12 MART 1971 MUHTIRASI ARAŞTIRMA RAPORU. BÖLÜM 15
4.CHP’DEKİ DURUM
12 Mart Muhtırası siyasi partilerde ve Cumhuriyet Senatosunda temsil edilen gruplarında önemli değişimleri de beraberinde getirmiştir. Bu değişim en çok CHP’de kendini belli etmiştir. CHP içindeki safları belirginleştirmiş, Ecevit'in istifasıyla birlikte bu parti içinde açık bir iktidar mücadelesi başlamıştır. Partinin Genel Merkez yönetimine Ecevit yanlıları egemen olmaya devam ederken, partili milletvekili ve senatörlerin büyük çoğunluğu İnönü'nün yanında yer almıştır.
İsmet İnönü, anılarında bu durumu “Büyük buhran günleri” olarak değerlendirmiştir. 268
12 Mart arifesine yaklaşılırken siyasi arenanın diğer cenahında yürüyen CHP’de de tam anlamıyla işlerin iyi gittiği tabii ki söylenemezdi. 1965 ve 1969 seçimlerine ortanın solu şiarıyla giren CHP’deki bu yeni açılım ve her iki seçimde de umduğunu bulamama, parti içinden iki parti daha çıkacak seviyede bölünme yaratıyordu: Turhan Feyzioğlu’nun Milli Güven Partisi ile (MGP) Kemal Satır’ın Cumhuriyetçi Partisi (CP). İlk ayrılan Feyzioğlu oldu; Satır’ın ayrılışı ise
Ecevit’in genel başkanlığa gelişinden sonradır. Özellikle siyasi mazisi, öğrencilerine yönelik olarak “Nabza göre şerbet vermeyin” öğüdünün ardından DP hükümeti tarafından vekâlet emrine alınmasıyla birlikte başlayan Feyzioğlu, 1957 seçimlerinde CHP’den Kayseri milletvekili olarak mecliste yer almıştı.269 Kürkçü, solun cazibesinin gitgide arttığı bu dönemde, CHP’deki değişimin iki yönlü etkisinin olduğunu söylemektedir. Birincisi solun yükselişi karşısında CHP,
etkilenen unsur olarak dönüşmüş; ikincisi CHP’deki bu dönüşüm gençliği sola doğru iyice çekmiştir. Şöyle demektedir Kürkçü:
Tabii şunu ekleyeceğiz, bütün bunlar demin tarif ettiğimiz sosyal ortam içerisinde gerçekleşince, bu gelenekselcilik çok kısa süre içerisinde kırılmalara uğradı. Bu modern sınıf mücadeleleri içerisinde öğrencilerin çoğunluğu kendilerini solda kurdular. Türkiye İşçi Partisinin mücadelesi ve muhalefeti Cumhuriyet Halk Partisini dönüştürdü. Cumhuriyet Halk Partisi eskisi gibi kalırsa, devletçi söylem içerisinde kalırsa yeni Türkiye’ye yön veremeyeceğini
görünce kendisini ortanın solunda ilan etti. Demin söylediğimiz bütün denklem, bir sol programı, bir sol tercihi popüler kılmayı gerektiriyordu, Türkiye’yi yönetenler açısından da. O nedenle, bu, tabii, İsmet Paşa burada çok önemli bir faktör, çünkü İsmet Paşa Kurtuluş Savaşı’yla bugünü, o günü birbirine bağlayan bir halka olarak “Solcu olmak adam olmaktır.” deyince, bunun kredisinin Türkiye’de ansızın yükselmesi kaçınılmaz. Genel Sekreterinin, işte, bir sosyal
demokrasi hamlesiyle partiyi dönüştürmeye girişmesi, bizim devrimci hareketin ötesinde Türkiye’nin tamamına hitap eden bir odak oluşturdu ve bu Türkiye üniversitelerini sola doğru çekti. Şimdi, ben devletin bu sola yönelişi son derece gaddarca okuduğunu düşünüyorum. Bu, Talat Turhan’ın “X Örgütü” diye bir kitabı var. O, işte bu kontrgerilla işlerini burada anlatıyor. Şunu görüyoruz, çok enteresan… 270
O dönemin sembol isimlerinden biri olan Feyzioğlu, 27 Mayıs sonrası 147 öğretim elemanının üniversitelerle ilişkisinin kesilmesi sonucu ODTÜ rektörlüğünden istifa ederek MBK karşısına çıkma cesaretini bile gösterebilmiştir. Aynı Feyzioğlu henüz bu 147 öğretim elemanını işlerinden eden kâğıdın mürekkebi kurumadan kendisine teklif edilen Milli Eğitim Bakanlığı vazifesini de kabul edebilmiştir. Ortanın solu akımı karşısında CHP’den istifa ettiğini bildiren mektupta kullandığı ifadeler, CHP’nin Atatürk ilkelerinden uzaklaşarak tehlikeli bir sol maceranın vasıtası haline getirilmek istendiği gerekçesine dayanıyordu.271
Nitekim 12 Mart’a takaddüm eden günlerde Feyzioğlu’nun bizzat cumhurbaşkanlığına hitaben kaleme aldığı, ülkenin elim bir sona doğru gittiğine yönelik iddiaları içeren yazılarına şahit olunmaktadır. Memleket dâhilinde aşırı solun alan kazandığı, üstelik sol propagandanın Atatürk’ü istismar ettiğini içeren yazıda, bunun yanı sıra irticai faaliyetlerden de şikâyet edildiği görülmektedir. Parti, cumhurbaşkanından siyasette etkin tüm kesimlerin katılacağı bir toplantının tertip edilmesini de talep etmektedir.272
5.SOLDA FİKİR AYRILIKLARI
İdeolojik kamplaşmanın boyutları gitgide büyüyordu. Genel olarak sağ kesimlerde ülkede gerçekleştirilen silahlı eylemler yoluyla komünist bir ihtilalin provasının yapıldığı tezi işlenirken; Marksist çevrelerde, ülkenin emperyalist bloğun ileri karakolu olma rolüne soyundurulduğunu, bir an evvel zinde güçlerin bir araya gelerek emperyalizme ve onun yerli işbirlikçilerine karşı iktidarın ele alınması gerektiği tezi işlenmektedir.
Milli Demokratik Devrim Tezini işleyen sol, açıkça asker-sivil aydın zümrenin elbirliğiyle bu amacı gerçekleştirme temayülüne girmektedir.273 Türkiye’nin kendine özgü şartları dikkate alınmadan işçi sınıfının bilinç kazanmasını beklemenin yersiz olduğu; bunun yerine antiemperyalizm ortak paydasında hemen tüm kesimlerin bir araya gelmesi gerektiği tezi de işleniyordu. Sol, büyük bir fikir ayrılığı içindeydi. İşçi sınıfının tarihsel öncülüğünü inkâr etmekle sosyalist teorinin inkârını bir sayanlar ile milli demokratik devrim şiarını benimseyenler arasında sert tartışmalar yaşanıyordu. TİP’in kendini inkâr etmesi olarak yorumlanan, 141–142’nci maddelerden hüküm giymiş olanları bünyesine kabul etmemesi, teorik tartışmalardaki ayrılıkların perçinlenmesine; genelde birer dergi etrafında toplanan kümeleşmelerin oluşmasına neden olmuştu, bir dergi etrafında toplanarak diğer gruplardan kendini tecrit etme, zaten çok
sınırlı olan sol tabanı, iyiden iyiye etkisiz kılmıştır.274
Milli mücadelenin antiemperyalist boyutuna aşırı vurgu yaparak bir tür ideolojik aşınmaya uğramış olan bir başka grup ise tüm bu tartışmaların bir şekilde içinde olmakla beraber daha kestirme çözümler peşindeydi. Bu grup şu tezi ileri sürmektedir: Türk modernleşmesinin öncülüğünü ordu yapmıştır ve ordu, sahibi bulunduğu tarihsel geleneğin içinde daima ilerici bir rol oynamıştır. İnsan kaynağı bakımından toplumun alt ve orta gelir gruplarından devşirilen bir
kadroya dayanır; dolayısıyla ordu tarafından gerçekleştirilecek antiemperyalist bir girişimin başarı şansı çok yüksektir.275 Bu görüşün tüm çevrelerce kabul gördüğü tabii ki söylenemezdi. Sözgelimi Çetin Altan’a göre: “Askeri darbeleri sınıf niteliği olan halk ihtilâlleriyle karıştırmak ve bu çeşit halk dışı hareketlerin de mutlaka sosyalizme yöneleceğini hayal etmek, sosyalizmi bir sorumluluk ve bir tarihsel borç olarak kabul etmiş kişilerin harcı değildir”.276 Solun içindeki
tartışmalar alevlendikçe, geri bırakılmış halk kitlelerinin, bozuk düzenin telkinleriyle, daha yıllarca sağ partilere meyledecekleri öngörüsünde bulunuluyor ve bir an önce iktidarın ele geçirileceği yeni stratejiler gündeme geliyordu. Ordu, bu stratejinin en güçlü aracı olarak görülmekteydi.
C.12 MART MUHTIRASININ VERİLMESİNDE DIŞ ETKENLERİN ROLÜ
Mete Tunçay, elde kanıtlanmış bir örnek bulunmamasına rağmen, Türkiye gibi kritik bir coğrafyada olan bir ülkede, meydana gelen her askeri müdahalenin ardında, mutlaka bir dış tesir olduğunu şu cümlelerle ifade etmektedir:
Bu askerî darbelerde dış müdahale destek şeyi… Tabii buna siyah beyaz bir cevap vermek mümkün değil ama Türkiye İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra öyle bağlar içine girdi ki gerek Amerika Birleşik Devletlerine karşı gerek NATO’ya karşı onlardan bir icazet almadan, yeşil ışık görmeden bu darbelerin hiçbirinin yapılabileceğini sanmıyorum, onların mutlaka haberi olmuştur. Daha doğrusu, bu darbeyi hazırlayanlar onlarla bir ilişki kurup niyetlerini belirtmişlerdir diye tahmin ediyorum ama bunun bir siyah beyaz şeyi yok. Fakat mümkün değil,
NATO’ya bağlı bir ordunun NATO’ya falan haber vermeden, Amerikan Genelkurmayına haber vermeden böyle bir iş yapması. Ama “Amerika yaptırdı.” demek de fazla olur. Muhtemelen Amerikan uzmanları arasında Türkiye’de darbeyi teşvik etmek isteyen insanlar da vardır. Sonra bu yeteri kadar açık söylenebilecek bir şey değil.277
Sönmez Targan’ın dış etken konusundaki yorumu ise şöyledir:
Şimdi, 12 Mart’a gelince: 12 Mart bir karşı devrimdir. Zaten 60’lı yıllardaki siyasal iktidarlar ve söylemlerin hepsinde 61 Anayasası’na çatarlardı, 27 Mayısın getirdiği hak ve özgürlükler için “İşte, bu elbise bize dar geliyor, bol geliyor” söylemlerini hatırlatmama bile gerek yok çünkü bir komediydi o, hiç kimse işin özüne inmiyordu, sadece genel çıkarıma bakıyor Türkiye’de sermaye sınıfı ama sermaye sınıfının da rahatsızlıkları vardı, 12 Mart’ta da var, 12 Eylül’de de var, yani tek başına gelmedi bunlar. 12 Mart bir karşı devrimdir, sadece bir askerî
darbe değildir. Bunun arkasında Amerika ve NATO vardır. 278
12 Mart Muhtırasının verilmesinde dış etkenlerin birkaç boyutta tartışılması
gerekmektedir. Bunlardan ilki: Türkiye’deki haşhaş ekimiyle, ülkesindeki uyuşturucu madde kullanımı arasında paralellik kuran ABD’nin tavrı karşısında sergilenen mukavemet; ikincisi: Arap–İsrail çatışması karşısında Türkiye’nin tutumu; üçüncüsü: U–2 casus uçaklarının uçuşunun yasaklanması olarak sıralanmalıdır. Parlamentoda en büyük parti olan AP’nin bu konularda ABD
ile ters düşmesi karşısında bu ülkenin içeride çatışmayı körükleyici faaliyetler içinde bulunduğu; böylece, müdahale geleneği olan Türk ordusunun tahrik edilerek böylesi bir karışma içine sokulduğu iddia edilmektedir. Ara dönem hükümetleri döneminde bu hususlarda verilen tavizler ise, bu doğrultudaki teşhisin doğruluğunun ispatı olarak ileri sürülmektedir.
Şimdi, dolayısıyla, bu 12 Mart Muhtırası ve onunla birlikte ortaya çıkan süreci
yorumlarken bence, işte “bir avuç maceraperest subayın memleketi bildikleri gibi yönetmek üzere kalkıştıkları bir tuhaf plan” değil hepsi birbirine eklenerek işleyen bir büyük sosyal, siyasal süreç ve bunun arkasındaki gelenekler toplamı ve tabii soğuk savaş ikliminde Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye’yi NATO’nun güneydoğu kanadında bir istikrar merkezi hâline getirme çabasının olduğunu görebiliriz.Bu Amerikan talepleri, NATO talepleri aslında herhangi
bir sivil hükûmet tarafından karşılanamazdı, kaçınılmaz bir biçimde bir askerî müdahaleyi gerektirirdi. O nedenle, bu darbenin arkasında da Amerika Birleşik Devletleri’nin rol oynadığını ispatlayamasak da elimizde sağlam belgelerle, bütün işleyişten bu sonucu çıkartabiliriz. Bana sorarsanız, en önemli kanıt o güne kadar Amerika Birleşik Devletleri’nin talep ettiği hâlde bir türlü hiçbir hükümete yaptırmadığı Türkiye’deki afyon, haşhaş ekiminin yasaklanması kararının
bir ay sonra alınabilmesiydi. İkincisi, Süleyman Demirel hükûmetleri Amerika Birleşik Devletleri’nin çizdiği sınırı bir miktar tartışmaya başlayıp, Türkiye’yi kendine doğru çağıran Orta Doğu güçleriyle bakışmaya, kendi bölgesinin dinamikleri içerisinde imkân aramaya girişince de çok sert bir eleştiriyle karşılaşmıştı. Süleyman Demirel hükûmetleri döneminde Türkiye’de Sovyetler Birliği’nin iktisadi ve teknik yardımıyla pek çok büyük sanayi tesisi yapıldı:
Aliağa Petrol Rafinerisi, Seydişehir’deki279 alüminyum tesisleri, belki şimdi hemen hatırlayamadığım -notlarımı da almadım- başka tesisler Sovyet kredileriyle yapıldı. Bu soğuk savaşın orta yerinde hoş görülmeyen bir flört idi Amerika Birleşik Devletleri açısından. İkincisi, Filistin sorununda Türkiye genel olarak Amerika Birleşik Devletleri ve müttefiklerinden ayrı bir tutum benimsedi. Bütün bunlar, hepsi bir arada Süleyman Demirel Hükümetinin daha otoriter
bir Amerikancı yönetimle ikamesi bakımından Amerikan çevrelerinde bir düşünce oluşturmuş idi. Büyük sermaye de işçi hareketinin bir anda durmasını istiyordu. Bakınız bütün darbelere, bunların hepsinden sonra, Türkiye’nin devlet eliyle palazlanmış büyük burjuva sınıfının bütün mümtaz üyelerinin derhâl esas duruşa geçtiğini göreceksiniz. 27 Mayıs’ta böyledir, 12 Mart’ta böyledir, 12 Eylül’de böyledir, 28 Şubat’ta böyledir.280
1.HAŞHAŞ SORUNU
ABD toplumunda yaygın olan uyuşturucu sorunu karşısında çaresiz kalan Nixon yönetimi, sorunun kaynağında Türkiye’yi görmektedir. Bu nedenle ABD yönetimi, yüzlerce ailenin geçim kaynağı olan Türkiye’deki haşhaş üretimine son verilmesi için yoğun baskılar uygulamaktadır. Hükümet, bu baskılar karşısında çözümün yasaklamak olmadığının altını çizerek, kontrollerin sıkılaştırılmasından başka bir çarenin olmadığını belirterek, iç işlere müdahale niteliği taşıyan yasaklama zorlamasına karşı çıkmaktadır.281
bu yasak, bir dış gücün baskısıyla, ilk-ve dileğimiz odur ki, son olarak 12 Mart’ın namlı Başbakanı Nihat Erim tarafından konmuştur”. Aytunç Altındal, Haşhaş ve Emperyalizm, İstanbul: Havass Yayınları, 1979, s.12.
Demirel, uygulanacak bir yasaklama kararının ABD gençliğini zehirleyen Türkiye’dir kanaatini perçinleyeceğinden bahisle, Türkiye’de yıllık 120 ton üretilen afyonun ABD gençliğine 1 hafta bile yetmeyeceğini ifade etmekteydi. 282 Bir taraf yasaklayacaksın derken; diğer tarafın asla! Şeklinde cevap vermesi, kimi nahoş olaylara da sebep oluyordu. ABD Büyükelçisinin
diplomatik nezaket kurallarını hiçe sayarcasına Demirel’in huzurunda kullandığı üslûp, kendisine bizzat Demirel tarafından kapının gösterilmesine bile yol açtığı anlatılmaktadır.283
Kapı dışarı edilme hadisesinin hemen ertesinde Washington’a çağrılan ABD’nin Ankara Büyükelçisi William Handley’in, bizzat başkan yardımcısından şu sözleri işittiği iddia edilmektedir: “Meseleyi ne kadar ciddî tuttuğumuzu göstermek için şunu belirtmek isterim. Eğer Türkiye haşhaş ekimini yasaklamazsa Altıncı Filo’nun derhâl İstanbul’u tahrip etmesini Başkana tavsiye edeceğiz”. Hatta Ecevit’in sonradan Ufuk Güldemir’e açıkladığına göre, Dışişleri Bakanı Kissinger’in bulunduğu bir toplantıda, başkan danışmanlarından biri tarafından
“Gerekirse Mavi Cami’yi (Sultanahmet) başlarına yıkalım” sözleri sarf edilmişti. Tüm bu nakledilenler doğruysa; görünen oydu ki Başkan Nixon kendi kamuoyu nezdinde sağlayacağı saygınlığın, Ortadoğu’nun böylesine önemli bir ülkesine haddini bildirmekle elde edilebileceği beklentisi içine girmişti.284
Demirel hükümeti ise bunu bir milli onur vesilesi yapmış ısrarlı baskılara karşı direnç göstermiştir.
BU BÖLÜM DİPNOTLARI;
268 İsmet İnönü, Defterler (1919-1973), (Yayına Hazırlayan, Ahmet Demirel), C:II, 3. Bs, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2008, s.1211.
269 Ayrıntılar için bkz. Gürcan Bozkır, “Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu'nun Siyasi Kişiliği”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, Yıl 1996–1997 Cilt 2, Sayı:6–7
270 Ertuğrul Kürkçü’nün 31.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 10.30–12.06].
271 Tahir Kutsi Makal, Benim, Benim, O Benim (Siyaset Sahnesinden Çehreler), İstanbul: İnanç Yayınları, 1987, s.83.
272 Güven Partisi TBMM Grubu Başkanlığı tarafından Cumhurbaşkanlığı Makamına gönderilen 25.11.1970 tarihli yazı [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi, Yer No: 5/5–11; Fihrist No: 6/24].
273 Mahmut İhsan Özgen, TKP ve Organize Gençlik Hareketleri, İstanbul: 14 Mayıs Yayınları, 1982, s.276.
274 Bkz. Yetkin, , Türkiye’de Soldaki Bölünmeler 1960–1970 (tartışmalar, nedenler, çözüm önerileri), s.214.
275 Bu yorum temelde yanlış değildi. Askeri okullardaki öğrencilerin insan kaynağının niteliği için bkz. Güldemir, Kanat Operasyonu, s.43.
276 Çetin Altan, “Türk Sosyalizminde Yeni Devir”, Ant, 3 Ocak 1967, sayı 1’den aktaran, Yetkin, , Türkiye’de Soldaki Bölünmeler 1960–1970 (tartışmalar, nedenler, çözüm önerileri), ss.132–133.
277 Prof. Dr. Mete Tunçay’ın 11.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 11.42–13.00].
278 Sönmez Targan’ın 11.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 19.08–19.40].
279 Tutanak metninde sehven, Eskişehir olarak geçmiş; biz düzelttik.
280 Ertuğrul Kürkçü’nün 31.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 10.30–12.06].
281 “Bilebildiğimiz kadarıyla tarihin hiçbir döneminde, hiçbir dış güç, ister müttefik ister düşman olarak, Anadolu’daki devletlere haşhaş ekimini yasaklatabilmiş değildir. En az 4000 yıldır haşhaş ekimi yapılan Anadolu’ya
282 Mehmet Ali Birand, Can Dündar, Bülent Çaplı, 12 Mart (İhtilâlin Pençesindeki Demokrasi), Ankara: İmge Kitabevi, 1994, s.169.
283 Hüseyin Demirel, 12 Mart’ın İçyüzü (Nasıl Geldi, Nasıl Geçti?), İstanbul: Yeni Asya Yayınları, 1977, s.56.
284 Ufuk Güldemir, Kanat Operasyonu, İstanbul: Tekin Yayınevi, ty s.51.
16 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder