21 Haziran 2017 Çarşamba

TÜRKİYE'NİN EKONOMİSİNDE GELİNEN SON DURUM VE OLABİLECEK GELİŞMELER BÖLÜM 1




TÜRKİYE'NİN EKONOMİSİNDE GELİNEN SON DURUM VE OLABİLECEK GELİŞMELER BÖLÜM 1




BEYİN FIRTINASI
KONUK Yazar: SELAHATTİN ALTIER
I- GİRİŞ
Prof. Dr. ÜMİT ÖZDAĞ:


Bu hafta seçim dönemini ekonomik olarak ele alacağız. Konuğumuz Selahattin Altıer. 

Biliyorsunuz sayın Altıer daha önce AKP döneminin ekonomik değerlendir me sini iki bölümden oluşan bir yazıda gerçekleştirdi,bunlardan bir tanesini özel bir rapor olarak dağıttık merkez bankasında,iş dünyasında ve basında da ciddi yer aldı, dikkat çekti, tartışmaya neden oldu ardından dergimizin (21.yüzyıl dergisin) ilk sayısında değerlendirmelere devam edildi. Bugün ele alacağımız konuyu ise üçüncü sayımızda (21.yüzyıl dergisinin üçüncü sayısında) bir makale, bir rapor olarak tekrar değerlendireceğiz..

Sözü daha fazla uzatmadan sayın Altıer'e bırakmak istiyorum.

II- SELAHATTİN ALTIER'İN DEĞERLENDİRMELERİ:

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ekonomik durumu her birimiz izliyoruz, burada ekonomide herkesin bildiği konuları tekrarlamaktan ziyade kısa bir sunumdan 
sonra ekonomide varılan noktaları karşılıklı olarak beyin fırtınası şeklinde tartışmak istiyorum. Bu yolu izlersek hem birbirimize katkımız olacak hem de bundan sonraki dönemde ilerleyeceğimiz yolu daha iyi belirleyebileceğiz.

Hatırlanacağı üzere 1999 yılında Ecevit Hükümeti zamanında IMF ile bir stand-by anlaşması yapıldı ve önümüze 6 milyar dolarlık bir kredi imkanı konuldu, 
o zamanki Türkiye'nin ekonomik boyutlarındabu para büyük bir imkan olarak görülüyordu, oysa bugün bu para neredeyse borsada bir günde dönen paranın 
yarısıdır. IMF bize bu programı sunduğunda Türkiye de ithalat ve ihracat arasında büyük fark yoktu ve Türkiye'nin borç toplamı 230 milyar dolar civarındaydı, o dönemde cari açığımızda hemen hemen yoktu, döviz gelir ve giderimizi denk getirebiliyorduk, şimdilerde ise, cari açık çok konuşulur oldu, hatta sokaktaki simitçi bile cari açıktan bahseder hale geldi. Ben T.C. Merkez Bankasında 1995-1996 yıllarında görevliydim ve IMF masasına bakıyordum, bu dönemlerde de önemli bir cari açığımız ve IMF ye borcumuz yoktu.

Şimdi geriye dönüp fotoğraflar çekersek önce Ecevit hükümeti arkadan 1999 yılında iktidara gelen DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümetleri dönemlerinde IMF ve dış güçler ülkemize globalleşme ve liberalleşmenin yararlı olacağı ve Türkiye'nin daha hızlı büyüyeceği düşüncesini empoze etmiş ve bu hükümetler IMF ile stand-by kredi anlaşması yaparak bu anlaşmayı yürütmeye çalışmışlardır. Hepimiz hatırlarız ilk başlarda işler iyi yürümüş ancak bir döviz kuru ayarlanması yapılmadan program uygulanmaya başlandığından ve program gerekli ayarlamalar yapılıp iyi yürütülemediğinden belki de koalisyon hükümeti nedeniyle 2001 krizine kadar gelinmiştir. Hatırlanacağı üzere kriz sonrası Derviş döneminde de yine mevcut program revize edilmiş ve IMF den daha fazla (30 milyar civarı) borçlanılarak programa devam edilmiştir.

Günümüzden geçmişe bakıldığında o gün yaşananlar daha iyi görünmektedir. O dönemde Türkiye'ye belli bir döviz borcu veriliyor, serbest kur sistemine 
geçiliyor ve yüksek reel faiz ödenmesi sistemi oturtuluyor ve de bu sistem o günden günümüze kadar devam ettiriliyor. Tabi ki koalisyon hükümeti başarılı 
olamadığı için Tayyip Erdoğan'ın önü adeta gizli bir el tarafında açılarak, Tayip Erdoğan'ın başkanlığında bir hükümet 2002 yılında iktidara geliyor. Hepimiz 
hatırlarız Siirt milletvekilliği boşaltılıp Tayyip Erdoğan milletvekili oluyor Erbakan 'a bir türlü bitmeyen siyasi yasak getiriliyor. Ancak burada konunun derinliğine girmek istemiyorum. 2002 yılında iktidara gelen AKP de İMF politikalarına sıkı sıkı yapıştı ve bugünlere gelindi. AKP iktidara geldiğinde iç borcumuz 100 milyar dolar dış borç 130 milyar dolara idi. Şimdi ise iç borç ve dış borç toplamı 400 milyara ulaştı. Türkiye Cumhuriyetinin 80 yılda yaptığı borç kadar borç 4 yılda yapılmış oldu. Bugün 400 milyar dolar borç ve 100 milyar dolar sıcak para ile karşı karşıya bulunmaktayız. Yani ülkemiz üzerine 500 milyar dolar yük bindirilmiştir. Tek olumlu gösterge döviz rezervimizin 30 milyar dolardan 60 milyar dolara çıkmış olmasıdır. Türk halkı bankalara 100 milyar dolar borçlandırılmış vaziyettedir. Bunun 70 milyar doları tüketici kredileri, 20 milyar doları konut kredisi, 10 milyar doları araba kredileridir. Karşımıza 500 milyar dolar borçlu, devamlı reel faiz ödeyen bir ülke çıkmıştır.

Tabii ki bu noktalara gelirken IMF nin bir takım öngörüleri olmuştur, örneğin, T.C. Merkez bankası Kanununda Atatürk zamanın,da konulmuş "TCMB kalkınmayı teşvik eder" diye bir madde vardı, bu maddeylekaldırttılar yerine "TCMB fiyat istikrarını sağlar", maddesini koydular bankalar aracılığı ile özel sektöre verilen reeskont kredilerini kapattılar, hazineye konjonktürel ihtiyaç için verilen krediyi kapattılar, böylece hem özel sektörün hem de hazinenin boğazını sıkıp dış borçlanmaya ve devlet mallarının satışına yönlendirdiler. Türk özel sektörünün hemen hemen hiç dış borcu yokken bugün özel sektör 130 milyar doların üzerinde borçlu hale geldi veya getirildi. Bu arada Hazine Dünyada eşi olmayan %13-15 gibi reel faiz ödemeye devam etti, borçlanmanın büyümesinde dış konjonktür kadar bu reel faizlerde rol oynadı.

Şimdi diyebiliriz ki AKP bunlara rağmen 2007 seçimlerini kazandı peki nasıl oldu? Cevap, halk 2001 krizinden o kadar korktu (veya korkutuldu ki) ki ya daha 
kötü durum olursa endişesiyle hareket etti. Yani çok sevdiklerinden değil de korkularından dolayı AKP ye oy verdiler.

Şimdi kısaca 2001 krizine dönelim birde dünyada neler oluyor onlara bakalım. 2001 krizi sırasında bir Demirbank olayı yaşandı, bu bankanın elinde hazine 
bonoları vardı, kendilerine söz verilmiş ben bu bonoları istediğin zaman nakde çeviririm sen bu bonoları satın al diye, bankada kar amacı ile almış. 
Kriz anında Türk parası likidite sıkıntısı doğduğunda ben senin bonolarını kırmam nakde çevirmiyorum deniliyor, yani devletin kağıdını Merkez Bankası satın 
almam diyor, böyle bir durumda Dünyanın neresinde olsa bir banka iflas eder. En belirgin olay olduğu için Demirbank'ı söylüyorum. Benzer olaylar da var. 
Bu güne gelirsek Avrupa ve Amerika'da geçenlerde bir nakit para krizi yaşandı, Avrupa'nın en büyük bankalarından Fransız Bank Paribas nakit sıkıntısından 
neredeyse iflas noktasına geldi, aynı Demirbank gibi likidite sıkıntısına girdi, bunu gören Avrupa Merkez Bankası (AMB) hemen bir operasyon ile bir para 
politikası oluşturdu ve sırf bu bankayı kurtarmak için bir günde piyasaya 145 milyar Euro pompaladı, böylece söz konusu banka elindeki bonoları paraya 
çevirip likidite problemini çözdü, benzer para operasyonları ABD'de de yapıldı. Şimdi düşünüyorum 2001 krizinde eğer TCMB hazine bonoları karşısında 
birkaç bankanın likidite ihtiyacını karşılasaydı belki de kriz olmayacaktı. Hepimiz hatırlarız o günlerde yüzde yedibinlere varan Türk Parası faizleri doğdu. 

Merkez Bankası ise orada eli kolu bağlı duruyordu, halbuki AMB bir günde krizi önlemek için gereğini yaptı, 145 milyar Euro'yu piyasaya bir günde verdi ve 
takviyeye de devam etti, bankalarını çökertmedi. Geriye baktığımızda bence bu kriz bilinçli yaratılmıştır, Türkiye' yi daha fazla borçlandırmak devlet mallarına 
hatta özel malları yabancılara sattırmak için. Kriz olunca ne oldu, o gün dolar altıyüzbin TL'den birmilyonikiyüzbin TL ye çıktı bugüne kadar 5 yıldır aynı 
seviyede duruyor. İnsan düşünüyor madem ki döviz tutulabilecekti, o dönemde TCMB piyasaya biraz para verseydi ve döviz kurunu makul bir düzeyde 
düşürseydi bu kadar büyük kriz belasıyla karşı karşıya kalınmayacaktı. Kanımca kriz belkide dış güçlerce (buna IMF de dahil olabilir) planlanmış bir olaydı. 

Türkiye'yi ani bir krize sokup arkasındanülkenin borçlarını ikiye katlanması ve 100 milyar dolar sıcak parayı içeri sokup devlet mallarının satılmasına yol 
açılması bu konudaki görüşümüzü desteklemektedir. Sıcak parayı çekmek için aşırı reel faizler ödendi, hesap yapılmış 2001 yılında 100.000 dolar sıcak para 
getiren yabancının parası 5 yıl sonra görülmemiş bir şekilde 500.000 dolar olmuş, tabii ki yabancıanaparasını katladığı gibi karının sadece bir kısmı ile Türk 
piyasalarında oynar hale gelmiş.

Bu gelişmeler karşısında krizin özel olarak yaratıldığı, devletin ve özel sektörün borçlandırılması ve devlet mallarının satışı suretiyle ülkemizin boyunduruk 
altına alınmak istendiği görüşü doğmaktadır. Nitekim ülkemizdeki 2001 krizinin ardından ABD'nin Irak'ı işgal etmesi tesadüf müdür? Eğer ekonomik olarak 
çok daha güçlü bir ülke olsaydık, bu kadar borçlu olmasaydık ABD Irak da belkide bu kadar rahat dolaşamayacaktı. Günümüzden geriye baktığımızda bende bu kanaat doğuyor, olayları kronolojik olarak sıraladığımızda bu kadar tesadüfler zinciri olamaz. Neden o zamanTCMB makul bir miktarda bir Türk parasını Avrupa Merkez Bankası gibi (AMB) gibi piyasaya vermedi, onu sorgulamak lazım.

Şimdi günümüze gelirsek, sayın hocamın dediği gibi ekonomi bu günden sonra nereye gider? Birazda bunu açıklayalım; Yeni hükümet kanımca muğlak bir 
program açıkladı, bakıldığında mevcut ekonomi politikasının aynen devam edeceği kanaati doğuyor veekonomik sistem dolara endekslenmiş durumda. 
Elektrik zammı yapılmıyor nedeni elektrik birim fiyatları dolar ile tespit edilmiş ve dolara endekslenmiş, dolar artmadıkça elektrik fiyatları da aynen kalıyor. 
Döviz fiyatları sabit olduğundan akaryakıt fiyatları kur nedeniyle artmıyor, ithal malları ucuza geliyor ve bu nedenle de enflasyon yavaşlamış görünüyor. 
AKP'nin yeniden iktidara gelmesinin nedenlerinden biride budur, çünkü ucuz ithal malları sayesindevatandaşların büyük bir kısmı otomobil gibi mallara 
ulaşabiliyor, yabancı mallar karşısında alım gücü artmış oluyor, ancak enflasyon devam ettiğinden yerli mallar ise vatandaş için pahalılaşıyor, özetleyerli 
mallar pahalılaştığından ithal mallar ucuz kalıyor bu da ithalatın hızla artmasına neden oluyor. Nitekim son 5 yılda ithal malların fiyatları aynı kaldığı halde; 
yerli bir çok malda fiyat artışları(enflasyon) yüzde yüzleri geçiyor, sonuçta yerli ve ithal malları arasındaki nispi fiyat dengesi de değişiyor ve ithalat hızla artıyor, 180 hatta 200 milyar dolarlara gidiyor. Bu gelişme ihracatımızı da etkiliyor, ihraç malları içerisindeki ithal girdi miktarı artıyor, örneğin elektronik sanayinde ithal girdi oranı %95'lere kadar çıkıyor. Sanayide ithal mallar rekabetine dayanamayıp yavaş yavaş ölüyor ve montaj sanayine dönüyor, istihdam yaratmayan ve ülkemize pek katkı sağlamayan bir sektör haline dönüşüyor . 

Bu gelişmelerin sonucu da ortadadır, son aylık ithalat rakamı 15 milyar doları aştı, yılık 180 milyar dolara doğru gidiyor. İhracatımız 100 milyar dahi olsa 
açık 80 milyar dolar oluyor. Türkiye'nin 80 milyar dolarlık dış ticaret açığını uzun vadede absorbe etmesi mümkün değildir. Bu rakamlar artıkABD'nin veya 
sıcak paranın halledebileceği ( İngilizce deyimi ile "cover" edebileceği ) noktaları aşmıştır. Diğer yandan özel sektör 130 milyar dolar borçlanmış durumda, 
bu paraya yıllık %7 oranında faiz ödense dahisadece bu krediler için yılda 10 milyar dolar faiz ödenmesi gerekiyor, buna 80 milyar dolar dış ticaret açığı 
eklenirse sadece bu iki kalem için 90 milyar dolar bulmak lazım. Sıcak paralara ödenen meblağlar da buna eklenirse yükün büyüklüğü ortadadır. Oysa çok 
övünülen turizm en fazla 20 milyar dolar getirmektedir, turizm Ruslara hizmet eder hale gelmiştir, turizm hizmetleri ucuz olduğu için turist gelmekte fakat 
fazla bir döviz gelmemektedir.

Türkiye böyle bir durumu ancak bir süre daha devam ettirebilir. Reel faizlere dikkat edin , hazine bonosu faizleri %20nin altına indiği zaman ülkemizde 
hemen kriz belirtileri görülmektedir, geçen sene faizler %12'lere inmişti yabancılar hemen kriz gibi bir durum yaratmış ve doları 1,7 YTL'ye yükseltmişler, ama otoriteler hemen aman yapmayın biz faizleri yükselteceğiz deyip kapalı kapılar ardında faizleri tekrar %20'lere yükseltmişler idi, yabancılar dolarlarını 1,7 YTL'den satıp tekrar %20 faizli hazine bonosu almışlar, dolar tekrar 1,2 YTL'ye indiğinde hem kurdan hem de faizden para kazanmışlardı. Son 2 yıla baktığımızda faizler %12'lere doğru gelince yabancılar faizleri tekrar %20'lere yükselttiriyorlar, kur iniş binişlerinden de ayrıca para kazanıyorlar. 
Anlaşıldığı üzere faizlerin %20'lerin altına inmesi yabancıların iştahını kesmiyor, ayrıca faiz indi bindi oyunundan dadöviz kurları yoluyla büyük karlar 
sağlıyorlar.

Ekonomide bu gelişmeler olurken Türk finans sektörü de yabancıların eline geçmektedir. 2001 krizinin yarattığı korku ve ekonomideki pembe tablonun 
bozulacağı korkusu ile Türk banka sahipleri de bankalarını satmaktadırlar. Hüsnü Özyeğin gibi profesyonel bir kimsede bankasını ( Finans Bank) 3 milyar 
dolara sattı , sattı ama satılan Finans Bank 1 yılda 1 milyar dolar kar elde etti. Yabancılara satılan Türk Telekomun bu yılki karı 5 milyar dolar civarında 
çıkacak. Satılan bu önemli kuruluşlarda birkaç yıl içerisinde ülkemizin karşısına 15-20 milyar dolar civarında bir kar transferi yükü çıkaracaktır.

Bence bu günkü ekonomik tablo iki yıl daha devam edebilir, zira ülkemizin yabancılara satılacak devlet malı ve özel malları bitmektedir, az önce 
bahsettiğim döviz ödeme yükleri taşınamaz hale gelmektedir. Eğer hükümet önlem almaz ise çok korkunç durumlarla karşılaşacağını düşünüyorum. 
Şunu da vurgulayayım 20 milyar dolarlık devlet malı satıldı, Uzan gurubu mallarından da 10 milyar dolara yakın döviz sağlandı Uzan'ın dolaylıda olsa 
Türkiye aleyhine açtığı Uluslararası davalar 20 milyar dolar civarında, eğer bu davaları kazanırsa bu da hükümetin üzerine büyük yük getirecektir, bunu 
bir kenara bırakırsak, Petrol İş Sendikası başkanı devletin üretim yapan son kuruluşu Petkim'dir bunu sattırmayacağız, yaşatacağız demektir, ancak bu 
günkü durumda hükümetin Petkim'i satacağı anlaşılmaktadır, böyleceüretken ve karlı devlet kuruluşu kalmamaktadır.

Özel bankaların sanırım %35' i yabancıların eline geçti, yakında bu oran %50'yi geçecektir. Özel sektörün elinde AltarnatifBank kalmıştır oda satılma 
yolundadır. Sigorta sektörünün %90'ı yabancılara geçmiştir. Daha ilginci EczacıBaşı İlaç'da Çek'lere satılmıştır,Çanakkalede'ki salça fabrikasını da yabancılar satın almış, yabancılar diğer özel sektör fabrikalarını da satın almaya başlamışlardır, bakacağız ki 5 yıl sonra,sanıyorum bu hükümet bu koşullarda o kadar süre dayanamaz, Türkiye gerek borçlandırılma gerekse özel sektör ve kamu mallarının mülkiyeti açısından tam bir ekonomik işgal altında olacaktır. 

Bunun siyasi ve sosyal etkileri olacaktır. Kanımca hükümet bu işi iki yıldan fazla götüremez, çünkü dövizdeki gelişmeler hükümeti yavaş yavaş sıkıştırmaya 
başlamıştır, kamu personeline %2 zam verilmektedir, çalışanları bu kadar baskı altında tutabilecek midir.

Türkiye de en ucuz iki şey vardır bir tanesi döviz diğeri ise emek. Bu ucuz iki faktör üzerine kurulu sistem, bu iki faktörün birisinde oynama olması halinde 
çökebilir ve kontrolü çok güç olur. Bunu sadece biz görmüyoruz, TUSİAD ve TOBB de görüyor, zaten görmemeleri mümkün değil, Hazineyi uyardılar "reel faizleri düşürün, ekonomi bunu kaldırmıyor" diye,tabiî ki bunu diplomatik bir dille söylediler, bunun üzerine IMF temsilcisi çıktı " hayır, hazine bütçe açığı vermeyecektir, artan harcamaları kısın" dedi, bu, devlet biraz daha vergi koysun biraz daha zam yapsın, ama mevcut döviz kuru politikasını terk etmesin demektir. 

Sanırım gelen tehlikeyi Hükümette görüyor bir şeyler yapmak istiyor ama dış güçler onlarında elini kolunu bağlıyor, Merkez Bankası Hükümetten bağımsız 
fiyat istikrarını sağlayacağım diye en kolay yol olan reel faizleri yüksek tutuyor ve rahat bir yönetim ile fiyat istikrarı dışında ülkenin kalkınması, büyümesi 
ve refahı konularını görev edinmiyor. Sanıyorum hükümetin TCMB'na baskı yapmasını önlemek için IMF temsilcisi mevcut kur sisteminin değiştirilmemesi 
ve devlet harcamalarının kısılması konusunda açıklama yapmıştır ve mevcut durum hakkında Devletin içindede tartışmalar olmaktadır.

Hükümet yabancıların ekonomiye hakimiyetini engellemez, sanayimizi montaj sanayine dönmesini durdurucu ve istihdam sağlayıcı önlemler (bunun için faizler indirilmelidir ancak bu durumda dövizin yükseleceğini biliyorlar) almaz ise iki yıl içerisinde çok önemli reel ekonomik krizle karşı karşıya kalınacaktır.

Özetle söyleyeceklerim bunlar, rakamlar zaten herkesin malumları olduğundan rakamlarda detaya girmeye gerek olmadığını düşünüyorum, bu girişten sonra 
konuları tartışırsak daha faydalı olacaktır.

Prof. Dr. ÜMİT ÖZDAĞ:

O zaman artık bundan sonraki bölümü tartışma zeminine oturtalım ve bubeyin fırtınasına devam edelim.

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,



***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder