Aydemir 5 Temmuz 1964 günü idam edilmişlerdir.1 Diğer tutukluların cezaları 1966’da çıkarılan Af Yasası ile kısmen veya tamamen kaldırılmıştır. Bununla birlikte müdahale girişimleri sürecinde Aydemir’e destek çıkan bir kısım tabii senatörlerin (Mucip Ataklı, Kadri Kaplan, Muzaffer Yurdakuler, Sezai Okan) ise hiçbir adli soruşturmaya tabii tutulmamıştır. Anılardan anlaşılan; bu kişiler darbe girişimine önce destek vermişler daha sonra da darbenin zor olacağı düşüncesine kapılıp bundan vazgeçmişlerdir. Darbe sürecinden sonra da makamları ve konumları sarsılmadan siyasete devam etmeyi sürdürmüşlerdir.
Siyasi hayatın bu dönemde dalgalı bir seyir izlemesinin temelinde yatan neden
istikrarsızlıktır.2 İnönü’nün 13.12.1964’te Parti Meclisinde yaptığı konuşmada “Sizin bildiğiniz iki darbe girişimi var ancak biz on beş darbe girişimini daha hazırlık aşamasında engelledik”3 sözleri dönemin siyasi havasını anlamak için manidardır.
1961–1965 yılları arasındaki koalisyon hükümetleri döneminde gündeme getirilen ve 1966’da sağlanan, eski DP’lilerin affıyla tahliyelerinin, kısa bir müddet sonra bu kez siyasi haklarının da iadesi tartışmalarını yaratması, yeni müdahale gerekçelerinin üretilmesine zemin hazırlamıştır.4 Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel bu hususta şunları söylemektedir:
Siyasi haklar tartışması var, siyasi haklar 69’da iade edilecek ve Cumhurbaşkanı diyor ki “Sakın ola bunu şimdi yapma.” bana diyor. “Niye?” “Çok kötü haberler alıyorum, yapma şimdi bunu.” Ben kalkıp bir yere gidivereyim. Şimdi ben ne yapayım? Efelik yapıp yapsam, bir şey olsa “Kardeşim biz seni idareci diye getirdik oraya. Üç gün sonra olsaydı, yani idare etseydin bunu, yani onu diyecek. Bir şey olmasa, yani yapmasam “Bak yapamadı, korktu.” filan. Efeliğe gelen bir iş değil bu. İhtilal şartlarından sonra bir ülkeyi yönetmek gayet zordur ve her istediğiniz olmuyor, bugüne şükretmek lazım. Gene bugüne şükretmek lazım.5
Demirel’in bu sözlerine karşı Hasan Celal Güzel’in cevabına da dikkat çekmek gerekmektedir:
Sayın Demirel, 1969’da Celal Bayar’ın, rahmetli Celal Bayar’ın siyasi affı için senatodan geçmiş kanun tasarısı çünkü Hükûmet hazırlamış ve Meclise gelmiş, o sırada öğreniyor, kendi ifadesine göre, Amerikalılardan, şuradan buradan ki bunlar eğer bu kanun çıkarsa müdahale edecekler yani bir darbe ihtimali var. “Ben Türkiye’yi darbeden kurtardım.” diyor Sayın Demirel. Sayın Demirel şunu yapmış: Bunu kanun tasarısını geri çekmiş. Darbeden böyle kurtarmış. Hani, meşhur çapkın kaptan hikâyesini bilirsiniz. Güzel kadın, açık deniz, birtakım
ahlaksız tekliflerde bulunuyor. Birinci gün, ikinci gün… Kadın da yazıyormuş günlüğüne bunu. Günlüğün sonunda işte “Kaptan, açıkça eğer kabul etmezsen gemiyi batırırım.” dedi. Son sayfası şöyleymiş: “Gemiyi kurtardım.” Yani Sayın Demirel gemiyi kurtardığı zaman bile vermiş, kurtarmış hem de milletin iradesini satmış, kurtarmış. Böyle birisinden darbe konusunda kalkıp da şey almanız, affedersiniz, çok özür dilerim ama görüş almanız benim çok tuhafıma gitti. Hele 28 Şubatın faili, plancısı, destekçisi, koltuk değneği olan bir zatın bu şekilde kalkması, hem de hiç sıkılmadan “Yarın sizi de sorgularlar.” diye size de tehditte bulunması gerçekten çok tuhaf olmuştur.6
1961 Anayasasıyla ülke, çeşitli siyasi akımların bir önceki döneme kıyasla kendilerini daha özgürce ifade edebilecekleri bir döneme girmiş bulunuyordu.7 Kuşkusuz bu durum, ülkenin demokrasi geleneğinin desteğinden mahrum bir şekilde yürümekteydi. Ülke, dış dinamiklerin belirleyiciliğinde8 çok partili siyasi hayata geçmiş ancak iktidar olan partinin bir askeri darbeyle yönetimden uzaklaştırılmasına mani olunamamıştı. 1950–1960 arasındaki DP’li yıllarda hâkim olan güçlü yürütme olgusuna verilmiş sert tepkinin eseri olarak yeni anayasada; yürütmenin yalnızca yasama organı tarafından kontrolünün kifayetsizliğine tedbir olmak üzere, kimi organlar anayasal kuruluşlar haline getirilmiş, bu organların yürütmenin elini zayıflatan yetkilerle teçhizi
sağlanmıştır.9 Yürütmenin, yasama organındaki gücüne paralel olarak iktidar olmasına karşı Anayasa Mahkemesi kurulmuş, yasamanın ihdas edeceği anayasaya aykırılık arz edebilecek kanunlarının hem esastan, hem de usul açısından denetlenmesi yetkisi bu mahkemeye verilmiştir.10 Milli Güvenlik Kurulu ilk kez anayasal bir kuruluş olarak sistem içinde yerini almıştır.11 Bu noktada şu tespitin haklılığını ortaya koymak gerekiyor: “Milli Güvenlik Kurulu
(…) sivil otoritenin bir parçası değil, aksine askerlerin sivil otoriteyi kontrol edebilmeleri için donatılmış bir aygıttır”. 12 Milli Güvenlik Kurulunun, askeri vesayetin kurumlaşmış ifadesi olduğundan bahisle, bu organın neden kaldırılmadığı konusunda Demirel, şunları söylemektedir:
Bizim siyasette uzun seneler geçen ömrümüzün bir kısmında biz sizin düşündüğünüz kadar güçlü değiliz çünkü biz 1971’de tek başına hükümeti bırakmışız, ondan sonraki dönem hep koalisyonlardır ve koalisyonlarda da biz zor dönemler yaşamışız. Devletin birinci meselesi, devleti ıslah etmek, düzeltmek değil, birinci meselesi anarşi olmuş, birinci meselesi terör olmuş,
birinci meselesi güncel meseleler olmuş, bizatihi idarenin kendisi olmuş. Yani koalisyonlar gelmiş, koalisyonlar gitmiş hep bu olmuş. Üç-dört partiyi bir araya getirip koalisyon kurmuşuz, 70’li yıllar öyle. Burada o kadar devletin bünyesine tekabül edecek meseleleri ele almak, düzeltmek, halletmek falan imkânı olmamıştır. Biz ancak kırılanı, döküleni topladık. Sonra, 80’li yıllar, zaten 80’li yıllarda biz yokuz. 1980 darbesinin yaptığı en kötü şeylerden bir tanesi
Türkiye’de siyasi partileri kapatmak ve siyasetçilere on sene yasak getirmektir. Bu, siyasetin damarını kurutmuştur. Yani 1983 seçimlerine ne Cumhuriyet Halk Partisi ne Adalet Partisi kendi isimleriyle girebilmiş değil, hatta onlara yakınlar varsa veto yemiş. Ondan sonraki zaman içerisinde toparlanma olabilmiş, zaman almış. Yani siyasetin içine sürüklendiği kargaşadan keşmekeşten siyasi partiler kendilerini çıkarabilmek, kurtarabilmek, ayakta durabilmek, yürüyebilmek için bütün zamanlarını sarf etmişler. Onun için, sizin dediğiniz sualle biz meşgul
olmadık. Yani Millî Güvenlik Kurulunu hiçbir zaman düşünmedik, yani bunu kaldıralım, yüceltelim, vesaire çünkü Milli Güvenlik Kurulu ihtilallere karşı alınmış bir tedbir olarak ortadaydı. Şöyle bir tedbirdi: Yani Türkiye’de birtakım işler cereyan ediyor, askerin üst kademesi bunu bilsin ve taşın altına elini soksun ve sivil idare bir şey yapmaya kalktığı zaman buna itiraz etmesin, onu sağlayan bir mekanizma olarak almışızdır Millî Güvenlik Kurulunu. Onu düzeltmeyi hiç düşünmedik.13
Yasama organının iki meclisli olması sağlanarak bir tür akil adamlar ya da güzîdeler meclisi olması hedeflenen Cumhuriyet Senatosu kurulmuştur. Kırk yaşını bitiren ve yüksek tahsil yapanlardan oluşan bu meclisle, yasamanın millet meclisi boyutunun kontrol altına alınması amaçlanmıştır. Cumhuriyet Senatosu, genel seçimle gelen 150, Cumhurbaşkanının atadığı 15 ve tabiî (eski DP’lilerce ölesiye) senatörlerden oluşuyordu.14 Eski Cumhurbaşkanları da tabiî üyeler
arasındaydı. Sadece Celâl Bayar bu haktan mahrum bırakılmıştı.15 İki yılda bir, üçte biri yenilenen senatoda, Cumhurbaşkanının atadığı senatörlerde, yüksek öğrenim yapma şartı aranmıyordu.16
Bunun yanı sıra DP iktidarı döneminde iktidarın borazanı olmakla suçlanan devlet radyosu17 ve üniversite özerk hale getirilmiştir. Netice itibarıyla, idarenin yasamadaki etkinliği karşısında, yasama yetkilerinin çift meclis, anayasa mahkemesi ve MGK tarafından sınırlandırılması hedeflenirken, yürütmenin her türlü eylem ve işlemleri yargı denetimine tabi tutuluyordu. DPT’nin kuruluşu ise devletçi sosyalizm denilebilecek üçüncü dünyacı bir akımın tesirinde kalan, ihtilâle destek veren kimi aydınların etkisiyle gerçekleştirilmiştir.18 Hepsinden
önemlisi ilerleyen yıllarda çokça şikâyet edilecek ekseriyeti esas alan seçim sistemi değiştirilerek, yönetimde istikrardan çok temsilde adalet ilkesini gözeten bir seçim sistemi benimsenmiştir.19 Yeni seçim sistemi, temsilde adaleti azamî oranda sağlıyordu ancak siyaset arenasında, bölünmeyi de teşvik etmiştir. Yetmişli yıllarda Milliyetçi Hareket Partisi, Milli Selamet Partisi, Cumhuriyetçi Güven Partisi, Demokratik Parti gibi partiler bu sistemin kendilerine sağladığı az sandalyeyle çok tesir etme imkânını bulmuşlardır. Örneğin MHP, birinci Milliyetçi Cephe hükümetinde, 3 sandalyesine karşılık iki bakanlıkla temsil edilmiştir.20
BU BÖLÜM DİPNOTLARI;
1 Cumhuriyet, 27.6.1964, s.1.
2 Metin Toker, Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları: İnönü’nün Son Başbakanlığı, 1961-1965, İstanbul, Bilgi Yayınları, 2. Bs,, 1992, s.36.
3 Milliyet, 14.12.1964, s.1.
4 Bilgiç, Anayasanın 68’nci maddesinin ve değiştirilmesi ve geçici 11’nci maddenin yürürlükten kaldırılması hakkındaki değişikliğin, TİP tarafından esastan iptali için Anayasa Mahkemesine götürüldüğünü; mahkemenin ise
usulden, söz konusu değişiklilik ve ilgayı iptal ettiği bilgisini veriyor. Konu hakkında Sadettin Bilgiç’in anlatımı için bkz. Sadettin Bilgiç, Hatıralar, İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 2002, ss.185–191.
5 9’ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 07.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.45–18.55].
6 Hasan Celal Güzel’in 13.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 11.00–14.08].
7 1961 Anayasası ile 1982 Anayasasını bu bağlamda tartışan bir eser için bkz. Bülent Tanör, İki Anayasa 1961–1982, İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş. 1986.
8 Niyazi Berkes, Unutulan Yıllar, İstanbul: İletişim Yayınları, 2006, s.349 vd.
9 Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, Ankara: Yetkin Yayınları, 2000, s.356.
10 Ali Ülkü Azrak, “Türk Anayasa Mahkemesi”, İÜHFD, Cilt 28, Sayı 3–4 (1962), 649–700.
11 Muharrem Balcı, MGK ve Demokrasi (Hukuk-Ordu-Siyaset), İstanbul: Yöneliş Yayınları, 1998.
12 Hikmet Özdemir, Türkiye Cumhuriyeti’nde Rejim ve Asker İlişkisi Üzerine Bir İnceleme, İstanbul: İz Yayıncılık, 1993, s.261.
13 9’ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 07.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.45–18.55].
14 Turhan Dilligil, (Sokaktaki Adam), Allahsız Gardiyan, Ankara: Güneş Matbaacılık, 1966, s.34.
15 Bayar, siyasi hakları iade edildikten sonra kendisine yapılan tabii senatörlük teklifine reddetmiş; gerekçesini ise şöyle açıklamıştır: “Tabii senatörlük ve benzeri sıfatların gerçek demokrasi esasları ile telifini güç buluyorum.
Bu konuda samimi olarak bağlı bulunduğum görüş, düşünce ve inancıma sadık kalma kararındayım”, Milliyet, 5 Temmuz 1974.
16 Orhan Aldıkaçtı, Anayasa Hukukumuzun Gelişmesi ve 1961 Anayasası–II, İstanbul: Hüsnütabiat Matbaası, 1966, ss.116–120.
17 Bkz. Muammer Aksoy, Partizan Radyo ve DP, Ankara: Ayyıldız Matbaası, 1960.
18 Cem Eroğul, Anatüzeye Giriş, Ankara: İmaj Yayıncılık, 1993, s.217 vd. 19 Hikmet Özdemir, Türkiye Cumhuriyeti, İstanbul: İz Yayıncılık, 1995, s.374.
20 Milliyet, 1 Nisan 1975.
21 Bedii Faik’in 26.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 11.30–13.15].
4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder