10 Aralık 2018 Pazartesi

ABD STRATEJİK ZALİMDİR, AKP İSE TRAJİK İŞBİRLİKÇİDİR. BÖLÜM 2

ABD STRATEJİK ZALİMDİR, AKP İSE TRAJİK İŞBİRLİKÇİDİR. BÖLÜM 2


İsrail’le Normalleşme, Hangi İman ve insafın icabıydı?

“Önce Mursi’yi deviren Sisi yönetimi... Sonra Mavi Marmara davalarını düşüren Ankara… Ve en son olarak da kendisine yeni bir yol haritası çizmeye zorlanan Riyad, İsrail’le normalleşme süreçlerini işletti. Bu üç ülkeyi, irili-ufaklı kimi Müslüman ülkeler de takip etti. Çıbanbaşı olarak görülen İsrail, birdenbire Ortadoğu’da açan güzel bir çiçek oluvermişti. Sanki İsrail’le birlikte Filistin, Gazze de huzur bulacaktı. İsrail’le mutabakatlar yapılırken, Gazze’ye de rahatlık ve konfor götürülecek aldatmacası halklara yutturuluyordu. Biz rahatız ya, rahatlık Gazzelilerin de hakkıydı. Biz elektrikle yaşıyorsak, elektrik onların da hakkıydı. Bunun da yolu İsrail’le dostluktan geçiyordu… Önce Kudüs’ümüzü çalmaya kalkıştılar ABD ile birlikte. Kudüs, İsrail’e başkent ilan edildi... Normalleşmiştik ya hani, denge politikasını hemen devreye soktuk. Madem onlar Kudüs’ümüzü gasp etmeye kalkışmıştı, öyleyse biz de Kudüs’ü bölebilirdik. Doğu Kudüs-Batı Kudüs diye ikiye böldük şehrimizi. Topladık bütün İslam ülkelerinin yöneticilerini ve resmen; Batı Kudüs sizin olsun dedik. Filistin’e ve Kudüs’e İsrail vizesiyle gidebiliyorken, Mescid-i Aksa’ya İsrailli askerlerin müsaadeleriyle girebiliyorken söyledik bunları. Kendimizi ve halklarımızı kandırıyorduk aslında… Yöneticilerimiz seçilmiş ağdalı cümlelerle yine güzel güzel kınadı İsrail ve Amerika’yı… Trump bir çılgın, bir deliydi; İsrail ise bildiğiniz gibi işte. İsrail mevzi kazanıyor, istediğini alıyor; bizim yöneticilerimizse nutuklarla, yalancı söylev ve çıkışlarla durumu kurtarıyordu. Anlayacağınız bir garip tiyatro hatasız sahneleniyordu.”[2]

ABD ve AB, İslam düşmanlığında aynı cephede bulunmaktaydı!

ABD’nin yaptıkları çuvala sığmaz hale gelince, İslam ülkeleri için AB bir sığınak gibi takdim ediliyordu. AB ülkelerinin yaptığı gizlenemez hale gelince, ABD kurtarıcı gibi takdim ediliyordu. Genellikle, İslam dünyasına yönelik saldırı ve katliamlar hep bu Haçlı ittifakı olarak nitelendirebileceğimiz ABD ve AB birlikteliğinden gelmesine rağmen, ülkelerin bağımsızlığını koruma, toplumlara özgürlük sağlamak gibi kavramlar genellikle bu Haçlı ittifakı için kullanılıyordu. Aralarında zaman zaman birtakım ihtilafların ortaya çıkması kimseyi kandırmamalıdır. Bu ihtilafların sebebi genellikle çıkardır. Bir bakıma İslam dünyasının sömürülmesinde kimin daha fazla alacağı kavgasıdır.

Bu konuya tekrar niçin girdiğime geçmeden, derdimin bir din kavgası olmadığını özellikle vurgulamak isterim. Çünkü İslam dünyasına laikliği ısrarlı bir şekilde tavsiye eden haçlı dünyası, kendileri söz konusu olduğunda, Hristiyanlığı yaymak için dünyanın hemen her köşesinde birlikte hareket ediyorlardı. Bu Haçlı ittifakının tutumu neticesinde acı çeken ve hayatını kaybedenler hep Müslümanlar oluyor. Bu hususu gazetelerde yer alan haberlerden kısa alıntılar yaparak gözler önüne sermek istiyorum. İlk haber, “ABD Kandil’i Sincar’a taşıyor. Burada 5 yeni terör üssü kuruldu” başlığı altında yer aldı. Başlığın hemen altında şu kısa bilgi veriliyordu: “Adım adım Kandil’e ilerleyen Mehmetçik, son operasyonlarda 48 terör yuvasını yerle bir etti. ABD de PKK’nın yuvalanması için Sincar’a 5 yeni üs kurdu. Kandil’de sıkışan çok sayıdaki PKK’lı elebaşının, bölgeyi terk ederek Sincar’a gittiği öğrenildi.”

Aynı gazetede iki haber daha alt alta yer alıyordu. Bu haberin ilki, “Filistinli komutana suikast iddiası. İSRAİL EŞKİYALIĞI” başlığı altında yer aldı. Bu haber yazımın başlığına aldığım ABD ve AB’nin İslam düşmanlığından farklı gibi gelebilir, ama İsrail’in bölgemizde kurulması ve kurulduğu günden bugüne kadar işlediği onca cinayete, akıttığı Müslüman kanına rağmen ABD ve AB’nin en azından bu cinayetlere kayıtsız kalarak destek oldukları düşünülürse, farklı konuya geçmediğim görülür.

İkinci haber ise, “Çoğu sivil 500 bin ölü: Terörle savaş katliamı!..” başlığı altında yer aldı, özetle şöyle deniyordu: “ABD’nin ‘terörle savaş’ bahanesiyle, 11 Eylül 2001’den bugüne Afganistan ve Irak başta olmak üzere, İslam coğrafyasına yönelik işgal girişiminin şiddeti her geçen gün artıyor. 17 yıldır devam eden işgal düzeni, çoğu sivil 500 bin kişinin ölümüne ve 10 milyon kişinin evlerini terk etmesine sebep oldu.”

Verilen rakamlarda Suriye’de hayatını kaybedenler ve ülkelerini terk etmek zorunda kalanlar yoktu. Bunlar da eklendiğinde katliam çok daha dehşet verici boyutlara ulaşıyordu. Bir başka gazetemizde, Avrupa Konseyi üyesi, AKP Milletvekili Serap Yaşar ile yapılan mülakat, “Binlerce mülteci çocuk Avrupa’da kayıp” başlığı altında yer alıyordu. Haberin içeriğinde şu bilgiler yer alıyordu: “Europol 2016’daki açıklamasında ‘Avrupa’da 10 binden fazla mülteci çocuk kayıp’ demişti. Sonra ne başka açıklama yapıldı ne de çalışma. Kimse bu çocukların nerede, ne halde olduğunu bilmiyor. İnsanlık adına yine Türkiye ses veriyor.”

Bu alıntılar ABD ile AB’nin İslam düşmanlığında birlikteliğini gözler önüne sermeye yeterliydi. Son alıntım, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamasının verildiği haber ile ilgiliydi: “AB’ye tam üyelik hedefimiz sürüyor. Yeni bölgesel paylaşımlara müsaade edilmeyecek.”

Bunca yaşanandan sonra AB’ye tam üyelik hedefinin nasıl devam ettiğini lütfen bana sormayın. Derdim eleştirmekten çok, yaşadığımız çelişkilere dikkat çekmektir.”[3]

Oysa ABD, bir iç savaşa ve yıkılışa doğru kaymaktaydı!

Uzun bir dönem ABD İstihbarat Servisi CIA'de çalışan Robert David Steele, A Haber'de yayınlanan Yaz Boz programında çarpıcı açıklamalar yapmıştı. ABD tarihinin en büyük katliamı Orlando saldırısının CIA tarafından yapıldığını açıklayan Ajan Steele, "Terör örgütü DAEŞ’ın, CIA ve Suudi Arabistan iş birliği ile oluşturulduğunu" vurgulamıştı. Steele, Batılı istihbarat servislerinin sahte bayrak operasyonları ile Müslümanları terörist gibi göstermeye çalıştığını da aktarmıştı. Ajan Steele ayrıca, “Terörizmi en çok ABD, Fransa ve Almanya’nın desteklediğini” de hatırlatmıştı. ABD'li para sihirbazı George Soros'un kontrolden çıktığını belirten eski CIA Ajanı, "Yakında bazı Avrupa ülkelerinin ve ABD eyaletlerinin batacağını ve CIA'nin Avrupa'nın altını oymaya çalıştığını” anlatmıştı.

CIA Ajanı Robert David Steele daha önce 25 Haziran'da yayınlanan Yaz-Boz programında konuşurken, “Hillary Clinton'un makamını Wall Street'e sattığını ve seçimi Trump'ın kazanacağını” da belirtip söylediklerinde haklı çıkmıştı. Steele ayrıca Avrupa'da yaşanan ekonomik krizin Avrupa Birliği'nin yanlış ekonomik stratejilerinden dolayı olduğunu ve ABD'de yine bu ekonomik krizden dolayı bazı eyaletlerin batacağını açıklamıştı.

Evet, ABD derin Devleti olan Siyonist odaklar ülkedeki sağcıları (demokratları) da, solcuları (cumhuriyetçileri) de kullanıp kışkırtmaktaydı. ABD halkının %30’u bir iç savaş çıkacağına inanmakta ve buna hazırlık yapmaktaydı. 43 milyon Alman’ın, 24 milyon İrlandalının, 25 milyon İngiliz’in, 8 milyon İskoçyalının, 15 milyon İtalya’nın, 20 milyon yerli Amerikalının, 8 milyon Kızılderili’nin, 26 milyon Afrikalının, 5 milyon Çinlinin, 6 milyon Yahudi’nin, 4 milyon Rus’un, 8 milyon Fransız’ın, 5 milyon Hollandalının, 3 milyon Arab’ın, 700 bin Türkün yaşadığı ABD’de şimdi Trump depremiyle çalkalanan dengeler, büyük bir patlamaya ve parçalanmaya yol açacaktı!

CIA ajanı Robert David Steele, Türkiye'deki birçok terör saldırısı ve suikastın arkasında ABD ve NATO’nun bulunduğunu aktarmıştı.

"Bir CIA ajanı olarak, CIA'ın bu tür işler yaptığını söylemek zorundayım. CIA para ve teknoloji sağlar, plan hazırlar ve sonrasında bu kirli işleri yapacak Türk, Suudi Arabistanlı, İsrailli, Belçikalı, Alman ve diğer ülkelerden insanlar ve özel elemanlar kullanır. Daha fazla sahte bayrak saldırısına daha fazla suikasta daha fazla enerji kesintisi gibi sonuçlara neden olan elektronik saldırılara maruz kalacaksınız. Çünkü istikrarın temeli güvenliktir. Avrupa, Orta Asya, Arap ülkeleri ve Afrika arasındaki konumuyla Türkiye dünyanın merkezindedir. Giderek daha fazla kendini gösteren bir ülke haline geldiğinizi ancak bunun sonucunda bir asimetrik savaşla karşı karşıya kaldığınızı düşünüyorum. Bu durumda hiç kimsenin sizinle dost olduğunuzu varsayamazsınız."…

ABD yalancı ve çıkarcıdır!

"ABD Hükümeti ve ABD Büyükelçiliği düzenli şekilde yalan söyler. Bir ABD vatandaşı olarak bu durumdan büyük bir utanç duyuyorum. Ben bir savaşın ortasındayım, burada ABD istihbaratının başındaki kişi, ABD Başkanı’na Rusya'nın ABD seçimlerini Hacklediği yönünde yalan söyledi. Amerika çok yalan söyler. Şunu anlamalısınız ki Kürtler bazıları tarafından terörist olarak değil, özgürlük savaşçıları olarak görülmektedir."… "Bana göre ekonomik yaptırımlar, bir aktif savaş yöntemidir. Bu ise bir devletin bağımsızlığını engelleyen bir durumdur. Bu konuda Ekvator örneğinden bahsedebilirim. Bir yılınızı planlama için geçirirsiniz, sonrasında size yaptırım uygulayan devletlerin tümünü sınır dışı edersiniz. Bağımsız Türkiye olarak onlara ihtiyacınız yok"… “Donald Trump çok büyük bir potansiyele sahip, çünkü o beklenmedik bir şekilde seçildi. Bütün bahisçiler onun seçilmeyeceğini iddia ettiler. Seçilme şansının 1/20 ile 1/2000 arasında olduğu söyleniyordu. Sonuçta seçildi. Çünkü ulusal güvenlik; Hillary Clinton'ın kullandığı elektronik oy sahteciliğini durdurdu. Clinton bu yöntemle 13 eyalette Sanders'ın önüne geçmişti. Trump aynı zamanda ulusal güvenlik ajansındaki iyi adamlar ve ulusal demokratik komitedeki bazı kişiler tarafından sızdırılan e-mailler sayesinde kazandı…

Trump suikasta uğrayacakmış!

Ben de ulusal istihbarat teşkilatı liderinin yalancı olduğunu ilan eden sürecin içindeyim. Donald Trump'a yalan söylüyorlardı, bu durum sorunlara yol açtı. Donald Trump, Goldman Sachs tarafından esir alınmıştır. Kendisinin etrafı hâlihazırda düzenin adamları tarafından sarılmış durumda ve kendisine ulaşan bilgiler bu yolla filtreden geçiriliyor. ABD gizli servisi zaten şu anda onun nereye gideceğini ve kiminle buluşacağını kontrol ediyor. Donald Trump; zannediyorum ki suikasta uğrayan John F. Kennedy'den sonra, kontrol etmekte en zorlanacakları başkan. Kendisi herhangi bir zaman suikasta uğrayabileceğini biliyor.

Trump'ın Avrupa'daki, Orta Doğu'daki üstlerimizi kapatmak ve NATO'yu bitirmek istediğini düşünüyorum. Ancak; aynı zamanda Lynn Rothschild ve Evelyn Rothschild'in bu konu hakkında konuşmasını engellemek için, ona 20 milyar dolar verebileceğini de biliyorum. 
Şu anda zar atılacak ve sonucunu bekleyeceğiz… 
ABD bir demokrasi değil. ABD Rothschild'lerin kontrolündeki bankaların yönettiği iki partili Tiranlıkla yönetilen, Faşist ve kurumsal bir devlettir. Hal böyleyken, bizim Türkiye'yi eleştirme hakkımız yok. Benim bakış açıma göre Türkiye, kesinlikle merkezi bir ülke. Türkiye, Orta Doğu'da yeniden düzen sağlayıcı rolünü aldığı müddetçe, işlediği her türlü günah affedilmeli diye düşünüyorum. Orta Doğu'da düzen sağlayıcı bir role bürünmek için de, Türkiye’nin; Rusya ve İran ile iş birliğini güçlendirirken Suudileri ve İsrail'i de yeniden dar bir alana sıkıştırması gerekiyor.” diyen CIA ajanı Davut Steele, Trump’u Siyonist sermayenin alternatifi gibi sunarak, AKP gibi gafil iktidarları ve Ergün Diler gibi yandaşları, Trump'ın safına çekmeyi amaçlamıştı. Doğrularla yanlışları harmanlayan CIA ajanları, böylesi senaryoları sıkça gündeme taşırlardı.

“DAEŞ’i ABD kurdu!” itirafı

"Şimdi bunu 3 parçaya bölelim. DAEŞ’i üç soruyla analiz edebilirsiniz; Onları kim kurdu? Onları kim kontrol ediyor? Ve onlardan kim fayda sağlıyor?"… "Suudi Arabistan ve ABD DAEŞ’i birlikte kurdular. Bu gerçek hakkında aklınızda en ufak bir soru işareti olmasın. DAEŞ büyük çoğunlukla Suudi Arabistan ve İsrail tarafından kontrol ediliyor. İsrail birtakım memurlarını DAEŞ ile alakalı konularda özellikle görevlendirdi. DAEŞ aslında aynı zamanda bölünmüş bir çete. Dolayısıyla tam anlamıyla kontrol edilebileceklerini düşünmüyorum. Rusya’nın gücünü göstermek konusunda harika bir iş çıkarttığını düşünüyorum, ancak bizim Halep’te yaptıklarımız gerçekten çok üzücü.”[4] 

Irkçı emperyalizmin sonu yaklaşmıştır!

Sovyetler Birliği’nin dağılması durumu, Amerikan hegemonyasının ideolojik dayanağını yıkarak hegemonyanın rıza unsurunu ortadan kaldırsa bile; ABD, hegemonyadan tahakküme dayalı imparatorluk düzenine yönelen zorba politikalar uygulayarak, Sovyet coğrafyasında oluşan güç boşluğunu doldurmaya çalışmıştır. Bundan dolayı; Amerika Birleşik Devletleri’nin imparatorluk vizyonunun temel hedefi, Avrasya coğrafyasında kendi hâkimiyetine meydan okuyabilecek bölgesel veya küresel güçteki ülkelerin ortaya çıkmasına engel olmaktır ve Türkiye bunların başındadır. Üstelik diğer ülkeleri kontrol etmeyi, kontrol edemediği ülkeleri gerektiğinde dizayn etmeyi benimseyen bu tahakküm anlayışı, Amerikan idealizmini dillendiren pek çok kişiye göre, ABD’nin geleneksel politika anlayışına da tezat oluşturmaktadır; çünkü kilise baskısından kaçarak ve İngiliz sömürgeciliğine başkaldırarak devletlerini kuran Amerikalıların, dış politika yönelimlerinin temelinde, tarih boyunca özgürlük ve demokrasi gibi kavramlar yer almıştır.

Bugün ABD; kuruluş ideallerinden, popüler ifadeyle Amerikan idealizminden çok farklı bir noktaya varmıştır. Çünkü 1945’ten günümüze uzanan ve ‘‘Amerikan Yüzyılı” olarak adlandırılan süreç, sosyal, kültürel, siyasi ve ekonomik alanlarda, ABD’nin diğer ülkeleri etkilemesine yol açarak bir üstünlük kurmasını sağlamış, SSCB’nin dağılmasıysa bu üstünlükten bir imparatorluk vizyonu yaratmış ve buna bağlı olarak da Amerika’nın yeni stratejik hedeflere yönelmesine yol açmıştır. Bugün gelinen noktada Amerika Birleşik Devletleri, kendisinin liderlik ettiği tek kutuplu dünyaya, hâkimiyetini zorbalıkla sağlamlaştırmayı amaçlamıştır.

Amerika Birleşik Devletleri’nin, imparatorluk karakteri taşıyan dış politika yönelimleri sergilemesinin en önemli nedeni, daha önce de belirtildiği gibi, yumuşak güç olma imajının ortadan kalkmış olmasıdır. Uluslararası kamuoyu; Amerikan saldırganlığı karşısında, ABD gücüne olan güvenini kaybetmiş, Amerikan üstünlüğü büyük ölçüde meşruiyetini yitirmiş durumdadır. Meşruiyetini yitiren ABD’nin, günümüzdeki tahakküme dayalı küresel imparatorluk stratejisi 3 temel hedeften oluşmaktadır:

1- Üçlü içinde bulunan diğer ortaklarının (Almanya ve Japonya’nın) ABD yörüngesi dışında faaliyette bulunmasına fırsat tanımamak.

2- NATO vasıtasıyla askeri kontrolü sağlamak ve önceki Sovyet dünyası kırıntılarını da kendi güdümüne sokmak.

3- Bu anlamda Washington’un imparatorluk girişimini, Büyük Ortadoğu Projesi ile somut hedeflerine ulaştırmak.

ABD İmparatorluğunun hâkimiyet stratejisi: “Büyük Ortadoğu Projesi” olmaktadır

Ortadoğu kavramı, Avrupa merkezli bir kavram olup dünyanın diğer bölgelerini bu merkeze (Avrupa’ya) olan uzaklıklarına göre; yakın, orta ve uzak şeklinde tanımlayan bir anlayışın yansımasıdır. Coğrafi olmaktan ziyade, siyasi bir içeriğe sahip olan Ortadoğu kavramını ilk kez kullanan Mahan, kavramı Arabistan ile Hindistan arasındaki bölgeyi ifade etmek amacıyla kullanmıştır. Kavrama resmiyet kazandıran ise, 1911 yılında Hindistan’da Lord Curzon olmuştur. Lord Curzon, ilk kez Ortadoğu kavramını resmi konuşmalarda kullanmıştır. “Ortadoğu” kavramı; yüz yılı aşan bir süredir kullanılıyor olmasına karşın, bölgesel ve küresel gelişmelere bağlı olarak, bu kavramın mekânsal açıdan sınırları bir türlü netlik kazanamamıştır. Genel olarak Ortadoğu denildiğinde, Arap yarımadası ve bu yarımada üzerindeki devletler akla takılmaktadır. Oysa bunların arasında Türkiye de bulunmaktadır.


[1] burakkillioglu@milligazete.com.tr

[2] Milli Gazete, Mustafa Kurdaş

[3] abdulkadirozkan@milligazete.com.tr

[4] http://www.haber7.com/guncel/haber/2242227-cia-ajanindan-carpici-turkiye-aciklamasi


http://www.millicozum.com/mc/duyurular/abd-stratejik-zalimdir-akp-ise-trajik-isbirlikcidir

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder