BATI ANADOLU`NUN İŞGALİNİN TÜRK, YUNAN ve İNGİLİZ SİYASİ TARİHİNE ETKİSİ BÖLÜM 1
Murat KÖYLÜ*
ÖZET;
Her ne kadar işgaller Yunanistan tarafından gerçekleştirilmiş olsa da, işgallerin perde arkasındaki devlet İngiltere’dir. İngiltere’nin bu süreçte en etkin rolü
oynamasında, Batı Anadolu’nun da içinde yer aldığı Osmanlı coğrafyasın-da önemli çıkarlarının olması belirleyici rol oynamıştır. Buna karşın dünya
savaşı sonrasındaki dönemde diğer galip devletlerin de Osmanlı mirasından daha fazla pay elde etme çabası ve bunun sonucunda İtilaf Devletleri arasında
ortaya çıkan rekabet, Osmanlı Devleti’nin geleceğinin belirlenmesinde önemli bir role sahiptir. Dolayısıyla Batı Anadolu’daki Yunan işgali, Yunanlılar tarafından
gerçekleştirilmeye çalışılan “Büyük Yunanistan” hayalinden daha öte uluslararası politikaların, İtilaf Devletleri arasındaki dengelerin ve çatışmaların
ortaya çıkardığı bir süreçtir. Yaklaşık dört yıl süren bu işgal sürecini daha iyi anlayabilmek ve olayların gelişimini daha sağlam temeller üzerine oturtabilmek,
dünya savaşının galip devletleri arasındaki müzakereleri, anlaşmaları ve çatışmaları daha iyi kavramakla mümkün olabilir.. Bir coğrafyadaki işgal
döneminin uluslararası arka planını ve bunun işgal sürecine etkilerini ortaya çıkarmayı hedefleyen bu çalışmada, gelişmelerin seyrini daha iyi kavrayabilmek
için sürecin en önemli aktörü olan İngiltere’nin arşiv belgelerine ve İngiliz basınına müracaat edilmiştir. Bu doğrultuda Yunan işgal sürecinde yaşananlar
ve çok çeşitli taraflar aracılığıyla sergilenen politikalar, uluslararası gelişmeleri daha ön plana çıkaran bir bakışla yeniden yorumlanmaya, döneme
ilişkin eksiklikler giderilmeye ve yeni tespitler yapılmaya çalışılmıştır.
Murat KÖYLÜ
* Murat KÖYLÜ / Toros Üniversitesi / İ.İ.S.B.F., UTL Bölümü. - murat.koylu@toros.edu.tr
GİRİŞ
Anadolu, yüzlerce yıldan beri Yunan milleti ve onun siyasetçileri için bir cazibe merkezi, ele geçirilmesi gereken tarihi bir miras ve yurt olarak görülmüştür. Her dönemde iktidarı ele geçiren krallar, siyasetçiler ve ülkeyi yönetenlerin öncelikli politikaları, Anadolu`yu ele geçirmek “Megali İdeayı ” gerçekleştirmek, Türkleri Anadolu`dan Orta Asya`ya sürmek olmuştur. Bu siyasette başarılı olanlar halk tarafından itibar görmüş, başarısızlar; gözden düşmüş, katledilmiştir.
1821`de başlayan Yunan ihtilalinden sonra 1897`de ve 1912– 1913`de Türklere karşı girişilen her savaşta, Anadolu`da yaşayan Yunan ahalinin Yunanistan`a ilhak (ENOSİS) etmek amacını güttüğünü açıkça ortaya koymuşlardır. Birinci Dünya Savaşı`nda Ege Bölgesi`nde ki toprakların önemli bir kısmının Yunanistan`a bırakılması konusunda İtilaf Devletleri ile o zaman ki Yunan Hükümetlerinin arasında yapılan anlaşmalar güdülen amacı açık bir şekilde ispat etmektedir.1
Yunan Ordusu, 15 Mayıs 1919 dan 19 Eylül 1922 ye kadar süren Küçük Asya Seferin de; Asya Kıtası`nın batısında ve Küçük As¬ya diye isimlendirilen batı Anadolu`da bulunan Yunan ırkından gelen halkı özgürlüklerine kavuşturma amacını gütmekte idi. Bu sefere çıkmanın sebepleri, Yunan tarihinin derinliklerine kadar işlemiş amaçlarıyla yakından ilgilidir. Eski tarih devresi boyunca, Küçük Asya`nın batı sahillerinde birer Yunan devletleri olan Aerliyan, Dorik ve İyon uygarlıkları hüküm sürmekte idi. Büyük İskender ve sonrasında ki veliahtları zamanında Yunan medeniyeti, bu bölgede hızla yayılmaya ve Yunan dili bütün Anadolu`da İdari ve Ticari lisan olarak kullanılmaya başladı. Bu durum, Hıristiyan dininin doğuşundan sonra devam etti. 2
Bizans İmparatorluğu gelişiminin zirvesine ulaştığı devirlerde siyasi çalışmalar (yatırımlar) binlerce yıllık bir maziye sahip olmuşlardı.
İmparatorluğun çökmeye başlaması ve Anadolu’nun Türklerin eline geçmesinden sonra bile Yunan nüfusu Kara Deniz, Marmara Denizi, Aeolios, İyon ya ile Bamslias ve Kilikias sahillerinde uzun seneler bir birlerine kenetlenmiş olarak asırlarca yaşamaya devam ettiler. Hatta sadece Küçük Asya`da değil Kappadokia da dahi Yunan örf ve adetlerini devam ettiren Hıristiyan ahali 1821 isyanına kadar Yunan milleti bağımsız bir devlete kavuşuncaya dek yaşamlarını devam ettirdiler. 1897 Türk Yunan Harbi, 1904–1908 Makedonya mücadelesi, 1912–1913 Balkan muharebeleri, Türk boyunduruğu altında asırlarca yaşayan Rumların kurtulmalarını önemli adımları olmuştur. Her ne kadar da Balkan muharebesinde elde edilen zaferler iki milyon ırkdaş ve dindaşımıza hürriyet sağlamışsa da, tümünün kurtuluşunu sağlayamamıştı. Halen 2.500.000 Elen3 , Türk boyunduruğu altında kalmıştı. 4
30 Ekim 1918 de imzalanan Mondros Mütarekesi 5 İttifak Devletleri ile Türkiye arasındaki harbe son vermeyi öngörürdü Mütarekenin ana şartları şunlardı:6
Mondros Ateşkes Antlaşması, Osmanlı Devleti için son derece ağır hükümler içeren 25 maddeden oluşmaktaydı. Sınırların denetlenmesi ve iç düzenin korunması için gerekli olan birlikler dışındaki ordunun “derhal” terhis edilmesi, Türk karasuları ya da Türkiye’nin işgalindeki sularda bulunan bütün savaş gemilerinin teslim edilmesi istenmekteydi. Ateşkes Hicaz’da, Asir’de, Yemen’de, Suriye’de ve Irak’taki bütün garnizonların, Trablus ve Bingazi’de bütün subayların teslimini, terhis edilecek ordunun bütün araç, gereç, silah ve cephanesi hakkındaki buyrukların yerine getirilmesini gerekli kılmaktaydı. Küçük gemiler hariç bütün donanma düşmanın gözetiminde olacak, Doğu Cephesi’nde İran ve Kafkasya’daki Osmanlı Kuvvetleri savaştan önceki sınırlara çekilecek, ulaşım ve haberleşme ağı İtilaf Devletleri tarafından denetlenecekti.
Mondros Ateşkes Antlaşması’nın en önemli noktası, 7. ve 24. maddeleriydi. 24. Madde ’de, “Doğudaki altı ilde (Ateşkes ’in İngilizce metninde bu altı ilden, altı Ermeni ili olarak söz edilmişti) karışıklık çıkarsa, müttefikler bu illerin herhangi bir bölümünü işgal etme hakkını ellerinde tutarlar” denilmişti. Bu ifade ile kastedilen iller Erzurum, Van, Bitlis, Diyarbakır, Elazığ ve Sivas’tı. 7. Madde ise bu olanağı bütün Osmanlı topraklarına genişletmekte ve “Müttefiklerin, kendi güvenliklerini tehdit edecek herhangi bir durum ortaya çıkarsa, herhangi bir stratejik noktayı işgal etme hakkı bulunması” demekteydi. Bu maddelerle Mondros bir ateşkes antlaşması metninden çok öte bir anlam kazanmakta, müttefiklerin herhangi bir biçimde kolayca tahrik edecekleri bir olayın ardından istedikleri yeri işgal hakkını doğuran bir belgeye dönüşmekteydi7.
Mondros Mütarekesi, Hıristiyanlara karşı yapılan baskıya son vermişti. Osmanlı İmparatorluğu çok zor bir duruma düşmüş ve çökme tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştı. Ortadoğu’da önemli yerler imparatorluktan ayrıldı. İstanbul ve Nikodimia’ya8 çıkarma yapılarak işgal edildi. Zapt edilen diğer arazi müttefiklerin etki alanlarına bölündü. İnsan kaybı çok büyüktü. Nüfusun birçok ihtiyaçlarına cevap verilmiyordu. İçte karışıklık mevcuttu ve eşkıyalar Karadeniz sahillerinde faaliyette idiler. Türk ordusu bitap düşmüş, moralleri çökmüş geri çekilme halinde olduğu halde bile bazıları silâhları ile beraber evlerine kaçıyordu. Yeni Türk komutanlardan kilit mevkilerini işgal edenler Ermeni katliamı ile Yunanlıları ortadan kaldırmak için yapmış oldukları faaliyet ve sorumluluktan korkarak yurt dışına kaçmışlardı. Antlaşma şartlarının tatbiki ağır bir tempo ile başladı ve beş ay sonra bile tamamlanamadı. Çeşitli konular İstanbul`da ki işgal kuvvetlerinin sağlayacakları faydaların değişik olmasından dolayı çıkmaza sürükleniyorlardı.9
1915`de başlayan ve I. Dünya Harbi süresince devam eden İngiliz propagandası ve karalaması Anadolu`da Türklerin büyük oranda Ermeni ve Rum katlettiği söylentisini Hristiyan ahali arasında hızla yaymıştı. Kimse gerçeği bilmiyordu. Söylentiler Pazar ayinlerinde ölenlerin ruhlarına yapılan dualarla artıyor, Hristiyanlar üzerinde “intikam” duygusunu artırıyordu. Cepheden dönen subaylar, yenilginin vermiş olduğu eziklik duygusunun yanı sıra, kin ve nefretle bilenmiş Rum ve Ermeni ahalinin her türlü hakaretine maruz kalıyorlardı. Oysa ortada tek bir resim vardı; avını parçalayan aslanlardan birer parça et koparmak için kenarda bekleşen sırtlan ve akbabalar gibi, Rum ve Ermeniler savaşın galiplerinin yanlarında dolaşarak çöken Osmanlı`nın topraklarına çöreklenme iştahlarıyla bekleşiyorlardı.
Mondros Ateşkes Antlaşması’nı takip eden günlerde müttefikler, Türk topraklarını işgal etmeye başlamışlardır. 13 Kasım 1918’de ise, “61” gemiden oluşan karma donanma Dolmabahçe önlerine demirlemiştir. Bu filoda İngiliz, Fransız ve İtalyan gemilerinden başka, Yunanistan’a ait “14” kruvazör ile “4” muhrip de bulunmaktadır 10. Yunanlıların “kutsanmış” olarak andıkları “Averof ” zırhlısı 11, ayrıca “Panthir”, “İeraks” ve “Aetos”
İstanbul’a gelen gemiler arasındadır. Gemilerin Dolmabahçe önüne demirlemeleri, Yunanistan’daki tarih kitaplarında ulusçu bir söylemle aktarılmaktadır. Yunan gemilerinin İstanbul’a demir attıkları esnada “Averof ’ zırhlısın-da Yunan milli marşı çalınmış, binlerce İstanbullu Helen bunu alkışlamış ve kendilerini rüyada yaşıyor zannetmişlerdir 12.
Müttefikler İstanbul’a girdiklerinde Fransız Başkomutan Franchet d’Esperey, Yunan Başkomutanı Paraskevopulos’u İstanbul’a davet etmiştir.
İstanbul’u kurmaylarıyla ziyaret eden Paraskevopulos İstanbullu Helenler tarafından heyecanla karşılanmıştır. Paraskevopulos’u karşılamak üzere tüm
evler ve dükkânlar Yunan bayraklarıyla süslenmiştir. Yunan Başkumandanı Patrikhane’yi ziyaret ettiğinde ise her şey Yunanlıların asırlık rüyalarının
yaklaşmakta olduğunu göstermektedir. İstanbul’un fethinden sonra ilk kez Patrikhane’ye Bizans bayrağı çekilmiştir. Paraskevopulos ve kurmaylarını
kabul eden Patrik Vekili Kesarias Nikolaos, yaşananların tarihi öneminin altını çizmiştir 13.
1919 yılının Mart ayı içinde Paraskevopulos’un “Pera Palas”ta düzenlediği
resepsiyona, Rum Cemaati’nin tüm ileri gelenleri katılmışlardır.
Resepsiyon esnasında Fransız Başkomutan heyecanlı bir anda ve Yunanca
olarak, “Yaşasın Büyük Yunanistan!” diye bağırmıştır 14.
Buna paralel İzmir’de, müttefiklerin onayı ile demir atan İlias Mavrudis komutasındaki “Leon” muhribi sevinçle karşılanmıştır. Bu muhribin
limana girmesinden birkaç gün sonra sürgün olan Metropolit Hrisostomos İzmir’e geri dönmüştür 15.
Bunlar olurken diğer taraftan Venizelos, Paris ve Londra’da olabildiğince Helenlerin rüyalarını gerçek kılmaya çabalamaktadır. Ancak gerçeklerin
dünyasında rüyalara yer yoktu. 16
1. İZMİR`İN İŞGALİ ÖNCESİ VE SONRASI,
Yunanistan’ın İzmir’e çıkarılması kararı alınırken en etkin rolü, Lloyd George oynamıştır. Mayıs başında Lloyd George’la Venizelos bir akşam yemeği yemişlerdi. Aynı ortamı paylaşan Lloyd George’un sekreteri Frances Stevenson günlüğüne şu notları düşmüştü: “İkisi birbirine hayranlık duyuyor ve Lloyd George İzmir’i Yunanlılara kazandırmak istiyor. Ama bu konuda İtalyanları idare etmekte zorluk çekiyordu”17.
Lloyd George Yüksek Konsey’de İzmir konusunda bir karar alınması için tüm ağırlığını ortaya koymuş, harekete geçilmezse İtalyanların Anadolu’dan koskoca bir parçayı yutabileceklerini söylemiştir. Yunan kuvvetleri ise hazırdır. İtalyanlar ertesi gün Barış Konferansı’na döndüklerinde onlara, müttefiklerin bazı katliamları önlemek için, onların yokluğunda bir takım kararlar almak zorunda kaldıkları ifade edilmiştir. Yunan çıkarmasının tarihi, 15 Mayıs olarak saptanmıştır. İngiliz askeri uzmanlarından Henry Wilson’a göre bu karar, baştan sona çılgınlık ve çok kötü bir karardır18
. Aynı konuyu değerlendiren Churchill, Venizelos’un yüzmeye hazır bir ördek edası içinde olduğunu söylemiş, “15 Mayıs 1919 Yunanistan’ın İzmir’i
işgali her türlü karşı çıkmamama rağmen gerçekleşti” demiştir19.
Lloyd George’a göre, “Perikles’in20 gününden bu yana Yunanistan’dan çıkan en büyük devlet adamı Venizelos’tur”. Lloyd George’un Venizelos’a verdiği
desteğin büyüklüğü pek az insana verdiği düzeyde olmuştur. Venizelos için, “O aslında bir liberal ve demokrat, o yüzden tüm gerici unsurlar O’nun
ideallerinden, yasalarından ve kişiliğinden nefret ediyor ve O’ndan korkuyorlar” demiştir. Venizelos’la Lloyd George, 1912’deki ilk görüşmelerinden
itibaren birbirlerini iyi tanımış ve sevmişlerdir. Venizelos’un gözünde Lloyd George, Adriyatik’ten fırlamış bir peygamberdir, müthiş kapasitesi vardır,
insanları ve olayları anlama yeteneği inanılmazdır. Lloyd George’un gözünde ise Venizelos, “büyük adamdır; çok büyük adamdır”. Savaş boyunca ikisi
arasında temas hiç kesilmemiş, Ekim 1918’de, savaşın son aşamasına gelindiğinde dahi Lloyd George yoğun programından vakit ayırıp Venizelos’la
öğle yemeği yemiş ve Yunan taleplerini konuşmuştur21.
Yunanlıların İzmir’e çıkarma tarihi olan 14 Mayıs 1919 un arifesinde çift siyaset takip eden müttefik kuvvetleri, bir taraftan Yunanlıların çıkarmalarını desteklerken diğer taraftan İtalya’ya da Büyük Menderes’in güneyindeki araziyi ayırıyorlardı.
İzmir`i işgal görevi verilen 1. Tümen Yunan tarih kitaplarında,
“Yunan Ordusu’nun en şanlı tümeni” olarak nitelendirilmektedir. Bu tümendeki askerlerin ekseriyeti Tesalyalıdırlar ve ifade edildiğine göre Yunan Ordusu’nun en disiplinli ve yakışıklı çocuklarıdırlar22. Tümen, 1919 Nisan ortasında Makedonya`nın Bravi (Eleftheron) bölgesinde üslendirilmişti. Topçu Albayı Zaferion Nikolaos’un idaresinde olan birlikte 3 alay piyade, 4’üncü, 5’inci ve 38. Evzon Alay 1. ile 2. bölük dağ topçusu vardı. 8 Mayıs tarihinde Selanik, Yunan askeri birliğin İzmir ve havalisini işgal etmek için acele yola çıkması emrediliyordu. 9 Mayıs sabah 9.00’da başlayan gemilere binme devam ederken ordu komutanlığından birliğe gelen bir telgrafta İngiliz Fransız ve Amerikalıların onayından geçen bu işgale katılan Yunan birlikleri komutanı emirlerini direkt olarak Yunan Hükümetinden alacağı ve işgal kuvvetleri komutanı haklarına sahip olacağı ayrıca siyasi liderliğin geçici olarak idaresine verileceği, işgal kuvvetleri komutanına danışman olarak bir yüksek komiser tayin edileceği, son olarak da asker taşıyan gemilere torpidobotların refakat edeceği bildirilmekte idi.
15 Mayıs 1919 saat 08.40’dan itibaren, sözde Hıristiyan ahalinin can ve mal güvenliğini korumak için İzmir’e çıkan Yunan askerleri, önlerine çıkan
her Türk’ü katletmekten çekinmediler.
Yunan askerlerinin, bu insanlık dışı hareketlerine Rum ve Ermeni halk da iştirak etti. Hükümet Konağı’ndan ve kışladan esir alınarak çıkarılan sivil memur ve askerlerin rıhtıma götürüldüğü esnada yerli Rumlar; taş, sopa ve demirlerle saldırmışlar ve birçok esiri feci şekilde öldürmüşlerdi. Hızlarını alamayan Rumlar, öldürdükleri savunmasız insanların bedenlerini parçalayarak vahşi duygularını tatmin etmişlerdir. İçindekilerin esir alındığı kışla, Hükümet Konağı ve diğer resmî daireler talan edilmiş, kalemlere varıncaya kadar hiçbir şey kalmamıştır.23 İzmir’in içinde ve dolaylarında, tenha mahallelerde ele geçirilen Türk polis ve jandarmalar katledilmiştir. İşgalin ilk 48 saatinde, İzmir ve banliyölerinde, 2.000’den fazla Türk katledildi. 24 Kordon’da ve rıhtımda öldürülen ve yaralananların çoğu denize atılmıştır. Bu katliamdan on beş gün sonraya kadar körfezden cesetler çıkarılmış hatta zaman zaman birkaç cesedin birbirine zincirle, demir telle bağlı oldukları görülmüştür.25
Uygarlığı ve insan haklarına saygısıyla övünen Batılıların teşvik ve onayı ile vahşi hayvan sürüsü gibi İzmir’e çıkan Yunanlılarla, yerli Rumların; işkence, katliam ve yağmalarını İtilaf devletleri askerleri, körfeze demirlemiş gemilerinin güvertelerinden dehşetle izlemişlerdir. Bazı İngiliz ve Amerikan denizcileri, bu hale insanlık adına dayanamayarak, denize atlamış ve Türklerin yardımına koşmak istemişlerdir. Fakat komutanları buna izin vermediği gibi gemilerin şehre bakan tarafına tente çekmek suretiyle bu kanlı manzarayı kendi askerlerinin gözlerinden saklamaya çalışmışlardır.
Yunanlılar, İzmir’den sonra 19 Mayıs’ta Urla’yı, 20’sinde Çeşme’yi, 21’inde Torbalı’yı, 22’sinde Menemen’i, 25’inde Manisa, Bayındır ve Selçuk’u, 27’sinde Aydın’ı, 28’inde Tire’yi, 29’unda Turgutlu ve Ayvalık’ı, 4 Haziran’da Nazilli’yi, 5’inde Akhisar’ı, 12’sinde Bergama’yı işgal ettiler. Çünkü Yunanlılara göre bölgede tutunmanın tek yolu, buralardaki Türk gücünü ortadan kaldırarak onların daha doğuya çekilmesini sağlamaktı. Esasen Megali İdea’nın amacına ulaşabilmesi için de böyle bir hareket tarzı gerekiyordu.
2. BATI ANADOLU`NUN İŞGALİNİN TÜRK, YUNAN VE İNGİLİZ SİYASİ TARİHİNE ETKİSİ
Başta İzmir olmak üzere Manisa ve Kasaba (Turgutlu)`nın Yunanistan tarafından işgali, 15 Mayıs 1919 tarihinde Yunan ordusunun İzmir’i işgal etmesiyle başladı. Paris Konferansı’nda alınan karara dayanılarak ger-çekleştirilen bu işgal, kısa sürede bölgede geniş bir coğrafyaya yayılmış ve Türkler tarafından kabul görmeyen Sevr Antlaşması taslağında yer aldığı üzere bu bölgeler Yunan yönetimine devredilmiştir. Önemli karakteristik özelliklere sahip olan işgal devresi, çok farklı dinamiklerin biçimlendirdiği bir süreç olmuştur. Devlet politikalarından devlet adamlarının kişisel görüşlerine, konjonktüre bağlı değişimlerden bölgenin kendi iç dinamiklerine kadar birçok faktör bu dönemde etkili olmuştur. Her ne kadar işgaller Yunanistan tarafından gerçekleştirilmiş olsa da, işgallerin perde arkasındaki devlet İngiltere’dir. İngiltere’nin bu süreçte en etkin rolü oynamasında, Batı Anadolu’nun da içinde yer aldığı Osmanlı coğrafyasında önemli çıkarlarının olması belirleyici rol oynamıştır. Buna karşın dünya savaşı sonrasında-ki dönemde diğer galip devletlerin de Osmanlı mirasından daha fazla pay elde etme çabası ve bunun sonucunda İtilaf Devletleri arasında ortaya çıkan rekabet, Osmanlı Devleti’nin geleceğinin belirlenmesinde önemli bir role sahiptir. Dolayısıyla Batı Anadolu’daki Yunan işgali, Yunanlılar tarafından gerçekleştirilmeye çalışılan “Büyük Yunanistan” hayalinden daha öte uluslararası politikaların, İtilaf Devletleri arasındaki dengelerin ve çatışmaların
ortaya çıkardığı bir süreçtir.
Yunanistan’ın İzmir’i işgal etmesiyle başlayan ve Sevr Anlaşması27 sonrasında kurumsallaşmış bir yapıya dönüşen Yunan kontrolü, Batı Anadolu tarihinde özgün bir dönemin yaşanmasına neden olmuştur. Her ne kadar işgal, Yunanistan tarafından gerçekleştirilmiş olsa da işgalin arkasındaki etkin gücün İngiltere olduğu bilinmektedir. Bir başka deyişle Yunan işgali, İmparatorluğun çıkarlarını devam ettirebilmek için İngiliz bürokrasisi tarafından uygulamaya konulan politikaların en son halkalarından biridir. Dolayısıyla Batı Anadolu’daki işgale ortam hazırlayan gelişmelerin arka planını, İngiliz emperyalizmi çerçevesinde ortaya koymak, işgalin perde arkasındaki olayları anlayabilmek açısından oldukça önemlidir. İngiltere’nin bölgeye yönelik işgal girişiminin perde arkasındaki aktör olması, 19. Yüzyılın son çeyreğinde devletlerarası dengelerde yaşanan değişime paralel olarak Osmanlı-İngiliz ilişkilerinde görülen bozulmayla yakından ilintilidir. İngiltere, uzun bir süre Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü koruyarak “memâlik-i şâhâne”de çıkarlarını devam ettirme siyaseti takip etti. Zira İngiltere’nin Hindistan sömürgesine giden yol üzerinde bulunan en stratejik noktalar, Osmanlı hâkimiyetinde olan Akdeniz, Mısır, Süveyş Kanalı, Basra Körfezi ve Mezopotamya’ydı. Avrupa ticareti için son derece stratejik öneme sahip Boğazlar da Osmanlı Devleti sınırları içerisinde yer alıyordu. 1878 yılına kadar sürdürdüğü bu politikayla bir yandan bölgedeki nüfuzunu devam
ettirmeyi diğer yandan da Hindistan yolu için stratejik geçiş noktaları olan bölgeleri korumayı hedefleyen İngiltere, bu bölgeleri korumaya çalışırken
uzun süre başta Rusya olmak üzere, Fransa ve 19. yüzyılın sonlarına doğru da Almanya ile mücadele etmek zorunda kaldı. İngiltere’nin sürdüre geldiği bu politika, 19. yüzyıl boyunca devam eden Osmanlı-Rus savaşlarıyla oldukça yıpranan Osmanlı Devleti için de bir dayanak noktası oldu. Nitekim Osmanlı Devleti, Kırım Savaşı’nda İngiltere’den önemli bir askeri destek sağladı. Diğer taraftan 1877–78 Osmanlı-Rus savaşı neticesinde İstanbul önlerine kadar gelen Rusya’ya Berlin Konferansı’nı dayatan da İngil-tere oldu.
İngiltere’nin uzun süre devam ettirdiği bu çıkarcı politika, 1878 yılından itibaren değişmeye yüz tuttu. Elbette bu değişimin yaşanmasında dünyada meydana gelen yeni gelişmelerin önemli etkisi oldu. 19. yüzyılın son çeyreğinde, Almanya ve İtalya siyasi birliklerini tamamlayarak Avrupa ve dünya siyasetindeki yerlerini aldılar. Hemen hemen aynı dönemde sonuçlanan Osmanlı-Rus savaşı neticesinde Osmanlı Devleti, Balkanlar’da büyük toprak kayıplarına uğradı. Savaş neticesinde imzalanan Berlin Anlaşması’yla Bulgaristan, Karadağ, Sırbistan ve Romanya bağımsız birer devlet olarak Balkan coğrafyasındaki yerlerini aldılar. Bu gelişmelerle birlikte İngiltere, Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü koruma politikasını terk ederek alternatif politikalar aramaya başladı. İngiltere’nin bu geleneksel politikasının değişmeye başlamasında, dışarıdaki gelişmeler kadar iç politikada meydana gelen değişiklikler de etkili oldu. Gladstone liderliğindeki Liberal Parti’nin 1880’de iktidara gelmesinden itibaren İngiltere’nin Osmanlı karşıtı tutumu daha da alevlenmeye başladı. Bu çerçevede Gladstone, başta Yunanistan olmak üzere diğer Balkan Devletleri’nin toprak taleplerinin yerine getirilmesi konusuyla yakından ilgilendi. İngiliz Hükümeti’nin, Balkan Devletleri’ne karşı sürdürdüğü bu destekleyici politikanın sonuçları,
Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğüne halel getirmekle kalmıyor, Balkan devletleriyle ilişkilerini daha da geriyordu. Yunanistan’ın Kuzey Epir ve Te-
salya üzerindeki isteklerinin Gladstone Hükümeti tarafından şiddetle desteklenmesi, Osmanlı-Yunan çekişmesini iyice alevlendirmişti28.
Bu gelişmeler yaşanırken Balkanlar’da ortaya çıkan ayaklanmalara Osmanlıların verdiği tepkinin dozajı Avrupa’da, Başbakan Gladstone öncülüğünde Türk karşıtı bir propagandaya zemin hazırladı. Neticede Türk imajı hem Avrupa hem de İngiliz kamuoyunda oldukça zedelendi. Basın ve mitingler yoluyla Ortodoks Hıristiyanlara yapılan baskıyı İngiliz kamuoyuna mal eden Gladstone, bu konuları iktidara gelebilmek adına bir propaganda malzemesi olarak da kullanmaktan geri kalmadı29.
Osmanlı Devleti’nin Hıristiyan unsurlara yönelik tavrının baskıcı ve sert olduğunu iddia ederek çeşitli reformlar dayatmaya başlayan İngiltere için öyle görünüyordu ki Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünün korunması artık bir önem arz etmiyordu. Giderek zayıflayan Osmanlı-İngiliz ilişkilerinin kopma noktasına gelmesinde, İngiltere’nin değişen politikası karşısında Osmanlı Devleti’nin alternatif arama çabaları da etkili oldu. Osmanlı Devleti bu amaçla Avrupa siyaset sahnesine ve sömürgecilik yarışına geç katılan Almanya ile yakın ilişkiler geliştirmeye başladı. Bir süre sonra Almanya’dan Orta Doğu’ya uzanan Berlin-Bağdat Demiryolu projesiyle, Osmanlı toprakları Alman mallarına açık bir pazar haline geldi. Diğer yandan Deutche Bank, Osmanlı topraklarında ekonomik faaliyet gösteren en etkin yabancı kredi kuruluşu olmuştu. Bunun arkasından II. Wilhelm’in İstanbul’u ve bir Osmanlı şehri olan Kudüs’ü ziyaret etmesi, ilişkileri daha da kuvvetlendirdi. Wilhelm’in, Kudüs’te bir Protestan Kilisesi kurmak
amacını gütmesi, ülkesindeki Hıristiyanların büyük kısmının Protestan olduğu İngiltere açısından büyük bir tehlikeye işaretti. Şüphesiz Alman İmparatoru’nun bu seyahatinin dini ve ekonomik birçok neticesi oldu ve bütün bunlar bölgedeki İngiliz çıkarlarının devamı açısından kabul edilemez sonuçlardı.
Bu seyahatle birlikte bölgede bulunan Alman kökenliler, ekonomik aktivitelerin artırılması noktasında cesaretlendirilmiş ve bölgedeki ekonomik nüfuz Almanlar lehine el değiştirmeye başlamıştır. Alman-İngiliz anlaşmazlığının temelinde, yalnızca Almanların Osmanlılarla geliştirdiği iyi ilişkiler yatmıyordu. Bu iki devlet arasındaki rekabette ekonomik ve siyasi olaylar belirgin rol oynamıştır. Sanayi üretimi hızla artan Almanya, kısa sürede bütün rakiplerinin ekonomilerine yetişmiş hatta birçoğunu da geride bırakmıştır. 1866’da Avusturya’yı mağlup eden ve 4 yıl sonra Fransızlarla girdiği mücadeleyi başarıyla kazanan Almanya’nın bu yükselişi, Britanya’nın ticaret ve sanayinin tartışmasız efendisi olduğu günlerin sayılı olduğunun bir göstergesiydi. Avrupa’daki dengeleri alt üst eden bu yükselişin ortaya çıkardığı yeni durumun en iyi gözlenebildiği coğrafya Balkanlar olacaktır30.
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder