11 Nisan 2017 Salı

Yeni Çağın Siyasi Tarihi Yazılırken, BÖLÜM 3

Yeni Çağın Siyasi Tarihi Yazılırken, BÖLÜM 3



Menfaat Odaklı Yaklaşım 

İnsanların, tarihin başlangıcından bu yana yeryüzünün kendilerinin yaşadıkları kısımlarından farklı bölgelerini de tanımak istedikleri görülmektedir. Bu arayışın primitif bir merak duygusunun ötesinde farklı bölgelerdeki olası gıda, araç gibi kaynakları keşfetme isteğine, yeni takas ve ticaret imkânlarına dayandığı savunulabilir. Antik zamandan beri göçmenler, tacirler, gezginler, askerler, yöneticiler, diplomatlar, misyonerler, hacılar ve diğer gezginler, kendi toplumlarının ötesine geçip uzak diyarları keşfetmek suretiyle kendi ülkelerine birçok yeni bilgilerle dönmüşlerdir. 

Yeryüzünün ‘diğer’ bölgeleri hakkında bir bilgi üretildiğinde zımni de olsa hep bir menfaatin gözetildiği savunulabilir. Modern öncesi seyahat formlarında, erken dönem modern etnografik çalışmalarda ya da güncel alan çalışmalarında daha geniş bir dünyaya ilişkin bilgiye erişimin menfaat temelli olması kimilerince eleştiri konusu yapılmıştır. Bu unsurlar zamana ve mekana yönelik olarak 
değişse de genel olarak devlet yönetimlerinin, iş çevrelerinin ya da misyoner grupların çıkarları, yeryüzünün geniş bir bölümü hakkında bilgi üretilmesinde önemli bir motivasyon kaynağı olagelmiştir. 

Benzer bir yaklaşım, yabancı topraklar hakkındaki bilgilerin toplanması, düzenlenmesi ve sunulması yolundaki çabaların genelde emperyalistlerin ihtiyaçlarını gözettiğini, onların bahse konu bölgelerdeki güvenliklerini ve kendine tabi olan insanları yönetmelerine yaradıklarını öngörmektedir. Bu durumun ticari faaliyetlerin ilerlemesine ve dolayısıyla kaynakların, fırsatların sömürülerinin gerçekleşmesine vesile olduğu sonucuna varılabilir. Tarih içerisinde değişik ülkelerde bazı resmi görevlilerin kendilerinin dışındaki dünyaları anlamaları için yabancı topraklar ve oralarda yaşayan 
insanlar hakkında bilgi topladıkları, gerçekleştirilen seyahatlerde yabancı ülkelere dair notların tutulduğu bugüne ulaşmış kayıtlardan anlaşılmaktadır. 

Avrupalıların ve 1800’lü yıllardan itibaren Avro-Amerikalıların; hizmetlerine sunulan siyasi tarihçiliği, Asyalı ve Afrikalı toplumlar hakkında üretilen bilgileri kendi siyasi emelleri için kullandıkları yönünde eleştiriler mevcuttur. Ne var ki bilginin üretimi konusunda menfaat odaklı yaklaşımın Batı merkezci olmadığını, Batı dışında farklı bölgelerdeki devletler tarafından da araçsallaştırıldığını savunmak mümkündür. Menfaat için bilgi üretimini yalnızca yalnızca Avrupalı ve Avro-Amerikalıların meselesi haline getirmek diğer unsurları gözden kaçırmaya sebebiyet verecektir. Siyasi tarih ya da güncel toplumsal çalışmalarda menfaat odaklı yaklaşım konusunda modern zamandan önceleri de benzer durumların yaşandığı görülmektedir. 

Çin imparatoru General Meng Tian’ın M.Ö 3. yüzyılda göçmen Hunlara yönelik politika üretiminde bu toplum hakkında ihtiyaç duyduğu bilgilerin Çinli tarihçiler tarafından sağlandığı görülmektedir. M.Ö. 1. Yüzyılda yaşamış, Çin histoğrafyasının öncüsü kabul edilen tarihçi Sima Qian’ın, tarihi ve etnografik çalışmaları Hunlar hakkında çok çeşitli perspektifleri yansıtan bilgiler içermektedir. Bu bilgilerin imparatorluğun üst yönetiminin hizmetine sunulduğunu görülmektedir. Böylece çalışmaların sunduğu veriler sayesinde Hun toplumunun kontrolünün Çin yönetimi açısından kolaylaşması hedeflenmiştir (Di Cosmo, 2002). 7. ve 10. yüzyıllar arasında Çin’de hüküm sürmüş olan Tand hanedanlığı döneminde ise Çin’in menfaatlerinin güneydoğu ve Merkez Asya’ya yayılmayı gerektirdiği ve ilgili çalışmaların da bu yönde yapıldığı görülmektedir (Schafer, 1985). 18. yüzyıl boyunca Mançu İmparatorluğu bünyesinde çalışan akademisyenler, dikkatlerini Çin’in güneybatısındaki topluluklara yöneltmişlerdir. Avrupalı sömürgecilerin erken modern genişlemelerine hizmet eden haritacılık ve etnoğrafya metotları, bu kez Çinliler tarafından kendi menfaatleri için araçsallaştırılmıştır (Hostetler, 2001). 19. yüzyılda ve 20. yüzyıllarda ise Konfiçyüs, Hristiyan ve Komünist grupların misyonerlik faaliyetleri, Çinlileri etnik azınlıklar konusunda çalışmaya yöneltmiştir (Harrell, 1995). 

Emperyal menfaatlerden etkilenen bilginin kesin olarak yozlaşmış, geçersiz ve yanıltıcı olduğu düşünülmemelidir. Dezenformasyon ve yanlış anlaşılmalar süzgeçten geçirildiğinde Çin imparatorluğunun resmi tarihçisi olarak kabul edilebilecek Sima Qian’ın çalışmaları, göçmen Hun toplumuna ilişkin gayet açıklayıcı bilgiler içermektedir. Sima Qian’ın çalışmalarının arkasındaki 
motivasyonun Çin’in Merkez Asya’ya yayılmasına katkı sağlamak olması, onun çalışmalarını geçersiz ya da değersiz kılmamakla beraber bu çalışmalar ancak etik açıdan tartışma konusu haline getirilebilir. Benzer şekilde M.Ö. 5. yüzyılda yaşamış olan Yunan tarihçi Heredot’un, yabancı toplumlara ilişkin, zamanın çok ötesinde sayılabilecek, özgün çalışmalar ürettiği görülmektedir. Çinli 
tarihçilerin örneğine paralel olarak bu çalışmaların masumane, sade bir merak eğilimiyle dünyayı anlama gayretlerinin tezahürü olmaktan ziyade Yunan siyasi ve ticari çıkarlarına hizmet ettiği anlaşılmaktadır. Akdeniz’de Yunan yayılmacılığına karşı güvenlik tehdidi oluşturan Pers İmparatorluğu bu çalışmaların gerçekleştirilmesine zemin hazırlayan önemli bir faktördür. 

Yabancı bölgelere, farklı toplumlara ilişkin yapılan siyasi tarih çalışmaları devletlerin emperyal amaçlarına yönelik olabileceği gibi devletten bağımsız özel teşebbüslere, ticari girişimlere yönelik de uygulanabilir nitelikte olabilir. Antik çağdan itibaren farklı çıkar odaklarının ticari menfaatlerine yönelik hususi bazı bölgeler üzerine araştırmalar yapıldığı görülmektedir. Bunlardan başlıcası 
modern öncesi dönemde Müslüman tacirlerin ve coğrafyacıların farklı bölgelere ilişkin yaptıkları çalışmalardır. Ticari menfaatler doğrultusunda Güney Asya ve Sahara Altı Afrikasında yaşayan toplumların özellikleri, bu toplumların ihtiyaç duyabilecekleri ürünler ve bu toplumlardan fiyat avantajıyla alınabilecek potansiyel ürünler üzerine kayıtlar tutulmuştur. Müslüman tacirlerin ve 
coğrafyacıların bu kayıtları klasik dönem sonrasının anlaşılması için önem arz etmektedir (Tibbetts, 1957). 

Tacirler ve iş dünyasının aktörleri devlet yönetimlerinin aksine fethetme ya da insanları fiilen yönetme amaçları gütmeseler de sürekli olarak bilgiye ilgi göstermişlerdir. Bu ilgi, bugün siyasi tarih çalışmaları olarak telakki edilen, o dönem için güncel iktisadi/toplumsal araştırmalar sayılabilecek olan çalışmalar vesilesiyle, dönemin farklı bölgelerdeki doğal kaynaklarını, ürün ve servislerin 
potansiyel alanlarını, ticaretin kendine has dilini, finans ve güç odaklarını yakından takip edebilmelerini sağlamıştır. Buna mukabil yapılan araştırmalardaki genel teamül, toplumların geleneklerine, özel yaşamlarına, ananelerine, ailevi değerlerine göreli olarak daha az önem verme yönünde olmuştur. Çalışmalarda bu tür konulara ancak çıkar gruplarının kar amaçlarıyla örtüştüğünde önem verildiği görülmektedir. Bu sebeple emperyal etki altında üretilen bilgiyle benzer şekilde ticari menfaat odaklı çalışmaların da siyasi tarih açısından önem arz ettiği fakat bölgeler ve insanlar hakkında ancak kısmi bir perspektifi yansıttığı düşünülmelidir. Bugün için noksanlığı daha fazla farkedilen bu noktaların küresel siyasi tarih yazımıyla doldurulması beklenmelidir. 

Siyasi tarih çalışmalarının gerçekleştirilebilmesi için iki tür menfaatin oluşmasının önem arz ettiği görülmektedir. Bunlar belirtildiği üzere devlet yöneticilerinin ve iş dünyasının menfaatleri olarak sıralanabilir. Ne var ki bu menfaatler çeşitli zamanlarda iç içe geçmiş, karmaşık bir hal almıştır. Devlet yöneticilerinin ve ticari odakların menfaatleri zaman içinde bütünleşmiş ve müşterek adımlar 
atılabilmiştir. Erken modern döneme kadar ticari menfaatlerin emperyal menfaatlere hizmet ettiği düşünülebilir. Özellikle 16. yüzyılda ticari ve emperyal menfaatler karmaşık ve birbiri içine geçmiş bir yapı halini almıştır. Avrupalılar tarafından desteklenen ve yürütülen araştırmalar, Avrupa kıtasının ötesindeki ülkeler hakkında geniş bir literatürün oluşmasına vesile olmuştur. Bu çalışmaların, iç politikaya yönelik siyasi bir propaganda üretmek adına yapılmadığı veya yurtiçinde kitleleri mobilize etmeye yönelik gerçekleştirilmediği görülmektedir. Bundan dolayı bahse konu çalışmaların farklı dünyalarla ilgili gerçek ve kapsamlı bilgiler sunma iddiasında oldukları düşünülmelidir. Netice itibariyle ortada iç siyasete ilişkin yönlendirilmesi ya da mobilize edilmesi gereken kitlelerden ziyade tamamen gerçeklere dayalı yürütülmesi gereken faaliyetler, belki de savaşlar mevzubahisdir. 

Örnekse 

Amerika kıtasındaki yerlilerin kültürleri, nüfusları, kapasiteleri, gelenekleri konusunda dezenformasyona ve tezvirata dayalı çalışmaların menfaat gruplarına herhangi bir faydası dokunmayacağı gibi kendileri açısından ölümcül sonuçları beraberinde getirmesi beklenebilirdi. 

Tarihsel süreç içinde emperyalistler ve tacirler dışında üçüncü bir grup olarak addedilebilecek olan misyonerlerin de kendilerinin dışındaki dünyaları anlama eğiliminde oldukları görülmektedir. Mürit sayısını artırmak, yeni taraftarların kazanılması, etki alanlarının genişletilmesi, bu grubun menfaat kavramları arasında sayılabilir. Farklı toplumlar hakkında doğruya en yakın bilginin kazanımı, iletişim stratejilerinin edinilen bu bilgilerin çerçevesinde yürütülmesi açısından önem arz etmektedir. Modern öncesi dönemlerden itibaren misyoner faaliyetlerin belirli bölgeler ve toplumlar üzerine çalışmalara zemin hazırladıkları görülmektedir. Budist misyonerlerin Çin’in toplumsal yapısı konusundaki çalışmaları bu çerçevede değerlendirilebilir. Bu çalışmalar da evvelce belirtilenler gibi tesadüfi bir meraktan ziyade Budizm prensiplerinin Çinlilerin diline ve kültürüne uyarlanabilmeleri adına gerçekleştirilmişlerdir. Sufilerin, Müslüman öğretileri farklı toplum ve kültürlere yayma faaliyetleri de benzer yönde farklı bir örnek olarak gösterilebilir. Haçlı seferlerinin gerçekleştirildiği ve Moğol İmparatorluğu’nun hüküm sürdüğü dönemde ise Hristiyanlık dinine mensup Avrupalı misyonerlerin Müslüman toplumlarını dikkatle inceledikleri görülmektedir. Avrupalı misyonerlerin İspanya ve Filistin topraklarında yaşayan göçmen toplumları, Orta Asya’da Hindistan, Çin ve yakın bölgelerdeki Hindu, Budist toplumlarına dair gözlemler yaptıkları, konuyla ilgili çalışmalardan bilinmektedir. Bu çalışmaların arkasında, dinen devşirmeler gerçekleştirmek adına en uygun iletişim yöntemlerinin uygulanması ve gerekli mesajların optimum şekilde iletilmesi motivasyonu olduğu görülmektedir (Bentley, 1993). Misyoner faaliyetler bünyesinde yüzyıllar boyunca farklı toplumlar 
için çalışmalar gerçekleştirilmiş olsa da, 16. yüzyıldan evvel Müslüman coğrafyacıların yaptığı ölçüde geniş ölçekli sistematik bir çalışmanın olmadığı görülmektedir. 16. yüzyıldan sonra ise Avrupalı keşifler ve genişlemeler, küresel anlamda bilginin üretilmesine vesile olmuşlardır. Oluşan literatür, aynı zamanda misyoner amaçlar için de faydalı olmuştur. Misyoner projelerinin ruhani ve spiritüel motivasyonlarla yürütüldüğüne yönelik görüşler olsa da bu çalışmaların daha çok dünyevi menfaatler uğruna gerçekleştirildiği savunulabilir. 

Devlet yöneticilerinin ve iş dünyasının menfaatlerinin kesişebildiği vakalar daha önce belirtilmişti. Benzer şekilde misyoner faaliyetlerin de farklı menfaatlerle bir araya geldiği örnekler görülmektedir. 

Devlet bünyesinde faaliyet gösteren Hristiyan Avrupalı misyonerlerin, 16. yüzyıldan itibaren mensubu oldukları imparatorlukların ve bünyesindeki iş çevrelerinin menfaatlerini gözetmeleri adeta rutine dönüşmüştür. Devlet yöneticilerinin ve iş dünyasının menfaatlerine cevap veren çalışmalar gibi, misyoner faaliyetlerin yönlendirdiği çalışmalar da farklı kültürleri tanımak açısından önem arz etmektedir. 1529 yılında İspanyol Franciscan Bernardino de Sahagun, bölgedeki yerellere Hristiyanlık dinini yaymak adına Meksika’ya gitmiştir. Meksika’da bölgenin yerel dilini öğrenmeye gayret etmiş ve Aztek İmparatorluğu’nun kültürü hakkında önemli bilgiler toplamıştır. Sahagun’un faaliyetleri müddetince Meksikalılara sempati gösterdiği ve onlarla iyi ilişkiler tesis ettiği bilinmektedir. Sahagun’un o dönemki çalışmaları bugün halen Aztek toplumunun önemli yazılı eserleri arasında sayılmaktadır (León Portilla, 2002). Siyasi tarih açısından olumlu sayılabilecek bu çalışmaların gerçekleştirilmesine vesile olan unsurun, yazarın mensubu olduğu devletin menfaatleri olduğu gerçeği göz ardı edilmemelidir (Alves, 2011). 

Günümüzde küresel siyasi tarih yazımı konusunda alan çalışmaları öne çıkmaktadır. Toptan bir yaklaşımla tüm toplumları anlamaya yönelik çalışmalar yerine toplumların özelinde, müstakil olarak kültürel değerlerine odaklanan çalışmaların sayısındaki artış bu yöndeki ihtiyacın da göstergesidir. Üniversite bünyelerinde alan çalışmaları kürsülerinde faaliyet gösteren akademisyenlerin kendilerini mensubu oldukları toplumların ya da yaşadıkları ülkelerin yönetimlerinin menfaatlerine bilinçli olarak hizmet edip etmedikleri konusundan bağımsız olarak, siyasi tarih alanında yapılan çalışmaların teamüle uygun olarak önümüzdeki dönemde de benzer grupların menfaatlerine yönelik gerçekleştirileceği düşünülebilir. Bu durum, yapılan çalışmaların bilimselliğine dair bir çekince oluşturmasından ziyade etik açıdan tartışmaları beraberinde getirebilir. Diğer yandan bulguları ve araştırmaları pragmatik bir anlayışla belirli bir alanda uygulanamayacak olan kürsülerin ya da akademik faaliyetlerin devlet ya da özel sektör tarafından fonlanmasının sürdürülebilir olacağını düşünmek zor görünmektedir. Önümüzdeki dönemde yapılacak olan çalışmaların; bilginin organize edilmesi, üretilmesi ve metodolojisi açısından erken dönem emperyalistlerden, işadamlarından, misyonerlerin geniş dünyayı anlama çabalarından farklılıklar arz edecek olmasına rağmen çeşitli çıkar gruplarına dolaylı ya da dolaysız olarak hizmet etmeye devam etmeleri beklenmelidir. 

“Orta Doğu” kavramının literatürde ilk kez yer aldığı akademik makale olan ‘Basra Körfezi ve Uluslararası İlişkiler’ 1902 yılında yazılmıştır. Amerikan donanmasında görevli bir amiral ve aynı zamanda tarihçi olan makalenin yazarı, coğrafyayı göz önünde bulundurarak Amerikan menfaatlerinin gözetilmesine yönelik tavsiyelerini sıralamıştır (Mahan, 1902). Benzer şekilde Britanyalı Albay Mark Sykes, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasına giden süreçte Osmanlı bünyesindeki Kürt aşiretleri hakkında saha araştırmaları gerçekleştirmiştir. 1908 yılında yayınladığı makalesinde Anadolu, Irak ve İran’da yaşayan Kürt aşiretlerinin detaylı bir listesini çıkarmış, bulgularını haritalarla desteklemiştir (Sykes, 1908). Sykes’ın çalışmalarının 1. Dünya Savaşı sonrasında 
Büyük Britanya’nın Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma sürecindeki ve sonrasındaki politikalarının oluşturulmasında kullanıldığı düşünülebilir. 1916 yılında henüz savaş sürerken Büyük Britanya, Fransa ve Rusya arasında Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarının paylaşılmasına yönelik gerçekleştirilen anlaşmada Britanya’yı belirtilen çalışmaları gerçekleştirmiş olan Albay Mark Sykes temsil etmiştir. Bahse konu anlaşma, tarihe, Britanyalı temsilci Mark Sykes ve Fransız temsilci François Georges Picot’un isimlerinin birleşiminden meydana gelen Sykes-Picot Antlaşması olarak geçmiştir (Anonymous, 2015). 

Devleti yönetenlerin menfaatlerine yönelik gerçekleştirilmiş toplumsal çalışmalara insanlık tarihinin başından itibaren sayısız örnekler gösterilebilir. Bu teamülün önümüzdeki dönemde de devam etmesi beklenmelidir. Küresel siyasi tarih üretiminde bulunan araştırmacıları barındıran ya da barındırmaya namzet olan fakülteler, kendilerine genel olarak hükümetlerin ya da uluslararası şirketlerin değil üniversitelerin bünyesinde yer bulmuşlardır. Bu durum, üniversitelerin ve ilgili kürsülerin belirli gruplar tarafından finanse edildiği gerçeğini değiştirmemektedir. 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde devletlerin ve özel sektörün uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi disiplinlerinde çalışmaların yapıldığı araştırma merkezlerine sağladığı kaynaklardaki artış, bu alanların profesyonel birer akademik alana dönüşmelerinde önemli bir rol oynamaktadır. Buna göre, siyasi tarih çalışmaları ve toplumsal araştırmalar, günümüzde farklı bölgelerdeki toprakları kontrol etmek, yabancı kaynakları sömürmek, farklı coğrafi bölgelerdeki insanlarla ticaret yapmak ya da onların dinlerini değiştirmek için misyonerlik faaliyetlerinde bulunmak için değil bilimin gelişmesi ve insanlığa katkı sunmak için yapılmaktaydı. Bu yaklaşıma kuşkuyla yaklaşmak gerekmektedir. Bu açıdan uygulamada fayda sağlamayacak herhangi bir üniversite kürsüsünün günümüz dünyasında finansal olarak yüksek meblağlarla sürekli olarak desteklenmesinin gerçekçiliği tartışmalı görünmek tedir. Diğer bir deyişle küresel bir anlayışla yapılan alan çalışmalarını destekleyen finansal ve siyasal organizasyonların bu çalışmalardan menfaatlerinin olması beklenmelidir. Öte yandan 2. Dünya Savaşı’nın sonra ermesinden itibaren başlayan sürecin dünyadaki tüm toplumlarla ilgili bilgi sahibi olma gerekliliğini ortaya çıkardığı savunulabilir. 

Alan çalışmalarının gösterdiği hızlı gelişimde bu ihtiyacın payı olduğu düşünülebilir. Farklı dillerin konuşulmasında uzmanlaşma, farklı toplumlar hakkında derinlikli çalışmalar yapılması yine bu kapsamda değerlendirilebilir. 2. Dünya Savaşı’nın bitimiyle başlayan ve adına küreselleşme denilen sürecin 1991’de SSCB’nin dağılmasıyla hız kazandığı savunulabilir. Bu sürecin kendini iyiden iyiye hissettirdiği ve yeryüzündeki toplumların, devletlerin birbiriyle evvelce olmadığı nispette etkileşime girmeleri geniş dünyayı algılama ve anlama yönündeki ihtiyacın dramatik bir şekilde artışına vesile olduğu düşünülebilir. 

Siyasi tarih alanındaki çalışmaların insanlığın başından itibaren menfaatler ekseninde icra edildiği belirtilmişti. Küreselleşme süreciyle siyasi, askeri, iktisadi, ticari ve kültürel menfaatler boyut kazanmıştır ve birbirinin içine daha önce olmadığı kadar geçmiştir. Bu durumun, karar vericileri kendi toplumlarının ötesini anlamaya çalışma yönünde motive edeceği ve ilgili çalışmaların üzerinde 
etkisi olacağı öngörülebilir. 

Sonuçlar 

Dünyanın zaman içinde gelişimini daha çok anlama gayreti, günümüzde dar bir çerçevede yazılmış dünya tarihinden ziyade küresel tarihin yazılması gerekliliğini öne çıkarmaktadır. Dünya tarihi ve küresel tarih arasındaki farkın belirgin bir şekilde iki kavramın kullanımlarında saklı olduğu görülmektedir. Dünya kavramı daha dar bir anlamda ulus devletleri, ulusal toplulukları ya da en geniş anlamıyla Avrupa gibi belirli bir bölgeyi işaret ederken, yerküre kavramıyla ifade edilen küresel yaklaşım gezegenin tamamını ele alır niteliktedir. Dünya tarihi, tüm dünyayı ele almaktan ziyade insanlığın siyasi ve sosyal gelişimini belirli bir bölge ve ulus üzerinden okumaktadır. Küresel tarihin ise, insanlığın gelişimini tek bir ulusa odaklanmaksızın toplumlar arası etkileşime ve yerel kültürlere yer vermek suretiyle çok boyutlu bir şekilde ele alması beklenmelidir. Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından tek kutuplu bir uluslararası düzende bireylerin, toplumların, şirketlerin ve devletlerin arasındaki entegrasyonun artışı, aynı gezegende yaşandığına dair ortak bir bilincin gelişmesine vesile olmuştur. Bu farkındalık, genel olarak yalnızca belirli ulusların tarihinden ziyade tüm gezegenin 
tarihi konusunda öğrenme isteğine ve gerekliliğine yol açmıştır. 

Sonuç 

Bu makalede dünya tarihinin dört karakteristik özelliği ele alınmıştır. Bunlar Batı merkezci yaklaşım, ulus devlet odaklı yaklaşım, modernleşme teorisi eksenli yaklaşım ve menfaat odaklı yaklaşımlardır. 

Makalede bu dört ayrı başlıkta incelenen maddelerden menfaat odaklılık dışındaki yaklaşımların küresel tarih yazımı sürecinde belirli nispetlerde dönüşüm geçirmelerinin kaçınılmaz olduğu argümanı savunulmuştur. Batı merkezci yaklaşım, yeryüzünde insanlığın gelişiminin Batı’dan diğer bölgelere doğru yayıldığını öngörmektedir. Zımnen ideolojik unsurlar içeren bu yaklaşım, Avrupayı gelişimin merkezine oturtmakta, geri kalan Asya, Afrika, Doğu Asya gibi bölgeleri miskinliğin ve durgunluğun sembolü olarak telakki etmektedir. Tarımın, bilimin önemli unsurlarının ve temel anlamda uygarlığın Batılıların; Ortadoğu, Levant, Yakındoğu gibi isimlerle niteledikleri bölgeden türediği gibi gerçekler bu yaklaşımda kendine çok sınırlı olarak yer bulabilmektedir. Küresel tarih yaklaşımının Batı merkezci ya da herhangi bir bölgeyi merkeze almaktan imtina etmesi beklenmelidir. Buna göre siyasi tarih bölgeler arasında herhangi bir hiyerarşi oluşturulmadan gerçeklere riayet etmek suretiyle yazılmalıdır. Ulus devlet odaklı yaklaşım, 19. yüzyıldan itibaren ulus devletlerin kendi toplumlarının mobilizasyonlarına ilişkin bir araç olarak kullanılmıştır. Merkezi bir sistem üzerinden oluşturulan tarih müfredatlarının çoğunlukla icat edilmiş bir ortak geçmiş içerdikleri ve devletlerin, sınırları içinde yaşayan toplumları bu içerik üzerinden konsolide etme çabalarına giriştikleri görülmektedir. Ulus devlet odaklı yaklaşımın gezegenin ortak tarihini tüm hatlarıyla ele almak yerine daha çok tekil bir ulus üzerinden, o ulusun yaptığı savaşlar ve yakın çevresi üzerinde durduğu görülmektedir. Küresel tarih ise toplumların etkileşimlerini ve gezegendeki diğer toplumların farklı toplumlarla ilişkilerini çok boyutlu bir perspektiften propaganda unsuru içermeksizin sunma iddiası taşımaktadır. Bu anlayışa göre tek bir ulus devlete odaklanıp tüm siyasi tarihi o ulus üzerinden okuyan yaklaşımın aşılması beklenmelidir. Modernleşme teorisinin Batı merkezci yaklaşımla bağlantılı olduğu düşünülebilir. Bu yaklaşıma göre Batı medeniyeti, modernleşmenin timsali olarak yeryüzünde geri kalan tüm ülkelerin ve toplumların önüne ulaşılması gereken bir hedef olarak konumlandırılmıştır. Buna göre yeryüzünde ‘geri’ kalmış tüm ülkeler, doğrusal bir çizgi izleyerek adeta bir maraton koşusundaymışçasına yarışacaklar ve bitiş noktasında modernleşmiş, demokratik ideallere ulaşmış toplumlar haline geleceklerdir. Belirtilen önermenin gezegendeki tüm ülkeleri ve toplumsal farklılıkları göz ardı ettiği görülmektedir. Küresel tarih yazımında ise her toplumun kültür ve inanç sisteminin müstakil bir biçimde anlaşılması gerekliliği, Dünya Değerler Araştırması ve türevi çalışmaların öne çıktığı görülmektedir. Dünya tarihinin bu makalede ele alınan son karakteristik özelliği olan menfaat odaklı yaklaşım konusunda ise bir sürekliliğin beklenmesi gerekmektedir. 2. Dünya Savaşı’ndan itibaren dünyanın daha büyük bir bölümü hakkında gerçekleştirilen siyasi ve toplumsal alanlardaki yoğun bilgi üretiminin akademinin alanına girmesi, akademinin çalışmalarının belirli grupların menfaatlerini yansıttığı yönünde eleştirileri beraberinde getirmiştir. Retrospektif olarak bakıldığında toplumsal alandaki çalışmaların esas itibariyle üç ana odağın menfaatleri ekseninde ifa edildiği görülmektedir. Bunlar devlet yönetimleri, iş çevreleri ve misyoner gruplarıdır. 

Bu üç grubun menfaatlerinin zaman zaman iç içe geçtiği ve çalışmalarını ortak bir zeminde gerçekleştirdikleri görülmektedir. Söz konusu çalışmalardan ticari, siyasi ya da askeri menfaat beklentisi olduğundan çalışmaların ölümcül sonuçlara varma ihtimaline binaen dezenformasyon ve propaganda içeriğinin kendiliğinden minimize olması beklenmelidir. Bu durum çalışmaların bilimsel 
niteliği konusunda bir kazanım olarak yorumlanabilecek iken bu çalışmaları etik açıdan tartışmalı hale getirecektir. Diğer yandan üniversitelerin ve kendi başına ticari bir değer üretmeyen çalışmaların belirli gruplar tarafından finansal anlamda desteklenmesi, bu çalışmaların siyasi, askeri, toplumsal bir veçheden pratik olarak uygulanabilir olma gerekliliğini önemli kılmaktadır. Bu nedenle önümüzdeki dönemde küresel tarih yazım sürecinde menfaat odaklı yaklaşımın sürmesi beklenebilir. 

Kaynakça 

Adas, M. (1989). Machines as the Measure of Men : Science, Technology, and Ideologies of Western Dominance. Ithaca: Cornell University Press. 
Alves, A. (2011). The Animals of Spain : An Introduction to Imperial Perceptions and Human Interaction with Other Animals, 1492-1826 (Vol. 1). Leiden: Brill Publishers. 
Amin, S. (1997). Capitalism in the Age of Globalization : the Management of Contemporary Society. London: Zed Books. 
Anderson, B. (2006). Imagined Communities : Reflections on the Origin and Spread of Nationalism (Rev. ed. ed.). London: Verso. 
Anonymous. (2015). The Sykes-Picot Agreement. Historian(128), 23. 
Bayly, C. A. (2002). Archaic and Modern Globalization in the Eurasian and African Arena. In A. G. 
Hopkins (Ed.), Globalization in Worlds History (pp. 44-70). New York: W.W. Norton & Company. 
Bennison, A. K. (2009). The Umma in the City. In B. S. Amyn (Ed.), A Companion to the Muslim World (pp. 209-217). London: Tauria. 
Bentley, J. H. (1993). Old World Encounters: Cross-cultural Contacts and Exchanges in Pre-modern Times. New York: Oxford University Press. 
Chakrabarty, D. (2000). Rethinking Working-class History: Bengal, 1890 to 1940. Princeton: Princeton University Press. 
Chakrabarty, D. (2008). Provincializing Europe : Postcolonial Thought and Historical Difference (New ed. ed.). Princeton: Princeton University Press. 
Conrad, S. (2016). What Is Global History? Princeton: Princeton University Press. 
Di Cosmo, N. (2002). Ancient China and Its Enemies : The Rise of Nomadic Power in East Asian History. Cambridge: Cambridge University Press. 
Diamond, J. M. (2005). Guns, Germs, and Steel : The Fates of Human Societies. New York: W.W. Norton. 
Dirlik, A. (1999). Is There History after Eurocentrism?: Globalism, Postcolonialism, and the Disavowal of History. Cultural Critique(42), 1-34. doi:10.2307/1354590 
Duara, P. (1995). Rescuing History from the Nation : Questioning Narratives of Modern China. Chicago: University of Chicago Press. 
Erhan, Ç. (2001). ABD'nin Ulusal Güvenlik Anlayışı. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 56(4), 1. doi:10.1501/SBFder_0000001871 
Ferguson, N. (2001). Welcome the New Imperialism. (02613077). Retrieved 10.05.2016 
https://www.theguardian.com/world/2001/oct/31/afghanistan.terrorism7 
Frank, A. G. (1970). Latin America: Underdevelopment or Revolution; Essays on the Development of Underdevelopment and the Immediate Enemy. New York: Monthly Review Press. 
Fukuyama, F. (2006). The End of History and the Last Man. New York: Free Press. 
Gills, B. K., & Thompson, W. R. (2006). Globalizations, Global Histories, and Historical Globalizations. In B. K. Gills & W. R. Thompson (Eds.), 
Globalization and Global History. London ; New York: Routledge. 
Glancy, J. (2014). Yes, History's Death Was Exaggerated. (0956-1382). Retrieved 06.07.2016 
http://www.thesundaytimes.co.uk/sto/newsreview/features/article1464230.ece 
Harrell, S. (1995). Cultural Encounters on China's Ethnic Frontiers. Seattle: University of Washington Press. 
Hegel, G. W. F. (1956). The Philosophy of History. New York: Dover Publications. 
Held, D. (1999). Global Transformations : Politics, Economics and Culture. Stanford: Stanford University Press. 
Hopkins, A. G. (1999). Back to the Future: From National History to Imperial History. Past & Present(164), 198. 
Hopkins, A. G. (2002). Globalization in World History. New York: Norton. 
Hostetler, L. (2001). Qing Colonial Enterprise : Ethnography and Cartography in Early Modern China. 
Chicago: University of Chicago Press. 
Hunt, L. (2014). Writing History in the Global Era (First edition. ed.). New York: W.W. Norton & Company. 
Inglehart, R., & Welzel, C. (2005). Modernization, Cultural Change, and Democracy : The Human Development Sequence. New York: Cambridge University Press. 
León Portilla, M. (2002). Bernardino de Sahagun, First Anthropologist. Norman: University of Oklahoma Press. 
Lovett, A. W. (1983). Braudel: Total History for Beginners. The Historical Journal, 26(3), 747-753. doi:10.1017/S0018246X00021166 
Lyotard, J. F. (1984). The Postmodern Condition : a Report on Knowledge. Minneapolis: University of Minnesota Press. 
Mahan, A. (1902). The Persian Gulf and International Relations. National Review, 40, 27. 
Mignolo, W. (2000). Local Histories / Global Designs: Coloniality, Subaltern Knowledges, and Border Thinking. Princeton: Princeton University Press. 
Novick, P. (1988). That Noble Dream : the "Objectivity Question" and the American Historical Profession. New York: Cambridge University Press. 
O'gorman, E. (1972). The Invention of America an Inquiry Into the Historical Nature of the New World and the Meaning of its History. 
Ranke, L. V. (2011). The Theory and Practice of History. London ; New York: Routledge. 
Risse-Kappen, T. (2011). Introduction and Overview. In T. Risse-Kappen (Ed.), Governance Without a State? : Policies and Politics in Areas of Limited Statehood 
(pp. 3-18). New York: Columbia University Press. 
Said, E. W. (2003). Orientalism. London: Penguin. 
Schafer, E. H. (1985). The Golden Peaches of Samarkand: A Study of T‘ang Exotics. Berkeley: University of California Press. 
Sykes, M. (1908). The Kurdish Tribes of the Ottoman Empire. The Journal of the Royal Anthropological Institute of Great Britain and Ireland, 38, 451-486. doi:10.2307/2843309 
TDK. (2011). Türkçe Sözlük. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. 
Tibbetts, G. R. (1957). Early Muslim Traders in South-East Asia. Journal of the Malayan Branch of the Royal Asiatic Society, 30(1 (177)), 1-45. 
Tomlinson, B. R. (2003). What Was the Third World? Journal of Contemporary History, 38(2), 307-321. 
Van De Ven, H. (2004). Globalizing Chinese History. History Compass, 2(1). 
Wallerstein, I. M. (2004). World-systems Analysis : An Introduction. Durham: Duke University Press. 
Waltz, K. (2000). Globalization and American Power. The National Interest, Spring(59), 46-56. 
Waters, M. (1995). Globalization. London ; New York: Routledge. 
Weber, M. (1978). Economy and Society : An Outline of Interpretative Sociology. Berkeley ; Los Angeles ; London: University of California Press. 



***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder