GERİ KABUL VE VİZE SERBESTİSİ ANLAŞMASI AB HUKUKUNA AYKIRILIĞI
THE READMISSION AGREEMENT AND VISA LIBERATION AGREEMENT
Kutluhan BOZKURT*
* Yrd. Doç. Dr., LL.M. Eur., Özyeğin Üniversitesi
Özet: Suriye iç savaşının etkilediği ve şekillendirdiği “Geri Kabul ve Vize Serbestisi Anlaşması” hem Avrupa Birliği’ne üye ülkelerde,
hem de Türkiye’de oldukça ses getiren ve tartışılan bir konu olarak dikkat çekmektedir. Anlaşmadan sonra taraflarca çok sayıda açıklama
ve değerlendirmeler yapılmıştır. Anlaşmanın yerine getirilememe riski ve olasılığı oldukça fazladır. Bu çalışma ile ilgili anlaşmanın
getirdikleri ile anlaşmanın Uluslararası ve AB hukuklarına göre analizi ve değerlendirilmesi yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler:
Suriye İç savaşı, Mültecilik, Geri Kabul ve Vize Serbestisi, AB-Türkiye İlişkileri, Non-refoulement İlkesi, AİHM ve ABAD’ın Mültecilik ile İlgili İçtihatları
Giriş
Avrupa Birliği ile Türkiye arasında uzun siyasal görüşmeler sonucunda kabul edilen Geri Kabul ve Vize Serbestisi Anlaşması, özellikle Suriye iç savaşının ve bu savaşın yıkıcı etkilerinin şekillendirdiği ve güncel hale getirdiği kavramlar olarak dikkat çekmektedir.
Arap baharı ile başlayan süreç güçlü bir göç dalgası hareketi yaratarak Arap ülkelerinin bulunduğu coğrafyayı kısa süre içinde etkisi altına almış ve bu
dalganın en son uğradığı ülke ise Suriye olmuştur. Öngörülenin aksine, bu dalga Suriye’de kısa süre içinde göreceli bir değişim getirmemiş ve yaklaşık 5 yıldan beri sadece Ortadoğu’yu etkilen bir kriz olmaktan çıkıp, tüm Avrupa’yı etkilemeye başlayan bir iç savaşa yol açmıştır.
Öylesine bir savaştır ki bu sonuçta, 3 milyona yaklaşan sığınmacı Türkiye’ye gelmiş ve burada yaşamaya başlamış ve yaklaşık olarak 1 milyon Suriyeli mülteci ise Avrupa ülkelerine akın etmiştir. Bu kadar yoğun mülteci akını, hem Türkiye açısından, hem de Avrupa ülkeleri açısından ender görülebilecek bir yoğunlukta olmuş ve olmaya da devam etmektedir. Suriye iç savaşı çok bilinmeyenli ve çok faktörlü bir denklemdir ve majör ülkelerin soruna yaklaşımı ve beklentileri birbirinden tümüyle farklıdır. Bu ise çözümü veya çözüm olasılığını daha da zorlaştırmaktadır.
Suriye savaşına bağlı olarak artan mülteci akını artık sadece Türkiye’yi etkilememekte, doğrudan Avrupa’yı da hem politik, hem de ekonomik anlamda etkilemeye başlamıştır. Bu etkilenme ve değişim, sonuç itibariyle, Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkilerini de şekillendirmeye başlamıştır. Özellikle mevcut mülteci akını ve gelebilecek yeni dalgalar Türkiye açısından ve de AB açısından yeni bir siyasi ve hukuki sürece neden olacaktır. Düne kadar Türkiye’yi AB’nde istemeyen üye ülkelerin, mülteci akını nedeniyle, Türkiye’yi adeta yeniden keşfetmiş olması, bu değişimin en basit yansıması olarak dikkat çekmektedir. Bu çalışma ile Suriye savaşı, Türkiye ve AB’ne yönelik mülteci akını sürecinin
tetiklemiş ve etkilemiş olduğu Geri Kabul ve Vize Serbestisi Anlaşması ağırlıklıolarak hukuki düzlemde ele alınacaktır. Bu yaklaşımda tespit ve analizler aynı zamanda Türkiye-AB ilişkilerinin mevcut durum itibariyle nasıl şekilleneceğinin de bir göstergesi olacaktır.
Mülteci Akını ve Suriye İç Savaşı Arap Baharı
Arap Baharı1 sürecinde Suriye’de protestolar Mart 2011’de başlamıştır.2
Zamanla bu protestolar bir iç savaşa neden olmuş, savaş sadece Suriye’yi etkilemekten çıkmış, komşu ülkeleri, nihayetinde de diğer Avrupa ülkelerini de doğrudan etkiler hale gelmiştir. Savaşın askeri-politik, ekonomik, hukuki ve sosyolojik etkilerini başlangıçta Ortadoğu da görmekte iken, Paris ve Brüksel’deki terör saldırılarıyla yoğun mülteci akınını farklı bir boyutuyla Avrupa da derinden hissetmeye başlamıştır.
Kriz, çatışma ve sonrasında başlayan iç savaş nedeniyle Suriye bugün farklı güçlerin elinde bölünmüş durumdadır. Bir savaşın en yıkıcı tarafı, sivil ve masum insanların bundan doğrudan ve en ağır tahribatı almalarıdır. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin raporlarına göre savaşın başlamasından bu yana 200.000’den fazla kişi hayatını kaybetmiştir.3 Buna karşılık ise Suriye Siyasi Araştırma Merkezi’nin (SCPR) verilerine göre ise 470.000’den fazla insan bu savaşta yaşamını yitirmiştir, yaralı sayısı ise 1 milyon 900 bin olarak açıklanmaktadır.4
Bu kanlı sürecin bir diğer faturası ise çok sayıda insanın, Suriye’yi terk etmek zorunda kalmasıdır.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) verilerine göre, savaştan komşu ülkelere kaçan mültecilerin sayısı 4 milyonu geçmiş, bunun ise son 25 yıldır UNHCR’in yetki alanındaki, tek başına dünyadaki en büyük mülteci krizi olduğu açıklanmıştır.5 Bu sayıya ilave olarak en az 7,6 milyon kişinin de Suriye içinde yerlerinden edilmiş durumda olduğu UNHCR tarafından açıklanmaktadır.6 Bu rakamlar, BM Mülteciler Yüksek Komiserliğine (UNCHR) göre, “bu bir nesilde tek bir çatışma nedeniyle yerlerinden edinilmiş en büyük
mülteci nüfusu” olarak kayıtlara geçmiş durumdadır.7
Geri Kabul ve Vize Serbestisi Anlaşması Ekonomik Etkileri ve Sonuçları
Savaşın ve sığınmacıların getirmiş olduğu bir ekonomik maliyet, şüphesiz ki sadece Türkiye’yi etkileyen bir olgu değildir. Başta Suriye 8 ve diğer komşu ülkeler (Irak, Lübnan, Ürdün ve Mısır)9 ile Avrupa Birliği ülkeleri de, yoğun mültecilik akını sebebiyle, ekonomik olarak etkilenmişlerdir. Ancak ağırlıklı olarak Türkiye, Suriye ile olan dış ticaretini kaybetmiş, ilave olarak, sığınmacıların sayısının 3 milyona yaklaşması ile de ciddi bir maliyetle karşılaşmıştır. 2015 yılı sonu itibariyle, sadece sığınmacıların Türkiye’ye maliyeti 8 milyar Doları geçmiştir.10
Üstelik askeri müdahaleler, güvenlik tedbirler ile ayrıca Suriye ve bölge ülkeleri ile yapılamayan dış ticaretten kaynaklı kayıplar da bu maliyete dahil değildir. Bunlar da ilave edildiğinde çok ciddi bir ekonomik bedelin de ödenmekte olduğu ortaya çıkmaktadır. Savaşın Suriye ekonomine etkisi ise Suriye Siyasi Araştırma Merkezi’nin (SCPR) verilerine göre 255 milyar Dolar civarında olduğu açıklanmış tır.11
Yoğun mültecilik akını nedeniyle Avrupa’nın da ciddi bir mali yük altına girdiğini unutmamak gerekmektedir. Hatta bu sürecin üye ülkelere maliyetinin her geçen gün daha da artığını, bunun da üye ülkeler içinde soruna ve çözümüne farklı yaklaşmaya neden olduğu da ortaya çıkmıştır.12
Hukuki Etkileri ve Sonuçları
Tartışmasız Suriye savaşı ve mültecilerin sayısının çokluğu nedeniyle, sürecin hukuki etkilerin de olacağı açıktır. Hukuki etkiler ekseninde öncelikle, iç hukuk açısından mültecilerin hukuki durumu ve statüleri, Türkiye’nin uluslararası hukuktan, doğal olarak antlaşmalardan, iki taraflı ve çok taraflı olmak üzere, kaynaklanan hukuki yükümlükleri de yer almaktadır. İlave olarak; sürecin, Türkiye’nin AB’ne üyelik için aday bir ülke konumunda olmasından dolayı, AB ve Ortaklık hukuku açısından da hukuksal etki ve dönüşümlerinin de olacağı açıktır. Türkiye’nin AB ile “Vize Muafiyeti ve Geri Kabul Anlaşmasını”13 imzalaması nedeniyle; hem Türkiye açısından, hem de AB açısından hukuksal bir metin ortaya çıkmıştır.14 Türkiye, Suriye iç savaşı ve yoğun sığınmacı akını nedeniyle, AB’nin uzun zamandır Türkiye’den talep etmiş olduğu “Geri Kabul Anlaşmasını” en nihayetinde imzalayarak, ortaklık hukuku ve üyelik müzakereleri açısından
hukuksal sorumluluk altına girmiştir.
Tüm bunların haricinde, AB’de ise yoğun mülteci akını nedeniyle, sınır kontrollerinin tekrar başlaması Schengen15 anlaşmasının üye ülkelerde fiilen dikkate alınmaması sonucu doğurmuş, hatta Schengen anlaşmasının hukuki durumu yüksek sesle AB içinde tartışılır hale gelmiştir. Bu sonuç ise AB’nin hukuksal olarak büyük sıkıntılar yaşamaya başladığının da bir göstergesi olmaktadır. Sonuç itibariyle; savaşın ve sığınmacıların yaratmış olduğu en önemli hukuksal etki ve neticeler, AB ve Türkiye arasında imzalanan “Vize Muafiyeti ve Geri Kabul Anlaşması” ile Schengen Anlaşmasının AB üye ülkelerince askıya alınması ve bağlayıcılığını yasallığının tartışmaya açılması olarak dikkat çekmektedir.
Türkiye’deki Suriyelilerin Hukuksal Durumu
İncelenmesi gereken bir diğer husus ise Türkiye’deki Suriyelilerin hukuksal statüsüdür. Her şeyden önce “iltica ve sığınma taleplerinin” ortaya çıkmasına neden olan temel unsur devletlerin vatandaşlarını korumamaları veya koruyamamalarıdır.16 Çatışma ve şiddet ortamı insanların ülkelerinde karşılaştıkları (savaş, şiddet, yoksulluk, işsizlik, dinsel, etnik, ideolojik baskılar, ekolojik ve doğal afetler vb.) gibi farklı nedenlerle maruz kaldıkları baskılar, yaşam ve özgürlüklerine yönelik hayati tehditler, bu kimselerin başka ülkelere göç etmelerine neden olmuştur ve olmaya devam etmektedir.17 Her devlet 1993 Viyana Deklarasyonu ve Eylem Planı’na18 göre temel hak ve özgürlükleri korumakla yükümlüdür.19 Ağır insan hakları ihlalleri, politik hakların tanınmaması ve temel hak ve özgürlüklerin evrensel ölçütte korunmaması da
mültecilik için bir başka önemli etmen olarak ortaya çıkmaktadır.
1950-51’de BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin kurulması ve Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin 1951 Cenevre Sözleşmesinin kabul edilmesi “mültecilerin uluslararası” hukuk düzleminde korunması bir dönüm noktası olmuştur.20 Sözleşme, bu sözleşmeyi imzalayan ülkeler açısından bağlayıcılık yükümlülüğü getirmektedir.21 Türkiye sözleşmeyi 29 Ağustos 1961 tarihinde, 359 sayılı Kanun’la onaylamıştır.22 Ayrıca 1951 Cenevre Sözleşmesine ek 1967 tarihli Protokol ile Sözleşmedeki “coğrafi ve zaman” sınırlamaları kaldırılmış ve böylece Sözleşmede uluslararası koruma fikri daha evrensel boyuta taşınmıştır.23 Türkiye, 1967 Protokolünü 1 Temmuz 1968 tarihinde onaylamış ancak Cenevre Sözleşmesi ile düzenlenen coğrafi sınırlama ilkesini24 sürdürmeyi seçmiştir.25 Türkiye şu anda Avrupalı ve Avrupalı olmayan mülteciler
arasında bu ayrımı etkin bir şekilde uygulayan tek ülkedir.26 Devamla, Türkiye’de bu kavramlar 2014 tarihli, 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nda düzenlenmiş durumdadır.27 Ayrıca, 5683 sayılı Yabancıların Türkiye de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun ile 5682 sayılı Pasaport Kanunu’nda da mültecilerin hukuki durumuna ilişkin bazı ikincil hükümler de bulunmaktadır.28
Düzenlemeye göre Türkiye, Avrupa dışından gelenleri mülteci olarak kabul etmiyor. Avrupa dışından gelenlerin üçüncü ülkeye yerleştirilinceye kadar, şartlı mülteci statüsünde geçici olarak Türkiye’de kalmasına izin veriliyor. Uluslararası koruma arayan yabancılar Türkiye’ye adım attığında mülteci veya şartlı mülteci statülerini almak için başvuruyor. Bu kişilerin statüsü verilene kadar
kendilerine “uluslararası koruma başvuru sahibi” deniyor. Bu noktada hatırlatmada fayda var ki Türk hukukunda şartlı mülteci statüsü verilen yabancılar güvenli üçüncü bir ülkeye yerleştirilmektedirler.29
Türkiye hukuk sisteminde sığınmacı kavramı bulunmamaktadır.
Ancak 2014 yılında yayımlanan Geçici Koruma Yönetmeliğinde,30 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesine Türkiye tarafından konulan çekince gözetilerek “mülteci” kavramının yanına “şartlı mülteci” kavramı eklenmiştir.31 Bu noktadan hareketle, Türkiye’deki Suriyeliler “geçici koruma” statüsündedirler. Geçici koruma, ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen ve haklarında bireysel olarak uluslararası koruma
statüsü belirleme işlemi yapılamayan yabancılara sağlanan korumayı ifade etmektedir.
6458 sayılı Kanun kapsamında yayınlanan Geçici Koruma Yönetmeliğine32 göre; Suriye’den Türkiye’ye gelen yaklaşık 3 milyon kayıtlı kişinin statüsü “Geçici Koruma” olarak tanımlanmaktadır ve bu kişiler bireysel prosedür olan şartlı mülteci statüsü için başvuru yapamazlar. Sonuç itibariyle; Türk Hukuku açısından bir kavramlar karmaşası olduğu açıktır ve gerçek olan Suriyelilerin hukuksal olarak “Geçici Koruma” kapsamında tanımlanmaları ve “şartlı mülteci” başvurusu yapmaya haklarının olmadığıdır. Buna karşılık, Uluslararası
Af Örgütü’nün yayınladığı rapor ve açıklamalarda Türkiye’deki bu kavram karmaşasından uzak durarak uluslararası literatür, “mülteci/sığınmacı” hukuksal tanımlaması kullanılmaktadır.33
Suriyeli Mülteciler ve Avrupa Birliği
Yoğun mülteci akını Avrupa’yı ciddi anlamda etkilemeye başlamıştır ve en fazla etkilenen ülkelerin başında ise Almanya, İsveç, Macaristan, Avusturya, İtalya gelmektedir.34 BM Mülteciler Yüksek Komiserliği verilerine göre Suriyelilerin en çok iltica başvuru yaptığı Avrupa ülkeleri, Nisan 2011-Kasım 2015 dönemi için, Almanya (184.053 sığınmacı), İsveç (102.870 sığınmacı) olarak tespit etmiştir.35
Avusturya ise 2015 yılı içerisinde 90 bin mülteci kabul etmiş, 2016 başından bu yana ise 11 bin seviyesinde mülteci kabul etmiştir.36 Sayıca çok daha az mülteci kabul eden diğer Avrupa ülkeleri ise Norveç, Danimarka, İngiltere, Hollanda, Fransa, İsviçre, İspanya, Macaristan, Sırbistan, Bulgaristan ve Yunanistan’dır. Buna karşılık Türkiye’nin kabul ettiği Suriyeli sayısı BM Mülteciler Yüksek Komiserliği verilerine göre 2.500.000’den fazladır. Lübnan’ın ise kabul ettiği mülteci sayısı 1 milyon 70 bin, Ürdün’ün ise 635 bin civarındadır.37 Verilerden de anlaşıldığı üzere, Suriyeli mülteciler Avrupa’da yoğun olarak Almanya’yı tercih etmektedirler.
Avrupa’da Suriyeli mültecilerin sayısının artması her şeyden önce bir politik süreci de beraberinde getirmiştir. Başlangıçta Suriyeli mültecilere karşı Avrupa’da görece bir hoş görü varken, mülteci sayısının artmasına paralel olarak politik karşı tepkiler de gelmeye başlamıştır.
Bu karşı politik tepkinin yaygınlaşmasına ISIS (İŞİD)’in Avrupa’da terör eylemlerine başlamasının da ayrıca bir katkısının olduğu açıktır.38
Mültecilerin AB üye ülkelerine ayrıca bir maliyet de getirdikleri ve bu durumun sonuçta üye ülkelerin vatandaşlarına da yansıyacağı ortaya çıkınca, bu kere de mültecilik akının durdurulması için arayışlara girişilmiştir. Bu girişimin en somut yansıması ise AB tarafından Türkiye’ye biçilen bir nevi “Jandarmalık” rolü olmuştur. Bu rolde Türkiye’ye verilecek 3 Milyar Euro yardım fonu karşılığında, Türkiye’deki sığınmacıların ülkede tutulması, bir başka ifade ile AB’ne Gönderilmemesinin sağlanması, AB ve Türkiye tarafından kabul edilmiştir.39
Türkiye ile AB arasında, Brüksel 2015 Zirvesi ile açıklanan Geri Kabul Anlaşmasıyla, Avrupa’daki işe yaramayacak veya riskli-sorunlu- olan mültecilerin Türkiye’ye geri yollanmasının, uluslararası hukuka ve AB hukukuna aykırı olarak, alt yapısı da sağlanmıştır.
Avrupa ülkelerine mülteci olarak giden Suriyelilerin başvurularının, her ülkenin kendi iç hukuk mevzuatı ve taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ve AB hukuku çerçevesinde değerlendirileceğini söylemek gerekmektedir. Başka bir ifade ile uluslararası koruma sağlama konusundaki temel sorumluluk bireyin iltica/sığınma talep ettiği devlete ait bulunmaktadır.40 İlave olarak; AB üyesi ülkelerin AB Hukukundan kaynaklanan hukuki sorumluluklarının da var olduğunu göz ardı etmemek gerekmektedir. AB Hukuku genelinde, Schengen Anlaşması41 ve Dublin II Tüzüğü42 özellerinde mültecilik düzenlemeleri gereği, hukuksal koşul ve unsuru taşımayan sığınmacıların geldikleri ülkeye
iadesi söz konusu olacaktır. Bu kapsamda, yakın zamanda AB üye ülkeleri, diğer üye ülkelerden giriş yapan bir kısım mültecileri geldikleri üye ülkelere geri göndermeye başlamıştır.43
AB’nin sınır kontrolü, sığınma ve göç konusundaki yetkisi, Özgürlük, Güvenlik ve Adalet Alanının bir parçasıdır.44 Avrupa Birliğinin İşleyişi Hakkında Antlaşma (ABİA) 67. Maddeye göre, AB temel haklara, üye devletlerin farklı hukuk sistem ve geleneklerine göre saygılı olarak özgürlük, güvenlik ve adalet alanı yaratır.45 (ABİA 67/1)46 İç sınırlarda kontrol olmamakla birlikte, dış sınırlar üye devletlerarasındaki dayanışma prensibine göre 3. ülke vatandaşlarına karşı sığınma, göç ve dış sınırların kontrolü konusundaki ortak politikalara göre korunur.47 (ABİA 67/2).48
İlave olarak, Dublin II Tüzüğü ve 2013/32/EU direktifi de bu bağlamda dikkate alınması gereken önemli AB hukuku kaynakları olarak dikkat çekmektedir.49
Mevcut olağanüstü gelişmeler ve yoğun mülteci akını nedeniyle Avrupa ülkeleri, bu mülteci akınına karşı, kendi iç mevzuatlarını ve kurallarını da gözden geçirmeye başlamışlardır. Keza aynı şekilde; AB’de yeni düzenlemeler için görüşmelere başlamıştır. Mülteci akınıyla baş edebilmek için yeni düzenleme ve kuralların birer birer AB üyesi ülkelerde yakında yürürlüğe gireceğini söylemek pekâlâ da mümkün görünmektedir.50 Hatta konuyla ilgili Avrupa’da bu alanda bilimsel değerlendirmelerin sayısının arttığın da söylemek gerek.51 Sonuç
itibariyle; bu kadar yoğun bir göçmen akının Avrupa’nın (AB ve üye ülkelerin) mülteci ve göçmenlik politikalarının ve yasal mevzuatlarının üzerinde derin değişikler yapılacağını öngörmek gerekecektir.
Geri Kabul Anlaşması ve Vize Serbestisi
Açıktır ki Türkiye, AB’ye aday ülkeler arasında vatandaşlarına vize uygulanan tek ülkedir. Türkiye ile AB arasında Vize Serbestisi Diyaloğu 16 Aralık 2013 tarihinde Ankara’da başlatılmış ve aynı tarihte Geri Kabul Anlaşması (GKA) imzalanmıştır. GKA 1 Ekim 2014 tarihinde yürürlüğe girmiş ve Anlaşmanın 3. ülke vatandaşlarına yönelik uygulanmasına 1 Ekim 2017 tarihinde başlaması kararlaştırılmıştır.
Anlaşma ile vatandaşlar için AB ülkelerinde vize serbestisini teminen, Vize Serbestisi Yol Haritası sürecinin Ekim/Kasım 2016’da tamamlanması
öngörülmektedir.52
Dikkate almakta fayda vardır ki, AB ile Mutabakat Zaptı ve Geri Kabul Anlaşması imzalanarak nihai hedefi Türk vatandaşlarına uygulanan Schengen
vizesinin kaldırılması olan Vize Muafiyeti Süreci resmen başlamıştır. Tüm bunların haricinde, 2015 yılı içinde ve yaz aylarında Suriye’den kaçan mültecilerin sayısının da artması sonucu, AB tarafıyla özellikle Eylül ayından itibaren artan bir temas trafiği yaşanmış, görüşmeler 29 Kasım 2015 tarihinde
Türkiye-AB Zirvesi’nde Ortak Göç Eylem Planı’nın uygulamaya geçirilmesiyle sonuçlanmıştır.53
Avrupa’daki mültecilik akını nedeniyle AB, yoğun akını engellemek için tek çare olarak Türkiye’yi hatırlamış ve duran üyelik görüşmelerini tekrar canlandırmayı ve 3 milyar Euro yardım önererek, bir nevi “mali-siyasi rüşvet” yöntemi ile Türkiye’yi ikna etmeye çalışmıştır.54 Açıkçası bu girişimlerinde de AB, Türkiye ile ortak yol haritası belirleyerek 2015 Brüksel Zirvesinde anlaşma zeminini yaratmış ve taraflar yol haritası çizmişlerdir.55 Bu girişimde dikkate alınması gereken husus ise AB’nin yoğun mülteci akınını durdurma niyeti
ile Türkiye’ye “vize serbestisi” karşılığı biçilen roldür.
Tabii burada, Türkiye’nin bu biçilen rol karşılığında, sayıları her geçen gün artan mültecilerle baş başa kalacak olmasıdır. Bu anlaşma sorunu gerçekten
çözen bir anlaşma değildir. Her iki taraf için de “çıkarlar” söz konusudur ki, bu kapsamda, AB içinde ve üye ülkelerdeki ve Türkiye içindeki “baskıları azaltmaya” ve “iç politikaya yönelik girişimler” olarak görmek önemlidir. Bunların haricinde; şüphesiz ki bu anlaşma, her an taraflarca bozulabilecek, rafa kaldırılabilecek bir noktadır. Tarafların söylemlerinden de bu açıkça anlaşılmaktadır. Yakın zaman içinde bu anlaşma bozulursa-ki böyle bir olasılık oldukça güçlüdür ve beklenmelidir- veya “vize serbestisi” için tamamlanması zorunlu olan 72
Kriter56 yerine getirilmez ise anlaşmanın fiilen yerine getirilmesi olanaksız olacağından, bu ihtimalde dahi, taraflar arasındaki anlaşmanın işlevsiz hale geleceği açıktır. Şu ana kadar 5 Kriterin tamamlanamadığı açıklanmıştır. Bunlar ise “Yolsuzlukla Mücadele, Suçluların İadesinde İşbirliği, EUROPOL ile İşbirliği ve Kişisel Verilerin korunmasında AB Standartlarında Denetim Mekanizmasının Kurulması, Terörle mücadele Mevzuatına Avrupa Standardı” olarak açıklanmıştır.57
Türkiye açısından “Geri Kabul Anlaşması” kapsamında kabul edilen, AB ülkeleri tarafından iade edilecek sığınmacılar için uygun yerlerin hazırlanması58 ile aynı anlaşmaya göre, iç hukuk mevzuatının ve uygun hale getirmesi ve sığınmacıların hukuksal statülerinin tespiti ve tayinine yönelik düzenlemelerin hazırlanması, önemli bir gereklilik olarak ortaya çıkacaktır. Türkiye açısından bir diğer hukuki yükümlülük ise “vize muafiyeti sürecinde” yükümlülüklerin yerine getirilmesi halinde Ekim 2016 da vize muafiyetine onay verecekleri taahhüdüdür.
Türkiye’nin yerine getirmesi gereken bazı hukuksal yükümlükler ise şu şekilde özetlenebilir: Türkiye kabul edeceği kaçaklar için barınma merkezleri yapacak, vize muafiyeti için Türkiye Cumhuriyeti pasaportları AB normlarına tam uyumlu hale getirilecektir. Türkiye kendisinin uyguladığı elektronik vize sisteminden vazgeçecek; AB’nin vize istediği, Türkiye’nin vize istemediği ülkelere de yeniden vize uygulamak zorunluluğu getirecektir. Türkiye’nin tüm bu yükümlülüklerini Temmuz 2016’ya kadar yerine getirmesi beklenmektedir. Üç ay süreyle
Türkiye’yi izleyecek olan AB, yükümlülüklerin yerine getirildiğine kanaat getirirse, Ekim 2016’da vize muafiyetine onay verecektir.59
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR;
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder