TÜRK'ÜN CEHENNEM ATEŞİNDE YÜRÜDÜĞÜ YILLAR.., BÖLÜM 1
SAHİPSİZ OLAN MEMLEKETİN BATMASI HAKTIR..
SEN SAHİP OLURSAN BU MEMLEKET BATMAYACAKTIR..,
MEHMET AKİF ERSOY /
'' Âtiyi Karanlik Görerek Azmi Birakmak ''
ŞİİRİNDEN
"KİM Kİ TÜRK'ÜN GÖNLÜNE DOKUNA, DOKUNUR SİNESİ ALLAH'IN OKUNA!.."
(Kazlıçeşme kabristanında medfun Mustafa Tulunay Hazretleri)
Gazze'de Alay Sancağımız - 1917
"Bir gece Atatürk’ün sofrasında Balkan bozgununu söz konusu olur.
Sorarlar: “Balkan bozgunu, önüne geçilemez bir felaket miydi? Bu mağlubiyetten kurtuluş çaresi yok muydu?”
Atatürk cevap verir ve Asım Us kelime kelime not etmiştir:
“Balkan Savaşı başladığı zaman ben, Trablusgarp’te bulunuyordum. Eğer bu sırada ben orada bulunmayıp da Rumeli’nin her hangi bir noktasında bulunsaydım, o Balkan bozgunu olmazdı. Çünkü Selanik Kolordusunda bulunurken, Küçük Balkan devletlerinin birleşerek beraberce bir hücum yapmaları ihtimalini düşünüyorduk. Ben, böyle bir ihtimale karşı, takip ve tatbik edilecek savunma planları üzerinde çalışmıştım.
Bir gün bu savunma planlarına ait haritaları üzerinde çalışırken içeriye Talat Paşa ile o zaman İttihat ve Terakki Cemiyeti Genel Sekreteri olan Hacı Adil Bey girdi. Kolordu Kumandanını ziyarete gelmişler. Bu nedenle beni de hatırlamışlar. Selamlaşmalardan sonra, Talat Paşa bana laf olsun diye şunları sordu:
-‘Kemal Bey çok dalmışsın, ne ile meşgul oluyorsun?’
Önümdeki haritaları göstererek:
-‘Bunlar Rumeli Savunma planıdır. Bir gün Küçük Balkanlı Devletlerin birleşerek birlikte bir hücum yapmaları ihtimaline karşı askeri hazırlıklarımızdır’ dedim. Talat Bey:
-‘Ben asker değilim. Bu gibi askeri işlerden anlamam. Fakat bu gösterdiğin savunma planlarını kim uygulayacak?’ diye sordu. Ben elimle kendimi işaret ederek:
-‘Ben yaparım’ dedim. Talat Bey, bu konu üzerinde daha fazla konuşmadı, sustu. Esasen sadece gönül ve hatır almak için benim yanıma uğramışlardı. Veda ederek ayrıldılar. Sonradan öğrendim ki, benim Rumeli’yi savunma hakkındaki sözlerim Talat Bey’in pek garibine gitmiş. Odamdan çıktıktan sonra, giderlerken Hacı Adil Bey’e:
-‘Gördün mü bizim deliyi?’ demiş.”
"..SAVAŞTA ORDUNUN BIRAKTIĞI İZ YANINDA, BİR DE MİLLETİN BIRAKTIĞI İZ VARDIR. PLANLAR İNSANLARI HANGİ FEDAKÂRLIĞA DAVET ETTİ? İNSANLAR BU DAVETİN ARKASINDAN NASIL GİTTİ VE KENDİLERİNİ NE KADAR FEDA ETTİLER?
İŞTE MEMLEKETİN SANATKÂRLARI MİLLETİN BIRAKTIĞI BU İZİN PEŞİNDE YÜRÜR VE YOL ÜSTÜNDE UNUTULUP KALMIŞ İSİMLERLE MENKIBELERİ ARAR."
"DÜNYANIN BİR KÖŞESİNDE KENDİ KENDİNE YAŞAM SÜREN ANADOLU, KİMİNDEN KAR, KİMİNDEN GÜNEŞ EKSİK OLMAYAN SEKİZ SINIRDA ESRARENGİZ VARLIĞININ DESTANLARINI YAZDI..."
1916 / EL-ARİŞ / SİNA CEPHESİNDE SU İSTASYONUMUZ
"ÇÖLÜ GÖRÜP ANLADIKTAN SONRA, SİNA VE FİLİSTİN SAVAŞLARININ ÇANAKKALE SAVUNMASINDAN DAHA ÖNEMSİZ OLMADIĞINA İNANDIM. ÇÖL, COĞRAFYANIN BİZE ÖĞRETTİĞİ SIRADAN TOPRAKLARDAN NE KADAR BAŞKAYSA, ÇÖL SAVAŞI, ÇÖLDEKİ ÖLÜM, ÇÖLÜN KAHRAMANLIĞI VE TAHAMMÜLÜ BİLE O KADAR ÖZELDİR. ORADA BİR GÜNLÜK GÜNEŞ, BİZİM BÜTÜN YAZ SÜREN GÜNEŞİMİZDEN DAHA KIZGINDIR. BÜTÜN MEVSİM YOL ALSANIZ, GECE BASMADIKÇA GÖLGE, ALLAH GÖNDERMEDİKÇE YİYECEK BULAMAZSINIZ. ÇOĞU HURMA AĞAÇLARININ GÖLGESİ KENDİ GÖLGESİNİN YARISINI BİLE ÖRTMEZ. BEDEVİLERİN BİR ÇOĞU, YOLCU ATLARININ GÜBRELERİNDEN AYIRDIKLARI ARPA TANELERİ İLE YAŞARLAR. AKŞAMLARI BÜTÜN GÖNÜLLERE ANADOLU ÇEŞMELERİYLE KÖY SÖĞÜTLERİNİN HÜZNÜ ÇÖKER. NE O YOL BU AYAKLAR İÇİN, NE DE O CESARET BU CESURLAR İÇİNDİR..."
Bİ'RUS SEBA'DA İNGİLİZLERE KARŞI KONUŞLANMIŞ "HECİNSÜVAR" BİRLİKLERİMİZ... (1915)
"...ÇÖLDEN DÖNENLER, GAZZE'DEN Bİ'RUS-SEB'E KADAR SÜREN UZUN CEPHEDE AYLARCA DAYANDI..."
"SAVAŞIN BAŞLANGICINDA HERKES SANIYORDU Kİ NE ANADOLU'DA GÜÇ VE KUVVET, NE DE BOŞALMIŞ KÖYLERDE VE KASABALARDA İNSAN VE HAYAT VAR. BUGÜN DE AYNI FİKİRDE DEĞİL MİYİZ? GERÇEK ŞU Kİ, ANADOLU'YU HİÇ TANIMAMIŞIZ..."
"AYAKÜSTÜNDE, GÖĞÜS GÖĞÜSE ÇARPIŞAN ESKİ CENGÂVERLERİN RESİMLERİNE BAKTIKÇA:
"ŞU ASKERLER, ŞİMDİKİ KAHRAMANLARDAN KAÇ KERE DAHA KAHRAMAN?" DERDİM.
BOŞ ÇÖLLERDE YANIK YÜZLÜ KÖY ERKEKLERİNE BAKARKEN BU SORUYU BİN KERE SORDUM.
ÇÖLLERDE O KADAR GÜÇ YÜRÜNÜYOR VE ÖYLE RAST GELE ŞEYLER YAŞANIYOR Kİ, ÖLÜMLE DÜŞMAN BU ZAHMET YANINDA HİÇ KALIR. OYSA ANAVATANIN BAĞRINDAN KOPAN BİR YIĞIN ERKEK, ÖNCE BÜTÜN MEMLEKETİ, SONRA 350 KM. GENİŞLİĞİNDEKİ ÇÖLÜ (SİNA) AŞTI VE KANAL DİBİNDE İNGİLİZLERİN DEMİRDEN, SİPERDEN, BİN ÇEŞİT SAVUNMA ŞEKLİNDEN OLUŞAN KORKUNÇ CEPHESİYLE ÇARPIŞTI. GERÇEKTEN NE BU İNSANLAR, NE DE BU AZAMETLİ MACERA, BİR KAÇ TEBLİĞ İÇİNDE UNUTULMAYI HAK EDER.
İŞİTTİM Kİ SAVAŞTA 3 MİLYON İNSAN KAYBETMİŞİZ. BU BEDBAHT İNSANLARIN CESETLERİNİ ŞİMDİKİ SINIRLARIMIZIN NE KADAR ÖTESİNDE BIRAKTIK! BİRKAÇ YENİ DEVLET, KANLARI HENÜZ KURUYAN TÜRK NAAŞLARI ÜZERİNDE TAÇ GİYDİ. ÖYLE TALİHSİZ ÖLÜLER Kİ, NE İSİMLERİNİ, NE DE MEZARLARINI BİLİYORUZ. BEN ATEŞTE VE GÜNEŞTE CAN VERENLERİ, EN HAFİF YAĞMURLA SİLİNECEK BİR KİTABA KAZIYORUM..."
3 ŞUBAT 1915 / (SÜVEYŞ) KANAL HAREKATI
"SİNA SAVAŞLARI, İNSANLARINI VE HAYVANLARINI RUMELİ, DOĞU VE BATI ANADOLU VE SURİYE'DEN, FENNÎ ŞEYLERİNİ, SİLÂH VE MÜHİMMATINI AVRUPA VE İSTANBUL'DAN, İAŞESİNİ KUZEY SURİYE İLE HALEP VE ADANA'DAN BEKLEMİŞTİR."
(Falih Rıfkı ATAY)
SİNA CEPHESİ / 1915
"MISIR SEFERİ, İNSANLARI, İAŞESİ, NAKLİYATI İLE BÜTÜN SEFER, ANADOLU'NUN BAĞRINDAN SÖKÜLMÜŞTÜR.
İNGİLİZLER DENİZLERİ KAPADIKTAN SONRA, İSKENDERUN KÖRFEZİ'NDEN KANAL'A KADAR GİDEN SAHİL ARTIK ESKİ COĞRAFYADA OKUDUĞUMUZ SAHİL DEĞİLDİ. YAFA, İSTANBUL'DAN YAFA'YA KADAR GİDEN KARA MESAFESİ SONUNDA BİR KASABA HALİNİ ALDI. SON ASIRLARIN MALZEMESİNİ, TOPLARINI, AĞIR HARP EŞYASINI, ÇOĞUNLUKLA SULTAN SELİM SEFERLERİ ZAMANINDAKİ YOLLAR ÜZERİNDEN VE BAZEN ESKİ FATİHLERİN BİLE KARŞILAŞMADIKLARI SORUNLAR İÇİNDE SÜVEYŞ'E GÖTÜRDÜK..."
(F.Rıfkı.ATAY)
EL-ARİŞ ÇÖLÜNDEN SÜVEYŞ'E YÜRÜYÜŞ - 1915
"...ARİŞ'TEN GEÇENLER BİR EVLİYA MAKAMININ ETRAFINI ÇEVİREN MEZARLIĞIN BİR TAŞINDA ŞU KELİMELERİ OKURLAR:
"YENİÇERİ AĞASI, EMİR-İ EMİRÂN"
TÜRKLERİN ESKİ MISIR SEFERİNDEN BELKİ ÇÖLLER İÇİNDE YALNIZCA BU DÖRT KELİME KALMIŞTIR.
BİZ, YER DEĞİŞTİREN KUMLAR ÜZERİNDE YÜRÜDÜĞÜMÜZDEN BİNLERCE ÖLÜ İÇİN HİÇBİR TAŞ ÜSTÜNE DÖRT KELİME BİLE NAKŞEDEMEDİK.. BİZ İSKENDER, HZ. ÖMER VE YAVUZ SULTAN SELİM SEFERLERİNİN HATIRALARININ YAŞAMADIĞI YERLERDEN, TEPE ÜZERİNDEN HECİNLE VE DEVELERLE GEÇMİŞTİK. ORDU, İNSANLAR, ERZAK, EŞYA VE SU İÇİN YALNIZ SURİYE, HİCAZ VE IRAK DEVELERİNDEN İSTİFADE ETTİ. RENKLERİ KUM RENGİ İLE BİRLEŞİP MESAFELER ORTASINDA SÖNEN BU HAYVANLAR SEFER SENESİ ÇÖLÜ ÖNEMLİ BİR GÖREVLE GEÇECEKLERDİ...
ŞEHİR VE MEVSİM GÖRMEYEN, SES DUYMAYAN SİNA ÇÖLÜ, İNSAN KALABALIĞI İÇİNDE HAYRETTEN HAYRETE DÜŞTÜ. NASIL YERLEŞİM BÖLGELERİNDE MESAFE, İKİ KASABA VEYA İKİ HAN ARASINDA ÖLÇÜLÜRSE, ÇÖLDE İKİ GÖLGE ARASINDA HESAP EDİLMELİDİR. FAKAT İKİ GÖLGEYİ NEREDE BULMALI?.. Bİ'R HASÂNÂ DENEN NOKTADAN SONRA ARTIK SAPSARI, AYAK BİLEKLERİNE KADAR GEÇEN KUMDAN BAŞKA BİR ŞEY YOKTUR. İNSAN BU KUMDA BİR BATAKLIKTA GİBİ YÜRÜR. AYAĞINI GÜÇ ÇEKER, HER ADIMDA BİR GÜNLÜK YOL ZAHMETİ DUYAR..."
(F.Rıfkı ATAY / ATEŞ VE GÜNEŞ).
ANADOLU'DAN YEMEN'E YENİ GELMİŞ ASKERLER, ASİR'DE YÜRÜYÜŞ KOLUNDA - 1332 (1914)
"BEN YEMEN'DE ÇOKÇA GEZDİM İKİ DERYA GEMİYİNEN, BİR İNSANIN NE FARKI VAR OĞLU YOKSA ÖLÜYÜNEN!.."
YUKARIDAKİ DİZELER, YENİ EVLENDİRDİĞİ İKİ OĞLUNU YEMEN'E YOLLAMIŞ OSMANİYE'Lİ BİR BABAYA AİTTİR.
GELİNLERİ İLE BERABER OTURAN VE EVLATLARINDAN BİR TÜRLÜ HABER ALAMAYAN VE SESSİZCE AMA İÇLERİ KAN AĞLAYARAK BEKLEŞEN GELİNLERİNİN HALİNİ GÖRDÜKÇE DE BİR DAHA KAHROLAN ANA, KOCASINDAN ASKERLİK ŞUBESİNE GİDİP EVLATLARININ DURUMU İLE İLGİLİ KENDİLERİNE BİR HABER GETİRMESİNİ İSTİYOR. HAKİKATİ AZ ÇOK TAHMİN EDEN BABANIN AYAKLARI İSE ASKERLİK ŞUBESİNE BİR TÜRLÜ GİTMEK İSTEMİYOR. EŞİNİ VE KENDİSİNİN YÜZÜNE ÇIKAMAYAN BOYNU BÜKÜK GELİNLERİNİ BİR MÜDDET; "GİTTİM, GİDECEĞİM..." DİYEREK OYALAYAN BABA, NİHAYETİNDE OSMANİYE'YE GELİYOR VE ŞUBEDEN ACI HABERİ ALIYOR. KÖYDE KENDİSİNİ MERAK VE KORKUYLA BEKLEYEN HANIMINA VE GELİNLERİNE BU HABERİ NASIL VERİRİM DİYE DÜŞÜNEDURURKEN, ONLARI GÖRDÜĞÜNDE AĞZINDAN BİRDENBİRE İŞTE BU DİZELER DÖKÜLÜYOR:
"BEN YEMEN'DE ÇOKÇA GEZDİM İKİ DERYA GEMİYİNEN, BİR İNSANIN NE FARKI VAR OĞLU YOKSA ÖLÜYÜNEN!.."
DAHA BAŞKA BİR ŞEY DEMEYE GEREK VAR MI?!..
CÜMLESİNDEN ALLAH RAZI OLSUN, CÜMLESİNE ALLAH RAHMET EYLESİN...
ALMAN VE OSMANLI SUBAYLARI, GAZZE'NİN 15 Km. KUZEYDOĞUSUNDA BULUNAN "HUŞ" BELDESİNDEKİ KAMPLARINDA... / 1916
SİNA ÇÖLÜNDE SAHRA HASTAHANESİ VE DEVE ÜSTÜNDE TABİP SUBAYIMIZ - 1915
"...Ordu kumandanı, kendi karargâh komutanlarından birinin, haftalardan beri su görmeyen yüzünü yıkamak için yalvararak istediği bir matara suyu esirgedi. Suyun her damlası, en tehlikeli cephaneliklerden daha fazla bir itina ile ve kesin emir almış süngülü neferlerle muhafaza edilmiştir. Bu ufak çukurlar, bin çeşit böcek, mikrop ve daha bilmem nelerle dolu idi. Hatta bir gün ordu kumandanının yaveri çok pis bir çukurdan matarasının kadehini doldurmuştu. Suyun rengini ve içini gören doktor: "Sıhhiye reisi sıfatıyla sizi bu sudan içmekten men ederim" dedi. Kadehi dudağına kadar götüren subayın kurumuş ve rengi erimiş gözlerinde infial, bir ateş gibi yandı. Bu kim bilir hangi ölümü getiren kadehi damla damla serinliğini ruhunda duyarak içti..."
(Falih Rıfkı Atay / ATEŞ VE GÜNEŞ)
OSMANLI HECİNSÜVAR (DEVE SÜVARİ) BİRLİĞİ SİNA ÇÖLÜNDEN SÜVEYŞ KANALI'NA DOĞRU YÜRÜRKEN.. - 1915 "...
Cemal Paşa ve Kurmay Heyeti ile 31 Ocak 1915'te akşam üzeri İkinci Habra'dan yaklaşık 40 km. ve Kanala yaklaşık 12 km. uzaktaki Ketib-ül Hayl denilen kum tepesine gitmek için yola çıktık.
Akşam güneşi gölgelerimizi kumların üzerinde, sonsuz uzatıyordu. Son merhaleyi heyecanla kat ediyorduk.
Gece oldu. Kum derin olduğundan ağır gidiyorduk. Saatlerce gittik. Yorulmuştuk. Yarı uyku içinde iken ilerimizde bir ışık gördük. Bir an evvel hedefe varmak arzusuyla olacak ki bu ışığın bulunduğu noktayı Ketib-ül Hayl sandık. Başka neresi olabilirdi ki? Işığın yanına gelince gördük ki bu, fener ışığı değil, ateş alevi imiş ve burası Ketib-ül Hayl değilmiş.Fakat bizi o kadar ümitlendirmiş olan bu ışığın yanında durup biraz dinlenmeğe hak kazanmıştık. Cemal Paşa durdu ve attan indi. Aynı anda hepimiz aynı hareketi tekrar ettik.
Ateşin başında beş on asker vardı. Bunlar bir tombaz* arabasına refakat eden eden istihkâm eratı idiler ki mola ediyorlardı. Sabah olmazdan evvel ağır tombazı toplanma yerine yetiştirmeğe mecbur idiler.
Bu istihkâm mangasının ödevi ne kadar ağırdı? Bir tombaz arabasını çekmek için bir düzine öküz yetmemiş; insanların da yardımına ihtiyaç görülmüştü.
Fakat ateşin başındaki askerler ne yapıyorlardı? Her halde çok önemli bir iş olacak ki Ordu Komutanının gelmesi bile onları işlerinden alıkoymamıştı. Ateşin üstünde bir karavana vardı. Fakat karavanada ne var? Yemek pişirilmesi hatıra gelemez. Merak edip sordum: Hayatından ümit kesilmiş bir devenin başını kasatura ile kesip etraftan topladıkları çalı çırpıyla ateş yakmışlar; mataralarındaki suyu karavanaya dökmüşler; deve başını pişiriyorlarmış. Deve başının pişmesini biz de beklemeye başladık. Kendilerine durup dinlenmek imkânını bağışlayan bu intizardan öküzler de faydalanıyorlardı. Ordu Karargâhı da şu programda olmayan molayı bu deve başına borçluydu. Hekes memnundu. Lakin deve başı bir türlü pişmiyordu. Hâlbuki sabah olmadan evvel tombazı mahalline yetiştirmek gerekti. Uğruna o kadar emek sarf edilen karavana, manga komutanının emriyle devrildi. İstihkâm askerleri ile öküzler ağır tombazı derin kum dalgaları üzerinde ve düşman ışıldaklarının ışığı altında, çekmeğe başladılar. Hem deve başı pişmemiş; hem mataralardaki su israf edilmişti. Bu, büyük bir hayal kırıklığı idi. Mısır seferinde hayal kırıklığı mı eksiktir?.."
*Tombaz: Sulardan geçiş vasıtası olarak kullanılan yahut yan yanyana getirilip üzerlerinde köprü kurulan altı düz büyük sandal
(Ali Fuad ERDEN / Paris'ten Tih Sahrasına)
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEK..,
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder