26 Ağustos 2018 Pazar

BATI ANADOLU`NUN İŞGALİNİN TÜRK, YUNAN ve İNGİLİZ SİYASİ TARİHİNE ETKİSİ BÖLÜM 2


BATI ANADOLU`NUN İŞGALİNİN TÜRK,  YUNAN ve İNGİLİZ SİYASİ TARİHİNE ETKİSİ  BÖLÜM 2



Almanya’nın bu yükselişi ve Osmanlı Devleti’yle geliştirdiği ilişkiler karşısında İngiltere, önce mesafeli davrandığı Yunanistan ile sonra da uzun 
yıllar Boğazlar ve Akdeniz hâkimiyeti için mücadele ettiği Rusya ile yakınlık kurmaya başladı. 

20. yüzyılın başında Osmanlı Devleti’nin önce Trablusgarp’ı İtalyanlara bırakması, sonrasında ise Balkan Savaşlarında ağır yenilgiler alması, İngiliz politikasına yön verenler tarafından Osmanlı Devleti’nin sonunun geldiğine bir işaret olarak algılandı. Buna rağmen İngiltere, Osmanlı Devleti’ni tamamıyla gözden çıkarmaya alenen cesaret edemedi. Zira Trablusgarp ve Balkan savaşlarında Osmanlı Devleti’nin almış olduğu ağır yenilgi sonucunda ortaya çıkan durum, İngiltere’nin Müslüman sömürgelerinde büyük bir tepkiyle karşılanmıştı. İngiltere, Müslüman sömürgelerinden gelecek bu tepkiden çekiniyor ve Balkan devletlerini açıkça destekler görünmek istemiyordu. Ayrıca Osmanlı Devletini Almanya’ya mecbur bırakmak İngiltere’nin işine gelmiyordu31. 

Diğer yandan Balkan Savaşları neticesinde ortaya çıkan Yunanistan, İngilizleri oldukça etkilemişti32. Bu dönemde Yunanistan’ın Başbakanı 1910 yılında iktidarı ele geçirmiş olan ve Balkan Savaşları’nda yıldızı oldukça parlayan Venizelos’du. “Büyük Yunanistan” hayalleri kuran Venizelos dış politikasını İngiliz hayranlığı çerçevesinde yürütüyordu. İngiltere’nin yakın gelecekte Yunanistan’ı bir müttefik olarak görmeye başlamasıyla birlikte iki ülke arasındaki ilişkiler giderek artmaya başladı. Yunan askeri yetkilileri ve deniz subayları İngilizler tarafından eğitiliyordu. Bu çerçevede Mayıs 1911’de bir İngiliz birliği Yunanistan’a gelmişti. Ayrıca İngilizler, Yunanistan polis teşkilatının kurulmasına da önemli katkılar sağladılar33. 

1912 yılında İngiliz Savaş Bakanı Winston Churchill, Yunanistan’ı kendi stratejik planına dâhil etmeye çalışmış ve İyon Adalarındaki limanları kullanmak için Yunanistan’a müracaat etmişti. Buna rağmen İngiltere, Yunanistan’ın büyük beklentilerinin farkındaydı ve mesafeli durmaya çalışıyordu. 

Diğer yandan Venizelos, İngilizleri Yunan çıkarlarının gerçekleşmesini destekleyecek ve Yunanistan’ı koruyacak tek devlet olarak görüyordu. Bu 
amaçla İngilizlerin ve diğer Avrupa devletlerinin desteğini sağlamak amacıyla Venizelos, 1914’ün Ocak ayı boyunca Paris, Londra, Berlin, Petersburg ve Viyana’yı içerisine alan bir dizi ziyaret gerçekleştirdi. İngiltere’yle resmen müttefik olmak isteyen Venizelos bu doğrultuda Londra’da İngiliz Dışişleri 
Bakanı Edward Grey ile görüştü. Fakat İngiltere’nin tek bir Balkan devleti ile anlaşma yapmak gibi bir niyeti yoktu Grey, yine de açık kapı bırakmış hatta 
ileriye yönelik yapılacak bir anlaşmanın altyapısını oluşturmaya çalışmıştı. Kesin bir sonuç elde etmemesine rağmen Venizelos’un bu gezisi Şubat ayı içerisinde meyvelerini vermeye başlamış ve Avrupalı büyük devletler 13 Şubat 1914’te Yunanistan’ın Adalar üzerindeki hâkimiyetini kabul etmişlerdi 34. 

İngiltere ve müttefikleriyle ilişkilerini giderek genişleten Yunanistan için I. Dünya Savaşının başlaması bir fırsat oldu. Osmanlı Devleti’nin kısa süre sonra Almanya’nın yanında savaşa dâhil olmasıyla birlikte İngil-tere, Osmanlı coğrafyasında uygulayacağı politikalarını gözden geçirerek daha kapsamlı bir hale getirdi. Bu amaçla bir komite teşkil edildi ve bu komite Haziran 1915’te çalışmalarını tamamladı. Komitenin raporuna göre, İngiltere’nin Yakın Doğu’da gerçekleştirmek istedikleri şu şekilde sıralana-bilir: 

—İngiltere’nin Basra Körfezi’ndeki pozisyonunun daha da güçlendirmesi, 

—Osmanlı coğrafyasında İngiliz ticaretinin önündeki bütün engellerin kaldırılması ve mevcut pazarın korunması, 

—Mekke şerifine ve Araplara verilen taahhütlerin yerine getirilebilmesi, 

—Petrol üretimi, suyolları ve tarımsal sulama faaliyetlerinin gelişmesine ve korunmasına yönelik bir politika takip edilmesi, 

—Bölgenin tahıl arzının artmasına yönelik tedbirler alınması, 

—Doğu Akdeniz’de ve Basra Körfezi’ndeki stratejik bölgelerin kontrol edilmesi, 

—Müslümanların kutsal saydığı bölgelerin bağımsız bir Müslüman devlet yönetiminde olması, 

—Ermeni meselesine bir çözüm bulunması, 

—Hıristiyanların kutsal mekânları ve Filistin konusuna bir çözüm bulunması. 

İngiltere, komitenin bu amaçları gerçekleştirebilmek için tavsiye ettiği dört alternatif arasından Osmanlı Devleti’nin bölünmesi politikasını 
tercih etti ve vakit kaybetmeden uygulamaya koydu36 . Bu politika aynı zamanda imtiyaz alanlarının oluşturulması fikriyle desteklendi. 1917 
yılında İtilaf Devletleri’nin yanında savaşa girmesiyle birlikte Yunanistan, İngiltere’nin uygulamaya koyduğu bu planın önemli bir unsuru oldu37. Savaş 
sırasında Yunanistan’ın İtilaf Devletleri’ne verdiği destek ve İngiltere’ye göstermiş olduğu “sadakat”, savaş sonrasındaki planlara, Yunanistan’ın da 
dâhil edilmesiyle sonuçlandı. Neticede kurulması düşünülen imtiyaz alanları çerçevesinde Yunanistan’a da ödül olarak Batı Anadolu bölgesi verildi. 
Böylece Batı Anadolu’daki Yunan işgalinin önü açılmış oldu. 

SONUÇ 

İzmir’in işgaliyle başlayan Batı Anadolu’daki Yunan işgali yaklaşık dört yıl sürdü. İşgalden oldukça etkilenen bölgede demografik yapıdan sosyal hayata, ekonomik ilişkilerden siyasi yapıya kadar hemen her alanda incelenmeye değer kendine has bir dönem yaşandı. Bu dönemi kendine has kılan özelliklerin ortaya çıkmasında işgalin bilhassa Yunanistan tarafından gerçekleştirilmiş olması etkili olmuştur. İşgalle birlikte İtilaf Devletleri, Batı Anadolu’da nüfus olarak azınlıkta olan bir milletin çoğunluğu teşkil eden bir millet üzerinde tahakküm kurmasına neden olan bir kararın altına imza atmışlardır. Oysaki o dönemde bölgeyi iyi bilen ve Batı Anadolu coğrafyasıyla ilgili tecrübesi bulunan hemen herkesin üzerinde hem fikir olduğu konu, Yunanistan’ın Batı Anadolu’daki mevcut nüfus yapısı ve yönetim konusundaki tecrübesizliği nedeniyle bölgede tutunamayacağıydı. Üstelik Yunanistan, bu yönetimi başarıyla devam ettirebilecek ekonomik güçten de yoksundu. Fakat Batı Anadolu’dan bu yönde gönderilen tüm raporlara, komisyon görüşlerine ve ortaya konan nüfus istatistiklerine rağmen Hıristiyanların can ve mal güvenliğinin olmadığı ve bölgede ciddi bir düzensizlik olduğu gerekçesiyle Yunanistan’ın İzmir’i işgal etmesine İtilaf Devletleri tarafından onay verildi. 

İşgallerle başlayan ve Sevr Antlaşması’yla devam eden süreç, Batılı devletler tarafından dönemin geçerli hukuk sistemi olarak kabul gören Milletler Cemiyeti prensiplerine rağmen yaşandı. Üstelik bu prensiplerin mimarı olan Amerikan Başkanı Wilson, Yunan işgaline onay veren Yüksek Konsey kararının altına imza atmıştı. Böylelikle henüz yeni yeni filizlenmeye başlayan Milletler Cemiyeti ruhu inandırıcılığını yitirmiş, milletlerin kendi kendini yönetmesi prensibi sömürgeci politikalara kurban edilmiş oldu. İşgal kararının verildiği süreçte yaşananlar, bu gerçeğin bir ispatı olarak kabul edilebilir. Zira İtalya’nın Mondros Mütarekesi sonrasında Anadolu coğrafyasındaki işgal girişimleri, İngiltere ve Fransa bir yana, Yunan işgaline ilk başta olumsuz bakan Amerika’yı bile ikna etmeye yetmişti. Dahası Hıristiyanların can ve mallarının tehlikede olduğu, işgallerin gerekçesi olarak kabul edilse bile daha güçlü ve zengin bir devlet olarak İtalya’nın, güvenliği sağlama noktasında Yunanlılardan daha başarılı olabileceği ortadaydı. Dolayısıyla İtalya yerine Yunanistan’ın İzmir’i işgal etmesine onay verilmesi, başta İngiltere’nin emperyalist kaygılarıyla ortaya çıkan bir tercihti. 

İzmir’in işgali her ne kadar görünürde İtilaf Devletleri’nin tedbir amaçlı bir eylemi şeklinde başlamış olsa da işgalle ortaya çıkan süreç, Sevr hükümlerinin İtilaf Devletleri nezdinde kesinleşmesinin ardından çok daha geniş bir coğrafyada uygulamaya konulan bir ilhak şeklinde devam etti. 

Antlaşmayla birlikte Yunanistan’ın manda yönetimine bırakılan İzmir dâhil olmak üzere geniş bir bölge, Türk hâkimiyetinin sadece bayrakla sembolize edildiği bir Yunan imtiyaz bölgesine dönüştürüldü. Hiç şüphesiz Yunan işgaliyle birlikte Türkiye coğrafyasının en verimli topraklarına sahip İzmir, Manisa, Aydın, Kasaba (Turgutlu) gibi Batı Anadolu bölgesi, ilk günden itibaren ekonomik, sosyal ve siyasi olarak ciddi bir kriz dönemi yaşadı. Oysa Paris Konferansı’nda İzmir ve çevresini talep ederken Yunanistan’ın öne sürdüğü en önemli argümanlardan biri, bölgede huzur ve asayişin olmamasıydı. Üstelik Venizelos, Hıristiyanların can ve mal güvenliğinin olmadığını iddia etmişti. Fakat İzmir’in işgali öncesinde ve sonrasında bölgedeki güvenlik ve asayiş durumu ayrıntılı olarak ele alındığında iddia edildiği gibi direk olarak Hıristiyanların canlarına ve mallarına kasteden bir güvenlik zaafının olmadığı anlaşılmaktadır. Bunun da ötesinde işgal sonrasında 

Yunanistan’ın aksi iddialarına rağmen Yunan işgal bölgesinde güvenlik ve asayiş konusunda kayda değer bir düzelme olmamıştır. Buna ilaveten Yunan yönetimi döneminde bölge halkının ekonomik olarak ilerleme kaydettiğine dair hiçbir ispat olmadığı gibi bilakis kaynakların orantısız kullanımına bağlı olarak özellikle bölgede yaşayan Türkler büyük bir ekonomik sıkıntı içine girmişlerdir. Diğer yandan göçmenlerin yeniden iskânını, bölge yönetimini Yunanlılara devredene kadar gayretle sürdüren Osmanlı yöneticilerinin aksine Yunan yönetimi bu konuda tek taraflı bir tutum sergileyerek sadece gayrimüslim göçmenlerin sorunlarıyla ilgilenmiştir. 

Bu dönemde binlerce gayrimüslim göçmen bölgeye yeniden yerleştirilirken binlerce Müslüman Türk, mülteci durumuna düşmüştür. Bu gelişmeler ışığında Mütarekeden sonra bölgede özellikle asayiş konusunda yaşanan sorunların etki-tepki sonucunda ortaya çıktığı yadsınamaz bir gerçektir. Zira İtilaf Devletleri’nin İzmir’i Yunanistan’a vereceği haberlerinin duyulmasının ardından Batı Anadolu’da yaşayan Rumlar arasında Türkleri tahrik edici bir propaganda faaliyeti başlamıştı. Savaş sonrasında Anadolu’da ortaya çıkan olumsuz ekonomik ve sosyal şartlarda neredeyse tükenme noktasına gelen Türk insanı bir de topraklarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya bırakılınca tepki vermekte gecikmedi. Öyle söylenebilir ki İzmir’in işgali, bu tepkilerin bütün Anadolu’ya yayılan milli bir mücadeleye dönüşmesinde en önemli gelişme olmuştur. Ayrıca savaş sırasında bölgeden göç eden gayrimüslimlerin geri dönüşü, Batı Anadolu’daki direnişin ortaya çıkmasında diğer bir önemli etken olmuştur. Zira geri dönen gayrimüslim göçmenlerin binlerce Türkü yerinden etmesi ve ortaya çıkan toprak mücadeleleri savaş sonrasında bölgede baş gösteren düzensizliği daha da tetiklemişti. 
Bölgede Türkler tarafından sergilenen mücadelede yerel eşrafın ve halkın başrolde olması, işgalle birlikte bölgedeki kaynakların el değiştirme 
ihtimalinin ortaya çıkmasıyla doğrudan ilişkilidir. 

Bölgenin ekonomik kaynaklarını ellerinde bulunduran Levantenlerin ve yabancı yatırımcıların da Yunan işgaline tepkisi yine doğrudan bu konuyla ilgilidir. Buna karşılık işgal, İtilaf Devletleri’nin ortak kuvvetleri tarafından gerçekleştirilmiş olsaydı Türklerin gösterdiği tepkilerin asgariye indirilmesi mümkün olabilecekti. Batı Anadolu halkı arasında büyük bir devletin bölgeyi işgal edeceği yönünde zaten bir öngörü vardı. Bu konuyla ilgili İngiliz belgelerinden çıkan sonuç, Anadolu halkının İstanbul Hükümeti’ne olan güvensizliği ve uzun yıllardır yaşamakta olduğu sıkıntılar neticesinde büyük bir devletin bölgeyi kontrol etmesine her hangi bir tepkisinin olmayacağı yönündedir. Fakat bölge halkının beklentilerine rağmen işgal planını devreye sokan İngiltere’de başta Genel Kurmay Başkanlığı olmak üzere Savaş Bakanlığı ve diğer bazı önemli kurum ve bürokratlar, Batı 

Anadolu’da doğrudan bir sorumluluk alınmasına karşıydı. Buna yanı sıra aynı dönemde Türklerin akıllarına bile getirmek istemedikleri tek düşünce, bölgenin Yunanistan’a verilmesi ihtimaliydi. Neticede korkulan olmuş ve İzmir, Yunanistan tarafından işgal edilmişti. 

Daha işgalin ilk günlerinde yaşanan olaylar, gelecekte neler yaşanabileceğinin habercisi olmuştu. Yunan yetkililer tarafından verilen emirlerin olayları yatıştırmada yeterli olmadığı, bu de facto işgal durumunun bölgenin kimyasına ne denli aykırı olduğu ilerleyen işgal sürecinde ortaya çıkmıştır. Buna rağmen Yunan Hükümeti, bölgede kalıcı olabilmek adına bazı tedbirler almaya çalıştı. Fakat Anadolu coğrafyasını hiç tanımamış ve görmemiş siyasetçiler tarafından, Lloyd George güdümünde Paris’te kurgulanan bu senaryonun hayata geçirilmesi neredeyse imkânsızdı. Nitekim bölgeyi iyi bilenler ve bizzat bölgede yaşayanlar tarafından defalarca öne sürülen düşüncelere paralel olarak bu girişimin, hem idari hem de askeri olarak başarısız olduğu işgali takip eden süreçte ortaya çıkmıştır. Yunan işgal projesi, neredeyse bütün ayrıntılarıyla Başbakan önderliğindeki İngiliz bürokrasisi tarafından organize edilmişti. Bu politikanın ardında İngiltere’nin Anadolu coğrafyasındaki çıkarlarını “maşa devlet” kullanarak devam ettirme düşüncesi vardı. İngiltere, resmi politikasının öngördüğü model çerçevesinde Anadolu ve diğer Osmanlı coğrafyasındaki çıkar bölgelerini güvenli ellere teslim etmek durumundaydı. Zaten İngiliz Hükümeti açısından, ülkenin içinde bulunduğu durum göz önünde bulundurulduğunda başka bir seçenek kalmamıştı. 

Dolayısıyla İngiltere’nin savaş sonrasında içinde bulunduğu ekonomik darboğaz Batı Anadolu’daki Yunan işgaliyle yakından ilintilidir. İç politika kaygılarıyla birlikte denizaşırı coğrafyalarda maliyetli politikalar sürdürmekten yana olmayan İngiliz Hükümeti, çıkarların devam ettirilmesi adına farklı arayışlar içine girmiştir. İngiltere’yi böyle bir uluslararası politika takip etmeye yönelten ciddi iç problemleri vardı. Zira dünya savaşı sırasında oldukça ağır bir yükün altına girmiş olan İngiliz Hükümeti, çıkardığı bir kanunla on yıl boyunca herhangi bir savaşa girmeme kararı almıştı. 

Askeri operasyonlar gerçekleştirmesinin önünü tıkayan bu kanunla birlikte İngiltere, çıkarlarını devam ettirmek adına diplomatik dayatma yöntemlerini 
kullanmak zorunda kalmıştır. Aynı zamanda kemer sıkma politikalarıyla uzun savaş yıllarının getirdiği ekonomik sıkıntıları göğüslenmeye çalışan İngiliz Hükümeti, kamuoyunda oluşan savaş karşıtlığı nedeniyle orduda revizyona gitmek durumunda kalmış ve asker sayısı ciddi oranda düşürülmüştü. Yine bu dönemde bir iç mesele olarak algılanabilecek İrlanda meselesi, savaş sonrasındaki dönemde İngiliz iç siyasetini oldukça hırpalamış, bu mesele ayrıca İngiltere’nin Amerika gibi güçlü bir müttefik devletle ilişkilerinin soğumasında ciddi bir neden olmuştur. 

Bu nedenlerden yola çıkarak denilebilir ki İngiliz devlet adamlarının savaş sonrasında çözmesi gereken tek sorun “Yakın ve Orta Doğu” meselesi değildi. 
Bilakis iç meselelerin ortaya çıkardığı tazyik, İngiliz dış politikasının belirlenmesinde ve dolayısıyla Osmanlı coğrafyasının kaderinin tayin edilmesinde son derece etkili olmuştur. 

Her ne kadar İngiliz hükümeti, söz konusu şartlar altında şiar edindiği, çıkarları “maşa devletler” aracılığıyla sürdürmenin haricinde fazla bir alternatife sahip değilse de, bu politikanın nasıl bir yöntem dâhilinde uygulanacağı konusunda İngiliz devlet adamları ve bürokratları çok farklı fikirlere sahiptir. Öyle ki savaş kabinesinin içerisinde dahi konuyla ilgili derin görüş ayrılıkları vardır. Dolayısıyla bu dönemdeki İngiliz politikalarından söz ederken dört yıllık bir sürecin tamamını kapsayacak genellemelerin yapılması doğru değildir. Aynı dönemde İngiliz bürokrasisinin ve devlet adamlarının uygulamaya çalıştıkları politikaların farklılığı ve belirli şartlar altında değişkenlik arz etmesi böyle bir genelleme yapılmasının önündeki en büyük engeldir. Bu tarz bir genellemeye ters düşecek bir şekilde, İzmir’in Yunanistan’a verilmesi fikri İngiliz Hükümeti içerisinde Başbakan’ın önderliğinde sadece birkaç kişi tarafından destek görmüştür. 

Diğer taraftan başta Dışişleri Bakanı Curzon, Hindistan Bakanı Montagu olmak üzere Paris Konferansı’ndaki delegasyon ve Hükümet içerisindeki birçok bürokrat ve devlet adamı İzmir’in Yunanistan tarafından işgaline karşıdır. Üstelik bölgenin Yunanistan’a verilmesine karşı çıkan bu devlet adamları bile İzmir ve Türkiye’nin geleceği konusunda birbirleriyle çatışma halindedir. İzmir’in işgaline ilk başta karşı çıkan Curzon’un işgalin ilerleyen dönemlerinde İngiltere’nin Yunanistan lehine tarafsızlıktan vazgeçmesi gerektiğini belirtmesi ise İngiliz politikalarında değişkenlik arz eden görüşlere çarpıcı bir örnek teşkil edebilir. Bu noktada şunu kabul etmek gerekir ki Curzon’un işgal öncesindeki Yunan karşıtı tavrı yahut daha sonraki süreçte sergilediği Yunan yanlısı tavrı onun bir “Türk düşmanı” olduğu ayrıca nihai hedefinin İngiliz çıkarlarını korumak olduğu gerçeğini 
değiştirmiyordu. Yine buna paralel olarak Montagu’nun İstanbul ve İzmir’in Türklerin elinden alınmasına karşı çıkması Hindistan’daki durumla ilgiliydi 
ve tamamen bu coğrafyalardaki İngiliz çıkarlarının sürdürülmesi kaygısından kaynaklanıyordu. 

Aynı durum diğer İtilaf Devletleri için de geçerlidir. Zira işgal süreci içerisinde Fransa’da bir kez, İtalya’da ise üç kez hükümet değişmiştir. Nitekim İtalya’nın takip ettiği politikanın içerdiği Yunan karşıtlığı gün geçtikçe artmış, diğer yandan İzmir’in Yunanistan tarafından işgaline destek ve onay veren Fransa’nın bu tavrı, Yunanistan’daki Kasım 1920 seçimleri sonucunda ortaya çıkan durumla birlikte tam aksi istikamette değişmiştir. Seçimler onucunda Venizelos’un iktidarı kaybetmesi ve Kral Konstantin’in Yunan tahtına büyük bir halk desteğiyle yeniden oturması, Fransa’nın bundan sonra Yunan karşıtı bir politika takip etmesine neden olmuştur. Bu düşünceden hareketle denebilir ki işgal ve ilhak dönemi boyunca Batı Anadolu’nun kaderini tayin eden en önemli gelişmelerden biri hiç şüphesiz Yunanistan’daki iktidar değişikliği olmuştur. Yunan Başbakanı Venizelos’un Kasım 1920’de yapılan seçimlerde iktidardan düşmesi, seçimleri takip eden dönemde İngiltere ve Fransa’nın Yunanistan’a verdiği açık desteğin de sonu olmuştur. Seçimlerden sonra Yunanistan’a dönen ve tahta yeniden oturan Kral ile başta Fransa olmak üzere İtilaf Devletleri’nin geçmişten kalan bir hesabı vardı. Dolayısıyla I. Dünya Savaşı boyunca İtilaf bloğu yanında savaşmayı reddeden Yunan Kralı Konstantin’in geri dönüşü, işgal sürecinde dengelerin 
Yunanistan aleyhine değişmesine neden olan önemli bir etkendi. Bu çerçevede seçimden sonra Yunanistan’a uygulanmaya başlanan ambargoya, İngiliz Başbakanı Lloyd George’un pek istekli olmamasına rağmen Fransa önayak olmuş, İngiltere de müttefik anlaşmaları dolayısıyla uzun bir süre Fransa’ya uymak durumunda kalmıştır. Özellikle Ankara Hükümeti’yle anlaşma yaparak Anadolu’dan çekilen Fransa’nın, silahlarını Yunanlılara karşı mücadele eden Türklere satması bu koşullar göz önünde bulundurul-duğunda daha anlamlı hale gelir. Şunu da belirtmek gerekir ki bu duruma karşı çıkan İngiliz Başbakanı her fırsatta ambargoyu delme teşebbüslerin-de bulunmuş ve en sonunda diğer İngiliz devlet adamlarını da ikna ederek Yunanistan’ı direk olarak destekleme kararı almıştır. Buna rağmen İngiliz Başbakanı’nın bu yoğun çabası Yunanistan’ın İngiltere’den umduğu desteği bulmasında yeterli olmamış, iki taraf arasında imzalanan kredi anlaşmasına rağmen Yunan Hükümeti, İngiliz piyasalarından kredi sağlayamamıştır. İngiltere’nin maddi açıdan Yunanistan’a sağladığı kayda değer olarak nitelenebilecek en önemli destek Türk tarafına da dahil olmak üzere İngiliz tüccarların Yunanistan’a silah satışına izin vermesi olmuştur. 

Yunan Hükümeti, 1921 yılı içerisinde gerçekleştirilen Londra konferansından itibaren Türklerle yapılan barış koşullarını düşünmekten daha çok bu ambargonun kaldırılması için büyük çaba sarf etmiştir. Yunan kamuoyu dâhil herkes şunu çok iyi biliyordu ki Anadolu’daki mücadelenin başarısı İtilaf Devletleri’nin ekonomik desteğine bağlıydı. Ekonomik olarak dibe vurmuş bir Yunanistan’ın yüksek maliyetler gerektiren Anadolu operasyonlarını devam ettirebilmesi söz konusu olamazdı. Bu sebeple Yunan Hükümeti, ambargo kararının ardından katıldığı her uluslar arası toplantıda ambargonun kaldırılması konusunda ısrarcı olmuş, özellikle 1921 Londra Konferansına gündeminde bu konuyla gitmiştir. Yine çarpıcı olan diğer bir durumsa İtilaf Devletleri’nin bu ambargo çerçevesinde Yunanistan’ın kâğıt para basmasını dahi engellemeleridir. Bu engel savaş sonrası dönemde Anadolu’da ciddi operasyonlar gerçekleştirme peşinde olan Yunanistan’ın ekonomik açıdan oldukça sıkıntıya girmesine neden olmuştur. İngiliz Başbakanı Lloyd George’un amansız Yunan taraftarlığı bile ekonomik darboğazın aşılmasına yetmedi. Müttefiklerinin desteğinden mahrum kalan Yunanistan, özellikle Sakarya Savaşı’ndan sonra farklı arayışlar içerisine girmiştir. Zira mevcut şartlar içerisinde Ankara’ya karşı bir başarı elde edilmesi 
mümkün değildi. Bu dönemden itibaren Yunanistan, Anadolu’da kalabilmenin
mümkün olmadığını anlaşmış, bir yandan kayıpsız bir şekilde geri çekilmenin hesaplarını yaparken diğer yandan farklı politikalara başvurarak başarılı olmanın yollarını aramaya başlamıştır. İzmir’de kurulan Yunan yönetiminin bağımsızlığını ilan etmesi ve Yunan ordusunun İstanbul’u işgal etme planları gibi “oldubittilerle” sonuca ulaşmaya çalışması bu bağlamda  değerlendirilmelidir. Fakat Yunan Hükümeti’nin bu planları da İtilaf Devletleri’nin ciddi tepkisiyle karşılaştı. Yunan ordusunun İstanbul’a doğru hareket etmesi halinde, İstanbul’da bulunan İngiliz askerlerinin de Ankara kuvvetleriyle karşı karşıya geleceğini düşünen İngiltere, Yunan Hükümeti’ni sert bir dille uyarmıştı. Neticede Yunan Hükümeti’nin yapmaya çalıştığı blöf başarısız olurken, İstanbul’u işgal planları da suya düşmüş oldu. 

Diğer taraftan İzmir’de bağımsız bir devlet kurma projesi de Yunan ordusunun cephede kaybetmesiyle birlikte sadece düşünce aşamasında kaldı. Bu şartlar altında Sakarya Savaşı’ndan bu yana geri çekilmeyi planlayan Yunan ordusunun Türk taarruzu karşısında tutunamayışı Batı Anado-lu’daki Yunan işgalinin de sonu oldu. Bu bilgiler ışığında öyle söylenebilir ki “Milli mücadele dönemi” olarak adlandırılan dönemin yaşanmasında Anadolu’nun iç dinamiklerinin yanı sıra uluslararası politika merkezlerinde yaşanan gelişmeler, değişimler ve bu merkezlerin kendi aralarındaki fikir ayrılıkları da oldukça etkili olmuştur. Bu gelişmeleri yakından takip eden Ankara Hükümeti’nin takip ettiği stratejinin önemli yönlerinden biri, İtilaf Devletleri arasındaki rekabetten ve dış dünyada yaşanan gelişmeler-den istifade ederek şartları Anadolu lehine çevirmeye çalışmak olmuştur. Ankara’nın bir yandan İtilaf Devletleri’yle ayrı ayrı anlaşmaya çalışması diğer yandan ise Bolşeviklerle yürüttüğü yakın ilişkiler, son derece önemli olduğu düşünülen uluslararası gelişmeleri Türk milli mücadelesinin lehine çevirebilmek adına takip edilmiş politikalardır. Bu bağlamda Ankara’nın 
dahi büyük önem vererek milli mücadeleyi başarıyla sonuçlandırmak için yakından takip ettiği Türkiye dışındaki gelişmeleri göz ardı ederek yahut 
konjonktürün değişmesiyle dış dünyada ortaya çıkan yeni şartları görmezden gelerek dönemle ilgili değerlendirmelerde bulunmak eksik algılamaların 
yaşanmasına neden olabilir. 

Öte yandan dönemi değerlendirirken meseleleri her yönüyle ele alan bütünleyicibir bakış açısı ise, işgal süreci içerisinde yaşanan gelişmelerin neden 
sonuç ilişkisi içerisinde daha sağlıklı olarak anlaşılmasını sağlayacaktır. 

Bütün bu değerlendirmeler de göz önünde bulundurulduğunda öyle söylenebilir ki yaklaşık dört yıl süren Yunan işgali, Anadolu’nun en verimli ve zengin topraklarına sahip olan Batı Anadolu’da ciddi sıkıntıları da beraberinde getirmiştir. Her şeyden önce iddia edildiği gibi bölgede düzen sağlanamamış aksine huzur ve asayiş, işgalin ilk gününden başlamak üzere giderek daha da bozulmuştur. İzmir’in işgali bölgede yaşayan Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasındaki ilişkileri tamir edilemez bir boyutta zedelemiş ve bu durum bölgedeki halkın huzur ve refah seviyesine olumsuz olarak yansımıştır. 
Sevr sonrasında bölgede kurulan Yunan yönetimi halkın beklentilerini 
karşılamaktan uzak kalmış, bölge kaynaklarını etkin olarak kullanamadığı 
gibi hukuksuz vergi uygulamalarıyla sık sık şikâyet konusu olmuştur. Hem siyasi, hem idari, hem de iktisadi yönden başarısız olan Yunan işgal dönemi, sonuç olarak İngiltere’nin sorumluluk almaktan kaçarak uzaktan Yunanistan eliyle yürütmeye çalıştığı bir plan olarak kalmış, Anadolu’nun tarihi gerçekleri ve Türk halkının göstermiş olduğu üstün fedakârlıklar neticesinde gelen başarı, böyle bir hukuksuz girişimin sonuçsuz kalmasını sağlamıştır. 


KAYNAKÇA 

Armaoğlu, Fahir, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), Ankara 1977. 
Belen, Fahri, Türk Kurtuluş Savaşı, Ankara 1973. 
Çakmak, Nedim, İşgal Günlerindeki İşbirlikçiler, İstanbul 2006. 
Coşkun, Alev, Kuvayı Milliyenin Kuruluşu, İstanbul 2005. 
Ediz, İsmail, Batı Anadolu’da Yunan İşgali (1919-1922), Basılmamış Doktora 
Tezi, İstanbul 2011. 
Erdem, Nilüfer, Yunan Tarihçiliğinin Gözüyle Anadolu Harekâtı,1919-1922), 
İstanbul 2010. 
Ergül, Teoman Kurtuluş savaşında Manisa, Manisa 1991. 
Daleziou, Eleftheria, Britain and Greek Turkish War Settlement of 1919-1923, 
Glasgow University 2002. 
Glenny, Misha, Balkanlar 1804-1999 Milliyetçilik, Savaş ve Büyük Güçler, 
İstanbul 2001. 
Gülcan, Oğuz, Batı Anadolu’da Kuvayı Milliyenin Oluşumu, Basılmamış 
Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2007. 
Grigoriadis, Istoria, Tis Sighronis Elladas, (Çağdaş Yunanistan Tarihi), 19091940, 
Tomos [Cilt]: 1 
Haciantoniyu, Kostas, Mikra Asia- O Apeleftherotikos Agonas, (Anadolu - 
Özgürleştirme Mücadelesi,) 1919-1922, Atina 1994. 
Kırkpınar, Kenan, “Milli Mücadele Döneminde İngiliz Basını, Çağdaş”, Türkiye 
Araştırmaları Dergisi, Cilt:1, Sayı: 3, Yıl: 1993. 
Klieman, Aaron S., “Britain’s War Aims in the Middle East in 1915”, Journal 
of Contemporary History, Cilt: 3, No: 3, The Middle East, Temmuz 1968. 
Köklü, Nusret, Manisa, İşgalden Kurtuluşa, İzmir 1998. 
MacMillan, Margaret, Paris 1919, Çev. Belkıs Dişbudak, Ankara 2004. 
Miller, William, The Otoman Empire and Its Successors 1801-1927, New York 1974. 
Özalp, Kazım, Milli Mücadele 1919–1922, Ankara 1985. 
Speck, W. A., A Concise, History of Britain (1707-1975), Cambridge 1993. 
Su, Kamil, Manisa ve Yöresinde İşgal Acıları, Ankara, 1982. 
Tansel, Selahaddin, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, İstanbul 1991. 
Turan, Şerafettin Türk Devrim Tarihi, Cilt: 1, Ankara, 1991. 
YUNAN GENELKURMAY BAŞKANLIĞI, HARP TARİH BAŞKANLIĞI 
(YGHTB), Yunan Ordusu İzmir`de, Atina 1928. 
www. acikarsiv.ankara.edu.tr/fulltext/3320.pdf Ankara Üniversitesi Türk 
İnkılap Tarihi Enstitüsü, Erişim Tarihi: 26.08.2016 
http://www.tarihsuuru.com/tsrd/haberdetay.asp?ID=4521 Batı Anadolu`da 
Yunan Mezalimi: Erişim Tarihi: 26.08.2016 
http://w3.balikesir.edu.tr /~metinay/ Metin Ayışığı, ,Unutulan Soykırım:Batı 
Anadolu`da Yunan Mezalimi, Erişim Tarihi: 01.09.2016 
http://www.bolsohays.com/yazarmakale-67/anonim-kastamonu-dakirum-sayisi.html .Erişim Tarihi: 12.08.2016 

DİPNOTLAR;

1 YUNAN GENELKURMAY BAŞKANLIĞI, HARP TARİH BAŞKANLIĞI (YGHTB), Yunan Ordusu İzmir`de, Atina, 1928, s.1 
2 a.g.e, s.26 
3 Bu sayı Yunan Genel Kurmayı tarafından abartılı olarak verilmiştir. Resmi rakamlara göre 1914 mübadelesinde önce 1912`de, Anadolu`da Osmanlı 
   Kayıtlarına göre 1.777.146, Rum Ekümenik Kilise kayıtlarına göre ise de 1788.582 Yunan kökenli bulunmaktadır. Venizelos`a göre ise tüm Anadolu`da ki Rum 
   sayısı 1.694.000 dir. (http://www.bolsohays.com/yazarmakale-67/anonim-kastamonu-daki-rum-sayisi. html .Erişim Tarihi: 12.08.2016) 
4 YGHTB, a.g.e, s.27 
5 Birinci Dünya Savaşı’nda İttifak Devletleri yanında yer almış olan Türkiye de, 30 Ekim 1918 tarihinde Limni Adası’nın bir limanı olan Mondros’ta, 
   İngilizlerin Agamemnon zırhlısında, bir ateşkes antlaşması imzalamıştır. Mondros Ateşkes Antlaşması’nı Osmanlı Devleti adına Bahriye Nazırı Rauf Bey, 
   Hariciye Müsteşarı Reşat Hikmet Bey ve Yarbay Sadullah Bey; İngiltere adına ise Akdeniz Bölgesi Başkumandanı Amiral Sir S. A. G. Calthorpe imzalamışlardır. 
6 YGHTB, a.g.e, s.32-33 
7 Fahri Belen, Türk Kurtuluş Savaşı, Ankara 1973, s. 11-14 
8 İzmit 
9 YGHTB, a.g.e, s.33 
10 Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, Cilt: 1, Ankara 1991, s. 73. 
11 Istoria Grigoriadis, Tis Sighronis Elladas, Çağdaş Yunanistan Tarihi, 1909-1940, Tomos [Cilt]: 1, s. 248. 
12 Nilüfer Erdem, Yunan Tarihçiliğinin Gözüyle Anadolu Harekâtı,1919-1922), İstanbul 2010, s.91 
13 A.g.e.,s.91 
14 A.g.e., s.91 
15 Kostas Haciantoniyu, Mikra Asia - O Apeleftherotikos Agonas, Anadolu - Özgürleştirme Mücadelesi,  1919-1922, Atina, 1994, s. 25. 
16 Erdem, a.g.e., s.91 
17 a.g.e.,s.105 
18 Margaret MacMillan, Paris 1919, Çev. Belkıs Dişbudak, Ankara 2004, s. 422-423. 
19Kenan Kırkpınar, “Milli Mücadele Döneminde İngiliz Basını”, Türkiye Araştırmaları Dergisi, Cilt:1, Sayı: 3, Yıl: 1993, s. 169. 
20 Perikles (İ. Ö. 494-429), Atina’da siyasal yaşamı demokratikleştirmeye çalışmış asker ve devlet adamıdır. Atina, “Perikles Yüzyılı” ile uygarlığın 
    doruğuna ulaşmıştır. Bu dönem, “Altın Yüzyıl (Hrisus Eon)” adıyla da anılmıştır. “Perikles”, Egkiklopedia, 2002 Ansiklopedisi, Tomos [Cilt]: 15, s. 360-361; 
    “Perikles”, Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, Cilt: 18, s. 9287-9288. 
21 MacMillan, a.g.e., s. 341-349. 
22 Erdem, a.g.e., s.126 
23 http://w3.balikesir.edu.tr /~metinay/Metin Ayışığı, Unutulan Soykırım:Batı Anadolu`da Yunan Mezalimi,  Erişim Tarihi: 26.08.2016 
24 www. acikarsiv.ankara.edu.tr/fulltext/3320.pdf, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Erişim  Tarihi:26.08.2016 
25 http://www.tarihsuuru.com/tsrd/haberdetay.asp?ID=452,1Batı Anadolu`da Yunan Mezalimi, Erişim  Tarihi:01.09.2016 
26 Ayışığı, a.g.e, 
27 Ankara Hükümeti tarafından tanınmayan Sevr Antlaşması, meclis tarafından da onaylanmadığı için hiçbir zaman resmen yürürlüğe girememiş, 
    onun yerini Türk milli mücadelesi sonrasında imzalanan Lozan Antlaşması almıştır. 
28 Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), Ankara 1977, s. 545. 
29 W. A. Speck, A Concise, History of Britain (1707-1975), Cambridge 1993, s. 99. Aktaran: İsmail Ediz, Batı Anadolu’da Yunan İşgali (1919-1922), 
    Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul 2011, s.238 
30 Misha Glenny, Balkanlar 1804-1999 Milliyetçilik, Savaş ve Büyük Güçler, İstanbul 2001, s. 128, Aktaran: Ediz, a.g.e. 238-239 
31 Armaoğlu, a.g.e., s. 664. 
32 Armaoğlu, a.g.e., s. 50-51. 
33 Eleftheria Daleziou, Britain and Greek Turkish War Settlement of 1919-1923, Glasgow University 2002, s. 53. Aktaran: Ediz, a.g.e.239 
34 Daleziou, a.g.e., s. 55. 
35 1. Osmanlı Devleti’nin mevcut haliyle devam etmesi 2. Osmanlı Devleti’nin federal bir yapıya dönüştürülmesi 3. İmtiyaz bölgelerinin 
     oluşturulması 4. Osmanlı topraklarının bölünmesi. 
36 Aaron S. Klieman, “Britain’s War Aims in the Middle East in 1915”, Journal of Contemporary History, Cilt: 3, No: 3, The Middle East, Temmuz 1968, 
     s. 247. Aktaran: Ediz, a.g.e.239 
37 William Miller, The Otoman Empire and Its Successors 1801-1927, New York 1974, s. 534. Aktaran: Ediz, a.g.e.239 


BATI ANADOLU`NUN İŞGALİNİN TÜRK, YUNAN ve İNGİLİZ SİYASİ TARİHİNE ETKİSİ 
Murat KÖYLÜ 


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder