29 Ocak 2019 Salı

12 MART 1971 MUHTIRASI ARAŞTIRMA RAPORU. BÖLÜM 19

12 MART 1971 MUHTIRASI ARAŞTIRMA RAPORU. BÖLÜM 19




E. MUHTIRA SÜRECİNDE YAYGINLAŞAN ŞİDDET EYLEMLERİ 

Türk siyasi hayatında, özellikle 1946–1972 yılları arasında Nihat Erim ismi, sıkça telaffuz edilenlerden biridir. DP’li yıllarda, bu partiyle arasındaki mesafeyi kendince ayarlaması; partisi CHP’nin iktidar partisiyle olan münasebetlerinde yumuşama devresine girdiğinde sertleşen; sertleşmeye başladığında ise yumuşayan bir karakter olduğu anlatılır.360 Muhtıracıların kendilerine bir başbakan ararken Nihat Erim ismi üzerinde uzlaşmaları manidardır. CHP içinde, 
İnönü’nün ömrüyle daimmiş gibi gözüken liderlik müessesesinin elegeçirilmezliği ortadayken, Erim’in veya başkasının düşlerini süsleyen başbakanlık ancak böylesine fevkalâde bir dönemde mümkün olabilirdi denilmektedir. Erim, gazeteciliğinin, siyasetçiliğinin yanı sıra devletler ve anayasa hukuku profesörüydü. Milletlerarası tanınmışlığının yanı sıra Fransız ve İngiliz dillerine 
de vakıftı. Belki de bu özelliklerinden ötürü partisinden istifa ettirilerek tarafsızlaştırıldı (!) ve Sunay tarafından hükümeti kurmakla vazifelendirildi.361 Kurtul Altuğ, Erim’in bu göreve atanmasının arkasında neyin yattığını, 12 Mart’tan üç yıl önce yaşadığı bir olay vesilesiyle aktarmaktadır. 

Bir gün, 1968’de kapımı birisi vurdu, açtım Fethi Akkoç eski Bursa Milletvekili, o zaman benim muhabirim. Geldi içeri “Ağabey, hayırlı olsun.” dedi, sonra çıktı. Allah Allah niye hayırlı olsun? Hiçbir şey yok ortada. Sonra Nihat Bey’i yolcu etti, gitti geldi. Dedi ki: “Kimle oturuyordum biliyor musun? Başbakan.” “Nereden biliyorsun? Ne Başbakanı ya, nasıl olur bu adam Halk Partisinde değil mi? Halk Partisi iktidarda değil ki Başbakan olsun.” “Onu Başbakan olmaya Amerikalar ikna ettiler.” “Nasıl olur ya?” dedim. Dedi ki: “Benim… Bir albay var, kendisi Amerika’da tanınır. Bana dedi ki: ‘Yakında bir darbe olacak ve Nihat Erim 
Başbakan olacak.’” “Hadi ya sen de!” dedim. Aynen böyle. Deli misin, nesin ne darbe ihtimali var, ne şu var ne bu. Hakikaten onun dediği süre içerisinde, iki üç sene içerisinde 1971 muhtırası verildi ve hemen Nihat Bey, Başbakan oldu. Ben, Nihat Bey beni çağırdığı zaman buna hâlâ ikna olmuş değildim ama ne zaman ki Paşa… Yasakladı ve kabinesi içerisinde problemler çıkmaya başladı ve 13 bakanın 2’si AP’li bakan istifa etti, ondan sonra vaziyeti fark ettiğinde iş işten 
geçmişti, biz de işsiz kalmıştık.362 

Erim’in ilk hükümetini kurma çabalarının arkasında, askerlerin desteği kimi zaman örtülü, kimi zaman açık bir tehdide dönüşerek sürdü. Muhtıranın son maddesinin yönelttiği tehdit o kadar ürkütücüydü ki, Demirel, sağladığı desteği parlamentonun açık kalmasını sağlamak olarak açıklarken; İnönü ise “memleketi boşlukta bırakmağa niyetimiz yok” sözleriyle hükümete hem güvenoyu hem de bakan vermiştir.363 Birinci Erim hükümetinin en belirgin özelliği: zoraki bir 
koalisyonu andırmakla beraber, muhtıranın ruhuna uygun olarak partiler üstülük iddiasını taşımakta oluşuydu. Kabinede önemli sayıda parlamento dışından üye bulunuyordu. Beyin Takımı olarak364 isimlendirilen kabinenin, bir an önce memleketin acil sorunlarına çözüm olacak icraatlara girişmesi bekleniyordu. Birinci Erim hükümetinin en önemli açmazı, daha kabine kurulurken ortaya çıktı. Dünya çapında şöhret yapmış Türk teknisyenleri birer ikişer ülkeye davet edilip bakan yapıldı ancak bunların yanı sıra Ferit Melen, Sait Naci Ergin gibi haklarında, reformlara engel olabilecekleri kaygısı olan şahıslar da vardı.365 Demirel, ara dönem hükümetleri hakkında şu yorumda bulunmaktadır: 

Beyin kabinesi geldi. Beyin kabinesi aslında siyaseti ihtardır. Siyasetçi aslında… Siyaset teknik bir mesele değildir. Teknik meseleyle siyaset yapmaya  kalkarsanız, hiçbir şey yapamazsınız. Siyaset ayrı bir meseledir. Teknik meselesi sadece siyasetin yardımcısıdır. Teknik meseleyi önde götüren, arkadan siyaseti getiren olmaz. Ben kendim teknisyenim ama ben orada siyaset yaparken mühendislik yapıyor değilim ki. Mühendislik formasyonunun faydası vardır 
gayet tabii.366 

Erim’in, muhafazakâr üyelerden teşekkül eden zamanın parlamentosu karşısında, bir anlamda eli kolu bağlıydı. 7 Nisan 1971’de meclisten güvenoyu alan Erim hükümeti programı okunurken bizzat Başbakan tarafından sarf edilen cümleler, reform bekleyenlerin umutlarını kırdığı söylenmektedir. Erim, meclisteki AP, dolayısıyla Demirel faktörünün ne kadar önemli olduğunu belirten bir konuşma yaptı. Programın tatbikinde aşılacak güçlükler karşısında Demirel’in bir kez kendisine gelmesi halinde, gerekirse kendisinin yirmi kez Demirel’in ayağına gidebileceği şeklindeki cümleleri, partiler üstü olma iddiasındaki bir hükumetin kurulmadan yıkılmaya başladığının göstergesi olarak yorumlandı.367 

1.ŞEHİR VE KIR GERİLLASI UNSURLARININ EYLEMLERİ 












9 Mart cı Subaylar

Hükümetin köklü reformlara girişeceği beklentisi, askeri zevatta hâkim olan düşünceyken, özellikle 9 Mart’ta planlanan darbenin paramiliter unsurlarının içine düştükleri boşluk, fevri eylemlere girişmelerine neden olmuştur. Böylesine bir karmaşa içinde kendini bulan hükümet de orantısız ve ölçüsüz bir şiddetle karşılık vermeye başlayınca güvenliği sağlama telaşı, köklü 
reformlar yapma iradesinin önüne geçmiştir. Şehir ve kır gerillası taktiklerini kullanan paramiliter unsurların en çok tepki çeken eylemleri muhtıra henüz verilmemişken 11 Ocak 1971’de gerçekleştirilen bir banka soygunu, 4 Mart 1971’de ise 4 Amerikalı askerin kaçırılarak alıkonulması oldu.368 Kaçırılan askerlerin salıverilmeleri karşılığında 6 milyon lira fidye istenmiştir369 Eylemlerin liderliğini Türk solunun hâlâ sembol isimlerinden biri olan Deniz 
Gezmiş yürütüyor ve arananlar listesinde başı çekiyordu.370 17 Mart’ta Sivas’ın Gemerek ilçesinde yakalanan Gezmiş, istediği takdirde yüzlerce kişiyi vurabileceğini ancak bunu yapmadığını söylüyordu. Ellerinde bulunan 4 Amerikalı rehineyi ise ailelerinin gazetede gördükleri resimleri sebebiyle duygulanarak bıraktıklarını ifade ediyordu. Yusuf Aslan ise yakalanmadıkları takdirde yurtdışına kaçacakları demecini veriyordu. Planlarını, Yusuf’un 
vurulması bozmuştu. Solun diğer liderlerinden Sinan Cemgil’in371 ise Malatya’ya kaçtığı tespit ediliyordu.372 Gezmiş’in arkadaşlarından Hüseyin İnan ise 23 Mart’ta yakalanmıştır.373 

Adam kaçırma ve örgüte kaynak yaratma amaçlı soygunların devam etmesi üzerine 11 ilde bir aylık sıkıyönetim uygulamasına geçilmiştir.374 

2. EFRAİM ELROM OLAYI 


Sosyalist devrimci gençlerin hayallerini süsleyen ihtilâli çabuklaştırma gayreti, İsrail Başkonsolos’u Efraim Elrom’un kaçırılmasıyla birlikte en sert tepkiyi gördü. Elrom’un hayatına karşılık cezaevlerinde yatan arkadaşlarının salıverilmesini içeren talepler, beklenildiği reddedildi. Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi’nin (THKP-C)375 silahlı eylem kolu olan Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) tarafından düzenlenen bu eylemin elebaşları, dönemin öğrenci gençliğinin popüler simaları olan: Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı ve Hüseyin Cevahir’dir. 
Bu eyleme karşı, hükümetin tepkisi çok sert oldu. Erim’in, Balyoz gibi tepelerine ineceğiz cümlesi hareketin ve sonrasının nasıl bir biçimde bastırılacağı hususunda önemli bir ipucuydu. 
Lakin 23 Mayıs itibarıyla Elrom’un nerede olduğu hususunda henüz hiçbir haber de yoktur.376 
Başkonsolosun eşinin eylemcilere yönelik sarf ettiği “onu bana bağışlayın” mesajına rağmen tüm yurtta ilân edilen sokağa çıkma yasağıyla birlikte Elrom’un sadece izine rastlandı377 ancak tedhişçiler erken davranıp konsolosu öldürdüler. Konsolosun öldürülmesiyle eylemciler, uzun soluklu bir takipten sonra, kurtulmak için girdikleri bir evin, Sibel Erkan isimli 14 yaşındaki kızını rehin alarak son pazarlık şanslarını da kullandılar, fakat çıkan çatışmada rehine kız sağ olarak kurtulurken, Mahir Çayan ise yaralı olarak ele geçirildi.378 Eylemin diğer zanlısı Hüseyin Cevahir ise hayatını kaybetti. Çayan, Başkonsolosu öldürenin, çatışmada hayatını kaybeden arkadaşı Hüseyin Cevahir olduğunu söyledi. 379 

Balyoz Harekâtını yürütenler, sol terör grupları üstüne yürürken sorunun kaynağında birkaç serüvencinin bulunmadığını, bu tip eylemleri azmettirenlerin kimi üniversite öğretim elemanları olduğu teşhisinde bulunuyorlar; bu doğrultuda ilk etapta yedi öğretim üyesi gözaltına alınıyordu.380 Önemli sayıdaki öğretim üyesi, yazar, gazeteci ve sendikacıya hapishane yolu 
gözüktü. Tutuklama ve gözaltılar öylesine yoğunlaştı ki, bizzat Erim bile, tutuklamaların bazılarının gereksiz olduğunu açıklıyor ve valilere tebliğ edilen bir genelgeyle daha dikkatli davranmalarını istiyordu.381 Birçok ünlü isim döneme ilişkin olarak başlarından geçen trajikomik olayları ilerleyen yıllarda kaleme aldılar.382 Gözaltına alınıp, tutuklananlardan biri olan Mete Tunçay, şunları söylemektedir: 

Sadi Koçaş,383 asker kökenli bir üyesiydi. O “Balyoz harekâtı” diye bir şey başlattı ve birtakım liberal üniversite hocaları, aralarında Cahit Talas’ın, Bahri Savcı’nın, İstanbul’dan Tarık Zafer Tunaya’nın falan dâhil olduğu insanlar sanki Elrom’u kaçıranların büyükleriymiş gibi bir çeşit rehin bandıyla tutuklandılar. Bu Elrom işi de gayet karanlık bir şekilde bitti, Elrom ölü bulundu biliyorsunuz ama sonradan anlaşıldı ki bu kaçıran genç grubun başında bir gizli istihbarat görevlisi -bir yüzbaşı mı ne- genç bir çocuk var ve onu arkadaşları sonra infaz etmişler, öldürmüşler. Böyle karışık bir hikâye. Bu balyoz harekâtıyla, dediğim gibi, bir çeşit rehin almaya kalkıştı devletimiz. Ben o zaman daha genç bir doçenttim, o kadar önemli değildim rehin alınacak kadar fakat bana da bir kulp takıp bir çeviriden ötürü beni de tutukladılar.384 

Baskın ve gözaltılar klasik hukukun emrettiği şekilde yapılmıyordu. Ülkede ilk kez işkence ve kötü muamele iddiaları, yüksek sesle dile getirilmeye başlandı.385 Bedii Faik, bu eylemlerin, yönetimi sertleşmeye ittiği kanaatinde olduğunu belirtmektedir: 

12 Mart geldi, devam etti, biraz hafif devam etmiştir. Ama işte Kızıldere olayları falan olmasaydı, İsrail Başkonsolosu Elrom’un öldürülmesi falan olmasaydı daha da kansız olabilirdi, daha da hafif olabilirdi, daha parlamentolu vesaireli olabilirdi ama olamadı, bazı hadiselerden dolayı.386 

Bu arada kabinede de huzursuzluk vardı; on bir bakanın istifa edeceği söylentisi yayılmaya başladı; söylenti kısa sürede gerçeğe dönüştü. Toplumun üstüne karabasan gibi çöken tedirginlikle birlikte kamuoyunun beklentilerini karşılamaktan aciz bir hükümet görüntüsü vermeye başlayan Birinci Erim hükümetinin ömrü tükenmeye başlıyordu.387 Hükümetin istifası üzerine388 muhtıranın doğrudan müdahaleye dönüşüp dönüşmeyeceği sorusu hemen herkesin aklına geliyor; Demirel’e yeniden başbakanlık verilip verilmeyeceği sorusuna muhatap olduğunda güldürmeyin beni şeklindeki cevabıyla ünlü olan İsmail Arar,389 bunun muhtıra sahiplerinin bileceği iş olduğunu belirtiyordu. 

3.KIZILDERE OLAYI 

Erim Hükümetinin ikincisi de beklentilere cevap vermekten uzaktı. Kabinede görev alan AP’li bakanların fazlalığı, Erim’in Demirel’e verdiği ödünlere rağmen karşılığında beklediği desteği bulamaması; CHP’lilerin bu hükümetle AP hükümeti arasında hiçbir fark göremediklerini ileri sürmeleriyle sonuçlandı. İkinci Erim hükümeti de böylece 17 Nisan 1972’de istifa etti.390 Şehir gerillası faaliyetleri de azalacağına artıyordu. Elrom cinayeti sanığı Mahir Çayan Askeri cezaevinden, bir grup arkadaşıyla birlikte tünel kazarak kaçmayı başarmıştı.391 Firardaki Çayan bu kez, idam cezaları ile tecziye edilen Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın salıverilmeleri için koz olarak kullanılmak üzere Ünye’deki NATO üssünde çalışan ikisi İngiliz, biri Kanadalı olmak üzere üç teknisyeni, arkadaşlarıyla birlikte kaçırmıştır.392 




Şimdiki adı Ataköy olan Niksar’ın Kızıldere köyüne gelerek köy muhtarının evinde mevzilenen Çayan ve ekibi burada kuşatılıyor; 30 Mart 1972’de çıkan çatışma sonucunda Ertuğrul Kürkçü dışındaki, yukarıda isimleri sıralananlara ilaveten, gruba köyde dâhil olan: Sinan Kazım Özüdoğru, Sabahattin Kurt, Ömer Ayna ve Saffet Alp de hayatlarını kaybediyorlardı.393 Olayda dahli bulunduğu gerekçesiyle ünlü aktör ve yönetmen Yılmaz Güney’in de nezaret alındığı basında yer alan haberlerden biri olarak göze çarpmaktadır.394 
Rehinelerin ise sağ olarak kurtulamadıklarının belirtilmesi gerekiyor. Terör eylemlerine girişenler hakkında dönemin siyasi işlerden sorumlu Başbakan yardımcısı E. Kur. Alb. Sadi Koçaş tarafından sarf edilen “gerekirse makabline şamil kanun çıkarırız” sözleri de büyük tepki uyandırmıştır. Koçaş’ın teröristlere gözdağı vermek için bu şekilde konuşmak zorunda kaldığı belirtilmektedir.395 Olaydan sağ olarak kurtulan tek isim olan Mersin milletvekili Ertuğrul 
Kürkçü, hadiseyi şu şekilde anlatmaktadır: 

Bizi Kızıldere’ye getiren sürecin başında biz Kızıldere’ye gideceğimizi bilmiyor duk. Biz Ankara’da güvenlik güçlerinin, diktatörlüğün takibinden kaçabilmek için bizim bulabildiğimiz son sığınaktı Karadeniz. Orada 1969-70’deki fındık üreticilerinin eylemlerinden beri gelen ilişkilerimiz vardı yerel devrimcilerle. Ankara, İstanbul, İzmir, Adana’daki dayanaklarımız takip ve tevkifat yoluyla çökertilince geri kalanlar, biz irtibatlarımızı kopartıp Karadeniz’e geçerek  kendimizi hem güvenliğe almak hem de Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamdan kurtulmaları için bir hamle yapmadan bu idamları seyretmemek için orada, Ünye’de bulunduğunu bildiğimiz radar üssündeki -o zamanki adla adlandırmamızla- ajanları almak için gittik fakat olaylar bizim 
kabiliyetlerimizden daha hızlı gelişti, çok büyük bir hızla Deniz’lerin idamı Yargıtay’da onaylandı, Meclisin önüne geldi, Meclis onayladı ve biz orada tam olarak kendi yerimize yerleşememişken harekete geçmek zorunda kaldık 26 Mart günü çünkü 26 Mart akşamı Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı, infazlar için darağaçlarının kurulduğuna dair bir bildiri yayınladı. 

Bunun üzerine biz, 26 Mart gecesi Ünye’de NATO üssünde çalışanların kaldıkları bir apartmana girerek onları rehin almak üzere harekete geçtik fakat o akşam başarılı olamadık çünkü bizim aracımız yoktu, onlara ait olan bir araç ile gerçekleştirebilirdik eylemi ancak o araç da çok uzun süre görünmedi, tam biz harekete geçmeye çalıştığımız sıra teravih namazından insanlar çıkıyorlardı, o nedenle de akamete uğradı ve ertesi güne bıraktık. Ertesi gün yani bu 25–26 Mart herhâlde işte 25 Mart gecesi, 26 Martta ertesi gün. Biz orada iken haber aldık ki Ünye ve Fatsa’ya Ankara’dan komando birlikleri sevk edildi, bizim orada olduğumuza dair istihbarat alındı, Fatsa’daki arkadaşlarımız daha sonra “Terzi Fikri”396 olarak bilinen Fatsa Belediye Başkanı olan arkadaşımızın gözaltına alındığını öğrendik, avukatların gözaltına alındığını öğrendik ve şu ikilemle karşı karşıya kaldık: Aslında, daha önceden Kızıldere’ye saklanmaları için gönderdiğim iz arkadaşlarımızın yanına Deniz’lerin kurtarılması için takas edilmek üzere  rehine alarak gitmekten başka bir yol kalmadı. Bunu aramızda tartıştık. Uygun olduğunu düşünenler oldu, düşünmeyenler oldu. Netice olarak buna karar verildi. Biz o akşam, işte, daha sonra çatışmada ölen Nihat Yılmaz arkadaşımız -aramızda tek şoförlük bilgisine sahip olan oydu- o gitti araç orada mı baktı, eğer oradaysa şapkasını çıkartarak evin önünden geçecekti, şapkasını çıkarttı, onun üzerine biz gittik eve, bir arkadaşımız subay kıyafeti giymişti Hüdai Arıkan.397 Ankara’dan makamlardan geldiğini kendi, önemli bir şey konuşacağımızı söyleyerek kapıyı açtırdık içeri girdik, herkesi teslim aldık, aralarından 3’ünü398 rehin alarak araca koyup Kızıldere köyüne gittik. O süre içerisinde, bizim bu faaliyetimizden, Kızıldere köyüne gittiğimizden kimsenin haberi yoktu, dolayısıyla burada bir hani ihbar o aşamada söz konusu değil fakat tabii, bu komando birlikleri, kontrgerilla ekipleri orada bize yardımcı olanların 
üzerine çöküp işkenceye başlayınca daha önce Kızıldere köyüne giden üç arkadaşımızı oraya götüren kamyona kılavuzluk eden bir insan, aslında tam olarak ne sorduklarını da bilmeden ama o köye insanlar götürdüğünü söylüyor ve onları ağıllara kadar götürdüğünü söylüyor. Bu bilgi, sorgulamalar sonrasında, bizim köye varmamızdan sonra ele geçmiş oluyor. Bu takip yoluyla 
Kızıldere köyüne ulaştılar. Biz de rehinelerle birlikte köye vardığımızda sabah gün ağarmak üzereydi, arabayla çıkmadık, arabayı iki arkadaşımıza, Nihat Yılmaz ve Ertan Saruhan’a verdik, onlar başka bir yere gidecekler, mümkünse Yeşilırmak’a devirecekler arabayı ve Ankara’ya gideceklerdi ancak onlar daha uzağa gitmeden Tokat çıkışında arabayı bırakıp tekrar geri bizim yanımıza gelmişler. Araba bulundu. Dolayısıyla bizim hangi yarıçaptaki bir alan içerisinde 
olabileceğimize dair pek çok belirti ortaya çıkmış oldu. 

Daha sonra sorgular sırasında işte, bana hani bizi nasıl bulduklarını anlatırken övünerek işte Land Rover’ın karda bıraktığı izleri de gördüklerini, topçu uçağından, söylediler ama bu doğru mudur, değil midir onu bilmiyorum. Netice olarak bizi kendi irtibatlarımızın işkenceye dayanamayarak çözülmüş olması ele verdi ve o ağıllara geldiklerinde… Biz de sabaha karşı köye vardığımız için akşama kadar beklemek üzere o ağılda kaldık, konserve ve sigara izmaritleri ve artıkları orada müşahede edilince köyde olduğumuza dair kanaat uyanıyor, köyün etrafı çevreleniyor. Tabii, biz bir gece önce Niksar civarındaki hareketlilik hakkında bilgi sahibi olmuştuk, o evi terk etmek istiyorduk fakat tanıdığımız bir çevre değildi, hiçbir dayanağımız yoktu, köylüleri de tanımıyorduk, aslında bizi evinde barındıran insanı da tanımıyorduk. O, üç arkadaşımızı saklayacak diye işte, hatır gönül ilişkisi içerisinde onları almıştı, biz eve girince, bir anda evin içerisinde işte, biz 14 kişi olduk rehinelerle birlikte. 11 kişi biziz, 3 de rehine 14 
kişi. Ev ahalisi de vardı 5–6 kişi yani 20 kişi, üç odalı bir evin içerisinde, olacak gibi değil. Ev sahibi tedirgin oldu, işte o da istiyor biz gidelim fakat nasıl gidelim? Evden çıkamadık o gece. Ertesi gün işte bize at bulacaktı, biz onunla gidecektik fakat o da başına gelecekleri anlamış, işte bir kâğıt yazmış işte “Evime zorla girdiler.” diye, vermek için. Sabaha karşı -işte biz nöbet tutuyoruz- yani gün ağardığında bir arkadaşımız şey yaptı yani “Askerler geliyor.” dedi, baktık 
hakikaten 2 asker eve doğru geliyor, biz daha yukarıdan bakıyoruz ve diğerleri de sürünerek evin etrafını kuşatma altına alıyorlar. Bunun üzerine ev sahibine dedik ki “Ya, git bak, ne oluyor?” zaten kapıyı çaldı askerler. O evden çıktı, bir daha da eve geri dönmedi. Askerlere teslim olmuş, mektubu da vermiş. Biz tabii, bunu bilmiyoruz. Biz kendi kaldığımız odanın da kapısını kapatıyoruz ve uzun süre yani işte, 15–20 dakika ses gelmeyince çıktık evin içine baktık, 
işte dışarıdan da sesleniyorlar megafonla. İşte 12–13 yaşlarında bir çocuk daha küçük 2 çocuğu almış camdan gösteriyor, işte dışarıdan resim çekiyorlar besbelli. “Vay vay vay çocukları da rehin almışlar.” falan diye laflar geliyor. 

Ben anladım ki şey, hani mizansen kuruluyor, çocukları evden kovaladık, evin işte içerisini, kapıları tahkim ettik erzak çuvallarıyla yani çatışma anı geliyor, onu anladık. Bize telkin edildi yani işte “Teslim olun, etrafınız sarılmıştır.” falan diye ancak görüştük “Hayır, teslim olmayacağız.” dedik. Bunun üzerine, işte kuşatmaya alındı ev, birkaç kere işte “Görüşmek istiyoruz.” dediler. Bu, işte, toprak damlı bir ev fakat bir kiremit çatı da örtülmüş üzerine. O çatıdaki kiremitleri kırarak dışarıyı görüyoruz, insanlarla konuşuyoruz. Helikopterler inip 
çıkmaya başladı.399 

En son yani çatışmanın başlayacağı anda şöyle bir talep oldu, dediler ki: “İçinizden biri çıksın görüşmek istiyoruz.” Daha önce de bu İngilizleri görmek istemişlerdi, o zaman ben çıkartmıştım çatıya. Mahir “Bunlarla bir görüş, ne istiyorlar?” diye söyleyince ben de çıktım yukarı, çatıdan başımı çıkarttım, bir anda askerlerin makineli tüfek yuvalarına doğru girmeye başladıklarını, insan hareketlerinin yani insanların siperlere yatmaya başladıklarını görünce 
tedirgin oldum, geri çekildim. Ben tam geri çekilirken peş peşe herhâlde iki el silah sesi geldi. 

Şimdi tahmin ediyorum ki -yani daha sonraki bilgilerimden de- bu bir keskin nişancı atışıydı yani onlar Mahir’in çıkacağını ve bizi başsız bırakacaklarını onu vurarak düşünmüş olmalılar ki öyle ateş ettiler fakat o tutmadı ama hemen arkasından makineli tüfek ateşi başladı, biz kendimizi çatıya açılan delikten aşağıya attık, en son Mahir kalmıştı, onun kafasından vurulduğunu ben, aşağı düşünce anladım. Ondan sonra biz de işte dışarıya doğru ateş ettik fakat 
biz hedef göremiyoruz, zaten atış menzilinin dışında duruyorlar, bizim kimseye bir zarar vermemiz söz konusu olmadı, bütün çatışmadan 1 asker eli yaralanarak çıkmış, orada başka bir zayiat yoktu. İşte, bu makineli tüfek atışından sonra bir ateş kesildi. O arada İngilizler hayatlarını kaybettiler. İşte, 2 Kanadalı 1 İngiliz’di ya da tersiydi, şimdi çok iyi hatırlayamayacağım. Ondan sonra bize denildi ki “Ateşi kesin.” zaten ateş kesilmişti. Bir bekleme süreci başladı fakat biz anladık ki eve saldırı kaçınılmaz. İşte giriş kapısını çuvallarla 
tahkim ettik. Evin ateş geçirmeyen tek yeri ortadaki koridor çünkü kerpiç olduğu için duvarlar makineli tüfek ateşiyle delik deşik olmuş. Arkadaşlar o kapının girişine oturdular, ben de eve girilmesi ihtimali olan bir başka geçiş var arkada samanlıktan, helâdan geçerek eve doğru gelen bir yol var orayı tahkim ettik çuvallarla, ben de orada bekliyorum işte ve şey başladı, işte bir Saffet bizim aramızda, o teğmen, hava kuvvetlerinden yani onun deneyimi var diye, dedik “Nedir bu?” dedi “Havan atıyorlar.” İşte bir patlama oluyor ondan sonra bir süre sonra evin yanında, önünde patlamalar oluyor, sonunda evi buldu yani hedefi buldular ve eve doğru atış gelince arkadaşlar da ellerindeki el bombalarının pimlerini çektiler, ben de ön tarafta siper aldım işte oradan artık bu bombalama kesilir, eve girerlerse karşılık verilecek fakat şey daha uzun sürdü yani tam olarak sayısını bilemiyorum, 10’a yakın bu roketatar ya da havan topuyla atış oldu. 
Arkadaşların bulunduğu bölüme sonuncusu geldi ve topluca bir infilak oldu, ben kendimi yere yapıştırdım. Hemen arkadaşların yanına koştum, bombalamalar devam ediyordu. Aralarından hiç kimsenin sesi… Yanıt alamadım çağrılarıma. Bunun üzerine ev çökecek diye yan tarafa geçtim, orada işte bir orta direği var saman deposunun, onun arkasına siper aldım ve bekliyorum fakat bir süre sonra içeriden silah sesleri kesilince ya da bir karşılık alamayınca bunun üzerine eve girmeye karar vermişler. Tahmin ediyorum ki, daha sonra iddianameden 
gördüğüm, bir şekilde kendi olanaklarıyla evin içini de dinlediklerini anlıyoruz. Eve girmeye karar vermişler. Ben o samanların arasında büyük orta direğin gerisinde beklerken eve yakın olan geçişten içeri 2 kişi girdi ve işte birisi dedi ki: “Ya, samanların arasına girmiş olabilirler, çatıya çıkmış olabilirler.” Öteki de dedi ki: “Ya, yangın çıkar diye girmezler, sen yine de bir tara.” Taradı, benim dizlerimin altından geçti mermiler ve derhâl içeri girdiler. Birisi bağırıyordu işte “Var mı lan canı bağışlanacak?” diye fakat tabii ki bence -ben o bölümü 
görmüyorum artık- öyle bir yanıt yoktu fakat daha sonra ben yakalandıktan sonra beni yakalayan askerler dediler ki: “Saffet Alp sağdı yani yaşıyordu, konuşmak istiyordu ancak onu alnından vurdular.” Bana böyle söylendi fakat o askerin adını hatırlamıyorum, o zaman bir görevli astsubaydı. Saffet’in kardeşi Fikret Alp, yıllardır bu meselenin aydınlanmasını ister, bunun için çaba gösterir fakat bir sonuç bugüne kadar almadı.400 

Şimdi, benim buradan hâlâ fark edilmemiş olmamın sebebini tabii ki daha sonra ben anladım. Ev sahibi evdekilerin sayısını 13 olarak bildiriyor. 10 tane bizden var, 3 tane de rehine var. Hâlbuki biz 11 kişiyiz. Onlar evde 10 ağır yaralı ya da ölü bulunca herkesi ele geçirdiklerini düşünüyorlar. Benim onlar arasında olmayabileceğimi düşünmedikleri için birini bana benzetmeye çalışıyorlar ve Nihat Yılmaz’ı bana benzetmişler. Nihat Yılmaz da o zaman arananlar listesinde yok. O, ne olduğu ve kim olduğu bilinen yani kayıtlara geçmiş bir arkadaşımız değil ve Nihat Yılmaz… 

Şimdi, yani bana doğru hiç kimse yönelmediği için onu kullanmak zorunluluğu da doğmadı ve ben bekliyorum yani zaten gelecekler diye fakat bir türlü gelmiyorlar çünkü anlıyoruz ki onlar, orada beni ölü bulduklarını düşünüyorlar ve zaten o akşam ilan edilmiş bu. Babam işte bunu haber alınca yola çıkıyor yani oğlunun cenazesini almak için. Daha sonra hani, babamla konuştuğumda bana anlattığı: Nihat Yılmaz’ın cenazesini ona vermek için çok ısrar ediyorlar, o 
da diyor ki: “Hayır, bu benim oğlum değil.” “Ya nasıl değil senin?” Onlar bunun gerçek olabileceğine yani benim ölmemiş olabileceğime inanmıyorlar, babamın onları kandırmaya ya da bu ölümü kabul etmemeye çalıştığını düşünüyorlar. Babam direniyor, çok zorluyorlar, tehdit ediyorlar. Bunun üzerine eve “Bir kere daha eve bakın.” diye Niksar Jandarma Komutanlığından bir müfreze yolluyorlar. Belki de benim bugün hayatta olmamın nedeni kontrgerillacıların değil de o sıradan jandarma müfrezesinin köye gelmiş olmasıdır çünkü onlar olmuş olsaydılar herhâlde diğer arkadaşlardan bana farklı davranmazlardı fakat ötekiler usulen bir arama yaptıklarını düşünüyorlardı hatta ben onlar gelince iyice gizlendim, komutanın sesini duyuyorum, diyor ki: “Karıştırın da aradığımız belli olsun.” yani sonradan “Aradınız mı, aramadınız mı?” derlerse hani bir şey olsun diye. Sonra da bir asker geldi, bir yabayı bana tam saplıyordu ki olduğum yere, ben doğruldum, o yabayı attı kaçtı. Çağırdı, dışarıdan dediler. “Çık, teslim ol.” ben de bıraktım silahı, çıktım. Şimdi, benim yakalanmam böyle oldu.401 

Kürkçü ve grubunun, yabancı teknisyenleri kaçırma planı öncesinde daha ses getirici bir eyleme girişmeyi düşündükleri; bu sebeple, AP lideri Süleyman Demirel ismi üzerinde durduklarını; kendisiyle Niğde Kapalı Cezaevinde, merhum Uğur Mumcu’nun yaptığı bir mülakatta anlatmaktadır.402 Bu hususun bir kez daha sorulması üzerine Kürkçü, şu cevabı vermektedir: 

Evet, biz bunu düşündük fakat buna gücümüz ve imkânımız yetmedi. Hem iyi korunuyordu hem de biz onun için yeterince donanımlı değildik fakat tabii bununla ilgili bir tane anekdot daha önce de başka yerde anlatmıştım, ben sorgudayken o zaman, şimdi hayatta mı değil mi bilmem, MİT’çi İstanbul Bölge Başkanı Eyüp Özalkuş bana dedi ki: “Ya, madem Demirel’i kaçıracaktınız -siz hiç siyasetten anlamıyorsunuz- bize bir haber uçursaydınız bir şekilde biz korumayı kaldırırdık.” Yani Demirel’den kurtulmak istediklerini ima ediyor fakat bunun ben tamamen bir şaka olmadığını ben de bir fantezi olmadığını… Böyle bir zihniyetin, böyle bir düşüncenin ortada olduğunu şuradan da tahmin ettim ki, mesela Gürler’in Cumhurbaşkanı seçilmesine Demirel itiraz ettiğinde Demirel’in evinin etrafındaki korumalar kaldırılmıştı. Yani demek ki bir Demirel’in başına bir şey gelsin isteği onun rakipleri arasında vardı besbelli fakat biz onu başaramadık. Bizim de bunu yapmak istememizin sebebi Meclisteki oyların sahibi o olduğu için hani arkadaşlarımızın idamı için oy kullanmamaya arkadaşlarını teşvik edeceğini, bunun sağlamak için bir çare olduğunu düşündüğümüzden.403 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

360 Metin Toker, DP’nin Altın Yılları (Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları 1944–1973), Ankara: Bilgi Yayınevi, 1991, s.83 vd. 
361 Abdi İpekçi, “Sunay’ın Formülü ve Partiler”, Milliyet, 19 Mart 1971 ( 2. Baskı). 
362 Kurtul Altuğ’un 11.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.10–15.20]. 
363 Milliyet, 19 Mart 1971 (2. Baskı). 
364 “Erim: Genç beyinlerle çalışacağım”, Hürriyet, 24 Mart 1971. 
365 Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye (1945–1980), çev. Ahmet Fethi, İstanbul: Hil Yayın, 1994, ss.338–339. 
366 9’ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 07.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.45–18.55]. 
367 Kurtul Altuğ, 12 Mart ve Nihat Erim Olayı, Ankara: Yedigün Yayınları, 1973, ss.37–38. 
368 Hürriyet, 5 Mart 1971. 
369 Aslında ilk adam kaçırma olayı; 15 Şubat 1971’de meydana geldi. Jimmy Ray Finley ismindeki siyahî bir Amerikalı çavuş kaçırılıp, yaklaşık 18 saat alıkonuldu. Bkz. “Ve nihayet Adam da Kaçırdılar”, Hürriyet, 16 Şubat 1971. 
370 Milliyet, 11 Mart 1971. 
371 Sinan Cemgil, ünlü yazar ve çevirmen Adnan Cemgil’in oğluydu, kısa bir kovalamacanın ardından, o da Nurhak 
Dağlarında çıkan çatışmada hayatını kaybediyordu. 
372 “Yakalandığı an oradaydık”, Hürriyet, 18 Mart 1971. 
373 Hürriyet, 24 Mart 1971. 
374 “11 ilde sıkıyönetim ilân edildi”, Akşam, 27 Nisan 1971. 
375 Söz konusu örgüt hakkında kısa ancak birinci elden bilgi veren şu makale önemlidir: Ertuğrul Kürkçü, “THKP-C”, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, C–7, İstanbul: İletişim Yayınları, 1988, ss.2198–2199. 
376 “Elrom’dan haber alınamadı”, Cumhuriyet, 23 Mayıs 1971. 
377 “Erim: Haber aldık konsolos yaşıyor”, Akşam, 22 Mayıs 1971. 
378 Türkiye Gerçekleri ve Terörizm (Beyaz Kitap), Ankara: Başbakanlığın Emri ile Bakanlıklararası bir Kurul Tarafından Hazırlanmıştır, 1973, ss.71–72. 
379 THKP-C (doğuşu ve ilk eylemleri), İstanbul: Kaynak Yayınları, 1987, ss.42–64. 
380 “Dün de 4 Profesör, 3 Doçent olmak üzere 7 öğretim üyesi gözaltına alındı”, Akşam, 22 Mayıs 1971. 
381 ”Erim: Gereksiz tutuklama yapıldı”, Cumhuriyet, 23 Mayıs 1971. 
382 Birer örnek olması açısından bkz. Uğur Mumcu, Sakıncalı Piyade, İstanbul: Tekin Yayınevi, 1977; Sevgi Soysal, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu, Ankara: Bilgi Yayınevi, ty. Baskın Oran, Nerde O Eski Mapushaneler, Ankara: Bilgi 
Yayınevi, 1991. 
383 Tutanakta sehven Sadi Koçer olarak geçmiştir; biz düzelttik. 
384 Prof. Dr. Mete Tunçay’ın 11.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 11.42–13.00]. 
385 O dönemde gözaltına alınanların kendi anlatımlarıyla gördükleri işkenceler hakkında bkz. Güner Samlı, İşkence (Yaşar Kemal’in Önsözüyle), İstanbul: Tan Yayınları, 1973. 
386 Bedii Faik’in 26.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 11.30–13.15]. 
387 Sunay, hükümetin istifa etmesini gerektiren bir durum olmadığını belirttiği Erim’in istifasını kabul etmemiş; bunu da mevcut hükümete parlamentonun, TSK’nin ve kamuoyunun güvenine bağlamıştır. Erim, bu cevap karşısında istifasını geri alarak göreve devam kararı almıştır. Bkz. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğinin 27 Ekim 1971 tarihli bildirisi [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi, Yer No: 5/5–21; Fihrist No: 6288–1]. Hemen ertesi gün ise Cumhurbaşkanlığından parti liderlerine birer davet gönderildiği anlaşılıyor. Bkz. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğinin 28 Ekim 1971 tarihli bildirisi [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi, Yer No: 5/5–21; Fihrist No: 6288]. 
388 “Çankaya’da 3 saat 45 dakika süren toplantıdan sonra Erim hükümeti istifa etti”, Cumhuriyet, 27 Ekim 1971. 
389 Sırrı Yüksel Cebeci, “Demirel ve polemik”, Tercüman, 2 Şubat 2006. 
390 Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye (1945–1980), çev. Ahmet Fethi, s.353 
391 “Mahir Çayan ve 4 arkadaşı askeri cezaevinde günlerce uğraşıp karyola demiri ile 15 metre tünel kazıp kaçtılar”. Günaydın, 1 Aralık 1971. 
392 Çayan’la birlikte bu eyleme girişenler şunlardı: Ertuğrul Kürkçü, Hüdai Arıkan, Cihan Alptekin, Nihat Yılmaz, Ertan Sarıhan ve Ahmet Atasoy. Hayatlarını kaybeden bu 10 şahsın isimlerinin kamusal alanlara verilmesi gerektiği; bu isimlerin emperyalizmin güdümündeki Türkiye’nin bağımsızlığı için mücadele eden devrimciler oldukları savıyla meclise verilen bir teklif için bkz. TBMM Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanlığının 02.04.2012 tarih ve 303 sayılı 
yazısı. 
393 “Üç masum İngiliz’i öldüren şakiler ölü ele geçtiler”, Hürriyet, 31 Mart 1972. 
394 Hürriyet, 28 Mart 1972. 
395 Altuğ, 12 Mart ve Nihat Erim Olayı, s.66 vd. 
396 12 Eylül öncesindeki Fatsa olayları esnasında da bu ilçenin belediye başkanı olan “Terzi Fikri lâkaplı Fikri Sönmez’in belediye başkanlığında uygulanan mini bir Sovyet deneyimi olarak nitelendirilen yönetim biçimi karşısında devlet otoritesini temsil edenlerin duyduğu tedirginlik had safhadaydı. Fatsa, solun gözünde kurtarılmış bir bölgeydi”. Bkz. Cengiz Sunay, Türk Siyasetinde Sivil-Asker İlişkileri (27 Mayıs-12 Mart-12 Eylül ve Sonrası), Ankara: Orion Kitabevi, 2010, s.238. 
397 Karacı üsteğmen üniforması, bkz. Uğur Mumcu, Çıkmaz Sokak, İstanbul: Tekin Yayınevi, 1979, s.14. 
398 Kaçırılan rehinelerin milliyeti ve isimleri şunlardır: Kanadalı John Stuart Law; İngilizler Gordon Bonner ve Charles Lawrance Turner. Bkz. Mumcu, Çıkmaz Sokak, s.54. 
399 Ertuğrul Kürkçü’nün 31.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 10.30–12.06]. 
400 Ertuğrul Kürkçü’nün 31.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 10.30–12.06]. 
401 Ertuğrul Kürkçü’nün 31.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 10.30–12.06]. 
402 Mumcu, Çıkmaz Sokak, s.54. 
403 Ertuğrul Kürkçü’nün 31.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 10.30–12.06]. 

20 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder