31 Temmuz 2017 Pazartesi

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 38

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM  SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 38




5.1.6. “Sekiz Yıllık Kesintisiz Zorunlu Eğitim” Kararının Tarihi MGK’da ki Serüveni 

 XV. Milli Eğitim Şurası’nın toplanma amacı genel olarak “2000’li yıllarda ki Türk Eğitim Sistemi” idi (Çetinkaya, 2005, s.82). Toplanan şurada özellikle istenen 
amaç, 2000’li yıllarda Türk Milli Eğitim sisteminin hedef, ilke ve politikalarını belirlemek, özellikle yönlendirme ve yeniden yapılanmayı tartışmak, yeni yüzyılın gereklerine uygun, çağdaş eğitim sistemi kurabilmek için bütün toplumu sürekli olarak öğrenen, kendini yenileyen, değişen koşullara uygun bilgi ve beceri kazanabilen bir yapıya kavuşturmak ve bu amaçla ilköğretimde 8 yıllık zorunlu temel eğitime geçmek vb. önemli konular şuranın toplanma amaçları arasında yerini almıştır (MEB, XV. Milli Eğitim Şûrası, 1996). 

XV. Milli Eğitim Şûrası ile oluşturulmak istenen Türk Eğitim sistemi çağdaşlarından belki ileriydi ama geri değildi. Bu şurada, Türkiye’nin eğitim yapısı için çağdaş çözümler üretmişti. Şûrada alınan en önemli karar olan “8 yıllık temel eğitime geçilmesi” kararı 4306 sayılı yasa ile 1997’de uygulamaya konulmuş olması, XV. Milli Eğitim Şurası’nda hem alınan kararlar olarak hem de alınan kararların yaşama geçirilmesi bakımından şuranın en önemli başarısıydı (Deniz, 2001, s. 92). Bu şuranın toplanma amacı ileri ki yıllarda daha iyi anlaşılacaktı. Çünkü 28 Şubat 1997’de toplanan tarihi MGK sonrasında açıklanan 18 maddelik kararlar arasında yerini alan ve yıllarca tartışmalara sebep olacak 8 yıllık kesintisiz eğitim meselesinin temelleri XV. Milli Eğitim Şurası’nda atılmıştı (Çetinkaya, 2005, s.82). 

“8 Yıllık Kesintisiz Zorunlu Eğitim” kararının nasıl çıktığını anlamak için 28 Şubat 1997 MGK Toplantısından yaklaşık olarak 9 ay öncesinde toplanan XV. Milli 
Eğitim Şurası kararlarına, belki de daha öncesine 1994 yılında yapılan yerel seçimlere bakmakta fayda vardır. Özellikle 27 Mart 1994 tarihinde yapılan yerel seçimlerde RP büyük bir başarı elde etmiş, seçimlerden adeta zafer kazanarak çıkmıştı. Bu zafer başta İstanbul ve Ankara başta olmak üzere büyük şehirlerin belediye başkanlıklarını almış olması sonucunda toplum mühendislerini harekete geçirmiş ve “Siyasal İslam’ın” belediyeleri alması ve dini hassasiyeti olan insanların kamu kurum ve kuruluşlarında etkinlik kazanması bazılarını endişelendirmişti (Çetinkaya, 2005, s.83). Bu endişe ortamı içerisinde, RP’nin 24 Aralık 1995 Genel seçimlerinde % 21 oy oranı alması ve birinci parti konumuna gelmesi bazı kesimlerin endişelerinin daha da artmasına sebebiyet vermiştir. 

RP’nin 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde ve 24 Aralık 1995 genel seçimlerindeki bu başarısının ardından toplumda ve kamuoyunda “İslami kesimin neden bu kadar teveccüh gördüğü” tartışılıyordu. Bu bağlamda 12 Eylül 1980 Askeri darbesinden sonra İslami kesime tavizler verildiği gibi görüşler dile getiriliyor ve bunun yanında RP’nin, İmam-Hatip Liselerinin ve Kuran Kurslarının faaliyetleri desteklemesi ve bu kurumların arkasında olduğu imajını yansıtması bu büyümenin ve teveccühün en önemli perde arkasıydı. Bu büyüme bazı kesimlerin daha da endişelenmesine neden olmuş ve “Buna önlem alınmalı ve siyasal İslam’ın önüne geçilmeliydi” şeklinde kamuoyunda bir algı oluşturulmak istenmiştir. 

RP artık birinci parti olmuştu; ama kesinlikle hükümet olmamalıydı (Çetinkaya, 2005, s.83). Basın ve medya organları başta olmak üzere kamuoyunda İslami kesim ve RP adına büyük bir psikolojik hareket başlatılmış, RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan “Hükümet Kurmamalı” söylemleri günlerce TV kanallarında ve gazetelerde yer edinmişti. Böylece ülkede ki siyasi tansiyon iyice yükselmiş ve sonunda ANAP ve DYP koalisyon hükümeti kurulmuş ve siyasetin yüksek olan tansiyonu düşürülmeye çalışılmıştır. Mesut Yılmaz’ın Başbakanlığında kurulan koalisyon hükümeti döneminde MEB Turan Tayan’a verilmiş olması bazı kesimler tarafından “Askerin Sevdiği Bakan” şeklinde yorumların yapılmasına sebebiyet vermiştir (Akpınar, 2001, s.146). 

Milli Eğitim Bakanı Turan Tayan bu dönem içerisinde hemen “restorasyon” faaliyetleri ile örtüşen çalışmalara başlamış ve 13 Mayıs 1996’da XV. Milli Eğitim 
Şurası toplanmıştı. Şuranın en önemli konusu 2000’li yıllarda ki Türk Eğitim Sisteminin nasıl olması gerektiği konusu idi. Ancak toplantının günler öncesinde 8 yıllık kesintisiz eğitim meselesi gündeme gelmiş ve tartışmalar şura öncesinde başlamıştı. Şura hakkında kamuoyunda hâkim olan ortak kanı İmam-Hatip Liselerinin orta kısımlarını kapatmak olduğu yönündeydi. Aslında kimse 8 yıllık zorunlu eğitime karşı değildi. Çünkü 8 yıllık zorunlu eğitim 1946’dan beri uygulanmak istenen projeydi. 1946 yılında ki III. Milli Eğitim Şurası’nda ele alınan bu konu I. Nihat Erim Hükümeti programında da yer almıştır. Sonraki dönemlerde de toplanan eğitim şuralarında da bu konu ele alınmış ve hükümet programlarında yer almıştır. Toplanan şuralarda eğitim konuları görüşülmüş ve 8 yıllık eğitimin “Kesintili mi ya da kesintisiz mi” uygulanacağı tartışma konusu olmuştur. Çünkü XV. Milli Eğitim Şurasına kadar işleyen süreçte 8 yıllık eğitimin “kesintisiz” olacağı söylenmiyordu. Aksine ilköğretimin ikinci kademesi olan 
6. , 7. ve 8. sınıflarda öğrencilere yönlendirilme yapılması arzu ediliyor, yani 5+3 modeli uygulanmak isteniyordu. Bakanlığın Şura öncesinde de yapmış olduğu çalışmalar bu yöndeydi (Çetinkaya, 2005, s.84). Bu bağlamda geniş katılımlı ve oldukça geniş alanı kapsayacak çalışmalar neticesinde, 13 ayrı bölgeden gelen raporlar neticesinde 8 yıl mecburi eğitimin kesintisiz olmasına karşı çıkıyor, 5+3 modelinin pedagojik olarak daha uygun olacağı yönünde görüşler bildiriliyordu. 

Şura, “Parasız Eğitim” talebiyle MEB önünde toplanan sol görüşlü bir grubun gösterisi ile başlamış olmakla beraber şura da; İlköğretim ve Yönlendirme, Ortaöğretim Yeniden Yapılanma, Yükseköğretime Geçişin Yeniden Yapılandırılması, Eğitimin Finansmanı ve Toplumun Eğitim İhtiyacının Yeniden Karşılanması adı altında beş ayrı komisyon kurulmuştur (Çetinkaya, 2005, s.84). 

Özellikle yapılan bu çalışmalar ve kurulan komisyonlar sonrasında 8 yıllık eğitim konusunda çalışmalara başlanmış ve özellikle dikkat çeken noktalardan biri, 
Bakanlık tarafından üyeleri belirlenen 117 kişilik komisyonda çoğunlukla “Kesintisiz eğitimi” savunan isimler dikkat çekmekteydi. Yani komisyon genelde “Kesintisiz eğitimi” savunanlardan meydana geliyordu. 

Türk Eğitim Sendikası, zorunlu eğitimin kesintisiz olmasına karşı iken Eğitim Sendikası ise; zorunlu eğitimin kesintisiz olmasını savunuyordu. Bununla beraber eğitim konusunda yine siyasilerin, askerlerin ve bürokratların görüşlerinin yanı sıra eğitime pedagojik olarak yaklaşanlar “kesintisiz” kararının çıkması çabası içerisindeydiler. ÖNDER (İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği) gazetelere ilanlar vermekle beraber bu ilanlarda “8 yıllık zorunlu eğitimin ülkemiz için faydalı olacağı, eğitim seviyesinin yükselmesi ile beraber daha ileri seviyelere yükseleceği inancını taşıyorlardı. Bunun yanında 8 yıllık eğitime karşı olmak bir tarafa ülkemiz şartları elverir ise eğitimin 11 yıl olması ülkemiz için daha faydalı olacağı kanısındayız” şeklinde açıklamalar yapıyorlardı. Ancak zorunlu eğitimin 8 yıla çıkarılmasının İmam Hatip Liselerinin kapanmasına vesile kılınmak istenmesi kabul edilmez bir durumdur. 8 Yıllık zorunlu eğitimde Başbakan Tansu Çiller’in de ifade ettiği gibi “5+3 yıl uygulanmalı, 5. yıldan sonra öğrenciye diploma verilerek, öğrenci zorunlu eğitimini istediği yerde (klasik lise, kolej, meslek lisesi, çıraklık okulu, Kur’an 
Kursları mesleki kurslar, imam hatip liseleri vb.) eğitimini tamamlayabilmelidir. 5. Yıldan sonra diploma verilmeyerek 8 yıllık zorunlu eğitim uygulamasına gidilmesi tamamen İmam Hatip Liselerinin kapanmasına yönelik bir harekettir ve ülkemiz düşmanlarının bir oyunudur” (Çetinkaya, 2005, s.86-87) şeklindeki görüş bildirmeleri oldukça anlamlıdır. 

Eğitim konusu artık sadece toplanan şuranın en önemli gündemi olmakla kalmamış ülkenin gündemi haline gelmişti. Özellikle toplanan Milli Eğitim Şurasına 8 yıllık kesintisiz eğitim damgasını vurmuştu. Eğitim konusunda ülkede 14 Şura toplantısı yapılmış ancak hiçbiri bu kadar ülke gündemine oturmamıştı. Ülke ve gündem adeta 8 yıllık kesintisiz eğitim konusuna kilitlenmişti. TV Kanalları ve gazeteler yorumlar yapıyor, bazı gazeteler eğitime önem veriyor, eğitim hakkında görüşler açıklanıyor ve şura üyeleri üzerinde adeta baskı kurmaya çalışılıyordu. 

Eğitim konusu ülke gündemi meşgul ederken, Başbakan Mesut Yılmaz, TBMM Başkanı Mustafa Kalemli ve Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel toplanan şuraya 
katılmış ve hiçbir şuraya katılmayan ve şura gündemlerinden adeta habersiz olan devlet erkânının şuraya bu kadar ilgi göstermesi oldukça dikkat çekiciydi. 

İlköğretim ve Yönlendirme Komisyonu’nda beklenen gerçekleşmiş ve İmam Hatip Lisesi, Anadolu lisesi ve bazı meslek liselerinin 3 yıllık orta kısımlarının 
kapatılarak ilköğretimin kesintisiz yapılması kararı 28’e karşı 58 oy ile karara bağlanmıştı. Bütün bu yaşanan gelişmeler ile beraber gerçeği aslında kimse görmemişti. 
Önceden planlanmış olan sistem işletilmeye konulmuş ve Şura’dan “Kesintisiz Eğitim” kararı çıkmıştı. XV. Milli Eğitim Şurası’nda konu ile ilgili olarak resmi karara baktığımızda: “Yakın bir gelecekte 5-6 yaş okul öncesi eğitim ilköğretim bünyesine alınmalı, ilköğretim kesintisiz 8 yıllık zorunlu eğitim olarak uygulanmalı, 8 yılın sonunda tek tip diploma verilmeli, 9. sınıf liseye ya da mesleki teknik eğitime yönlendirme yılı olmalı; böylece ilköğretim zorunlu 2+8+1 sistemi oluşturulmalıdır. Çocukluğun tam yaşandığı, çocukların kendilerini, ailelerinde çocuklarını tanıdığı bu dönemde bulunanlar çırak yapılmamalıdır. Uzun vadede zorunlu eğitim 18 yaşını kapsayacak şekilde düzenlenmelidir” (Çetinkaya, 2005, s.88-89). 

İmam Hatip Liselerinin orta kısımlarını kapatacak bu karar nihayetinde tavsiye kararı mahiyeti taşımaktaydı. Çünkü Milli Eğitim Şuraları Bakanlığın danışma organı niteliğinde olup verdiği kararların herhangi bir bağlayıcılığı yoktu. Bunun en önemli göstergesi ise şuralarda alınan yüzlerce kararın gerçekleşmemiş olmasıydı. 

Bütün yaşanan bu gelişmelerle beraber 8 yıllık kesintisiz eğitim kararı bir anlamda hükümet krizine dönüşmüştü. Bu karar sonrasında ANAP ve DYP Koalisyonu ortaklığında kurulan hükümet içerisinde gerilimler yaşanmıştır. Şuranın toplanmasından 15 gün önce basın ve medya organlarına, ANAP yönetiminin yaklaşmakta olan kongre öncesinde muhafazakâr kanada daha şirin gözükmek amacıyla 53. Hükümet programında 8 yıllık eğitim ile ilgili ilkelerin saptırıldığı haberi yansımış ve buna göre ANAP grubuna korsan bir programın dağıtılmış olması temel eğitimin 3 yıllık ikinci kademesinde “din, teknik ve sanat gibi alanlarda” yönlendirilmeye işlerlik kazandırılacağı ifade edilmiştir. Bu atılan adımlar DYP kanadından tepki ile karşılanmış ve hükümete destek veren CHP Genel Başkanı Deniz Baykal tarafından da tepki ile karşılanmış olmakla beraber eğitimin 8 yıla çıkarılmasının sulandırıldığını ifade etmiştir (1 Nisan 1996), Sabah, s.1. 



Milli Eğitim Bakanı Turan Tayan çok geçmeden çalışmalara başlamış ve 8 yıllık kesintisiz eğitim kapsamında İmam Hatip Liselerinin orta kısımlarının kapatılacağını ifade etmiştir. Ancak yapılması gereken hala önemli işler bulunuyordu. Bu işler içerisinde önemli bir nokta dikkat çekiyor ve bazı kesimler imam hatip lisesi mezunlarının devlet bürokrasisi içerisinde yer almasını istemiyorlardı. Çünkü üniversite sınavlarında beklenenin üzerinde başarılı olan bu öğrenciler kendilerine biçilen “imamlık” rolünün dışına çıkıyor ve çeşitli meslek dallarına yöneliyorlardı. Öncelik olarak bu konuda çalışmaların yapılması gerekiyordu. Talim ve Terbiye Kurulu toplanan XV. Milli Eğitim Şurası sonrasında Mayıs ayı içerisinde bir toplantı daha yapmış, toplantıda lise öğrencilerine çeşitli alanlar verilmesi ve bu alanlara göre üniversitelere girilmesi istenmiştir. Toplanan bu kurul ortaöğretimde alan belirleme işlemini gerçekleştirerek İmam Hatip Liselilerinin üniversiteye giriş sürecinde alansız bırakmıştı. Yani bu karar bağlamında imam hatip liseli öğrencilerin alanı olmayacak hukuk, siyasal, uluslararası gibi bölümlere girmeleri engellenecekti. Netice itibariyle de 
beklenen oldu ve imam hatip liseleri, başlayan yeni süreçle beraber sadece İlahiyat Fakültelerine öğrenci gönderecek düzeye getirildi. Bu yeni uygulama ile beraber 1999 yılında YÖK tarafından üniversiteye giriş sisteminin değiştirilmesi ve meslek lisesi öğrencilerine düşük kat sayı uygulaması ile imam hatip liselerinin sınavda bu tür alanlara girmesinin tamamen engelleneceği süreçte böylece başlamış oldu (Çetinkaya, 2005, s.90-91). 

Eğitim sisteminde yapılan bu köklü değişim ülke gündemini adeta etkisi altına almış olmakla beraber siyasi yaşam literatüründe “Zoraki Nikâh” diye ifade edilen Ana-Yol Hükümeti’nde de işler pekiyi gitmiyordu. Hükümet kendi içerisinde ki hesaplaşmaların içine düşmüş ve DSP’nin desteği ile yoluna devam ederken büyük bir darbe de Anayasa Mahkemesinden gelmiştir. RP’nin eylemleri sonrasında hükümetin güvenoyu iptal edilmiş ve bununla beraber RP 27 Mayıs 1996’da Başbakan Mesut Yılmaz hakkında gensoru önergesi vermiştir. Bu eylem karşısında Başbakan Mesut Yılmaz, gensorunun görüşülmesini beklemeden 6 Haziran 1996’da istifa ederek hükümetten çekişmiştir. Bu bağlamda doğal olarak dönemin MEB Turan Tayan’ın da görevi sona ermiştir. 

Mesut Yılmaz Hükümetin düşmesinden sonra dönemin MEB Turan Tayan ile başlamış olan 8 Yıllık kesintisiz eğitimin ne olacağı da tartışma konusu olmuştur. 

Bilindiği üzere siyaset boşluk kaldırmazdı. Mesut Yılmaz Hükümetinin istifası üzerine RP lideri Necmettin Erbakan Başbakanlığında ve DYP lideri Tansu Çiller ortaklığında kurulacak olan Refah-Yol Hükümeti’nin temelleri atılmaya başlanmıştı. RP kanadı 8 yıllık eğitim konusunda Ana-Yol Hükümeti’nin MEB olan Turan Tayan’a karşı tavır almıştı. Turan Tayan kurulacak kabinede yer almış olsa bile kesinlikle Milli Eğitim Bakanı olmayacağı görüşü parti kanadında hâkim olmuştur. Beklenen olmuş, Turan Tayan kabinede yer almıştı. Ancak asker tarafından sevildiğini ifade eden Turan Tayan, Milli Eğitim Bakanlığına değil de Milli Savunma Bakanlığına getirilmiştir. 

Yeni kurulan Refah-Yol Hükümeti protokolünde eğitimle ilgili 4 maddeye yer verilmiş ancak şu iki madde oldukça dikkat çekici olmuştur: 

1. Zorunlu eğitim, 8 yıla çıkarılacak, öğrencilerin ilgi ve kabiliyetlerine göre çeşitli meslek alanlarında eğitim görebilmeleri için ilköğretimin ikinci kademesinde yönlendirme sistemine işlerlik kazandırılacaktır. 
2. YÖK yeniden düzenlenecek ve sadece koordinasyonun sağlanmasında sorumlu bir yapıya kavuşturulacaktır. 

Yukarıda ki ifade edilen maddelerden 8 yıllık eğitimin “kesintisiz” uygulanmayacağı sonucu ortaya çıkıyordu. Ancak askeri kanadın bu anlamda hassas olduğu hem 8 yıllık kesintisiz eğitim hem de üniversiteleri 12 Eylül 1980 Askeri darbesinden bu yana elinde tutan YÖK ile ilgili kararı oldukça tepki çekeceği anlaşılıyordu. 

Refah-Yol Hükümeti’nin koalisyon ortağı olan DYP, 8 yıllık kesintisiz eğitim konusunda ortağı olan RP’nin tepkisini çekmek istemiyordu. Dönemin DYP’li Milli 
Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam’da kesintisiz eğitim modelini zaten benimsemiyordu. Kesintisiz eğitim konusunda ki görüşünü, TBMM’de 1 yıl sonrasında vermiş olduğu ret oyu ile de ispat etmiştir. Ana-Yol Hükümeti döneminde Milli Eğitim Bakanı olan ve askeri kanat tarafından sevildiğini ifade eden Turan Tayan ise XV. Milli Eğitim Şurası’ndan itibaren kesintisiz eğitim modelinin mimarıydı (Çetinkaya, 2005, s.92). 

Türkiye’de eğitimin kesintili mi kesintisiz mi olacağı tartışmaları devam ederken RP’nin iktidara gelmesi ile ülkede ki gerilim ortamı daha da artmıştı. Bütün bu yaşanan olaylar laik kesim tarafından dikkatle izlenmekle beraber ülkede ki laiklik tartışmaları başlamış, toplumda adeta bir kutuplaşma ortamı yaratılmış ve askeri kanat basın ve medya organlarını kullanarak çeşitli açıklamalar yapmaya başlamıştı. Özellikle bu dönem içerisinde RP lideri Necmettin Erbakan’ın yurt dışı gezileri özellikle, olay yaratan ve ülke gündemini derinden etkileyen Libya gezisi ve sonrasında yaşananlar başta olmak üzere İran gezisi, Taksim’e cami projesi, Kudüs gecesi, başbakanlık resmi konutta verilen iftar yemeği, kurban derilerinin toplanması, karayolu ile hacca gitme, imam hatip liseleri, başörtüsü sorunu ve Susurluk olayı ile yaşananlar ülkede bulunan gerilim atmosferini daha da yükseltmekle beraber siyasetin tansiyonunu da etkilemiştir. 

Bütün bu yaşanan olaylar kamuoyunda dikkatle izlenmekle beraber basın ve medya organları tarafından da her geçen gün yaşanan olaylar manşetlerde yer alıyor ve toplumda bir kutuplaşma ortamı yaratılmak isteniyordu. Siyasetin bu yüksek tansiyonu 28 Şubat 1997 günü adeta tavan yapmış ve kamuoyunda “post-modern darbe” olarak bilinen ülkenin geleceğine yön verecek olan 18 maddelik tarihi MGK kararları alınmıştır. Alınan bu kararların 3 maddesi doğrudan MEB ilgilendiriyordu; Bu kararlara baktığımızda; 

. “8 yıllık kesintisiz eğitim uygulanmaya konulmalı, Kur’an kursları MEB’e devredilmelidir. 
. Tarikatlara bağlı özel yurt ve okullar Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereği MEB’e devredilmelidir. 
. Atatürk inkılaplarına sadık din adamları yetiştirmek için, eğitim kurumları Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun özüne uygun ihtiyaç düzeyinde tutulmalıdır.” 

28 Şubat MGK Kararlarının açıklanması sonrasında RP dışında, ANAP, DYP, DSP ve CHP temsilcileri hükümeti beklemeden bir araya gelerek 5 yıllık temel eğitimin 8 yıla çıkarılması için 5 Mart 1997 hazırlamış oldukları ortak yasa teklifini TBMM Başkanlığına sunmuşlardır (Çetinkaya, 2005, s.93). 

Yaşanan bu gelişmelere başta askeri kesimler olmak üzere diğer birçok kurum ve kuruluşlar destek veriyor, 1994 yerel seçimleri ve 1995 genel seçimlerinden büyük bir başarı ile çıkan RP’nin gücünün her geçen gün artığını, siyasal İslam’ın yaygın bir güç haline geldiğini sayıları her geçen gün artan İmam Hatip liseleri ve Kur’an kursları hakkında acilen bir önlem alınması gerektiğini düşünüyorlardı. Korku ve endişe içerisinde bulunan kamuoyunda artık bir restorasyon dönemi başlamalı, imam hatip liselerinin orta kısımları kapatılmalı, bütün bireyler 8 yıllık tek tip eğitim sürecinden geçtikten sonra isteyenler Kur’an kurslarına gidebilmeli, imam hatip liselileri sadece imamlık mesleğine yönelmek dışında başka mesleklere yönelimleri engellenmeli, tarikat okulları ve yurtları kapatılmalıydı. 

28 Şubat tarihi MGK sonrasında eğitim ilgili kararlar alınmış ve sıra bu kararların uygulanmasına gelmişti. Refah-Yol Hükümeti’nin bu kararları uygulamaya 
hiç niyeti olmamakla beraber alınan bu MGK kararlarının bir tavsiye niteliği hükmünde olduğunu ifade ediyordu. Yaklaşık 1 ay boyunca bu kararların uygulanmalı-uygulanmamalı tartışmaları yapılmış olmakla beraber uygulanma dığında ortaya çıkacak sorunlar üzerinde durulmuş ve netice itibariyle kararların uygulanacağı bir atmosfer oluşturulmuştu. 

28 Şubat sürecinin askeri kadrosu alınan kararlardan memnun olmakla beraber bu kararların uygulanması konusunda ısrarcıydı. Asker, 12 Eylül 1980 Askeri darbesi sonrasında da 8 yıllık temel eğitimi istemiş ve bu yönde çalışmalar başlatılmıştı. Başlatılan bu çalışmaların ANAP dönemi içerisinde rafa kaldırıldığı bilinmekle beraber son 28 Şubat MGK toplantısında alınan bu kararların ülkede ki siyasal İslam’ın ve dinsel yükselişin önünü keseceği tahmin ediliyordu (10 Mart 1997), Yeni Yüzyıl, s.1. 

28 Şubat sürecinin askeri kadrosu alınan kararlardan memnun olmakla beraber bu kararların uygulanacağından yana tavır almıştır. 8 yıllık kesintisiz eğitim ile ilgili haberler askeri harekete geçirmiş ve MGK Genel Sekreteri Org. İlhan Kılıç hükümetin uygulamaları ile ilgili ziyaretler düzenlemeye başlamıştı. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam’ı ziyaret eden MGK Genel Sekreteri Org. İlhan Kılıç; 8 yıllık eğitimin “kesintisiz” olması yönündeki düşüncelerini ifade etmiş ve sonrasında Diyanet işlerinden sorumlu Devlet Bakanı Nevzat Ercan’a giderek “Atatürk’ün din düşmanı ve vatan haini olarak gösterildiği ve Kur’an Kursları’ndan duyulan rahatsızlığı” ifade etmiştir (8 Mart 1997), Hürriyet, s.1. 

Askeri kanat, Kur’an Kursları ile ilgili hazırlamış olduğu raporu daha öncesinde de MGK’nın sivil üyelerine sunmuş ve bu kurslarda eğitim gören öğrencilerin nasıl yemin ettiklerine ilişkin videokasetlerini göstermiştir. Bu yeminlerin içeriğine baktığımızda öğrencilerin “Şeriat Devleti” için savaş andı içtikleri ve Atatürk hakkında ağır ifadelerin kullanıldığı bilinmektedir (5 Mart 1997), Milliyet, s.1. 

Yaşanan bütün bu gelişmeler adeta hükümet üzerinde psikolojik bir baskıyı ifade etmekle beraber asker, 31 Mart 1997 MGK toplantısında hükümete süre tanımaya karar vermiş ve yapılan toplantıda 28 Şubat 1997 MGK karaları gündeme alınmamıştır. Askeri kanat 28 Şubat kararları ile ilgili değerlendirmeyi Nisan ayı sonunda ki yapılacak olan toplantıya bırakmış ve askeri komutanlar kararların uygulanması konusunda gelişmeleri izlemek üzere MGK Genel Sekreteri Org. İlhan Kılıç’ı görevlendirmişlerdir. Org. İlhan Kılıç; MGK adına uygulamaları izleyecek ve komutanlara raporlar hazırlayacak ve bu hazırlanan raporlar MGK toplantılarında açıklanacaktı (Akpınar, 2001, s.230). 

28 Şubat karalarının uygulanmasındaki bu gecikmeler koalisyon ortağı DYP içerisinde de karışıklıkların çıkmasına sebep olmuştur. Darbe söylentilerinin ortaya çıkması, kuvvet komutanlarının Başbakan Erbakan hakkındaki sözleri yüksek olan siyasetin tansiyonunu her geçen gün daha da yükseltiyordu. Askeri kanat, RP’nin hükümet olmasından dolayı hükümetin koalisyon ortağı olan DYP lideri Tansu Çiller’e adeta kızıyorlardı. Bütün bu yaşanan olumsuz gelişmeler Sanayi ve Ticaret Bakanı Yalım Erez ve Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna’nın istifası ile alevlenmiş ve DYP içerisinde ki çözülmeler böylece başlamıştı. 

Bu gelişmeler sonrasında 26 Nisan 1997 tarihinde yapılan MGK Toplantısında asker, hükümetin irtica ile olan mücadelesini samimi bulmadığını açıklamış ve yeni bir süreci başlatmıştır. Kamuoyunda askerin darbe yapmak niyetinde olmadığını; ancak bu kez görevin “Silahsız Kuvvetlere” düştüğünü ifade eden askeri kanat, işlerin sivil toplum örgütlerinin eli ile yapılacağını vurgulamış ve Genelkurmay karargâhında verilen brifinglerle bu süreç başlatılmıştır. Asker, işçi-işveren kuruluşları, sivil toplum kuruluşları, medya ve yargı mensupları ile açıktan temas kuruluyor, MASK’ın değiştiğini, irticayla mücadele için gerekirse silah bile kullanılabileceğini ifade etmişlerdir (Çetinkaya, 2005, s.95-96). 

26 Nisan 1997 tarihinde yapılan MGK Toplantısından sonra asker, “Silahsız Kuvvetler Devrede” diyerek artık yeni bir sürecin başladığını ifade etmiştir. 28 Şubat kararları ve sonrasındaki eğitim ile ilgili olan konulara özellikle 8 yıllık kesintisiz eğitim tartışmaları damgasını vurmuş ve herkesin ortak paydası haline gelmiştir. Çağdaş Yaşamı Destekleme Deneğinden, Türk Kadınlar Birliğine; TOBB’dan Ziraat Odaları Birliğine kadar herkes 8 yıllık kesintisiz eğitimin uygulanması ve Kur’an Kurslarını kapatılmasını istiyorlardı (Çetinkaya, 2005, s.96). Bu yaşanan gelişmeler ülkede ki İmam Hatip lsiselerinin ve Kur’an kurslarının varlığını artık tartışma konusu haline getirmiştir. 

11 Mayıs 1997’de İmam Hatip liselerinin orta kısımlarının kapatılmaması için İstanbul Sultanahmet Meydanı’nda düzenlenen miting gösterisi adeta bir provokasyona dönüşmüştür. Özellikle İmam Hatip liselerinin ve Kur’an kurslarının geleceği için toplanan göstericiler arasında Cumhuriyet ve laiklik ilkelerini savunan kişilerin çıkması ile olaylar daha da artmış ve koalisyon ortağı RP milletvekili Yasin Hatipoğlu’nun 8 yıllık eğitimle ilgili olarak MGK’ya göndermeler yapması ve 160 milletvekili adına sine-i millete döneriz çağrısı daha büyük tepkilerin artmasına neden olmuştur (Çetinkaya, 2005, s.97). Meydana gelen bu olaylar kamuoyunda büyük bir huzursuzluğun doğmasına neden olmuştur. İmam hatip ve Kur’an kurslarının geleceği hakkında yapılmak istenenler toplumun çoğunluğu tarafından kabul görmüyordu. 

Bununla beraber “Silahsız Kuvvetler” olarak nitelendirilen sivil toplum kuruluşları artık her alanda varlığını hissettirmeye başlamış idi. 19 Mayıs 1997’de ki kutlama törenlerinde Başbakan Erbakan adeta yuhalanmış ve RP’li bazı kimselerin kasetleri elden ele dolaşır hale gelmiştir. Bütün bu yaşananlar hükümet üzerinde kurgulanmaya çalışılan psikolojik hareketlerin bir ürünü olarak ortaya çıkmış ve darbe söylentileri arasında DYP’den yine istifa sesleri ve kopmalar başlamış ve Hüsamettin Cindoruk başkanlığında kurulan DTP çatısı altında birleşmişlerdir. 

Yaşanan bütün bu olumsuz gelişmeler sonrasında, Türk siyasal hayatında ve Türk eğitim sisteminde büyük bir dönüm noktası olan, tarihe “28 Şubat Süreci” olarak geçen bir dönemin RP ve DYP ortaklığında kurulan, yaklaşık 11 ay görevde kalan Refah- Yol Hükümeti’nin dağılması ile sonuçlanmış gibi gözükse de aslında bu süreç sonrasında askerlerin; Refah-Yol Hükümeti’nin dağılması sonrasında Genelkurmay Karargâhında ki subaylara verilen brifinglerde bazı üst düzey komutanların şu sözleri söylediği ve daha sonrasında ise kamuoyuna yansıtıldığı bilinmektedir; “Arkadaşlar! Türkiye tarihi bir dönem yaşamıştır. İlk defa silahlı kuvvetler öncülüğünde, sivil toplum örgütleri ve halkın desteğiyle Türkiye’yi laiklikten uzaklaştırmaya çalışan güçler engellenmiştir. Bu, silah kullanılmadan rejimin öz gücü ve sivil inisiyatif ile yapılan post-modern bir darbedir” (Akpınar, 2001, s.329) şeklinde ifade edilmiştir. 

Refah - Yol Hükümeti’nin düşürülmesi sonrasında, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel Hükümeti kurma görevini ANAP lideri Mesut Yılmaz’a vermiştir. ANAP, DSP 
ve DTP’ den oluşan ve CHP’nin de dışarıdan destek verdiği Anasol-D Koalisyon Hükümeti kurulmuş olması ile beraber askeri kanat MEB’in ve Diyanet İşlerinden 
sorumlu bakanlıkların DSP’ye verilmesi arzulamış ve bu şekilde daha doğru olacağını ifade etmiştir. Çünkü ANAP içerisinde bulunan Korkut Özal, Cemil Çiçek gibi 
muhafazakârların 8 yıllık eğitim konusunda ki görüşleri herkesçe biliniyordu. DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in bu iki önemli bakanlığı istemesinde ki temel amacı ise 
“laik-anti laik” tartışmaları sırasında CHP’ye gittiği sanılan oy potansiyelinin yeniden sağlanması ve bu kurumların ANAP’lı yöneticilerin elinden alınmasının daha doğru 
olacağı düşüncesi idi. Netice itibariyle DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit amacına ulaştı ve 12 Eylül 1980 Askeri darbesinde sıkıyönetim komutanlığı yapan MGK eski sekreteri 
emekli korgeneral Ragıp Uluğbay’ın kardeşi Hikmet Uluğbay Milli Eğitim Bakanlığına getirilmiştir. 

Anasol-D Hükümeti’nin koalisyon protokolüne baktığımızda; ülkeyi 54’üncü hükümet tarafından içine düşürüldüğü rejim ve devlet bunalımından kurtarmak, 
toplumda ki gerginliği ortadan kaldırarak uzlaşmayı sağlamak, ahlaki yozlaşmayı durdurmak, kamu yönetiminde ki yıpranmaya son vererek temiz toplum özlemini 
gerçekleştirmek, ülke ekonomisini tekrardan üretken hale getirmek ve devletin saygınlığını artırmak, laik, demokratik Cumhuriyet’i güçlendirmek amaçları ile 
kurulduklarını ifade etmişlerdir. 

Protokolde ki eğitimle ilgili maddeler ise şöyleydi; “8 yıllık zorunlu ve kesintisiz temel eğitim uygulamaya konulacaktır. Anayasanın 24’üncü maddesine uygun olarak, 
temel eğitim kurumlarında zorunlu din kültürü ve ahlak öğretimine devam edilecek; bunu dışında ki din öğretimi ve eğitimi ailelerin istemesine bağlı olarak, “devletin 
gözetim ve denetimi” altında verilecektir. Ülkenin geleceğinin ve çağdaşlaşmanın öncüsü olan gençlerimizin eğitim ve öğrenim sorunlarına özel bir önem verilecektir. 
Eğitimde sadece fırsat eşitliği değil olanak eşitliği de sağlanacaktır. Eğitimin tüm kademelerinde, Atatürk ilke ve inkılaplarını özümsemiş, milli, manevi ve ahlaki 
değerlerimizi benimsemiş, bilimsel düşünceye yatkın, bilgi çağının gereklerini yerine getirebilecek bilgi ve becerilerle donanmış insanlar yetiştirmek temel amaç olacaktır” 
(Çetinkaya, 2005, s.99-100) şeklinde ifade edilmiştir. 

Anasol-D Hükümeti’nin göreve başlaması üzerinden daha 1 ay bile geçmemiş iken 8 yıllık kesintisiz eğitim meselesi tekrardan gündeme gelmiş konu adeta kriz ve 
hükümet kavgasına dönüşmüştür. 8 yıllık kesintisiz eğitim meselesi, 22 Temmuz 1997’de yasa tasarısı olarak meclise sunulmuş ancak öncesinde ANAP’lı bazı 
bakanların Bakanlar Kurulunda yasayı imzalamaması tekrardan kavganın çıkmasına sebebiyet vermiştir. Sabah saat 5’e kadar süren Bakanlar Kurulu toplantısında “8 yıllık 
kesintisiz eğitim meselesi” ele alınmış DSP’li Bakanlar yasa tasarısını imzalanmış ve Bakanlar Kurulundan ayrılması sonrasında yasa tasarısı ANAP’lı Bakanlar arasında 
uzun bir süre tartışılmıştır. Yaşanan bu kavga sonrasında çıkan krizin temel sebebi ise; DSP’li Bakanların Kur’an Kurslarının MEB’e bağlanması isteği üzerine çıkmış ve daha 
sonra DSP’li Bakanlara “Kur’an kursları Diyanet’te kalacak ama denetimin MEB’in yapacağı” bir ara formül iletilmiş ve bu konu üzerinde DSP’li Bakanlar ikna olunca 
konu uzlaşı ile çözümlenmiştir (23 Temmuz 1997), Milliyet, s.1. 

Anasol-D Hükümeti’nin 8 yıllık kesintisiz eğitim ve Kur’an kursları konusundaki tutumu hükümet içerisinde kavga ve kısa süreli bir kriz ortamının 
yaşanmasına neden olmuştur. Bu durum MGK Genel Sekreteri Org. İlhan Kılıç’ı harekete geçirmiş ve Başbakan Mesut Yılmaz’ı ziyaret eden Org. İlhan Kılıç 
görüşmeden ayrılırken gazetecilerin soruları karşısında; “8 yıllık kesintisiz eğitime bu yıl geçilecek” açıklamasını yapmıştır. 

MEB Hikmet Uluğbay, 8 yıllık kesintisiz eğitim yasası daha meclis gündemine gelmeden jet hızıyla işe koyulmuş ve illere birer genelge gönderen Bakan Uluğbay; 
yasanın uygulama esaslarını belirleyerek il ve ilçelerde “8 yıllık kesintisiz ilköğretimin uygulamasını izleme ve icra kurullarının” oluşturulmasını istemiştir. 

8 yıllık kesintisiz eğitim yasası mecliste görüşülürken DYP lideri Tansu Çiller ve eski MEB Mehmet Sağlam’ın yasa hakkındaki düşünceleri yasaya muhalefet 
olmaları bazı kesimlerin tepkisini çekmiştir. MGK’nın 31 Mayıs’ta ki toplantısının zabıtları kamuoyuna açıklanıyor ve o dönem içerisinde “kesintisizi” savunanların nasıl 
bir U dönüşü yaptıkları anlatılıyordu. Eski Bakanın yasa hakkında ret oyu kullanması ve bu durumun medyaya sızdırılması skandal haber olarak ülke gündeminde yer etmiş ve 
sonrasında seçim bölgesi Kahramanmaraş’ın DYP’li ilçe ve belediyelerde ki hayali kadroları sahte evraklarla bakanlığa aldığı yönündeki haberlerle eski MEB Mehmet 
Sağlam hakkında adeta siyasi linç girişimleri başlatılmıştı (Çetinkaya, 2005, s.101). 

28 Şubat sürecinde gerek basın ve medya organları, gerekse muhalefet partilerinin etkin bir konumda bulundukları bilinmekle beraber bunların üzerinde asıl önemli ve potansiyel gücün asker olduğu herkes tarafından bilinmekte idi. Bu süreç içerisinde özellikle 8 yıllık kesintisiz eğitim meselesi aylarca tartışılmış TBMM’de sabahlara kadar süren 37 saatlik çalışma sonrasında 277 milletvekilinin oyu ile 16 Ağustos 1997 tarihinde yasallaşmıştır. ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Süha Sevük üniversitenin açılış konuşmasında; “Hepimiz kabul etmeliyiz ki Türk silahlı kuvvetlerinin baskısı olmasaydı, parlamentomuz bu kanunu çıkaramazdı” (24 Eylül 1997), Hürriyet, s.1 şeklindeki açıklaması askeri baskı olmasaydı 8 yıllık kesintisiz eğitim kararı çıkmazdı şeklinde yorumlanmıştır (Çetinkaya, 2005, s.101). 

“Sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitim” kararının tarihi MGK’da ki serüveni genel olarak bu şekilde gerçekleşmiş olmakla beraber sonuç olarak 8 yıllık kesintisiz 
eğitim ve Kur’an kursları konusunda başarıya ulaşılmıştır. Bu bağlamda İmam Hatip liselerinin orta kısımları kapatılacak, ilköğretimi bitirmeden hiç kimse Kur’an kurslarına gidemeyecekti. 

Uzun ve mücadeleli sürecin sonunda perde arkasında fırtınaların koptuğu eğitim meselesinde yukarıdaki kararlar alınmış (Çetinkaya, 2005, s.102) ve Türkiye’nin 
2000’li yıllarında ki eğitim sistemi ve uygulanacak olan eğitim politikalarına olan etkisi karar sonrasında da tartışılmış ve günümüzde de hala tartışılan konular 
arasında yerini almıştır. 



KAYNAK
BİLĞİSAYARINIZA PDF İNDİRİNİZ;

http://earsiv.atauni.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/123456789/1219/%C4%B0smail_G%C3%9CLMEZ_tez.pdf?sequence=1


39 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder