6 Ocak 2016 Çarşamba

TÜRK'ÜN CEHENNEM ATEŞİNDE YÜRÜDÜĞÜ YILLAR.., BÖLÜM 7







TÜRK'ÜN  CEHENNEM ATEŞİNDE YÜRÜDÜĞÜ YILLAR.., BÖLÜM 7


(Cezmi Yurtsever arşivi)

* * *


Hoca Kılığında yakalanan bir casus 

"Erzurum'da yakaladığımız Müslüman olmuş bir Rus ca­susunu temize çıkarmak için bir mahalle halkının ka­rargâhıma geldiği zaman hallerine bakıp hatıratıma şu­nu kaydetmiştim: Ey Türkoğlu! Sen pek safsın, seni her­kes aldattı. Erdim diyen, döndüm diyen çemberinden at­lattı."

 Kazım Karabekir Paşa 

* * *




Bulgar Çarı I. Ferdinand, trenden inerken ayaklarının altına konulan ''mağlup Türk silahına'' basıyor. (1913/I.Balkan savaşı sonu)
* * *


Çanakkale kahramanı Havranlı Koca Seyit'in zeytinyağı fabrikasında hamal olarak çalıştığı sırada çekilmiş bir fotoğrafı. 

* * *



İşte ! O !
Çanakkale de...
Kimsenin kafasını kaldırmaya cesaret edemediği yanında çöken yaveri gibi metre kareye 6 bin kurşun yağarken ayakta dimdik düşmanı gözleyen aslan.
34 yaşındaki yarbay MUSTAFA KEMAL bizim için oradaydı.
1915 te biz doğmamışken orada bizim için dikildi O ASLAN PARÇASI ve bitirdi Çanakkale'yi geçmek isteyen küffarın işini.

* * *

Megiddo Muharebesinde İngilizlere esir düşen bir askerimiz, 1918

"Biz bu meydan muharebesine Nablus meydan Muharebesi deriz. İngilizler bölgenin İncil'deki ve Tevrattaki adı ile Megiddo derler. Bu savaş sonunda ordularımız kâmilen esir düştü. Sadece Mustafa Kemal Paşa komutasındaki ordumuz büyük kayıplara rağmen geri çekilmeyi başardı. Yeni bir cephe teşkil etti. Bu mağlubiyet üzerine Osmanlı Hükümeti Mondros Mütarekesini imzaladı."


* * *

Çanakkale Muharebelerinde İhtiyat Mevkiinde Bir Sırt Gerisinde Osmanlı Asker Çadırları 


* * *

Çanakkale Muharebelerinde Askere Yemek Dağıtımı 

* * *


Osmanlı Devleti Anadolu'ya ne bırakmıştı? 600 yıllık Osmanlı Anadolusuna bırakın bir köprü yapmayı, birdaha dönmemek üzere askerden başka birşey almamıştı... Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam kitabında bunu çok güzel özetler:

..... (Anadolu'nun içlerinde) köyler görürsünüz ki, insanlar yerin altında yaşarlar. Jeolojik devirlerin biriktirdiği eski yanardağ küllerini, tarih öncesi kazmaların eşi olan aletlerle delebilen insan, bir tepenin altında kendisine dam, oda, ahır, samanlık kovukları oymuştur. Bu kovukların içinde ağır, fakat daima serin bir hava bulursunuz. Testiler, küpler, kilimler, kaplar için duvarların içerisinde ayrı ayrı yerler oyulmuştur. Tepenin altını dolduran bu yeraltı evlerinin, bu mağara konutlarının bazen birinden diğerine geçilir. Havaya açılan deliklerden içeriye loş bir ışık sızan bu yeraltı dehlizlerinde, tarih öncesinin devrinin mağara adamı gibi dolaşırsınız.

- Acaba hangi devirde, nerede yaşıyorum? dersiniz. 

Her şey sizden ayrı, her şey size yabancıdır. Bu alem sanki başka bir gezegenden kopmuştur. Başka bir çağdan arta kalmıştır. Toprağında çalı bile bitmeyen bu ölmüş dünya kabuğu üstünde öküzler, inekler, eşekler, ancak keçi kadardırlar. Dağda adına ekin denilen şey, ancak nasırlı ellerle yolunabilen, sıska, dağınık bir şeydir. "İnsanlarla hayvanlar bu kavruk bitkiden nasiplerini nasıl çıkarırlar?" diye düşünürsünüz. Tıpkı karataşlar gibi kavruk, tıpkı karataşlar gibi yüzyılların soğuğunda, sıcağında kuruya kuruya adına güzellik denilen hayatiyeti tamamen unutmuş mihnetli bir insan varlığı sizde acı düşünceler uyandırır.

Gençleri ise, işte bu hayatı korumak için ve işte bu dünya nimetlerinin hakkını ödemek için yabancı cephelere götürülmüşlerdir. Bu mağaralarda kalanlar, o gidenlerin, hatta gittikleri memleketlerin isimlerini bile beceremezler:

- Hasan kaliçadaymış (galiçya'da)... Mehmet arap içine gitti...

- Neresi bu arap içi?

- Bilmeyik ki... aha buradan iki aylık yolmuş..!

Fakat jandarma, zaman zaman bu mağaralar alemine uğrar. Ya kaliçaya, ya arap içine yeni yeni askerler çağırır. Yahut köye, koynunda buruşmuş birtakım sarı kağıtlar bırakır. Bunlar, gidenlerden geri dönmeyecek olanların haberidir... Herkes bu sarı kağıtlarda adı çıkanların kovuklarına üşüşür. Buralarda ağlamak bile, ürkek, tıkanık, doyurmayan, içi boşaltmayan bir şeydir.

Yalnız kalınca toprak sedirin üzerine uzanırsınız. Sırtınızda bir mezar serinliğinin ürpertileri dolaşır. Yaşarken gömüldüğünüz bu mezar içinde bir şey düşünmeye çalışırsınız:

- Peki ama, biz bin yıl önce girdiğimiz şu Anadolu topraklarına ne verdik?

Selçuklular, Anadolu beylikleri, son imparatorluk hayalinizde canlanır. Basra Körfezi'nden Viyana’ya, Habeşistan'dan Hazar Denizi'ne kadar uzanan sahada geçen ve sizi bütün çocukluk hayallerinizle o kadar sarhoş eden şeyler, fetihler, istilalar, şanlar, alaylar; sarayların, vezirlerin hikayeleri gök yakuttan taçlar, köprüler, medreseler, camiler?

- Peki ama, bu yayla ki imparatorluğun hem temeli, hem mihveriydi. Bütün yollar bu yaylada toplanır, bu yayladan dağılırdı. Burası kan ve can hazinesiydi. Buraya ne bıraktık? Birkaç yıkık kümbet, birkaç harap kervansaray, birkaç kale kalıntısı?

Bir büyük masal ki, sonu hiçlikle biter....

Şevket Süreyya Aydemir - Suyu Arayan Adam

(Ahmet Özgür Türen)

* * *


1919 BOĞAZLIYAN KAYMAKAMI KEMAL BEYİN NAAŞI EVİNDEN ÇIKARILIRKEN..


* * *






8.Cİ  BÖLÜMLE DEVAM  EDECEKTİR.. 


..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder