ABD STRATEJİK ZALİMDİR, AKP İSE TRAJİK İŞBİRLİKÇİDİR, BÖLÜM 1
08 Aralık 2018
ABD STRATEJİK ZALİMDİR, AKP İSE TRAJİK İŞBİRLİKÇİDİR.
Kandil’deki 3 teröristin başına ödül koyan ABD, Suriye'nin kuzeyinde bulunan Haseke’de kurduğu terör kampında, 5 bin PKK’lıyı eğiterek mezun edip diploma dağıtmıştı. Ayrıca o teröristlere aylık 200'er dolar (bizdeki asgari ücrete yakın) maaş bağlamıştı!
ABD’nin, bölücü terör örgütü PKK konusundaki iki yüzlülüğü, her gün biraz daha açığa çıkmaktaydı… PKK’nın Kandil’deki 3 elebaşı için 12 milyon dolar ödül koyan ABD, aynı anda Suriye kuzeyindeki teröristlerin eğitimini hızlandırmıştı. ABD-PKK işgalindeki Rakka’da bulunan kamptan, geçtiğimiz ay binlerce teröristin mezun olmasının ardından şimdi de Haseke’deki terör kampında eğitilen 5 bin PKK’lı ‘diploma’ almıştı. Haseke’de 2 ay süren terör eğitim faaliyetleri kapsamında PKK’lılara bomba, ağır silah, uçaksavar, tanksavar, nizami ve gayrinizami harp eğitimleri tamamlanmıştı. Haseke’deki kampta eğitimlerini tamamlayan 5 bin PKK’lı için, ABD’li eğitmenlerin de katıldığı mezuniyet töreni yapılmıştı. Haseke kırsalındaki Rubar Kampı’nda, teröristlere uzmanlaştıkları konuya göre silahlar dağıtılmıştı. ABD’nin teröristlere verdiği silahların tamamı, DAEŞ bahanesiyle Suriye’ye gönderilen silah ve mühimmattan oluşmaktaydı. ABD tarafından PKK’lılara verilen eğitimler, ‘Sınır Güvenlik Birimi Özel Eğitimi’ başlığı altında yapılmıştı. Eğitim sürecinin ilk gününden itibaren tüm terör örgütü üyelerine, Pentagon tarafından 200’er dolar maaş bağlanmıştı. Washington yönetiminin 12 milyon dolarlık ödülüne konu olan Kandil’den ise, Haseke’deki terör kampları için 20 adet ‘tecrübeli terörist’ Suriye’ye yollanmıştı. Askeri eğitim saatlerine ek olarak konulan ‘beyin yıkama’ seanslarında PKK’nın gayesi, Abdullah Öcalan ve örgütün ideolojisi gibi konularda ayrıntılı eğitimlerin, bazı ABD’li subaylar tarafından verildiği ortaya çıkmıştı.
Haberturk.com yazarı Serdar Turgut, 'Washington'da Kürt haritası çizen kişi, YPG ile toplantıdaydı' başlıklı yazısında, toplantının detaylarını aktarmıştı. (15.11.2018)
'Washington’daki Kürt Enstitüsünde Çarşamba günü ve ulusal basın merkezinin toplantı odasında; "DAEŞ sonrası Ortadoğu’daki Jeopolitik Gelişmeler" konulu bir toplantı düzenlediğini' aktaran Serdar Turgut, “YPG’nin hem bölgedeki hem de Washington’daki önde gelen isimlerinin katıldığı toplantının katılım listesine baktığımda, meselenin ilk bakışta sunulduğu kadar masum bir akademik süreç olmadığı belli oldu.” ifadelerini kullanmıştı. Serdar Turgut, kendisinin ilk görev yaptığı yıllarda Pentagon’daki odasında, Kuzey Suriye ve Irak’ı içine alacak şekilde çizilmiş Kürdistan haritasını gösteren kişinin de, bu toplantıda olduğunu yazmıştı.
“Böylece toplantının resmen açıklanmayan amacı, bölgede bir Kürt oluşumunun nasıl kurulacağı haline dönüşmüştü. Aşağıda vereceğim katılımcı listesine bakarsanız, konunun Washington'da ne kadar güçlü isimlerle tartışıldığını görürsünüz. Washington’daki bu toplantının tam da Fırat’ın doğusunda neler olacağının, Türkiye ile Amerika arasında tartışıldığı bir döneme denk gelmesi de tesadüf değil tabi ki. Buradaki Kürt Enstitüsü; DAEŞ’tan sonra bölgedeki YPG unsurlarının, İran’ın yayılmacı politikalarına karşı duracak en etkili güç oldukları söylemini de kullanıyor.” diyen yazar, ABD'nin Türkiye'yi açıkça oyalayıp, aldattığına dikkat çekmeye çalışmıştı.
ABD’nin üst düzey PKK'lı liderlerin yakalanması için başlarına ödül koyduğunu açıklaması da tam bir sahtekârlık ve saptırmacaydı. ABD bu tavrıyla: “PKK'yı gözden çıkardı görüntüsüyle yeni PKK olan PYD’yi meşrulaştırma, hatta masumlaştırma” hesapları yaptığı sırıtmaktaydı.
Oysa başından beri ABD, PKK/YPG konusunda samimi bir yaklaşımdan uzak davranmıştı. Bu nedenle “ABD; Türkiye'nin terörle mücadelesinde katkı sunmak istiyor” iddiaları inanılmazdı. Çünkü bir taraftan YPG’ye 5 bin TIR’a yakın malzeme yollanmakta, YPG’yle beraber ortak devriye atmakta ve arkasından da “ben Türkiye'nin güvenliği için PKK'nın 3 kişisinin başına ödül koyuyorum” yaklaşımı tam bir çifte standarttı. Aslında bir sene öncesinden bazı yorumcular, PKK'nın 15 Temmuz’dan sonra Türk güvenlik güçleri karşısında yok olma düzeyine gelmesiyle beraber, üç önemli ismin tasfiye edileceğini yazmaya başlamıştı.
ABD-PKK ile Paralel devriyeye başlamıştı!
Türk askerleri ile birlikte Münbiç’te ortak devriye gezen ABD, PKK/YPG’li teröristlerle de ortak devriye atmaya başlamıştı. 1 Kasım’da Türkiye’yle ortak devriye faaliyeti yürüten ABD, terör örgütü PKK ile Münbiç kırsalı, Ayn İsa, Dırbesiye, Süluk, Resul Ayn, Kamışlı, Aynel Arab ve Tal Abyat sınır koridorunda ortak devriye atmıştı. ABD'nin terör örgütü DAEŞ'ın elinde olan 7 askerini pazarlıkla aldığı da ortaya çıkmıştı. Türkiye'ye “PKK Münbiç'ten çekilecek” garantisi verdikten yaklaşık 2 yıl sonra ortak devriye başlatan ABD'nin, ikili oynadığı anlaşılmıştı. Türk askerleri ile birlikte Münbiç'te ortak devriye dolaşan ABD, bir yandan da PKK'lı teröristleri eğitmeye ve onlarla ortak devriye gezmeye başlamıştı. Bir yandan "Türkiye ile Münbiç'te ortak çalışıyoruz" açıklamaları yapan ABD'nin bir yandan da PKK ile iş birliğine devam etmesi haklı tepkilere yol açmıştı. Yeni Şafak gazetesinde yer alan habere göre TSK, Fırat’ın doğusunda yuvalanan PKK terörüne dönük operasyon hazırlıkları kapsamında Aynel Arab, Kamışlı ve Tel Abyat hattına Obüs atışlarını yoğunlaştırmıştı. Zormağar, Selim, Körali, Mumbatah, Kahtaniye, Tel Abyat, Tel Bender, Kınetra, Çarıklı yerleşkelerinde bulunan PKK mevzileri, operasyon öncesi hazırlık kapsamında Türk topçu bataryaları tarafından vurulmaktaydı. Ama hemen ardından da ABD’li işgal unsurlarının, vurulan noktalara yönelik ilk ziyaretlerini Pentagon’a bağlı askerler ve zırhlıların sınır hattına gönderilmesi, kafaları karıştırmıştı. PKK armalı teröristlerle, ABD askerlerinin ortaklaşa icra ettikleri sınır nöbeti, Washington’un teröre açık desteği ve güvencesi olarak yorumlanmıştı.
Türkiye’nin Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı süreçlerinde; PKK cephesinden yapılan “DAEŞ’a karşı savaşı durdururuz” şantajı, Fırat’ın doğusuna yönelik net adımların atılma sürecinde bir kez daha tekrarlanmıştı. ABD Dışişleri ve Özel Kuvvetler Komutanlığı’ndan yapılan açıklamalarda, Türkiye’nin PKK’yı vurmasına yönelik girişimleri, sakıncalı gelişme olarak nitelendirilmiş ve yeniden “DAEŞ’a odaklanalım” yalanına sığınılmıştı. ABD medyası; Münbiç konusunda atılan adımları, Türkiye’yi oyalama taktiğinin devamı olarak değerlendirirken, Dışişleri sözcüsü Robert Pallodino da; “Türk güçleri şehir merkezine girmeyecek” diye PKK'ya garanti sağlamaktaydı. Bütün bunları kınayan ve karşı çıkan yandaş medyanın, hâlâ “Erdoğan Paris'te Trump'la yan yana oturdu!” diye bayram yapması ise sahtekârlığın daniskasıydı!
Bu arada ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, DAEŞ’a karşı sürdürülen savaşın birkaç ay içinde sona erebileceğini açıklamıştı. Jeffrey, Amerikan güçlerinin DAEŞ’a karşı elde edilecek galibiyetin uzun süreli olması için çalışmaya devam edeceklerini de vurgulamıştı.
Amerika Birleşik Devletleri'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, DAEŞ’a karşı son savaş alanının, Fırat Nehri boyunca ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri (SDG) tarafından yürütüldüğünü hatırlatıp, "Savaş sürüyor ve birkaç ay içerisinde sona ermesini bekliyoruz, bu DAEŞ’ın elindeki konvansiyonel sayılabilecek son alan olacak.” diyerek, PKK-YPG gibi DAEŞ’la da birlikte iş yapacaklarını açığa vurmuşlardı.
Jeffrey, “DAEŞ’a karşı savaşımızda bu yerel ortak 2014’ten bu yana, PKK’nın Suriye’deki bir uzantısı olan PYD oldu” ifadesini kullanmıştı. Ancak Amerika’nın, PKK’yı terör listesine almış olmasına rağmen PYD için bunu yapmadığına dikkati çeken Jeffrey, “Bu, Türkler için büyük bir endişe kaynağı ama yapmadık” diyecek kadar küstahlaşmıştı.
Jeffrey, “Türkler kuzeydoğu Suriye’de kalmaya devam etmemizin gerçek nedeninin bu olduğundan emin değiller. Oysa onlara bunun geçici taktiksel ve al-ver ilişkisi niteliğinde bir şey olduğunu söylemiştik. Hâlâ öyle ama bazı şartlar ekledik. Bu da sınır boyunca biz, Türkler ve PYD/SDG arasında gerilimlere neden oluyor” demekten de sakınmamıştı.
Tam da böyle bir sırada, ülkenin başka sorunu kalmamış gibi, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un İmam Hatip Liseleriyle ilgili saçma sapan iddiaları kafa karıştırıcıydı. İmam Hatip okullarının sayısının artışını eleştiren Başbuğ’un, ''20. yüzyılın başında Mustafa Kemal Atatürk’ün işaret ettiği ve çözmeye çalıştığı eğitimdeki sorunları tekrar yaşaması gerçekten ülke için büyük kayıp olur'' yaklaşımları yanlıştı ve yanıltıcıydı.
İlker Başbuğ’un, Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan yazısında; “İmam Hatip okullarının hem gerekli olduğunu belirtmesi hem de sayısının hızla artmasını eleştirmesi” tam bir tutarsızlıktı. İlker Başbuğ’un, “Atatürk, yaşasa Türkiye’nin hangi sorununa öncelik verirdi?” başlıklı yazısında, “Eğer bugün, Mustafa Kemal Atatürk yaşasaydı; yapacağı ilk iş, hemen eğitim/ öğretim müfredatı ve ders kitaplarında akıl ve bilimin dışında yer alan hususları tespit ettirip, bunların ayıklanmasını sağlamak olurdu… Çünkü Mustafa Kemal için eğitimin dayanacağı temel nitelik ise eğitimin ilime, fen bilimlerine ve akla dayandırılmasıdır” yorumları da içinde birçok çelişkiyi barındırmaktaydı. “Türkiye’de yıllardır tartışma konusu yapılan husus ise; eğitimin akla ve bilime dayandırılmasının, İslam dini ile ne kadar uyumlu olduğudur. İslam dünyası Abbasiler döneminde ilimde zirveye yükselirken, Batı dünyası bilgisizlik ve karanlık içindeydi. İlmin öğretildiği medreseler, Osmanlı’da Fatih Sultan Mehmet döneminde tepede iken, Kanuni Sultan Süleyman döneminin sonlarında gerilemeye başlamıştır.” diyen Sn. Başbuğ'a öncelikle hatırlatmak lazımdı: İslam dini akıl ve bilimle uyuşmaktadır ve Atatürk de bu gerçeği defalarca vurgulamıştır.
Şimdi soralım:
1- Sn. İlker Başbuğ, İslam'da akılla ve bilimle bağdaşmayan kısımlar mı saptamıştır? Bu konuyu açıklığa kavuşturması lazımdır.
2- Sn. Başbuğ’un, İmam Hatip okullarının çoğalmasından rahatsız olması, bu okullardaki müfredattan dolayı mıdır, yoksa İslam'a duyduğu gizli alerjiden dolayı mıdır? Eğer, İmam Hatip Liselerindeki yetersiz, gereksiz, taklitçi ve şekilci din eğitiminden ve iktidarın istismar siyasetinden şikâyet ediyorsa haklıdır.
3- Sn. İlker Başbuğ, bu tür yorum ve yaklaşımların, dindar kesimleri Erdoğan'ın ve AKP iktidarının tuzağına iteceğini düşünemeyecek kadar saf mıdır, yoksa zaten bu sonuca hizmet için yapılan danışıklı dövüşün bir parçası mıdır?
4- İlker Başbuğ, bu tür alakasız ve dayanaksız çıkışların, TSK’yı ve Paşalarımızı “din karşıtı” göstermek isteyen çevrelerin ekmeğine yağ süreceğinin hâlâ farkına varamamış mıdır?
5- Yoksa Sn. Başbuğ, sadece gündeme taşınmak için mi bu tür tartışmalardan medet ummaktadır.
6- Ülkemiz ekonomik, ahlaki, siyasi ve sosyal bir çöküntüye doğru kayarken, ABD ve AB'nin gizli güdümüne sokulmaya çalışılırken, bu konularla ilgili ciddi, gerçekçi ve çözüm üretici öneriler yerine, İmam Hatip okullarını, hatta bizzat İslam’ı hedef alıcı itham ve iddialarla nereye varmaya çalışmaktadır?
Atatürk'ün aynı günde kurduğu iki hayati önemli kurumun eski ve yeni başkanları, sonuçta Atatürk'ün kemiklerini sızlatacak talihsiz tavırlar sergiliyordu. DİB Ali Erbaş sorumsuz ve olumsuz bir tavırla, tam da 9 Kasım'da, hem de resmi arabasıyla ve cübbesi sırtında, Atatürk'e edepsizce hakaretler eden Kadir Mısıroğlu bunağını ziyarete gidiyordu. Oysa Cumhurbaşkanı bir gün sonra Anıtkabir'de Atatürk'e saygılar sunuyor ve övgüler diziyordu. Bundan birkaç gün sonra ise E. GKB İlker Başbuğ: “İmam Hatip okulları çoğaldı, Atatürk olsaydı bunları kapatırdı” şeklinde safsatalar sıralıyordu ve her ikisi de Atatürk'ün aziz hatırasına saygısızlık ediyordu.
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş'ın, Atatürk'e hakaret eden Kadir Mısıroğlu'nu ziyareti büyük bir tepki toplamış, CHP, MHP, İYİ Parti başta olmak üzere istifa çağrıları yapılmıştı. Yazar Kadir Mısıroğlu ise, Ali Erbaş'ı 'şeyhülislam' diye niteleyip kendisini ziyaret etmesini ‘tarihi bir hadise' olarak yorumlamıştı. AKP Sözcüsü Ömer Çelik de söz konusu ziyaretin 'insani' olduğunu belirterek, "Hasta ziyaretinin siyaseti olmaz" mazeretine sığınmıştı. Yoksa Sn. Ali Erbaş dolduruşa gelip, bir komplonun kurbanı mı yapılmıştı?
Yahu, şu ABD dostumuz muydu, düşmanımız mıydı?
“ABD, Afganistan’ı, Irak’ı, Libya’yı işgal etti, milyonlarca insanı öldürdü, milyonlarca hayatı kararttı, aileleri parçaladı, ülkelerin huzurunu bozup geleceklerini kararttı. İnsanlığın tepesine bir kez daha bir kâbus gibi çöktü. Mısır’da darbe yaptı, Arap Baharı’yla İslam alemini bir kez daha dizayn etmeye girişti. Suriye’yi işgale niyetlendi, İsrail’in güvenliği için Ortadoğu’da yeni uydurma devletler için çalıştı ve hâlâ da çalışıyordu. Şimdi de hedefinde İran vardı. Güney sınırımızda PKK’nın uzantısı bir devlet için göz göre göre çalışıyordu. Gözümüzün önünde binlerce TIR silah, mühimmat vs. yolluyor, teröristleri “düzenli ordu” oluşturmak için eğitiyordu. İşin acı tarafı ise, bırakın geçmiş vukuatlarını son 15-20 senedeki Ortadoğu “performansı” bile bir barbarlık vesikası olan ABD’yi hâlâ ve hâlâ “müttefik”, “ortak” vs olarak nitelemeyi sürdürüyoruz. Zaman zaman bir kriz çıkıyor, zaman zaman ilişkilerimiz geriliyor, ama her nedense “birlikte çalışma niyetimiz” bundan hiç etkilenmiyordu. İlk fırsatta “ortak çalışmaya devam” mesajları vermeye devam ediyoruz.
Şimdi de, “ajan ve terör destekçiliğiyle suçlanan” bir rahip için tehditler savuran ABD ile, “rahibin serbest kalması” neticesinde yeniden “normalleşme” havası başlatılmıştı. Bu “normalleşmenin” ardından neredeyse davullu zurnalı kutlamalar düzenlenmediği kalıyor iktidar basınında… Hele ki bir de ABD’nin “zücaciye dükkânına girmiş fil” mizacındaki başkanının, İran yaptırımlarından Türkiye’yi muaf tuttuğu haberi gelince “piyasalar coşmaktaydı”! Bir Allah’ın kulu da çıkıp; “İran’la ticaret yapıp yapmayacağımıza bir başka devlet nasıl karışırmış? ABD kim ki hakkımız olanı bize lütfediyor?” diye sormamıştı. Saçma sapan bir zafer sarhoşluğu yaşanıyordu, ama kendimize hâlâ “ABD bizim aslen neyimiz olur?” sorusunu sormuyoruz. Hâlbuki katlettiği masumlar, tarumar ettiği ülkeler, onu “dünyanın baş belası” olarak biliyordu![1]
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder