20 Kasım 2017 Pazartesi

ORGENERAL MUSTAFA MUĞLALI OLAYI 33 KURŞUN BÖLÜM 1


ORGENERAL MUSTAFA MUĞLALI OLAYI 33 KURŞUN BÖLÜM 1


Belge Yayınları 
1. Baskı 1991 


“Otuz üç Kurşun” Türk tek Parti sistemini, bu sistemin Kürdistan politikasını tek başına anlatacak bir niteliğe ve güce sahiptir. 1943 yılında, bizzat idari ve askeri tertiplerle, 40’ı aşkın masum Kürt köylüsünün toplanıp gözaltına alınması, idari organın gözaltına alma ve tutuklama gücünü ve yetkisini göstermesi 
bakımından çok önemlidir. Bu, her ne kadar, Polis Vazife ve Salahiyet Kanununun 18. maddesinden doğuyorsa da, bu yetkinin özellikle Kürdistan’da kullanıldığı, bir jandarma onbaşısının kararıyla bir köy halkının gözaltına alınabildiği bilinmektedir. 


Daha sonra 40’ı aşkın bu gruptan, 33’ünün, yine askeri bir kararla, “sorgusuz-sualsiz” kurşuna dizilmesi, idari ve askeri organların ne derece güçlü ve sorumsuz olduğunu açıkça göstermektedir... 

Türk tek parti sistemi hakkında, değerlendirmeler yapanlar, bu olguyu ve buna benzer olguları, bilinçli olarak görmezlikten gelmişler, anlatmamışlardır. Bu tür olguları görmemek de anlatmamak da büyük bir başarı gösterdikleri için de, “Türk tek parti sistemi, demokratik idi, halkın söz sahibi olduğu bir yönetimdi, 
yegane söz sahibi halk idi, hakka hukuka saygı duyuluyordu, herkese eşit muamele yapılıyordu” gibi sonuçlara varmışlardır. Bu, elbette, bilimsel bir bilgi üretimi değildir. Resmi ideolojiyi doğrulamak ve meşru göstermek çabasıdır. Zira bilimsel düşünce hiçbir olguyu görmezlikten gelemez, gizleyemez. 

Birden fazla ulusun bir arada yaşadığı devletlerde, hele bir ulusun ötekini veya ötekilerini kesinlikle boyunduruk altına aldığı bir devlette, demokrat bir unsur olmak son derece zor bir özelliktir. Bu tür ülkelerde egemen ulus aydınları, demokratları iki standartlı düşünüyorlar. Kendi ulusları için dile getirdikleri, mutluluk, refah, maddi ve manevi kalkınma özlemlerini, ezilen ulus için kesinlikle istemiyorlar. 

Onların köle olarak yani kendi uluslarının boyunduruğu altında kalmasını istiyorlar. Savunuyorlar. Demokrat unsurların en tutarlısı olan sosyalistler için de durum aşağı yukarı böyle. Halbuki bunlar bir ikilem karşısındadırlar. Ya, ezilen ulusun, anti-sömürgeci ulusal demokratik mücadelesi yanında yer almak veya militarist sömürgeci burjuvazilerinin safında yer almak zorundadırlar Bunların dışında üçüncü bir alternatif yoktur. 

I. OLGU 

“Otuz üç Kurşun” olayı, 1948 yılından itibaren, TBMM’nde konuşulmaya başlanmıştır. Fakat olay ile ilgili en önemli açıklamalar 15 Ağustos 1956 günkü oturumda yapılmıştır. 


A. OTUZ ÜÇ KURŞUN OLAYI HAKKINDA MECLİS GÖRÜŞMELERİ


KEMAL YÖROKOĞLU (Van)— Muhterem arkadaşlar, bu hadiseyi Meclis kürsüsüne getiren Merhum Eskişehir Mebusu İsmail Hakkı Çevik’e Cenabı Haktan mağfiret dilerim. Aynı zamanda yine muhalefet senelerinde aynı hadiseleri Heyeti Umumi’ye getiren muhterem reisimiz Fikri Apaydın’a minnet ve şükranlarımı arz etmeyi vazife bilirim. 
Muhterem arkadaşlar; Hadise, maalesef kendileri burada değil, İsmet İnönü’nün Reisi Cumhur olduğu yıllarda cereyan etmiş yani 1943 senesinde. 
Bendeniz o zaman Van Cumhuriyet Müddeiumumisi olarak bulunuyordum. Ve bu hadisenin bütün teferruatta en hurda noktalarına kadar aydınlatmayı vazife bilmekteyim. 

Muhterem arkadaşlar; Cumhuriyet Hak Partisi iktidarı bilhassa Şark vilayetleri için gıdasını, zulmün, işkencenin, kahrın nüsgundan (öz suyundan) almıştır. Böyle bir zihniyete sahip bu iktidar zamanında, 1943 senesinde, Van hudut bölgelerinde dikkate şayan bir asayişsizlik mevcuttu ki, biz iktidara geldiğimiz zaman, Demokrat Parti asayişi temin edemiyor, diye bir terane tutturmuşlardı. Halbuki asayişsizlik bütün şiddeti ile, bütün kuvveti ile kendi devirlerinde hüküm sürmüştür. Nitekim, muhterem arkadaşlar, Özalp hududunda İran’dan sık sık bazı hayvan gaspları oluyordu. İran hududundan geliyorlar ve bizim huduttan hayvanatı alıyorlar, İran’a götürüyorlardı. Bizimkiler de bu asayişsizliği, bu 
taarruzları, bu gaspları önlemek, bunlara mani olmak yollarını bırakıyorlar, o zamanki zihniyet icabı bir mukabeleyi bil misil yapıyorlar. Yani, bizden de bir kısım halkı teşvik ediyorlar. İranlıların hayvanatını aldırıp, Özalp’te satıyorlar. Bizim tarafımızdan hayvanları gasp edilen İranlılar hükümete  müracaat    ediyorlar, diyorlar ki; daha evvelki gaspılar bizim mıntıkamızdan yapılmamıştır. Siz bizim hayvanlarımızı haksız olarak götürdünüz. İade ediniz. Aksi takdirde devletin haysiyetini kıracak harekette bulunacağız, diyorlar. Bizimkiler yine aldırmıyorlar. Bu vaziyet muvacehesinde günün birinde hudut karakollarını 
aşarak, Özalp kaza merkezine bir buçuk kilometre mesafede yayılmakta olan hayvanatı alıp götürüyorlar. Hakikaten devlet olarak gayet çirkin bir mesele: Hudut taburu var, jandarması var, polisi var, hudut karakolları var. Adamlar bir buçuk kilometre mesafesine kadar geliyorlar. Kaza merkezinin, yayılmakta olan hayvanatını götürüyorlar. Bu hadise karşısında adamlar devletin haysiyetini kıracak vaziyeti meydana getiriyorlar. Bu sırada Muğlalı Van’a geliyor, vali ile temasa geçiyor. Ben orada Müddeiumumi idim ve aynı zamanda Vanlıyım, benimle teması mahzurlu görüyor ve Vali’nin evinde gizli toplantılar yapılıyor. Ne yapayım, şu vaziyeti nasıl kurtarayım? Şu köyden 5, bu köyden 4, şu köyden 
6 olarak 38 kişi topluyorlar, bunlar, İranlılara yataklık ediyorlar şeklinde itham ediliyorlar ve bu suretle idarecilerin aczini kapatmak için işi bu vatandaşların ölümüne kadar götürüyorlar. Şimdi bunları mahut Polis Vazife ve Salahiyeti Kanunu’nun 18. Maddesi mucibince nezaret altına almıyorlar. 

Bu hengamede bunlar serbest bulunduğu sırada 38 kişiden 5 kişiyi zabıtla bize veriyorlar. Zabıt bana geldi, tetkik ettim, gördüm ki, adamların aleyhinde hiçbir kuvvetli delil yok, düşündüm... öyle bir zihniyet ki, serbest bıraksak “efendim ne yapalım? yakalayıp adliyeye veriyoruz, ama serbest bırakıyorlar” diyecekler. Bizzarure, Polis Vazife ve Salahiyet Kanununun 18. maddesini işletmek zorunda kalıyoruz. 
Asayişi temin edemiyoruz gibi bir laf söylenmesini önlemek ve bunu onlara bir koz olarak vermemek için, tahkikatın selameti bakımından beş kişiyi tevkif ettim. Bu beş kişiyi tevkif ettiğimizin 3. günü diğer geriye kalan 33 kişiyi tekrar topluyorlar, bir iki süvari müfrezesi ile, sonradan muttali olduğumuza göre, bunlara diyorlar ki, “bize eşkıyaların güzergahını gösterin”. Bunlar da masumane, peki diyorlar ve müfreze ile gidiyorlar. Tam İran hududunda, alınan tertibat üzerine makineli tüfeklerle bu 33 vatandaş öldürülüyor. 
Diğer beş kişiyi bilahare biz tahliye ettik. Dava açtık, ağır cezada beraat ettiler. Bu beş kişinin hayatı kurtuldu. 

İran hududundan ateş ediliyor, bizimkiler de ateş ediyor, bu müsademede askerlere hiçbir şey olmuyor, 33 kişi ölüyor. Zabıt varakasını aldım, Adliye vekaletine gönderdim. Dedim ki; hadisenin oluşuna göre bu, askeri bir suçtur. Askeri makamlar tarafından işlenmiştir, askeri bir suç olduğu kanaatindeyim, keyfiyeti takdirinize arz ederim. Bir de ilişik olarak takdim ettiğim zabıt varakasından başka bir malumat yoktur. 
Hakikat bunların öldürüldüğü merkezindedir. Adliye Vekaleti soruyor, biz tekrar gönderiyoruz. Sonunda Adliye Vekaleti bu suçun askeri bir suç olduğu neticesine varıyor ve keyfiyeti Dahiliye ve Milli Müdafaa Vekaletlerine intikal ettiriyor. 

Şimdi, 1943 senesinden ta 1948 senesine kadar mesele alhalihi (olduğu gibi, gizli) kalıyor. Ve ölenlerin yakınlarından birisi de bizim cezaevinde mahkum olduğu için, İsmail Özer, Reisicumhur’a Meclis Riyasetine, Başvekalete ve Dahiliye Vekaletine mütemadiyen telgraflar yağdırıyor. Adliye Vekaleti, suç, 
askeri bir suç olduğu için müdahale edemiyor. O da keyfiyeti takibat yapmak salahiyet ve vazifesini haiz makamlara bildirdim, diyor. 1948’de, arz ettiğim gibi, bu iş arzuhal encümeninden Meclise intikal edince takibata başlanıyor. Bendeniz o zaman Gümüşhane Ağır Ceza Reisi idim, şahit sıfatıyla Askeri mahkemede malumatıma müracaat edildi. Ve bildirdim. 

Zabıt varakasının sahteliği şu şekilde tebeyyün ediyordu: Zabıt varakası hakkında soruyorlar. Diyorlar ki, şahit, aynı zamanda bu iki müfreze birden ateş ediyor, ayrıca iki manga ile emniyet tedbirleri aldırıyorlar... Bu emniyet tedbirlerini alan subay diyor ki, zabıt varakası hilafı hakikattir. İran hududundan 
ateş edilmiş değildir. Tam dereye geldiğimiz zaman evvelce kararlaştırılmış tertibata göre derhal makineli tüfeklerle bu vatandaşlar kurşuna dizildiler. 

Arkadaşlar, çok hazindir, tabur kumandanı Şükrü Bey vatandaşları kurşuna dizen müfreze kumandanlarına telefon ediyor diyor ki, Muğlalı Paşa muvaffakiyetiniz den dolayı sizi tebrik ediyor. 

Arkadaşlar, sanki bir Rus ordusunu imha etmişler, bir fütuhat yapmışlar gibi bir de bunları tebrik ediyorlar. 
Ve hadisenin bütün merkezi sıkleti budur. arz ettiğim gibi 33 vatandaşın en ufak bir suçu yoktur. Biraz evvel arz ettiğim gibi devlet hudutta asayişi temin edemediği için, bir aczin içinde bulunduğu için bu aczini setretmek (gizlemek, kapatmak) üzere, kudretsizliğini örtmek için 33 vatandaşı kanunsuz, nizamsız 
öldürtüyor. 

 2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder