6 Ocak 2016 Çarşamba

TÜRK'ÜN CEHENNEM ATEŞİNDE YÜRÜDÜĞÜ YILLAR.., BÖLÜM 5





TÜRK'ÜN  CEHENNEM ATEŞİNDE YÜRÜDÜĞÜ YILLAR.., BÖLÜM 5




İstiklal Savaşımızda Mustafa Kemal Paşa ve arkasında Refet Paşa

"22 Temmuz 1921’de Türk ordusu Sakarya Nehri’nin doğusuna çekilmeye başladı ve güneyden kuzeye bir hat üzerinde mevzilendi. Türk ordusunun çekilişinden sonra Yunan birlikleri 3 gün herhangi bir çatışma olmaksızın hızla ilerlediler, ancak ilerleme istikametleri tespit edildiği için baskın saldırı yapamadılar. 14 Ağustos’ta Yunan ordusu tekrar ileri harekata geçti ve 23 Ağustos’tan itibaren Haymana ve Mangal Dağı’nın güneydoğusunda kuşatıcı taarruzu başarılı olamadı. Yunan ordusu Haymana istikametine yöneldi. Ankara istikameti zorlanıyordu. Top sesleri Ankara’dan duyulmaya başlamıştı. Büyük Millet Meclisi çalışmalarına devam ediyordu.

26 Ağustos günü BMM’nin çalışmalarına kısa bir süre ara verdiği sırada Mustafa Kemal Paşa’dan Adnan Adıvar’a muharebelerin Ankara’ya intikal edebileceği ve gereken devlet kurumlarının Kayseri’ye intikali için gereken hazırlıklar ile ilgili çalışmaların yapılması konusunda bir telgraf gelmişti. Telgrafı alan Adıvar, derhal Tacettin Dergahı’nda dinlenmekte olan Mehmet Akif Bey’in yanına gitmiş ve telgrafı kendisine uzatmıştı. Telgrafı okuyan Mehmet Akif “Geleli 850 sene oldu” dedi. Evet 26 Ağustos 1071 Malazgirt Meydan Savaşı’nın üzerinden 850 sene geçmişti. Sonra birlikte çıktılar. Yanlarında Hasan Basri Çantay ve Hamdullah Suphi Tanrıöver vardı. Halk Ankara’yı terk etmek üzere hazırlıklara başlamıştı. Mehmet Akif Bey bir at arabasının üzerine çıkarak, elinde Kur’an-ı Kerim halka hitaben kısa bir konuşma yaptı. “Ankara düşmeyecek” dedi. “Çünkü Ankara’nın düşmeyeceği Kur’an-ı Kerim’de yazıyor.” Halk sakinleşti, yatıştı.

2 Eylül’de Yunan birlikleri, Ankara’ya kadar en stratejik dağ olan Çal Dağı’nın tamamını ele geçirdi.

Muharebeler Ankara’ya daha da yaklaşmıştı. Türk ordusu Ankara’ya çekilmeden Başkomutanın “hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır” emri ile alan savunmasına başladı. Türk süvarileri Yunan ikmal hatlarına saldırarak Yunan hücumunun hızını kesti. Yunan ordusu 9 Eylül’de saldırıları durdurdu ve savunma pozisyonuna geçti. Mustafa Kemal Paşa 10 Eylül’de karşı taarruza geçerek Yunan ordusuna savunmada kalma fırsatı vermedi ve geri çekilmeye zorladı. Çal Dağı geri alındı. 13 Eylül’e kadar süren Türk saldırısı sonucunda Yunan ordusu Eskişehir-Afyon hattının doğusuna çekildi.

Yahya Kemal, Ziya Gökalp ve Mehmet Akif, Türk İstiklal Savaşı’nın sonucunu görmeden önce, 13 Eylül 1683’de Viyana önünde başlayan geri çekilme süreci daha devam ederken, bütün dünya Müslümanları emperyalist devletlerin yönetimi altına girmiş, sadece Sakarya ile Aras nehirleri arasına sıkışmış olanlar bir ölüm kalım savaşı verirken dahi geleceğe büyük bir inanç ve iman ile bakarken, Türk İstiklal Harbini görmüş, Türkiye Cumhuriyeti devletinin 90. yılını, bağımsız soydaş Türk Cumhuriyetlerinin 22 bağımsızlık yılını görmüş olan bizlerin bu kadar büyük umutsuzluk içinde olmamız, ne kadar doğru olabilir.

Evet, karşı karşıya olduğumuz durum çok ağır ve zor bir durumdur. Ancak Mehmet Akif’in “Ankara düşmeyecek. Çünkü Ankara’nın düşmeyeceği Kur’an-ı Kerim’de yazıyor” derken dayandığı Hicr suresi 9. ayeti de yerinde durmaktadır.

Türk Milleti 26 Ağustos 1071’de Alparslan ile Romen Diyojen’den ve Bizans ordusundan aldığı Anadolu’nun egemenliğini, A. Öcalan ve PKK ile paylaşmayacaktır. Ne pahasına olur ise olsun."

(Ümit ÖZDAĞ)

* * *

Siperden sipere tekmil verildi,
Mülâzim Hakkı Bey öne eğildi,
Karşıki tabyada düşman dağıldı;
Destan sevdâsına süngümü taktım,
Conk Bayırı’ndan sel gibi aktım.

Bayburt’tan gelmişem Akkoyunlu’yam,
Bengiboz pazulu koç boyunluyam,
Üç aylık evliyem, beş kayınlıyam;
Vuruldum, kabrimi derine oyun,
Balamın adını Mustafa koyun.

Hemserim Daşdan da yanıma düştü,
Mübarek toprağı sardı öpüştü,
Üçler, yediler, kırklarla görüştü;
Gümüş hamaylini geri yollayın,
Anası yalnızdır, köyde kollayın.

Bayburt Kal’ası’ndan üç şahin uçtu,
Çanakkal’ası’nda toprağa düştü,
Felek bize şehit libâsı biçti;
Anama söyleyin kara bağlasın,
Balamı büyütsün yiğit eylesin.

Düşmanlar bu bahar, çekilir gider,
Eceabat’taki ocaklar tüter,
Kabrimin üstünde çiçekler biter;
Elif’e yollayın rengine baksın,
Kınaya katsın da eline yaksın.

Fırat rahlesine bîkes oturdu,
Kalemini Akdeniz’e batırdı.
Kitaba kaydetti yazdı bitirdi;
Canımı verecek bir vatanım var,
Çanakkale boyda çok destanım var.

Fırat KIZILTUĞ


* * *


İzmir'in işgalini protesto amacıyla düzenlenen Sultan Ahmet mitingi.. İstanbul, 1919 (Konuşan: Halide Edip)

* * *


FİLİSTİN'DE İNGİLİZLERE KARŞI SAVAŞIRKEN ŞEHİD OLAN MEHMETÇİĞİN NOTLARI

Bir asır önce on binlerce Mehmetçik İngiliz askerlerine karşı bu kutsal toprakları, köyleri, tepeleri, vadileri Çanakkale ruhuyla savunmuş. Hepsi ama hepsi, bu topraklar için ölümüne savaşmış. Yer yer zaferler kazanmış, yer yer yenilmiş. Yer yer ağır kayıplar verdirmiş, yer yer ağır kayıplar vermiş.. Yollar, tepeler, vadiler, köyler.. Çatışmaların yaşandığı her yer.. Gazze, Golan tepeleri, zeytinlikler.. Herbirinde binlerce Anadolu çocuğu gömülü şu an.. Şehid kanlarından Anadolu laleleri yükseliyor şimdi.. Kudüs düşene kadar, o toprakların her metresinde verilen o müthiş mücadeleleri kaçımız biliyor bugün? Kaçımız yüreğimizin bir tarafını hâlâ oralarda hissediyor? Daha o şehitlerin not defterlerini bile okuyamazken!

Gazze'yi ruh-u canıyla savunan Anadolu erlerinin şehid olduktan sonra ceplerinden çıkan not defterlerinde neler yok ki.. Kiminin üzerinde bağrı yanık bir Anadolu çocuğunun efkarı, kiminin üzerinde öfke ve intikam çığlıkları.. Gazze'de köy köy yaşanan şiddetli çatışmalar, yokluklar, destanlar, acılar, kahramanlıklar, ölümler sırasında yazılan değerli satırlar bunlar:

İşte Piyade Topçu Mehmed Hüseyin'in not defterinden: “Senden ayrıldım. Bak harab oldum.. Beni hep an!.. Unutma…”

İşte Mehmed Hüseyin Çavuş'un not defterindeki bir asır öteden yürekleri yakan çığlığı: “Ne bir dua, ne fatiha isterim sizlerden. İntikam.. Ah İntikam!.. Geçmeyiniz bizlerden..”


* * *

1912, Çorlu Köprüsü

1912'de patlak veren Balkan Savaşları; siyasi çalkantılar içindeki Osmanlı Devleti'nin I. Dünya Savaşı öncesinde savunmasız ve hazırlıksız yakalanmasına ve ağır bir yenilgi almasına neden oldu. 1912'de başlayan saldırıların birincisini Osmanlı ağır kayıplarla kapattı. 1912 yılının 26-27-28-29 Ekim'inde Lüleburgaz'da yaşanan Balkan Muharebeleri, savaşın en kanlı çatışmalarıdır. Bulgarlar Çatalca'ya kadar dayanırlar. Avrupa devletlerinin araya girmesi ile Londra Konferansı yapılır. Daha sonra I. Balkan Savaşı'nda kaybedilen bu topraklar geri alınacaktır.


* * *


Mustafa Kemal Paşa, Batı cephesi komutanı İsmet Paşa ve Albay Asım Gündüz ile birlikte Büyük Taarruz öncesi harita üzerinde çalışırken, 1922.

* * *

Mülazim’den Teğmen’e: Kahramanlar Acı Çeker! 

Kâbe’yi koruyordun arkadaşlarınla. Mekkeli Hüseyin bin Haşimi’nin adamları, gazyağı püskürtüp yaktılar karargâhınızı.

O gün Kâbe çevresinde kırbaçlayarak öldürdüler arkadaşlarını. 

Nablus’u savunurken 21 yaşındaydın. 40 askerinle işgalcinin koca tümenini durdurdun ve şehit düştünüz. Nabluslular işgalciye hiç, ama hiç direnmediler.

Tulkerim’e son saldırısıydı işgal koalisyonunun. Ordu komutanınız çekip gitti. Kalakaldın arkadaşlarınla; ama yılmadın 32 süvarilerinle yürüdün geceleri; Halep sokaklarında İngiliz-Haşimi koalisyonuna karşı savaştın ve şehit düştün!

Der’a istasyonuna dek getirmiştin Amman’dan hastane trenini. Yaralı askerlere, kadınlara, çocuklara kıydı işgalcinin yandaşı, Faysal bin Haşimi’nin maşaları. Senin gırtlağına cembiye ile üşürdü şeyhin adamları.

Emir geldi payitahttan, silahlarınızı topladılar; ordunuzu dağıttılar. “Ya istiklal Ya Ölüm!” diyen sesi duydunuz. Aç, susuzdunuz; bir köye yaklaştınız Bursa ovasında. “Yunanla başımızı derde sokacaksınız” diyen köylüler sopalarla saldırdılar.

Manisa’da direnelim diye konuşurken taşladılar sizi, padişah yanlıları!

Durdurmak için işgalciyi gönüllü gençleri topladın. “İslama ve padişahımıza karşı mı çıkıyorsunuz?” diyen Buldan’ın mollaları dağıttılar gönüllüleri. Aynı mollalar papazlarla kol kola verip karşıladılar Yunanlı kumandanı ve teslim ettiler kasabalarını.

Sen aldırmadın Teğmen; “Ya İstiklal Ya Ölüm” çağrısına uyup kurtardın teslim olanları bile!

*

Kumandanların selama durdular Amerikan zırhlıları 1947’de Boğaziçi’ne girerken, senin için yandı! Öğrenci kardeşlerine çevirttiler namlunu. “Ya İstiklal Ya Ölüm” diyerek ters astın tüfeğini. İşkenceye çektiler seni, yabancı devlete “biat” etmedin diye!

Zincirle dövdürdüler Doğulu onbaşıya Metris hapishanesinde. İçine gömüp onur yaranı, “Ya İstiklal Ya Ölüm” diye diye dayandın.

Müttefik diye ezberlettikleri emperyalisti gördün sınır boylarında sana mermi yağdıranlara gökten yardım paketi atarken. Müttefikin kalleşliğini anlatmaya çalıştın paşalara, işaret koydular siciline!

*

Acı acı anımsıyorsun şimdi; Harb Okulunu bitirdiğin günü:

Yoklamada numaran okununca arkadaşların gibi sen de bağırmıştın, “Burada!” diye.

“1283” dendiğinde hep birden haykırmıştınız; “İçimizde!” diye.

“1283”ün “Ya İstiklal Ya Ölüm!” diyen sesi, seni bırakmadı her nereye gitsen!

Paşalar güvendi, sen güvenmedin emperyalist müttefikin gücüne!

Gün oldu; içindeki “1283”ü dışa vurdun! İşte ne olduysa o yüzden oldu ve bir kere daha zindandasın.

*

1918’de Mekke’de sırtına inen kırbaç…

Der’a istasyonunda boğazını kana boyayan Arap cembiyesi…

Kurtarmak istediklerinin sırtını karartan sopaları…

Ellerin kelepçeliyken baldırlarını yaran onbaşının zinciri…

“Amerika ile ilişkilerimiz ortak değerlere dayanır” diyen paşanın gülümsemesi…

Hayır, bunlar değil içini kavuran!

Boğazına düğümlenen o ses yakıyor göğsünün sol yanını!

Her türlü ihanete karşın seni ayakta tutan, taş duvarları delip soğuk odalara ulaşan o ses hala “Ya İstiklal Ya Ölüm” diyor ve fısıldıyor sana:

“Nihayetinde vatana olan namus borcumuzu ödedik!”

Öyleyse sen de dayanmalısın, çünkü insanlık tarihinin her sayfasında yazılıdır:

“Kahramanlar Acı Çeker!”

Mustafa YILDIRIM.,


6 CI  BÖLÜMLE  DEVAM EDECEKTİR..



* * *


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder