28 Ocak 2019 Pazartesi

12 MART 1971 MUHTIRASI ARAŞTIRMA RAPORU. BÖLÜM 12

12 MART 1971 MUHTIRASI ARAŞTIRMA RAPORU. BÖLÜM 12



2. 9 MART HAREKETİNİN ÖNDE GELEN AKTÖRLERİ 


9 Mart hareketinin ilk teşvikçisinin 13 Kasım 1960’taki tasfiyeyle MBK’nden çıkarılarak sürgüne gönderilen Orhan Kabibay olduğu anlatılır. 14’lerden Orhan Erkanlı ve İrfan Solmazer’le birlikte CHP’den milletvekili olan Kabibay, ara dönemde Erim-Koçaş ikilisini destekliyor; parti içindeki İnönü-Ecevit çekişmesinde İsmet Paşanın safında yer alıyordu. Ecevit’in genel başkanlığa seçilmesinden sonra ise Kemal Satır’la birlikte partiden koparak Cumhuriyetçi Partiyi kurmuştur.187 

Kabibay, askeri kanattan o dönemde İzmit’te tümen kumandanlığı yapmakta olan Tümg. Celil Gürkan’la temas kurarken, sivil kanattan ilk temas kurduğu isimse Doğan Avcıoğlu’dur. Sonradan, Kabibay, Feyzioğlu’nun Güven Partisiyle birleştikten sonra ilk seçimde fiilen tasfiye olmuştur. 
Bu kesimin ortak kanaati: 27 Mayıs’a hazırlıksız girişildiği bu yüzden devrimin amacından saptırılarak hedeflediği hamleleri yapamadığı yönündedir.188 

Temel hedef: Ordu içindeki devrimci unsurların bir araya getirilmesiydi. Bu doğrultuda kontenjan senatörü ve yine eski MBK üyesi E. Korg. Cemal Madanoğlu’nun başında bulunduğu ve Madanoğlu Cuntası olarak isimlendirilen bir örgütlenme gerçekleştirildi. Haftalık bir gazete çıkarılarak, hareketin fikri cephesinin hazırlanması kararlaştırıldı. Gazete için sermayenin büyük bir kısmını Cemal Reşit Eyüboğlu koyacak, eski bir MBK üyesi ve 14’ler grubuna dâhil Numan Esin’le, küçük de olsa Coşkun Bölükbaşı isimli bir başka şahıs da hisse sahibi olacaktı. 
Gazetenin genel yayın yönetmeni Doğan Avcıoğlu, iki numaralı ismi ise bu tip hareketlerde sonraki yıllarda da adı sıkça telâffuz edilen İlhan Selçuk’tur.189 Hasan Cemal ve Uluç Gürkan ise gazetenin yazı işleri müdürleriydiler. Gazetenin ve ekibin üçüncü önemli ismi ise İlhami Soysal’dır. İddiaya göre Soysal, Tağmaç’ın selefi eski Genelkurmay Başkanı Org. Cemal Tural’ın azmettiriciliğiyle öldüresiye dövdürülen gazetecidir.190 

Gizli faaliyetler, Madanoğlu’nun Devrim Genel Kurulu Başkanlığı ile Doğan Avcıoğlu’nun genel sekreterliğinde yürütülüyor; İlhan Selçuk İstanbul, İlhami Soysal ise Ankara sorumlusu olarak çalışıyorlardı. 27 Mayıs’ta olduğu gibi o dönemde de farklı örgütlerle irtibatı olan ancak Madanoğlu Cuntası’nın faaliyetlerine de katılan birçok ismin varlığına şahit olunmaktadır. Sivil 
kanattan, Hıfzı Kaçar ile Av. Fakih Özfakih bu isimlerden ikisidir. Emekli askerlerden ise o dönemde bu tip faaliyetlerde isimleri en fazla geçenler isimleri yukarıda daha önce zikredilmekle birlikte: Orhan Kabibay, Numan Esin,191 İrfan Solmazer, Mucip Ataklı, Cemal Madanoğlu, Talat Turhan ve Rafet Kaplangı’dır. Numan Esin, 9 Martçılarla olan irtibatını, şu şekilde açıklamaktadır: 

Şimdi, yani bu 73’teki hareket, o bir baş kaldırma hareketiydi 9 Mart hareketi. O 9 Mart hareketinin içerisine giren genç subaylardan bir kısmı gelip bizden danışmışlardır, fikir alışverişi olmuştur aralarında. Mesela, daha sonra hukukçu olan bir arkadaşımız da var, o da kıymetli bir arkadaş. Yani, böyle 5-6 arkadaşımız var ki bunlar gelip danışıyorlar. Ben olayın içerisinde değilim, zaten bulaşmak da istemiyorum, iş hayatı da buna imkân vermiyor. Çünkü nakliyecilik yapıyoruz biz, bir arabayı yolluyoruz, elli tane araba çalıştırıyoruz, her gün bunlar - burada köprü möprü yok- bekliyor en aşağı yirmi dört saat feribottan geçmesi…192 

Bu isimlerin ordu içine sirayet etme gayretlerini yürütürken aslında giriştikleri hareketin başında Gürler-Batur ve Kayacan’ın bulunduğu yönündeki iddialar mesnetsiz değildi. Hava Kuvvetlerinde Muhsin Batur’un bilgisi dâhilinde yapılacak, ihtilâl sonrası anayasası başta olmak üzere, hazırlıkların son hızla ilerlediği iddia edilmektedir. Batur’un tek tereddüdü, Faruk Gürler’in, başında bulunduğu Kara Kuvvetlerine hâkim olamamasıdır. Nazlı Ilıcak’la yaptığı bir 
mülakatta Batur, bu endişesini şu sözlerle belirtmektedir: “ Kara Kuvvetlerinin tümüyle katılmadığı harekâtın içine, bir Hava Kuvvetleri, bir Deniz Kuvvetleri Komutanı girer mi? Girerse mantık dâhilinde mi hareket etmiş olur? Ordu çarpışır”.193 

Batur, ordunun ana motoru olan bu kuvvetin dışında olduğu bir ihtilâl girişiminin başarısından kuşkuludur. Bu nedenle alttaki kaynamayı kontrol altında tutarak olası emir-komuta zincirindeki bir kırılmanın önüne geçmeye çalışmaktadır. 9 Mart’ta Hava Kuvvetlerinde yapılan son toplantıda alınan erteleme kararı, ordu içindeki doğrudan müdahale yanlıları için tam 
anlamıyla düş kırıklığıydı. Gürler, toplantıdaki zevatı ikinci plana atarak 10 Mart’ta toplanacak Genişletilmiş Komuta Konseyi toplantısına kadar beklenmesi kanaatinde olduğunu açıklayarak konuyu kapatıyordu. Olayın köşesinde veya bucağında bulunmayan tek isim ise ne ilginçtir ki Genelkurmay Başkanı Org. Memduh Tağmaç’tır. Tağmaç, toplantı sonrasında, bir anlamda gergin bekleyiş içinde bulunan tabana, hissiyatlarının aynı olduğu mesajını veren bir açıklama ila hitap ediyordu: “Maksat Ordunun Sabrını Taşırmak”. 194 Demirel ise 9 Mart hareketine dair şunları söylemektedir: 
Şimdi, 9 Martta ne olmuş Türkiye’de? Biraz evvel arkadaşımız sordu. 9 Martta toplantı var ve benim haberim var bu toplantılar yapılıyor. 
Ben, Cumhurbaşkanına gittim, dedim ki: 
“Birtakım kokular geliyor burnuma.”, “Sen merak etme, Memduh Paşa onun başında.” dedi, “Merak etmeyeyim de tedbir almamız lazım, tedbir alabilecek durumda da değiliz çünkü…” dedim. Bu konuşmalar tümende oluyor, 28’inci Tümende ve büyük bir kütleye sirayet etmiş konuşmalar. Hiç bir şeyi beğenmiyorlar, yani sistemi beğenmiyorlar, kalkınmayı beğenmiyorlar, 
devrim arıyorlar, devrim içinde devrim. Sonra, bu Faruk Paşa, Muhsin Paşa da bunların yanında görünüyor. Sonra, 9’u bu. 10’uncu gün sabahleyin Faruk Paşa ile Muhsin Paşa bunlardan koparılıyor kendi içi bünyelerinde. Oradaki hesap da Faruk Paşanın sonra Cumhurbaşkanı olma hesabıdır ve gene burada söylüyorum… Şöyle mutabık kalıyorlar ki: Hükûmet gitsin, biz o zaman bundan vazgeçelim. Sunay’a geliyorlar, o da “Ne yapalım?” diyor ve bana Fuat Paşa’yı gönderiyor. Ben de Fuat Paşa’ya dedim ki: “Dün konuştuk Cumhurbaşkanıyla ‘Sen hiç merak etme, ben onları takip ediyorum.’dedi. ‘İstifa etsin.’ Nasıl 
istifa edeyim? ‘Hastayım, bir şeyler desin’.” demiş. Dedim ki: “Bakın, bu işler yarım yamalak lafı kaldırmaz, zor bu işler. Ben hasta falan değilim.” Neyse ne. İş bittikten sonra ben arıyorum, çıkmıyor telefona. İş bittikten sonra bulabildim “Ne yapayım? Beni de aştılar.” dedi. Sonra biz kendi yolumuza gittik, kavgamız neyse onu yapmaya devam ettik netice itibarıyla. O sol bir harekettir onu yazıyorlar, çiziyorlar zaten. Eğer, olabilseydi belki, günahını almayalım, öldüler 
gittiler de Batur ve Gürler’in çok büyük rolü vardı o işte.195 

Doğrudan doğruya yönetimin ordunun eline alınması kararının ithamkâr bir muhtırayla geçiştirilmesi hikâyesi hakkında pek çok yoruma rastlanmaktadır. Bunlardan zikredilmeye değer ikisinden ilki şuydu: Bir kere aralarında tam anlamıyla ortak kanaatin olduğu bir yüksek komuta konseyi yoktu. Kara Kuvvetleri Komutanı Gürler tereddüt içindeydi, altında çalışan Korg. 
Hayati Savaşçı ile Korg. Atıf Erçıkan gibi iki ismin bile, ona tam olarak tabi oldukları söylenemezdi. Batur’un yorumuna göre Gürler’in mütereddit olması bu açıdan gayet anlaşılabilir bir durumdu. Bu isimlerden Erçıkan’ın ses kayıt cihazıyla toplantılara katıldığı, havanın ılık olmasına rağmen sanki bu cihazı gizlemek istercesine uzun ve kalın bir paltoyla konuşmalara iştiraki, istihbarat toplamak için içeriye sızan biri olduğu intibaını yaratmakta, hakkındaki iddialar bugüne kadar tartışılmaktadır. 

İstanbul’da 1. Ordu Komutanlığında bulunan Org. Faik Türün faktörü de ihmal 
edilemezdi. İzmit üzerinden İstanbul ile koordinasyonu yürüten Tümg. Celil Gürkan’ın Kara Kuvvetleri Plan ve Prensipler Başkanlığına atanmasıyla birlikte yerine tayin edilen Tuğg. Ömer Lütfi Erol’un, devrimden sonra Türün’ün yerine bu göreve getirileceği haberleri Türün’e kadar ulaşmaktadır. Bu tip atamalarla olası bir darbenin neticesinde ordu içi hiyerarşinin bozulacağı endişesi tüm üst komuta kademesini sarmaktadır. Hele Orgeneral olan Türün’ün yerine bir 
tuğgeneralin atanmasının tasarlanması sadece Türün’de değil ordunun tüm orgenerallerinde endişe yaratmaktadır.196 

Alt kademelerde kurulan ilişkinin gitgide ordu komuta kademesinin üst noktalarındakine de sirayeti söz konusu olmaya başlamıştır. Alttaki kaynamanın kısa bir müddet sonra gerekli liderliği başlarında göremedikleri takdirde hiyerarşiden bir kez daha çıkma temayülü içine girmesi tehlikesi, aslında müdahaleci komutanları endişelendiren başlıca meseleydi. 27 Mayıs ve 
sonrasında meydana gelen hiyerarşiden sapma eğilimleri içinde pişmiş olan komutanlar durumun vahametini kavramışlardır. Ya bu kaynama karşısında sessiz durup inisiyatifleri dışında gelişecek bir darbenin dışında kalarak tasfiye edilecekler; ya da sürece müdahil olarak kendilerinin de rahatsız oldukları gidişat karşısında daha yumuşak bir geçiş dönemini tatbik edeceklerdi. Alttan gelen tazyikin de sebebi olarak ekonomi politik bir açıklama getiren Kürkçü, 
şunları söylemektedir: 

Ama bunun bir başka uzantısı da Silahlı Kuvvetler içerisinde, Silahlı Kuvvetlerin 
tabanında, hem genç subaylar arasında hem astsubaylar arasında bir sosyal uyanışın ortaya çıkmış olmasıydı. Türk Silahlı Kuvvetleri NATO’ya girdiği günden beri, Amerikan harp doktrinlerine göre eğitilen, ona göre üst kademesi şekillenen ve sermaye ilişkileri Türkiye’de kök saldıkça, ordunun üst tabakasının bu sermaye ilişkilerine OYAK vasıtasıyla dâhil edildiği, memurların, yüksek bürokrasinin MEYAK vasıtasıyla dâhil edilmeye çalışıldığı bu yeni sosyal 
ilişkiler sürecinde ordunun altı, üstünden ayrı düşünmeye başladı. Şimdi, ben o nedenle bugün Türkiye’de çok konuşulan bu “Genç subaylar rahatsız değil.” tartışmalarının o günkü gerçekliğinin bugünkünden çok farklı olduğunu düşünüyorum. Çünkü o gün, evet, iktidarı ele geçirmek bakımından bir parlamenter yoldan söz etmeseler bile bir ekonomik program olarak, ordunun alt kademesinde yer alan genç subaylar, Amerika Birleşik Devletleri’nin tahakkümüne karşı, sermaye hâkimiyetine karşı, halk sınıflarının yoksulluğuna karşı bir itirazın askerce ordu içerisinde seslendirildiği bir itiraz dinamiğiydi. Bu bir yukarıdan aşağıya, Latin Amerika usulü bir saray darbesinin ima ettiğinden çok daha fazla bir halkçı retoriğin o zaman olduğunu görebiliriz. İkincisi, astsubaylar zümresi -ki ben onlara ordunun proletaryası derim- onlar da ilk 
kez Türkiye’de halk talepleriyle sokaklara çıktılar. Muhsin Batur’u avaz avaz bağırttılar “Karılarınızın arkasına saklanmayın.” diye. Oysa karılarının arkasına saklanmıyorlardı, karılarıyla beraber, çocuklarıyla beraber Ankara sokaklarında, sivil giyinmiş astsubaylar ücret, hak, eşitlik, ayrımcılıktan kurtulmak için mücadele ediyorlardı. Bunlar hiç alışılageldik tablolar değildi. Bir bütün olarak tabloya baktığımızda, hayatları ve özgürlükleri için hâkimiyet sahipleriyle eylemli olarak tartışan bir insanlar topluluğunun, Türkiye’nin kırlarını ve şehirlerini 
bir uçtan öbür uca kat ettiğini görebiliriz. 197 

Hadiseler esnasında isimleri en çok geçen üst düzey komutanlar ise şunlardır: Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Faruk Gürler, Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Muhsin Batur, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Plan ve Prensipler Daire Başkanı Tümg. Celil Gürkan, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Teknik Dairesinde görevli Tuğa. Vedii Bilget, Tuğg. Ömer Çokgör, Hv. Tuğg. Aydın Kirişoğlu, Tümg. Şükrü Köseoğlu ve Tuğg. M. Ali Akar. Planlar programlar yapılmış, ihtilâlden sonra kurulacak hükümet ve devrim meclisinde kimler yer alacak, çalışmalar nasıl 
yapılacak, devrim konseyi nasıl işleyecek? Hepsi planlanmıştır. Buna göre darbe sonrasında Cumhurbaşkanlığına Faruk Gürler, Başbakanlığa Muhsin Batur, Başbakan Yardımcılığına Celil Gürkan, Genelkurmay Başkanlığına ise Korg. Atıf Erçıkan getirilecekti. Gürler; Selim Bey, Batur; Yavuz Bey; Gürkan; Nuri Bey, Erçıkan ise Erci Bey rumuzunu taşıyorlardı. 198 

Yukarıda da belirtildiği gibi asıl kaynama genel olarak daha alt rütbeli ekipten geliyordu, bu da doğal olarak üst komuta kademesinde endişe yaratıyor; ihtilâl sonrası bertaraf edilecekleri korkusu hâkim olmaya başlıyordu. Bu nedenle emir-komuta zincirinin cari olduğu bir kurumda, mecburiyetten hâsıl olan bir takım fiili yapılanmalar ihdas edilir olmuştur. İçinde 12 Eylül darbesinin o zamanki rütbesi korgeneral olan liderinin de bulunduğu Genişletilmiş Komuta Konseyi ismiyle toplantılar tertip edilmeye başlanmıştı. Bu toplantıları tertip eden isim dönemin 
Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Muhsin Batur’du. Toplantıya orgeneral-korgeneral rütbesini haiz komutanlar katılıyordu.199 

Biraz önce temas edildiği gibi; sorun iki temel noktadan kaynaklanıyordu; birincisi düzenin normal işleyişine karşı hiçbir müdahalede bulunulmazsa alttan gelecek tazyik karşısında tutunabilecekler miydiler? Diğeri, eğer bir müdahalede bulunulursa, tabanla daha çok irtibat halinde olan ve tutulan Celil Gürkan, Vedii Bilget gibi daha alt rütbeli generaller tarafından tasfiye edilebilirler miydi? Yine yukarıda değinildiği gibi; 27 Mayıs tecrübesinden geçen komutanların, o dönemdeki MBK toplantılarında, içeride bulunan üyeler arasında yüzbaşılar bile 
bulunurken, toplantının yapıldığı salonun kapısında elinde makineli tüfekle, nöbet tutan albayların oluşu, hafızalarındaki tazeliğini korumaktaydı.200 

3.ASKERİ MÜDAHALENİN YÖN DEĞİŞTİRMESİ: 9 MART’A KARŞI 12 MART 
Komutanlar tarafından, hiyerarşi dışı bir darbenin önlenebilmesi için şöyle bir tedbir düşünüldü: doğrudan müdahale yerine sert tonlu bir muhtıra verilecek; işbaşındaki hükümet istifaya zorlanacak; tarafsız biri başbakanlığa getirilecek ve özlenen reformlar peyderpey yapılacaktı. Böylece 9 Mart 1971 günü, idareyi doğrudan ele almayı hedefleyen genç ekip frenlenerek hem gidişat karşısında hiçbir şey yapılmadığı yönündeki rahatsızlık giderilirken; hem de rahatsızlıkların merkezi konumundaki hükümete işten el çektirilmiş olacaktır. 9 Mart hareketi hakkında Ertuğrul Kürkçü’nün şu yorumu önemlidir: 

12 Mart Muhtırası, bu 1970 yazından 1971 baharına kadar geçen süre içerisinde 
olgunlaştı. Bir bütün olarak baktığımız zaman -hikâyeyi herkesin de bildiğini tahmin ediyorum- aslında 12 Mart Muhtırası demin sözünü ettiğim bu orta kademe generallerin 8 Mart’ı 9 Mart’a bağlayan gece yapmaya kalkıştıkları ama başaramadıkları darbenin Genelkurmay Başkanı tarafından yumuşatılarak düzenin içerisine entegre edilmesi hâlidir diye özetleyebilirim. Bu 8–9 
Mart darbesine girişenler Türk Silahlı Kuvvetlerinin şöyle bir geleneği olduğunu göz önünde tutarak Silahlı Kuvvetlerin hiyerarşini yansıtan bir düzene darbelerini sokmazlarsa ordunun tümlüğünü sağlamayacakları endişesinden ya da bu gelenekten hareketle planlarını kuvvet komutanlarına taşıdılar, eldeki bilgilere göre böyle oldu. Memduh Tağmaç dışında özellikle Muhsin Batur ve Faruk Gürler -Deniz Kuvvetleri Komutanının adını bile hatırlamıyorum,201 
demek ki o zaman o kadar önemli değildi ve Jandarma Komutanı o zaman üst komutanlar arasında sayılmıyordu- bu iki komutan, bu darbe girişimini haber aldıkları an aslında kendilerini aşan, kendilerinin örgütlemediği, kendilerinin planlarından çok daha radikal, -çünkü kendileri NATO’cudurlar- NATO’cu olmayan, NATO ilişkilerini sorgulamayı hedefleyen ve radikal bir millileştirme programına sahip olduğunu gördükleri bu hareketi bastırmak için Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’la anlaşma yoluna gittiler.202 

Müdahalenin bu şekilde olmasının ekonomi politik sebepleri de bulunmaktadır. Muhtıranın dış boyutunun bu cephesiyle ilgili bir yoruma göre: “Gelişmekte olan ülkeleri borçlarını ödemeye zorladılar. Bunun için tek şart ‘içe dönük büyüme’ modelini bırakarak, dışa açılmaktı. 

Döviz kazanmaktı. Türkiye bu değişime direndiği ve ithal ikamesinde ısrar ettiği için 1971 darbesi oldu” 203 denilmektedir. 

1970 devalüasyonuyla iktisâdi sahada baş gösteren krizden çıkış yollarının arandığı, iç ve dış meselelerin gitgide daha çetrefil hale gelmeye başladığı bu evrede, parlamentonun kapısına kilit vurulmasının doğru olmayacağı, böylesi bir girişimin yeni hükümetin meşruiyetini zedeleyeceği telkinleriyle, doğrudan müdahale yerine dolaylı bir müdahaleyle yetinilmesi kararına varılmıştır. Söz konusu kur ayarlamasıyla ilgili Hasan Celal Güzel’in yorumu ise şöyledir: 

Oradaki ilk devalüasyon meselesiydi. Rahmetli Turgut Bey Müsteşardı. O zaman 10 Ağustosta çok başarılı bir devalüasyon yapıldı. Neticede, bu devalüasyon neticesinde, 1971 Muhtırasına rağmen ilk sıralarda ve bir de birinci petrol krizine rağmen -1971- Türkiye’de belirli bir istikrar vardı ekonomide ve ekonomi dibe vurmadı bu defa. Sonradan, 12 Marttan sonra -çabuk seçim yapıldı biliyorsunuz, 73 seçimleri- bir nevi istikrar ve denge kuruldu. İşte CHP-MSP koalisyonu yapıldı. Ondan sonra da gene bildiğiniz gibi milliyetçi partiler topluluğu, 
MC koalisyonları yapıldı ve o sırada Sayın Ecevit’in siyasi başarısı da oldu ama buna rağmen iktidara gelemedi. Sonunda, 1978’de meşhur transferlerle hükümeti kurdu.204 

Bu noktada 9 Mart olayı ile ilgili farklı görüşlere değinmek gerekir İddialara göre 11 subay 9-10 Mart gecesi ihtilal yapmayı planlamışlar ancak Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç ve kuvvet komutanları tarafından planlarını ertelemeye ikna edilmişlerdir.205 Batur 9 Mart’daki müdahale için “Müdahale zamanı gelmiştir. Hazırlanan plana göre Gürler devlet başkanı, ben de başbakan olacağım, en kıdemli komutan olarak kendisinin emrini bekliyoruz”206 
demiştir. Hasan Cemal’e göre darbe muvaffak olsaydı Avcıoğlu Başbakan, Uğur Mumcu Gençlikten Sorumlu Bakan, Altan Öymen Basın-Yayından Sorumlu Bakan ve Hükümet Sözcüsü, Türkiye Öğretmenler Sendikası Başkanı Fakir Baykurt Milli Eğitim Bakanı, Mümtaz Soysal Dışişleri Bakanı ve İlhami Soysal da MIT Başkanı olacaktı.207 

Başka bir yaklaşıma göre 1965'lerden başlayan ordu içi örgütlenme, dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur'la Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler'e kadar uzanmış ve Batur’un Hava Kuvvetleri  Komutanlığı  binası genç subayların “devrim karargahı” haline gelmişti. Bu gruptan radikal darbenin beyin takımı olarak tanımlanan Tümgeneral Celil Gürkan, Hava Tuğgeneral Aydın Kirişçioğlu ve Tuğamiral Vedii Bilget Batur 
ve Gürler’i endişelendiriyordu. Bunun üzerine iki kuvvet komutanı durumu Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’a bildirmiş ve böylece 9 Mart tarihli darbe girişimi engellenmiştir. 208 

Bir başka iddiaya göre 9 Mart günü Org. Batur’un evinde yapılan toplantıda müdahale kararı alınmıştı. Bu toplantıya Cumhurbaşkanı Sunay katılırken Genelkurmay Başkanı Org. Tağmaç katılmamıştır. Ertesi gün Yüksek Askeri Şura Salonunda yapılan Genişletilmiş Komuta Konseyi toplantısında müdahale ile muhtıra tartışılmış ve Org. Batur ile Org. Gürler arasında darbeden sonra kimin Cumhurbaşkanı olacağı konusunda anlaşmazlık çıkması üzerine ittifak  bozulmuştur. 
Bu iddiaya göre 12 Mart herhangi bir darbe olmaktan öte, 9 Mart cuntasına karşı girişilmiş bir operasyondur. Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Gürler ve Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Batur'un son anda saf değiştirmesi üzerine, 9 Mart 1971'de yapılması planlanan "sol darbe" önlenmiş, ipler tamamen Cumhur başkanı Cevdet Sunay ve Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç'ın eline geçmiştir.209 

Bu görüşlerden sonra olayın nasıl gerçekleştiğine bakmakta yarar vardır. 9 Martçılar tarafından hazırlanan darbe plana göre genç subaylar Tümgeneral Celil Gürkan'ın, Tuğgeneral Aydın Kirişçioğlu'nun ve Tuğamiral Vedii Bilget'in komutası altında harekete geçeceklerdir. Ordunun içindeki genç subaylar, özellikle Hava ve Deniz Kuvvetlerindeki devrimci subaylar, hiyerarşi içinde bir girişim yanlısı olmuşlardır. 9 Martçılar, böyle bir noktadan harekete girişmiştir. 9 Mart günü Hava Kuvvetlerinde bir toplantı yapılmıştır. Bu toplantıda aktif bir girişimin stratejisi tayin edilmiştir. Toplantıya hiyerarşinin, genç subaylar tarafından kabul edilen ayakları katılmışlardır. Toplantıda Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler’in210 emrindeki grup, darbe önerisini ortaya atmıştır. Ancak Faruk Gürler, bu öneriye karşı çekingen davranmıştır. 

Öneriyi ileri sürenler, komutanlar katında kızgınlığa neden olmuşlar ve birden hareketin yön değiştirmesine ve 12 Mart Muhtırası’nın verilmesine ortam hazırlamıştır.211 Bu önemli toplantıyı 9 Mart tarihli toplantıda olanları Muhsin Batur212 şöyle anlatmaktadır: 

“Mart’ın ilk haftası sonunda silahlı kuvvetlerde tansiyon gittikçe yükseliyordu. 
Ankara’ya türkiye’nin çeşitli yörelerinde görev yapan kolordu ve ordu komutanları çağrı üzerine gelmeye başlamışlardı. Faruk paşa (gürler) telefon ederek benim karargahıma yanında bazı generallerle gelmek istediğini bildirdi. Toplantıdaki kara generalleri tarafından yapılan konuşmalardan anladığım kadarı ile belirli kişiler ve birlikler hazırlık durumuna geçmişlerdi, eylem için düğmeye basmak yeterliydi… faruk paşa oldukça sinirli ve heyecanlıydı, ama direktifini verdi, ‘hiçbir harekete tevessül edilmeyecek, varsa hazırlıklar durdurulacak, yarın genişletilmiş komuta konseyi toplanıyor, orada alınacak karar beklenmeli dir.’ dedi ve toplantı bitti… 9 mart ne idi, ne değildi? Sonraları çok konuşuldu, çok yazıldı. ‘bir darbe girişimi toplantısıydı’, ‘bir darbe girişiminin durdurulduğu toplantıydı’ denildi… 9 mart’ın ne olduğunu kısaca özetlemek gerekirse; eğer alttan bir hareket komutanlara rağmen yapılmak istense idi, yapılırdı. Başarılı mı yoksa başarısız mı onu olaylar gösterirdi.”213 

Aynı günlerde komutanlar, özellikle Gürler; Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’a durumu açmıştır. Faruk Gürler, Memduh Tağmaç ittifakının sonucu, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay durumu kontrol altına almıştır.214 9 Mart darbesi gerçekleştirilmemiştir ancak üç gün sonra emir komuta zinciri içerisinde 12 Mart muhtırası gerçekleşmiştir. Aralarında Muhsin Batur, Faruk Gürler’in de bulunduğu dört komutan12 Mart Muhtırası’nın altına imzalarını atmışlardır. 

Muhtıra bizzat Batur tarafından kaleme alındı. Metin mevcut şikâyetleri sıralıyor, 
durumdan parlamento ve hükümetin suçlu bulunduğu belirtilerek anayasanın öngördüğü reformların yapılmayışı eleştiriliyordu. Üç maddelik muhtıranın son maddesinde ise, “Silâhlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır” şeklindeki iç hizmet kanununa referans verilerek idarenin doğrudan doğruya ele alınacağı belirtilmektedir. Basın, muhtırayı, son maddesini öne çıkararak manşetlerine taşıyordu: “Ordu Ültimatom Verdi: Hükümet Çekilsin, Milli Hükümet Kurulmazsa 
ORDU İdareye El Koyacak”. 215 

Muhtıranın tam metni şöyleydi: 

1.Meclis ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatlarıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk'ün bize hedef verdiği uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür. 

2.Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri'nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliğini giderecek çarelerin, partiler üstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılâp kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir. 

3.Bu husus süratle tahakkuk ettirilemediği takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti'ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek, idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır. 

Bilgilerinize… 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

187 Numan Esin, Devrim ve Demokrasi (Bir 27 Mayısçının Anıları), İstanbul: Doğan Kitapçılık AŞ, 2005, s.290. 
188 Nazlı Ilıcak, 12 Mart Cuntaları (Demokrasinin Sırtındaki Hançer) [El Yazısı İtiraflarla], Yayın Yeri, Yayınevi ve Yılı Bilinmiyor, s.24 vd. 
189 Hasan Cemal’in daha sonra Cumhuriyet gazetesinde de birlikte olacağı İlhan Selçuk hakkındaki kanaatini aktarmanın tam yeridir: “Cumhuriyet’in geleneksel çizgisinde, İlhan Selçuk’a göre, Batı demokrasisi yoktu, olamazdı. 
Zaten demokrasiden söz etmeyen Atatürk’ün de böyle bir hedefi yoktu. O sadece çağdaş uygarlıktan söz etmişti, demokrasi yoktu Atatürk’ün lügatinde”. Bkz. Hasan Cemal, Cumhuriyeti Çok Sevmiştim (Cumhuriyet Gazetesi’ndeki 
İç Savaş’ın Perde Arkası), İstanbul: Doğan Kitapçılık AŞ, 2005, s.226. 
190 Dövülme olayının ayrıntıları için bkz. İlham Soysal, Sıfıra Sıfır Elde Sıfır, İstanbul: Kitaş Yayınları, 1969, s.254 vd. 
191 Numan Esin, 27 Mayıs’tan sonra Bayar’ın köyü Umurbey’e gittiğinde halka, “Sizler oğlu suç işlemiş bir baba durumundasınız” şeklinde hitap eden ihtilalcidir. Bkz. “Esin, Bayar’ın köyünde konuştu”, Akşam, 27 Eylül 1960. 
192 Numan Esin’in 26.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.07–16.13] 
193 Ilıcak, 12 Mart Cuntaları (Demokrasinin Sırtındaki Hançer), s.145. 
194 Milliyet, 11 Mart 1971. 
195 9’ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 07.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.45–18.55]. 
196 Erol, bu planın kesinlikle yalan olduğunu, orduyu mahvedecek böylesi bir rütbe tecavüzü isnadının tamamen iftira olduğunu belirtiyor, bkz. Ilıcak, 12 Mart Cuntaları (Demokrasinin Sırtındaki Hançer), s.327 vd. 
197 Ertuğrul Kürkçü’nün 31.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 10.30–12.06]. 
198 Muhsin Batur, Anılar ve Görüşler (Üç Dönemin Perde Arkası), İstanbul: Milliyet Yayınları, 1985, s.233. Bu eserin kritik edildiği bir çalışma için bkz. Cengiz Sunay, "Muhsin Batur'un Anılarında 27 Mayıs, 12 Mart ve Sonrası", 
Düşünen Siyaset, Yıl: 2009, Sayı: 25, 257–278. 
199 Batur, Anılar ve Görüşler, s.277. 
200 Müşerref Hekimoğlu, 27 Mayıs’ın Romanı, İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1975. s.138. 
201 Celal Eyiceoğlu. 
202 Ertuğrul Kürkçü’nün 31.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 10.30–12.06]. 
203 Mehmet Altan, Darbelerin Ekonomisi, İstanbul: İyi Adam Yayınları, 2001, s.106. 
204 Hasan Celal Güzel’in 13.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 11.00–14.08]. 
205 Hale, a.g.e., s.162. 
206 Orhan Erkanlı, Anılar Sorunlar Sorumlular, İstanbul, Baha Matbaası, 1982, s.184. 
207 Cemal, a.g.e., s. 251. 
208 Nazım Alpman, “27 Yıl Sonra Aynı Tartışma” Milliyet, (12 Mart 1998). 
209 Ahmet Kekeç, “Cunta Savaşları 2”, Yeni Şafak, 13.3. 2000. 
210 Faruk Gürler, 1973-1974 tarihleri arasında Kontenjan Senatörlüğü yapmıştır. 
211 Altuğ, “27 Mayıs’tan 12 Mart’a…”, s.290-291. 
212 Muhsin Batur, 8 Haziran 1974'te Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk tarafından Kontenjan Senatörü olarak atandı. 
Senatörken CHP’ye geçmiştir. 
213 Batur, a.g.e., s.278-279. 
214 Altuğ, Kurtul Altuğ, 27 Mayıs’tan 12 Mart’a, 2. Bs, İstanbul, Yılmaz Yayınları, 1991,s.291. 
215 Hürriyet, 12 Mart 1971 (Yıldırım Baskı). 

 13 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder