ETNİK-IRKÇI–BÖLÜCÜ PKK TERÖRÜNÜ DOĞRU ANLAMAK BÖLÜM 8
6. Kürt Açılımını Devlet Politikası Haline Getirme Çabaları:
Cumhurbaşkanı Gül, Bitlis’in kurtuluşunun 92. Yıldönümü kutlamalarına katıldı. Uçakla önce Muş’a gitti, oradan da karayoluyla Bitlis’e hareket etti. Yol üzerinde Güroymak ilçesine uğradı. Burada toplanan halka yaptığı konuşmada ilçenin eski adı olan Norşin kelimesini kullandı. Böylece Cumhurbaşkanı, daha” Kürt açılımı” olmadan, PKK’nın taleplerine Güroymak'tan olumlu cevap vermiş oldu.
Cumhurbaşkanı, ülkede “Jargon değişti, kafayı kuma gömmeyelim.” dedikten sonra, artık gerçeklere bakılması gerektiğini söyledi. Bu jargon değişikliği ve tarihi açılımın MGK toplantısında ele alınacağı anlaşılmıştı. Devleti yönetenler, Türkiye’de yaşanan acıları yalnızca terör boyutuyla değerlendirmişlerdi. Öyle anlaşılıyor ki devlet, artık yeni bir boyutun kapısını aralamaktadır. 21 Ağustos 2009 Perşembe günü yapılan MGK toplantısı, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ilan ettiği “tarihi fırsat” ve “devletin zirvesinde hiç bu kadar uyum olmamıştı”
diyerek açıkladığı gelişmelerin onaylanması şeklinde gerçekleşti. Peki, sözü edilen uyum nedir?
Bazı çevreler, Gül’ün işaret ettiği sorunun, geçmişte de tartışılması için birtakım şansın ortaya çıktığını, ancak devleti yönetenlerin, ya askerlerin ya da başka güvenlik hassasiyetlerinin etkisiyle bu konuyu yeterince tartışamadıklarını belirtiyorlar. Konuyu tartışmak için zemin oluştuğunda şehit haberleri geldiğini ve böylece hiçbir çevrenin sorunu ele almaya cesaret edemediğini kaydediyorlar.
Bu tartışmalar arasında ABD’nin Ankara Büyükelçisi James Jeffrey, CHP lideri Baykal’ı ziyaret ederek, “Kürt açılımı” konusunda Washington’ın görüşlerini aktardı. Ardından Baykal 11 Ağustos 2010’da toplanan partisinin Meclis Grubunda, görüşmenin ipuçlarını verdi ve “ABD çekilirken ardında istikrarlı bir Irak bırakmak istiyor.” dedikten sonra şöyle devam etti:
* Kürt meselesi artık mahalli boyutun ötesine taşınmıştır. Yıllardır Kuzey Irak diye bir gerçek vardır, Irak’taki güvenlik durumu da ABD için önem taşımaktadır.
* Türkiye, Kuzey Irak’taki PKK yüzünden o bölgeye müdahil olmaktadır. Bu durum da bölgedeki istikrarı olumsuz etkilemektedir.
* Bu sebeple de PKK’nın silahı bırakması gerekmektedir.
* PKK’nın silahı bırakması için birtakım proje ya da açılım yapılması gerekir. Fakat Türkiye’nin bir açılımı yapabilmesi için yalnızca hükümetin siyasi ağırlığı yetmez. Buna bir devlet projesi ya da bir parlamento ağırlığı verilmesi gerekir.
* MHP, AKP iktidarıyla ipleri kopartmıştır. Bundan dolayı CHP kilit parti konumuna gelmiştir. CHP gelişmenin içine katılırsa parlamento ağırlığı oluşacaktır ve böylece hükümetin eli rahatlayacaktır.
* Bu ve benzeri sebeplerden dolayı ABD’nin Irak’taki çıkarı ya da istikrar arayışı, Türkiye’nin geliştireceği açılım ya da çözüm projesiyle doğrudan ilgilidir.
Deniz Baykal, ABD’nin Ankara Büyükelçisi James Jeffrey ile yaptığı bu görüşmeden sonra CHP’nin başından işte bunun için uzaklaştırıldı. Kürt açılımına destek vermediği için emekliye sevk edildi.
Hükümetin ilan ettiği Kürt açılımı toplumun her kesiminde tartışılmaya başladı. DTP’liler de AKP grubunun toplandığı gün Iğdır’da bir gövde gösterisi yaptılar. Kapatılmış DTP Genel Başkan Yardımcısı ve Mardin Milletvekili Emine Ayna, Kürt sorununun çözümü sırasında terör örgütü PKK ve elebaşı bebek katili Öcalan'ın mutlaka muhatap alınması gerektiğini söyledi. Kendileriyle görüşüldükten sonra PKK ve Öcalan'ı bunun dışında bırakma gibi bir oyun varsa bu oyuna gelmeyeceklerini belirten Ayna, böyle bir oyuna da izin vermeyeceklerini
kaydetti. Emine Ayna, “Kürdistan'ın hiçbir yerinde hiçbir Türk'ün kılına zarar gelmez.” diyerek, nihai hedeflerinin de bağımsızlık olduğunu böylece bir kere daha tekrar etti.
Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğu söylenir. Çünkü Anayasa’da öyle yazıyor. Hal böyle olunca yargı mensupları, önlerine gelen bir dava dosyası hakkında karar alırken, şu grubun ya da bu çıkar çevresinin veya falanca kişi ve partinin menfaatini gözetmezler. Hukuk devleti ilkesi ve ilgili yasa hükümlerini dikkate alırlar. Bu ilke, bütün dünyada geçerli olan temel bir hukuk kaidesidir. DTP hakkında özetle terörü ve teröristi övmek ve bu tür girişimlerin odağı haline gelmek iddiasıyla açılan kapatma davası, Anayasa Mahkemesi’nde iki yıldan fazla bir süredir bekliyordu. Bu partiye mensup milletvekilleri ise Anayasa’nın temel ilkelerine ve Meclis’te ettikleri yemine aykırı davranışlarını her fırsatta sürdürüyorlar. Buna rağmen Anayasa Mahkemesi, DTP hakkındaki kararı niçin açıklayamıyordu? DTP milletvekillerinin o günlerdeki söz, davranış ve fiilleri dolayısıyla haklarında henüz bir soruşturma fezlekesi hazırlanıp TBMM’ye gönderilmedi. Bu durumda Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğunu iddia etmek mümkün değildir.
DTP’nin kapatılmasına ilişkin kararın açıklanacağı günlerde Nevşehir’in Kozaklı ilçesindeki kaplıcalardan birinde son derece gizli bir toplantı yapıldı mı? Bu toplantıya siyasetçilerden ve yüksek yargıdan katılanlar oldu mu? Şayet olduysa kimler katıldı? Toplantıda DTP’nin artık kapatılması zamanının geldiği yönünde bir karar alındı mı ya da bu yönde tavsiye veya telkin şeklinde konuşmalar yapıldı mı?
Nihayet Anayasa Mahkemesi, 11.12.2009 tarihinde yaptığı toplantıda, PKK’nın siyasi kanadı haline gelen Demokratik Toplum Partisi’ni oybirliğiyle kapattı. Yüksek Mahkeme, DTP’nin, eylemleri yanında, terör örgütüyle olan bağlantıları da değerlendirildiğinde devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak haline geldiği gerekçesiyle kapattığını bildirdi.
Büyük Türk milleti, bu devleti, kahramanlık, akıl ve inançla kurmuş, vücut ve ruh vermiştir. Cumhurbaşkanı Gül’ün yakında iyi şeyler olacak demesinden ve siyasi iktidarın başlattığı açılım ile varılan noktada Türkiye Cumhuriyeti’nin, ebedi vatanında milli varlığını koruyabilmesi, ciddi bir beka meselesi haline gelmiştir. Türkiye’nin etnik, mezhep ve kültürel farklılıklar temelinde bir çekişme ortamına sürüklenmesi, ayrışmalar ve kutuplaşmalar yaşanması ve bunun sonucu sorunlu bir devlet ve toplum haline gelmesi, çok büyük bir risk olarak ortaya çıkmıştır. Siyasi iktidarın uyguladığı yanlış politikalar sonucu Türk devletini yıkmak için sürdürülen çalışmalar yeni bir safhaya geçmiştir. Terörle mücadele, AKP yöneticilerinin gündeminde zaten hiçbir zaman olmamıştır. Bu mücadele, yerini, önce terörle mütarekeye, sonra da terörle müzakereye bırakmış, açılımla da teröre teslimiyet dönemine varmıştır. Siyasi iktidar
zalim ile mazlumu, katil ile maktulü, şehit ile caniyi aynı kefeye koymuş, bunun adına da açılım demiştir. Böyle tezahür eden AKP’nin sürdürdüğü çürüme hali bu safhanın en belirgin yönü olmuştur. Ortada tam anlamıyla bir kokuşmuşluk hali vardır. Ahlaki, fikri ve siyasi kokuşmuşluk sonucu kavramlar bilerek ve isteyerek karıştırılmış, zihinler bulandırılmış, ak ile kara birbirine bulaştırılmıştır.
İktidardaki AKP güdümünde başlatılan bu dönemde şunlar ortaya çıkmıştır:
Otuz iki bin insanın hayatına kasteden İmralı canisi ve bebek katili insanlık, barış ve kardeşlik abidesi haline getirilmiş ve Nelson Mandela ile eş tutulmuştur.
PKK terör örgütü, barışı arayan taraf, bunlara alkış tutanlar barışsever, demokrat ve aydın, teröristlerin yandaşları olan bozguncular ise âkil adam ilan edilmişlerdir. Haktan ve hakikatten, akıl ve iz’andan, vicdan ve ahlaktan tamamen uzaklaşan bu çevreler, terörle mücadeleyi yılmadan sürdüren güvenlik güçlerine şiddet yanlıları demekten çekinmez hale gelmişlerdir.
Terör belasından en çok acı ve sıkıntı çeken kahraman yöre halkı ve korucular işbirlikçi, Türk Milliyetçileri ise kandan beslenenler diye suçlanmaya başlanmıştır.
Açılımcılar arasındaki Devletin varlığını ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü koruyacağına… dair and içmiş TBMM’nin bazı üyeleri, Anayasayı açıkça ihlal etmişlerdir. Bu şekildeki suçluluk, suskunluk ve teslimiyet her yanı kaplamıştır. Bu itibarla dağdan beslenen yıkım sürecinin şehirdeki sözcüleri konumuna düşen bazı zevat ve makamlar, barıştan, fırsattan ve demokratik çözümden ne anladıklarını, kavramları karıştırmadan, zihinleri bulandırmadan Türk milletine bütün yönleriyle henüz açıklamamışlardır. Türk milleti bunu halen beklemektedir. Güroymaklı Gül ve Güneysulu Erdoğan ikilisinin, çok tehlikeli bir yola sapmış olmalarından endişe edilmektedir. Ulaşılacak sonuç Anayasanın değişemeyecek maddelerini değiştirmeye yönelik girişimlerdir. Nitekim gazetelere yansıdığına göre, emekli Genelkurmay Başkanlarından biri, Türk devletinin adının bile tartışılabileceğini söylemekten çekinmemiştir. Bir zamanlar teröre karşı biz tarafız diyen Türk Genelkurmayının başında bulunmuş bir kişinin bu tutumu da vatana ihanet ile eş değer midir değil midir, bu konu mutlaka araştırılmalıdır.
Üsteğmen İbrahim Abanoz, açılım tartışmalarının yaşandığı 2009 yazından 15 yıl önce PKK teröristlerince şehit edilmişti. Komutasındaki Mehmetçiklerin başında girdiği çatışmada kahramanca çarpışmıştı. Toprağa düşmüş, uçmağa varmıştı. Şehit Üsteğmen İbrahim Abanoz, al kanını vatan toprağına saçtığında, yavrusu Ceren henüz iki buçuk yaşın verdiği sevimli çağını sürüyordu. Şehit İbrahim Abanoz’un katilleri henüz bulunamadı. Dosyası faili meçhul olarak öylece tozlu raflarda bekliyor. Devletin sayın yetkilileri, bundan haberiniz var mı? Bu ülkede İbrahim Abanoz gibi kaç bin faili meçhul cinayet ve saldırı var, sayısını biliyor musunuz? Bunları aydınlatma görevi kimindir?
Show TV’nin 18 Temmuz 2009 tarihli 19.00 ana haber bülteninde, Şehit Üsteğmen İbrahim Abanoz’un biricik yavrusu olan ve bugün 18 yaşına varmış bulunan Ceren’in sesi yankılanıyordu: “Babamın yüzünü hatırlayamıyorum. Babam şehit olduğunda küçüktüm, 2,5 yaşındaydım. Ne olurdu, sonradan fotoğraflarından gördüğüm yüzünü, canlı olarak hatırlayabilseydim de beynime kazıyabilseydim?”
Sayın Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan, Meclis’te salya s… ağlayanlar, sizin sandığınız gibi millet kafasını kuma gömmüyor. Sizlerin yeni jargon diye kastettiğinizi de reddediyor. Sayıları binlerle ifade edilen Cerenlerin babalarını, kardeşlerini, evlatlarını… faili meçhul olarak tozlu raflarda bırakmayın. Onların failleri PKK arşivinde duruyor. Devlet olmanın gereği olarak o arşivi alın ve gereğini yapın. Millet sizden bu görevi bekliyor.
Bebek katili Öcalan’ın 15 Ağustos’ta açıklayacağını söylediği yol haritası, siyasi yandaşlarınca çok önemli gelişme olarak değerlendirildi. PKK’nın siyasi uzantısı DTP de bu girişimi körükledi. Siyasi iktidarın bölücü başını muhatap alması gerektiği kanaatini yaygınlaştırdılar. Türkiye bu çalkantıları yaşarken, 15 Ağustos 2009 tarihi geldi çattı. PKK canilerinin Eruh ve Şemdinli ilçelerine 15 Ağustos 1984 tarihinde yaptıkları baskının 25. yıldönümünde Türkiye’nin pek çok yerinde DTP’liler törenler düzenlediler. Eşbaşkanları Emine Ayna, Siirt’in Eruh ilçesindeki toplantıda ilk kurşunun atılmasının yıl dönümü dolayısıyla alandakileri kutladı. PKK’nın neden silah kullanmak zorunda kaldığını herkesin çok iyi bilmesi
gerektiğini belirten Ayna, bebek katili canilerin başı Öcalan’ın geçmişte yaptıklarını referans aldıklarını kaydetti. Öcalan’ın ve Karayılan’ın görüşme masasında mutlaka bulunması gerektiği hezeyanını dile getirdi.
DTP’liler, Emine Ayna’dan sonra sahneye eli kanlı bir katil teröristi çıkardılar. Bu kişi, Eruh’ta 25 yıl önce düzenlenen hain saldırıya katılanlardan birisi olduğunu söyledi. Bu cani, önce, Mehmetçiklerin şehit olduğu baskının yapıldığı yeri ziyaret ettiğini ve oradan kutlamaların yapıldığı bu sahneye geldiğini belirtti. Daha sonra da o gün saldırıyı nasıl yaptıklarını ballandıra ballandıra anlattı.
Eruh ve Şemdinli baskının yıldönümünde Türkiye’nin pek çok yerinde gösteriler düzenlendi. Adana’daki gösterilerde 24 yaşında gencecik bir polis memuru olan Ferdi Özkan, caniler tarafından bıçaklandı, toprağa düştü ve şehit oldu. Gelen haberlere bakılırsa, PKK-DTP yandaşlarının düzenledikleri gösteriler gece de devam etti. Hava fişekler patlatıldı, fener alayları düzenlendi.
PKK’lı teröristler, Eruh’ta 25 yıl önce toprağa düşen er Süleyman Aydın’ın şehit edilişini de kutladılar. Şehit Süleyman Aydın’ın Erzincan’daki mezarının başında yalnızca ailesi ve yakınları vardı. Şivan Perver’in, Öcalan’ın posterleri ve PKK flamaları altında söylediği türküler hatırlatılınca TBMM’de gözyaşları sel olup akan Bakanlar ve milletvekillerinden hiçbiri Şehit Süleyman Aydın’ın Erzincan’daki mezarına gitmediler. Onu akıllarına hiç getirmediler, hatırlamadılar. Çünkü bilmiyorlardı. Eski adı Potamya olan Güneysulu Recep Tayyip Erdoğan, Meclis’te konuşurken gözyaşı döken Bülent Arınç ve diğerleri, 25 yıl sonra Adana’da toprağa düşen Ferdi Özkan’ın 16 Ağustos 2009 Pazar günü yapılan cenaze törenine de gitmediler. Şivan Perver’in türküleri için gözyaşlarını esirgemeyen bazı AKP milletvekilleri, o gözyaşlarını Şehit Ferdi Özkan’dan da esirgediler.
Türkiye bu şartları yaşarken, siyasi iktidar adına görüşme mi müzakere mi yürüttüğü henüz belli olmayan İçişleri Bakanı Beşir Atalay, 16 Ağustos Pazar günü şehit aileleriyle Ankara’da bir araya geldi. Şehit ailelerinin toplantıdan sonra yaptıkları açıklamaya bakılırsa Atalay’ın şehit yakınlarına neredeyse olan oldu, geçti, siz de bu işi artık daha fazla uzatmayın demeye getirmişti.
Şehit aileleri de tülbent bağlama maskaralığını eleştirdiklerini, Beşir Atalay’a sordukları soruların hiçbirine cevap alamadıklarını ve Kürt açılımı denilen konu hakkında da Bakan’ın hiç konuşmadığını ve tamamen sessiz kaldığını ifade ettiler. Ey şehit anaları, ne bekliyordunuz ki?
Potamyalı olduğunu söyleyen Recep Tayyip Erdoğan, 16 Ağustos 2009 tarihinde İstanbul Büyükada’da azınlık temsilcileriyle bir araya geldi. Burada yaptığı konuşmada, demokrasi mücadelesi verdiklerini ve bu uğurda pek çok şeyi göze aldıklarını söyledi. Ancak bu pek çok şeyin ne olduğunu açıklamadı. Halkın bu işi desteklediğini ifade etmekle yetindi. Bize göre bu işin baş destekçileri arasında PKK-DTP, Fener Rum Patriği Bartholemeos, Avukat Kezban Hatemi ve Prof. Mümtazer Türköne gibi çevreler ve nev’i şahsına münhasır bazı nev-zuhur zevat bulunuyor.
7. Habur Hukuku:
Kapatılan DEP'in Diyarbakır eski milletvekili Hatip Dicle, 19 Ekim'de Habur'dan giriş yapan ve büyük törenlerle karşılanan 34 PKK'lının geri dönüşleri hakkında bir iddia ortaya attı. Hatip Dicle, Diyarbakır’da yapılan PKK'nın gizli şehir yapılanması Kürdistan Toplulukları Birliği Türkiye Meclisi KCK mahkemesinin duruşmasında, kapatılan DTP'nin Genel Başkanı Ahmet Türk'ün 15 Ekim'de İçişleri Bakanı Beşir Atalay ile Ankara’da bir görüşme yaptığı söyledi. Dicle, görüşmeye ilişkin şunları kaydetti:
“15 Ekim 2009 tarihinde DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, beraberindeki bir heyetle birlikte İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ı ziyaret etti. Ziyaretten 4 gün sonra 19 Ekim'de Mahmur ve Kandil’den grupların geleceği, bunların tutuklanmayıp serbest bırakılması durumunda dağdan inişin hızlanacağı, dağa çıkışın da duracağı bildirildi. İçişleri Bakanı da bu heyete ‘Konuyla ilgileniyorum. Müsteşarımı Diyarbakır’a gönderdim. Hâkim ve savcılar ayarlandı, geldikleri gibi geçecekler’ dedi. Bu aşamadan 4 gün sonra Silopi’den gelen 8 kişi, ‘Biz gerillayız. Önder Abdullah Öcalan’ın çağrısı ile barış için geldik’ dedi ve bunlar sürecin olumlu sonuçlanması için gerektiği gibi tutuklanmayıp serbest bırakıldı.”
Basın yayın organları, Ahmet Türk’e konuya ilişkin sorular yönelttiler. Ahmet Türk, İçişleri Bakanı Beşir Atalay ile aralarında geçtiği iddia edilen görüşmeyi yalanlamadı. Yalnızca Kandil ve Mahmur'dan o tarihte gelecek gruplar hakkında bir heyet ile beraber İçişleri Bakanı Atalay’ı ziyaret ettiklerini hatırlatarak, “Gelecek olan gruba olumlu yaklaşımın, açılımın seyri açısından olumlu olacağını Sayın İçişleri Bakanı Beşir Atalay’a ilettik. Sayın Atalay’da bu konuda ellerinden geleni yapacaklarını söyledi” dedi.
İçişleri Bakanı Atalay ise hakkında gensoru açılmasına ilişkin önerge Meclis genel Kurulu’nda görüşülürken, Ahmet Türk ile aralarında böyle bir konuşma geçmediğini iddia etti.
Başbakan Erdoğan, 20.10.2009 tarihinde AKP Meclis Grubu toplantısında “Dün Habur Sınır Kapısı’nda yaşanan manzara karşısında umutlanmamak mümkün mü? Bu bir umuttur.
Türkiye’de bir şeyler oluyor; iyi, güzel şeyler oluyor, umut verici gelişmeler oluyor.” dedi. AKP yetkilileri, daha sonraki aylarda Başbakan’ın bu tür bir konuşma yapmadığını söylediler. Fakat partinin internet sitesinde ve Anadolu Ajansı’nda bu ifadeler aynen yer almıştır. Öyle ya, AKP’lilere göre millet, söyleneni ve duyduğunu anlama özürlüdür.
Recep Tayyip Erdoğan, teröristlerin Habur’da serbest bırakılmasından bir süre önce Ağrı ve Erzurum bölgesine gitmişti. Buradan dönüşünde gazetecilerle yapmış olduğu bir sohbette teröristlerin silah bırakmasını ve pişman olarak eve dönüş sürecini yakından izlediğini belirtmişti. Başbakan, o sohbette, Kuzey Irak’tan gelecek teröristler için “Onları geldiklerinde kimler karşılayacak? Emniyet karşılayacak, yargı karşılayacak. Ondan sonra da gereken yapılacak. Sonra herkes gideceği yere gidecektir.” şeklinde ifadeler kullanmıştı. Gerçekten de öyle olmuştu. Barış elçileri (!) olarak Türkiye’ye giren teröristler, yaptıklarından pişman olmamışlar ve Erdoğan’ın da belirttiği gibi, karşılanmışlar ve gidecekleri yerlere gitmişlerdir.
Bu karşılama töreninden sonra benzeri bir durum da Avrupa ülkelerinden gelecek bir terörist grubu için tertiplenecekti. Faka devletin 19 Ekim’de yapmış olduğu üst düzey karşılama olayının açığa çıkması ve ayrıca DTP ve PKK yandaşlarının Silopi, Mardin ve Diyarbakır’daki zafer çığlıkları eşliğindeki gösterileri üzerine Türkiye’de büyük bir tepki ortaya çıktı. AKP iktidarı ise bu tepki karşısında sindi, kızardı, bozardı, geri adım attı ve nihayet Brüksel üzerinden törenle uğurlanacak teröristleri, Atatürk havalimanında yurda sokmayacaklarını, terör örgütü ve yandaşlarına el altından bildirdi. Bunun üzerine teröristlerin pişman olmadan Türkiye’ye girişleri ileri bir tarihe bırakıldı.
Bu tabloya baktığımız zaman basit bir senaryo olduğu hemen ortaya çıkacaktır. Birileri bu senaryoyu yazmış, zamanlamasından tutun da sahneye konulması ve ayrıca kimin ne zaman sahneye gireceği, nasıl hareket edeceği gibi bütün ayrıntılar önceden belirlenmiştir. Türkiye’nin aylardır konuştuğu İmralı mahkûmu Öcalan’ın yol haritası nihayet ortaya dökülmeye başlamıştır. İmralı’daki caninin belirlediği yol haritasını AKP iktidarı uygulamaya çalışmıştır. Bu da gösteriyor ki İmralı canisi, devlet tarafından muhatap alınmıştır. İktidar çevreleri istedikleri kadar teröristi muhatap almayız desinler, Habur’da yaşananlar bunun ispatı olmuştur.
AKP yöneticileri ve hatta Erdoğan, teröristi takbih etmeyeni ve terörü reddetmeyenleri muhatap almayacaklarını defalarca açıklamışlardı. Ne oldu? Muhatap alındı mı alınmadı mı? Teröristleri Habur’a gönderme talimatını kim verdi? O talimat nereden gitti? Barış elçisi olduklarını söyleyen teröristler, liderliğin talimatıyla gelip teslim olduklarını söylemediler mi?
Evet, söylediler. Devlet de bütün bunları bilerek, Habur sınır kapısında çadır mahkemesi kurdu, müsteşarından genel müdürüne kadar bütün devlet teşkilatını orada hazır bulundurdu. Sonuçta teröristleri evlerine gönderdi. Hatip Dicle mi doğru söylüyor yoksa AKP mensupları mı?
SONUÇ
ABD’nin Ankara Büyükelçiliği, 12 Nisan 2010 tarihinde, yani Başbakan Erdoğan, Washington’da bulunduğu gün yaptığı açıklamada, "ABD-Türkiye ve Irak, PKK'ya karşı eylem planında görüş birliğine vardı" dedi. Açıklama şöyleydi:
“Katılımcılar Üçlü Güvenlik Komitesi çalışmaları hakkında yararlı görüş alışverişinde bulundular ve PKK'ya karşı mücadele konusunda bağlılıklarını yinelediler. Bu konuda 11 Nisan 2010 tarihli üçlü eylem planı üzerinde görüş birliğine vardılar. Üçlü Eylem Planı, Komitenin gelecekteki çalışmaları ile ilgili yol gösterip PKK'ya karşı ortak çabaların uygulanması için yapılması gereken eylemleri kapsamaktadır. Katılımcılar üçlü eylem planının uygulanabilmesi için süratle çalışacakları teminatı verdiler."
ABD’nin açıklaması da gösteriyor ki bu araştırmanın konusu olan terör örgütü PKK tamamen tasfiye edilecek ve yerine Barzani devleti geçirilecektir görüşü doğrudur.
AKP iktidarı, Sri-Lanka’da olduğu gibi, terör örgütünü tamamen yok etme yerine, toplumu silahsız bölücülüğe razı edecek girişimlere başlamıştır. Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi, Doğu Devrimci Kültür Ocakları ve nihayet PKK’nın aynı çizgideki isteklerini, masum hale getirecek ve bunları demokrasi adı ile maskeleyecek sinsi bir siyaset izlemektedir. Yıllardır on binlerce masumun canına, malına ve huzuruna kasteden bölücü talepler olan federasyon, ayrı bayrak, ayrı eğitim dili, ortak kurucu halk, çokluklar devleti ve nihayet ayrılma gibi kavramların açıkça söylenmeye başlaması, büyük Türk milletini bekleyen tehlikenin boyutlarını ortaya koymaktadır.
Bazı kişiler, Türkiye’de sergilenen oyunda görev dağılımı yapmışlar ve Kürt sorunu adıyla ortaya bir fitne atmışlardır. Bu fitne, siyasi Kürtçülerin silahlı propaganda birliği olarak görev yapan PKK’nın hedeflerine tamamen uygun düşmüştür. Güroymaklı Gül ve Güneysulu Tayyip’in başını çektiği ve siyasi iktidarın taşeronluğunu yaptığı bu projenin ara durakları
şunlardır:
* ABD-AB-İsrail ile yapılan gizli ve örtülü pazarlıkları hayata geçirme,
* Bebek katili İmralı mahkûmu hakkında verilen idam cezasını kaldırma,
* Türk milletine hakaretler yağdıran Iraklı aşiret reisleri ile kucaklaşma,
* Bölücülerin isteklerine uygun Anayasa değişiklikleri,
* Türkiye’yi etnik esaslara dayalı olarak yapılandırma.
Bu gelişmeleri hazırlayanların başındaysa yaşananları doğru teşhis edemeyen ve bunun için hiçbir gayret göstermeyen gövdesi içeride beyni dışarıda bulunan ve kendilerine elit ya da aydın denilen okumuş yazmış yarı cahil çevreler gelmektedir. Bu durumu fırsat olarak gören ve kontrolünde tutmak isteyen bölücülerle bu projeye yardım ve yataklık etmeyi adeta bir görev olarak kabul eden sözde aydınlar da kazma kürek ekibinde yer almışlardır. Bu çevreler, siyasi iktidarla elele vermişler ve büyük Türk milletine karşı bilerek, isteyerek, taammüden, arzu ve büyük bir iştahla şer cephesi kurmuşlardır. Sanayi, ticaret ve mali finans çevreleriyle mütareke basını ve medya kuruluşlarının katıldığı bu şer cephesine, emir almaya alışmış ve güce teslim olmayı marifet sanan partizan bürokratlar da siyasi iktidardaki teslimiyetin çekim alanına girmişlerdir. Bütün bu çevreler ABD-AB-İsrail’in yönettiği işbirlikçi yörüngenin elemanları
haline dönüşmüşlerdir.
İçişleri Bakanlığı’nın başlattığı çalıştay, siyasi iktidara destek veren her kesimden insanlarla sürdü. Bundan sonra da sürecek. Nitekim Erdoğan, İstanbul’da, sporcular, şarkıcılar, yazar-çizerler, sinema oyuncuları vs gibi toplumun her kesiminden insanlarla konuya ilişkin görkemli toplantılar yaptı. O toplantılarda, bütün ömrünü, bu ülkenin maddi ve manevi değerlerine, yani Türk milletine, Türk bayrağına, Türk vatanına, Türklerin inandığı Allah’a ve İslam dinine, Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya ve Türk askerine söverek, hakaretler ederek ve her fırsatta saldırarak geçirmiş, hayatlarını bu işlerden kazanmış sanatçı olarak ilan ettiği insanların ne kadar iyi ve örnek alınacak vatandaşlar oldukları anlatıldı. Siyasi iktidarın şemsiyesi altına alınmış bulunan birtakım tarikatlar, İslami ekoller, cemaatler gibi çevrelerin ileri gelenleri ile aralarında AKP milletvekillerinin de bulunduğu bazı ekipler kurdular. Bunlar 2010 yılının bahar
aylarından itibaren Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde ikna turlarına çıktılar. Oralardaki şeyhler, ağalar ve ileri gelenleri ziyaret ederek, Kürt açılımı için destek istediler. AKP iktidarı ve arkasındaki güçler, kamuoyunu ikna ettiklerine karar verdikleri anda da aşağıda sunacağımız programı kısa-orta-uzun bir zaman dilimine yayarak, Kürt açılımını, hazmettire hazmettire uygulayacak larını açıkladılar. Demek ki birileri bu işin artık bittiğine inanmaya başlamıştır. Hazmetmenin nihai hedefi de terörist başının tahliyesi ve Barzani’nin bir devlet sahibi olması mıdır acaba?
Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi ile Devrimci Doğu Kültür Ocakları döneminden beri sistemli bir şekilde ve her fırsatta açıkça ifade edilen ayrılıkçı siyasi Kürtçülük hareketinin istekleri, adım adım hedefe ulaşmak üzeredir. ABD, kendisinin kurduğu ve adına El Kaide dediği hayali bir terör örgütünü, Bush ve Obama’nın deyimiyle yenmek için varını yoğunu ortaya koymaktan geri kalmayacağını defalarca söylemiştir. PKK’nın ortak düşman olduğunu da dile getiren ABD, NATO üyesi olan bir ülkenin toprak bütünlüğüne saldırı karşısında önceleri sessiz kalmayı tercih etmiş, ardından da terör örgütünün iplerini tamamen eline almıştır. Peki, neden? Neden olacak, zamanında bu planı yapanlar Türkiye’nin dostu ve müttefiki olan başta ABD olmak üzere İngiltere-İsrail ittifakıdır da ondan. Bu planı da yine onlar uygulamaya koymuştur. İçeride de bu planı uygulayacak siyasi heyetleri ve yönetimleri işbaşına getirmişlerdir.
Dış güçlerin, Batılıların ve yerli işbirlikçilerin Türkiye ve Ortadoğu üstüne yaptıkları planlar özetle şöyledir:
a. AKP, 12 Haziran 2011 milletvekili seçimlerinden sonra yeni bir Anayasa yapacağını ilan etmiştir. Yeni düzenlemede, Anayasadan Türk kelimesi çıkarılacak, Başlangıç bölümü ve ilk üç madde kaldırılacaktır. Devlet teşkilatı ve mevzuattaki bir millet esasına göre tanzim edilmiş olan milli devlete ait bütün unsurlar ayıklanacaktır. Böylece Türk devleti, etnik temelli eyalet, özerk yönetim, federasyon ve konfederasyon şeklindeki tanımlara açık hale getirilecektir.
b. Ülkemizde yaşayan ve Türk Milletinin bir parçası olan Kürt kökenli vatandaşlarımıza 2015 yılına kadar özerklik verilecek. Almanya’nın eski Başbakanı Helmut Shröder, şaka yollu da olsa “Sivas’ın doğusunu bırakın sizi AB’ye alalım.” demişti. Başbakan Erdoğan da bu Sivas’ın doğusu sözünü son yıllarda sıkça telaffuz etmeye başlamıştı. Kurulacak olan etnik özerk yönetimin batı sınırı Sivas’ın doğusundan itibaren başlayacak. 2011 yılının sonuna doğru bebek katili Abdullah Öcalan cezaevinden çıkacak ve ev hapsine alınacak. 2015 yılında da özerk yönetimin başına geçecek.
2015 yılından sonra da Kuzey Irak’taki Barzani kukla devleti, Türkiye ile federasyona gidecek. Bu federasyona Suriye ve Lübnan da katılacak. Böylece Türkiye, “Yeni Osmanlı” devleti haline dönüşecek. Batılı ülkelerin dayatması sonucu kurulacak olan bu federasyon, 2023 yılından sonra tıpkı siyasi etnik Kürtçülük ve PKK olayında olduğu gibi, şartları oluşturularak, ayrılma sürecine girecek. Türkiye’de özerklik verilmiş olan bu etnik Kürt yönetimi, Barzani kukla devleti, Suriye ve İran’dan koparılan özerk bölgelerle birleşerek, böylece Bağımsız bir büyük Kürdistan kurulmuş olacaktır. 2025 yılından sonra gerçekleşecek olan bu süreçte, Barzani kukla devletinin Türkiye ile kurduğu federasyona son verilecek.
Sonuçta, Türkiye’den ayrılarak bağımsızlığını ilan etmiş bu devlete, Dicle Irmağının doğusundan İran’daki Urmiye gölü arasında kalan topraklarla Kuzey
Irak’taki Süleymaniye ve Selahattin şehirleri bırakılacak.
c. 2015 yılından sonra İstanbul’da, Roma’daki Vatikan benzeri bir Fener Rum Patrikliği Devleti kurulması için harekete geçilecek. Bu devlet 2020 yılından itibaren bütün dünya tarafından tanınmış olacak.
d. İstanbul’daki Fener Rum Patrikliği Devleti’nin bağımsızlığı için başlatılan girişimlerle eş zamanlı olarak sıra Büyük Ermenistan’ın kurulmasına gelecek. Takvim, 2015 yılından sonra hızlı bir şekilde işleyecek, Anayasasında “Batı Ermenistan” olarak bahsi geçen bölge, savaş ve soykırım tazminatı olarak Ermenistan’a verilecek.
e. “Yeni Osmanlı” devleti bu yolla dağıtıldıktan sonra, Doğu Karadeniz dağlarının denize bakan kuzey kesimi, kıyı boyunca Rum Pontus devletine hediye edilecek.
f. Kıbrıs’ta, 29.07.2005’de Türkiye’nin Kıbrıs Ek protokolünü imzalamasıyla, KKTC’yi kaybettiğinin hukuki zeminini hazırlamıştı. Bu protokolün TBMM tarafından
onaylanmasıyla KKTC ortadan kalkacak, Ada bütünüyle Rumların hakimiyetine geçecek. Böylece Türkiye denizlere kapalı ülke durumuna düşecek ve güneyden de kuşatılmış olacak.
g. Bu gelişmelerden sonra, 2030 yılından itibaren Fırat ile Dicle nehirlerinin çevrelediği bölgeye “vaad edilmiş topraklar” diyen İsrailoğullarının önü açılmış olacak. Bu devletin Suriye, Lübnan, Kudüs ve Filistin toprakları üzerinde de hak iddia ettiği dikkate alınacak. Erbil, Musul ve Kerkük de aynı konumda görülecek.
h. Türkiye, bütün bu gailelerle sarsılırken, İstanbul merkezli yeni bir oluşum meydana getirilecek. Marmara ve batı Anadolu toprakları üzerindeki bu yeni oluşum, bir federe devlet olarak ortaya çıkacak.
ı. Türklere, İnebolu’nun batısından Ordu’nun doğusuna kadar olan Karadeniz sahil kesimi ve bu bölgeden Akdeniz’e kadar inen bir hat içinde kalan topraklar bırakılacak.
(Eski lise tarih ders kitaplarında Türkiye Selçuklu Devleti’nin Alanya ve Sinop’u fethetmelerine ilişkin konular okutulurdu. Unutanlar lütfen o ders konularına bir kere daha göz atsınlar. O dönemdeki Türkiye Selçuklu Devleti’nin haritasına baksınlar. Ey şanı büyük Türk Milleti, işte o haritadaki topraklar size bırakılacak. Bu da gerçekten büyük bir lütuf (!)
9 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder