SURİYE KRİZİNDEKİ İÇ DİNAMİKLER İŞİD - ÖSO - PYD ve SURİYE TÜRKMENLERİ'NİN DURUMU 4
Suriye Krizindeki İç Dinamikler: ÖSO-IŞİD-PYD Denklemi
www.bilgesam.org
Ali SEMİN
Orta Doğu’da 2010 yılının Aralık ayın- da Tunus’ta başlayan Arap uyanışı/ Arap baharı bölgedeki dengelerin değişmesine yol açmıştır. Bir taraftan Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’de yönetimler değişirken, diğer taraftan da Orta Doğu’da ortaya çıkan devlet dışı silahlı aktörler bölgesel istikrarsızlığı ve kaosu beraberinde getirmektedir.
Irak ve Suriye’deki gelişmeler sözü edilen bölgesel istikrarsızlığın ve terör örgütlerinin artışında kırılma noktasıdır. Dolayısıyla Arap uyanışının yarattığı domino etkisiyle Suriye krizi, bugün uluslararası çapta bir güvenlik sorunu haline dönüşmüştür. Mart 2011’de halk gösterileriyle başlayıp sonrasında iç savaşa dönüşen Suriye krizi hususunda başta Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve Arap Birliği olmak üzere uluslararası örgütlerin ve küresel güçlerin çözüm girişimleri sonuçsuz kalmıştır.
Suriye krizinin iç sa- vaşa dönüşmesinin, bölgesel ve küresel güçlerin dış politikası üzerinde ciddi bir kırılmaya yol açtığı söylenebilir. Ayrıca Suriye’de devam eden kaotik ortam, bölgesel güvenlik sorunlarına da neden olmaktadır. Özellikle Esed rejimine karşı savaşan silahlı muhalif grupların tek çatı altında toplanmış olmaması, çeşitli ideolojik emellere hizmet etmesi ve yerel bir güç durumundan bölgesel ve uluslararası güç rekabetinin bir parçası haline çevrilmesi süregelen iç savaşın müsebbiplerindendir. Çünkü Suriye’deki Esed rejiminin ve iç savaşın ömrünün uzaması ülkedeki muhalif silahlı grupların ve IŞİD (Irak Şam İslam Devleti) benzeri terör örgütlerinin artmasına yol açmaktadır. Bu durum Orta Doğu’da bölgesel manada bir güvenlik sorunu ve boşluğu yaratmıştır.
Suriye’deki krizin artık ülke sınırlarını aştığı ve Orta Doğu coğrafyasından öte küresel bir sorun haline geldiği ifade edilebilir. Bu yazının amacı, Suriye iç savaşındaki iç dengelerin nasıl değiştiğini ve ülkedeki silahlı muhalif grupların Esed rejimine karşı verdikleri mücadelenin perde arkasına ışık tutmaktır. Ayrıca Suriye krizinin derinleşmesinde veya çözüme kavuşmasında bölgesel ve küresel güçlerin rolüne değinilmeye çalışılacaktır.
Suriye’deki İç Savaşın İnsani Boyutu
Suriye’de yaşanan iç savaşın sadece Esed rejimi ile Suriyeli muhalefet grubu arasında bir çatışma olmadığı, aynı zamanda bölgesel ve küresel güçlerin Orta Doğu’daki nüfuz rekabetinde önemli ve kilit bir etmen haline geldiği müşahede edilmektedir. Suriye’deki iç savaşın dünya düzenine adeta çok kutuplu bir sistemi empoze ettiği görülmektedir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerinin (ABD, Fransa, İngiltere, Çin ve Rusya) Suriye krizinin çözümü noktasında somut adımlar atmaması, Esed rejiminin ülkedeki iç savaşı sürdürebilmesini sağlamıştır. Bu bağlamda iç savaşın, Suriye’deki bölgesel ve küresel güç mücadelesinin bir parçası olmasının yanı sıra ülkedeki muhalefet içerisindeki bölünmüşlüğü de etkilediği söylenebilir.
Esed rejimine 2011 yılının Mart ayından bu yana Rusya’nın ve İran’ın verdiği destek sürerken, rejim karşıtı muhaliflerin içerisindeki güç mücadelesinin derinleştiği de izlenmektedir.
Suriye krizinin çözümsüz kalmasından en fazla zarar gören kesim, Esed karşıtı muhalif gruplar ve Suriye halkıdır. Birleşmiş Milletler, Uluslararası Af Örgütü ve Suriye İnsan Hakları Gözlem evi raporlarına göre, Suriye’deki iç çatışmalardan ötürü krizin başından günümüze dek hayatını kaybedenlerin sayısı 200 bini aşmıştır.
Diğer yandan 6 milyon 500 bin Suriyeli ülke içerisinde evlerini terk etmek zorunda kalmış, 4 milyon Suriyeli ise iç savaştan dolayı ülkelerini terk ederek başta Türkiye olmak üzere Irak, Ürdün, Lübnan, Mısır ve Avrupa’ya göç etmiştir.
Bunlara ilaveten Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) tarafından, 2015 yılının Temmuz ayında Suriyeli çocuklarla ilgili olarak yayımlanan raporda, uluslararası toplumun gerekli önlemleri almaması halinde Suriyeli mülteci çocukların kayıp kuşak olma riski taşıdıkları belirtilmektedir. Örgüt raporunda 2,7 milyon Suriyeli çocuğun okula gidemediği vurgulanmaktadır.1 Öte yandan ülkedeki iç savaş sebebiyle 12 milyon Suriyeli insani yardıma muhtaçtır.
Yukarıda belirtilen gelişmeler ışığında Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve uluslararası toplumun Suriye’de yaşanan iç savaşın insani bilançosu karşısında somut adımlar atmaması oldukça düşündürücüdür. Amerika Bileşik Devletleri; Irak’taki Saddam Hüseyin rejiminin kimyasal silaha sahip olduğu kuşkusuyla Mart 2003’te Irak’ı işgal ederken, Esed rejiminin 21 Ağustos 2013 tarihinde Doğu Guta’da kimyasal silah kullanarak 1500 insanın ölümüne sebebiyet vermesi karşısında Suriye’ye müdahalede bulunmamıştır.
ABD’nin ve Batılı ülkelerin, Esed rejimine karşı silahlı mücadele veren muhalifleri ılımlı ve radikal olarak iki ana gruba ayırarak ülkedeki iç savaşı daha da genişlettiğini ifade etmek mümkündür.
Suriye’deki Muhalefetin Askeri Yapısı ve IŞİD Cephesi Esed rejimi ile mücadele eden Suriyeli muhalefetin askeri gücü (Özgür Suriye Ordusu ve benzeri
örgütler) tarafından kontrol altında tutulan bölgeler 2013 ve 2014 yıllarında rejim ordusunun, IŞİD’ in ve PYD’ nin (Partiya Yekîtiya Demokrat) askeri kanadı olan YPG’nin ( Yekîneyên Parastina Gel) eline geçmiştir. YPG Suriye’nin kuzeyindeki Kobani, Afrin, el-Cezire ve Kamışlı’yı, IŞİD ise Rakka ve Deyre-Zur’u kontrol altına almıştır. Suriye Ulusal Koalisyonu’nun askeri yapısı olan Özgür Suriye Ordusu (ÖSO), kendisine mali ve askeri yönden yeterli dış destek
verilmemesinden ötürü ciddi anlamda bir güç kaybı yaşamıştır. Bu durumun temel sebebinin, ABD ile Batılı ülkeler tarafından Suriye’deki muhalefetin radikal ve ılımlı olarak farklı şekillerde tanımlanmasıyla birlikte Esed rejiminin, IŞİD’in ve el-Kaide’nin Suriye kanadı olan el Nusra Cephesi’nin güçlenebilmesi için belli bölgeleri mücadele etmeden söz konusu unsurlara bırakması olduğu ifade edilebilir.
1 http://arabic.sputniknews.com.arab_ world/20150706/1014864988.html#ixzz3gcSWYpSN,(Eri şim:19.07.2015)
“ Suriye Ulusal Koalisyonu’nun askeri yapısı olan Özgür Suriye Ordusu (ÖSO), kendisine mali ve askeri yönden yeterli dış destek verilmemesinden ötürü ciddi anlamda bir güç kaybı yaşamıştır.”
Bütün bu gelişmeler değerlendirildiğinde rejimin ordusuna karşı verilen mücadelede, Suriye muhalefeti içerisindeki ayrışmanın keskinleşmesinden ve bölgesel-küresel güçlerin rekabetinden dolayı başarı sağlanamamıştır. Esed rejimine destek veren İran’ın ve Rusya’nın Suriye iç savaşı sürecinde de bu tutumlarını devam ettirirken Suriye Ulusal Koalisyonu’na ve Özgür Suriye Ordusu’na destek veren ülkeler arasındaki nüfuz mücadelesi Suriye’deki muhalefetin iç dinamiklerine olumsuz yansımıştır. Örneğin Rusya, İran ve Hizbullah yalnızca Esed rejimini desteklerken, Suriyeli muhalifleri destekleyen ve finansa eden ülkeler ise, tek bir muhalif gruptan ziyade kendilerine yakın hissettikleri farklı muhalif gruplara destek vermiştir.
Bu durumun Suriye muhalefetindeki iç ayrışmayı tetiklediği ifade edilebilir. Suriye’de 2015 yılının Ocak ayından itibaren rejime karşı savaşan si- lahlı
gruplara destek veren ülkelerin (Türkiye, Suudi Arabistan, Katar) kendi güdümlerindeki tugay ve birliklerin bazı bölgelerde askeri koalisyon kurmalarını sağladığı görülmektedir. Bu bağlamda 24 Mart 2015 tarihinde Suriyeli muhalifler, İdlib’in rejim güçlerinden kurtarılması amacıyla el-Fetih Ordusunu kurmuştur. Bu güç İdlib’in Kurtuluşu operasyonu adı altında 28 Mart’ta kentin merkezini kontrol etmiştir.2 El- Fetih Ordusunu oluşturan silahlı gruplar üç ana akıma ayrılmaktadır: İslami, Selefi ve diğer irili ufaklı yerel gruplar. El-Fetih Ordusu, çatısı al- tında yer alan silahlı gruplarla -el Nusra Cephe- si, Ahrar el-Şam, Cund-ul Aksa, Feylak el-Şam, Ecned el-Şam, Ceyşül Sünnet, Liva el-Hak ve Sukur el- Şam tesis edilen askeri bir yapıdır.3
Suriye Türkmenleri Siyasal Hareketler ve ASKERİ YAPILANMA KONFERANSI AHMET DAVUTOĞLU BİRİFİNGİ.,
El- Fetih Ordusu 25 Nisan’da el-Nasır (Zafer) operasyonunu başlatarak, İdlib’e bağlı en önemli kent olup Suriye’nin kuzeybatısında yer alan Cisr el-Şuğur’u kontrol etmiştir ki bu kent Türkiye sınırına 20 kilometre uzaklıkta olup Halep’in 104 kilometre doğusunda yer almasından dolayı stratejik öneme sahiptir.
Yukarıda sözü edilen gelişmeler dikkate alınarak el-Fetih Ordusunun Suriye’deki muhalefete destek veren ülkelerin (Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar) uzlaşması sonucunda teşkil edildiği söylenebilir. Özellikle bölgede cereyan eden hadiseler doğrultusunda Suriye’nin iç dengelerinde de değişim söz konusudur. Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın 21 Ocak’ta hayatını kaybetmesinin ardından Riyad yönetimini 23 Ocak’ta devralan Kral Selman Bin Abdulaziz el-Suud’un Suriye’deki iç dengeleri de etkilediğini ifade etmek mümkündür. Kral Selman’ın Yemen’deki Husiler’e karşı 26 Mart’ta başlattığı Kararlılık Fırtınası operasyon unun Suriye muhalefeti içerisindeki İç dinamiklere yeni bir boyut kazandırdığı görülmektedir.
2 https://www.youtube.com/watch?v=YdJx1a_4TKM,(Erişim:20.07.2015)
3 http://bit.ly/1PyPto3
Suriye muhalefetine destek veren Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar, Esed rejiminin devrilmesini işin içindeki iç dinamiklere ve güç mücadelesine amaçlayan Suriye’deki muhalif yapının tek çatı altında birleşmeden kazanım elde edilemeyeceğinin farkına varmıştır. Aslında Suriyeli muhalif gruplara destek veren ülkelerin temel amacı, Esed rejiminin devrilmesi olsa da stratejilerin belirlenmesi konusunda fikir ayrılığına düştükleri gözlemlenmektedir.
Bu bağlamda 2 Temmuz 2015 tarihinde Suriyeli muhalifler Halep’in kurtarılması için el-Fetih Ordusunun devamı olarak Ensar-ul Şaria adı altında ittifak kurmuşlardır. Ensar-ul Şaria oluşumuna destek verenler arasında; Nusra Cephesi, Ahraru Şam, Ensar ed Din, Fevc Evvel, Liva Sultan Murad (Türkmen),
Ensar Hilafe, Ebu Amara gibi muhalif gruplar vardır. Akabinde muhalifler, Halep’i kurtarmak için 4 bin 500 kişiyle Ensar-ul Şaria operasyonu adı altında saldırılara başlamıştır.
Tüm bu gelişmelere bakılarak, Esed’in devrilebilmesi için ılımlı muhalif grupların, Suriye’deki savaşta mücadele eden diğer silahlı gruplar ile tek çatı altında savaşmaktan başka seçenekleri- nin kalmadığı söylenebilir. Çünkü muhalif güçlerin hem bölgesel rekabet denkleminden hem de kendi içlerindeki bölünmüş yapıdan mütevellit birbirleriyle çatışmalarının derinleşmesi hem uluslararası desteği hem de kontrol altına aldıkları bölgeleri kaybetmelerine neden olmaktadır.
Bu tablo Esed’in yönetimde kalmasının yanı sıra uyguladığı stratejilerin başarılı olmasını ve hatta IŞİD gibi radikal unsurların güçlenmesini beraberinde getirmektedir. Bu nedenle Suriye muhalefetinin radikal, ılımlı veya karşıt gruplar şeklinde tanımlamalar yapmaksızın belirli bölgelerdeki farklı unsurlarla birleşmek zorunluluğunu hissetmeye başladığı görülmektedir.
El-Fetih Ordusunun tesis edilmesinin, el-Nusra Cephesi ve Özgür Suriye Ordusu açısından şu dikkat çekici sonuçları doğurabileceği belirtilebilir:
1. ÖSO’nun el-Fetih Ordusuna destek vermesi veya çatısı altında bulunan bazı birliklerin radikal gruplarla hareket etmesi uluslararası toplum nezdinde imajını zedeleyebilir. Bu sebeple el-Fetih Ordusunun kurulması; el-Nusra Cephesi’nin, el-Kaide terör örgütünün Suriye kolundan ziyade ülkenin belirli bölgelerindeki yerel halktan destek alabilmesine yol açabilir.
Başka bir ifadeyle 2013-2014 yıllarından beri rejime karşı ciddi bir zafer elde edemeyen Özgür Suriye Ordusu’nun İdlib’de ve Halep kırsalında el-Fetih Ordusunun çatısı altında kontrol ettiği bölgeleri, el-Nusra Cephesi’nin desteği ve gücü neticesinde kazandığı görüntüsü verebilir. Bu durum el-Nusra Cephesi’ne yerel halk nezdinde destek ve sempati kazandırabilir.
2. Suriye’deki silahlı muhalif güçler adına el-Fetih Ordusu, Esed rejimine karşı başarı elde ettikçe Özgür Suriye Ordusu’nun geri planda kalacağı kuvvetle muhtemeldir. Ayrıca Özgür Suriye Ordusu çatısı altında savaşan irili ufaklı silahlı grupların, el-Fetih Ordusunu benimsemesi de Özgür Suriye Ordusu’nun zayıflamasına neden olabilir. Şu noktaya değinmek gerekir ki el-Fetih Ordusunun başarılı olması durumunda
“ Suriye’deki silahlı muhalif güçler adına el-Fetih Ordusu, Esed rejimine karşı başarı elde ettikçe Özgür Suriye Ordusu’nun geri planda kalacağı kuvvetle muhtemeldir.”
Özgür Suriye Ordusu’na destek veren ülkelerin Suriyeli muhalifler üzerindeki etkisi azalabilir.
3. ABD’nin Türkiye ve Ürdün’de başlattığı eğit- donat programı kapsamında muhalif gruplar dışında el-Fetih Ordusu da söz konusu programa dâhil edildiği takdirde, Özgür Suriye Ordusu ve diğer silahlı gruplar arasında güç mücadelesi başlayabilir. Bu sebeple el-Fetih ordusu çatısı altında Suriyeli muhaliflerin ittifak kurması, kısa vadede Esed rejimine karşı bir başarı elde edilmesini mümkün kılabilir. Fakat el-Fetih Ordusunun çatısı altında birleşen silahlı gruplar arasında orta vadede, kontrol ettikleri bölgelere ilişkin olarak muhtemel çatışmalar yaşanabilir. Zira el-Fetih Ordusunun kontrol ettiği İdlib’te ve Cesr el-Şuğur’da selefi ve cihadi hitapların ön plana çıktığı görülmektedir. Aslında el-Fetih Ordusu, silahlı Suriyeli muhalifler arasında kurulan bir ittifak niteliğindedir. Söz konusu askeri yapı ilerideki dönemlerde eğer siyasi ve askeri yönden bir uzlaşmaya dönüştürülemezse ne Esed rejimine ne de IŞİD’e karşı başarı sağlanabilir.
Yukarıda belirtilen gelişmeler ışığında, el-Fetih Ordusunun kurulmasının ardından rejim ordusuna karşı mücadele eden muhalif grupların tek çatı altında birleştik leri görüntüsü verilse de İdlib’te, Halep’te ve Suriye’nin güneyinde bölgesel bir ittifakın ötesine geçilemeyeceği ifade edilebilir.
Çünkü ittifakı oluşturan silahlı muhalif gruplar içerisindeki; keskin ideolojik ayrışmalar ve iç savaşın başlangıcından beri birbirleriyle çatışma halinde oldukları gerçeği düşünüldüğünde muhalif güçlerin böylesi bir ittifakı uzun süre devam ettirebilmeleri zordur. Örneğin el-Nusra Cephesi, Özgür Suriye Ordusu ile uzun bir süre çatışmıştır. Ancak IŞİD’in Suriye’de Rakka’yı kontrol etmesi ve ülkedeki ilerleyişini sürdürmesiyle birlikte el-Nusra Cephesi’nin el-Fetih Ordusuna katılmaktan başka seçeneğinin kalmadığı söylenebilir. Bu nedenle Suriyeli muhalifler arasında kurulmuş el-Fetih ordusunun hem ülkedeki hem de bölgedeki iç dengelerin değiştiğini göstermesi anlamında önemli bir işaret olduğu düşünülebilir.
IŞİD-YPG ve Muhalifler Denklemi
PKK’nın Suriye uzantısı olan PYD’nin askeri kanadı YPG, 19 Haziran 2015 tarihinde IŞİD’in kontrolündeki Tel-Abyad’ı ele geçirmiştir. YPG, Suriye’nin kuzeyindeki muhaliflerin oluşturduğu Burkan el-Fırat adı altındaki askeri örgütün, Liva el-Tahrir tugayının ve IŞİD ile mücadele etmek amacıyla ABD’nin öncülüğünde kurulmuş uluslararası koalisyon uçaklarının hava operasyonları ile Tel-Abyad’ın kontrolünü IŞİD’den alabilmiştir. PYD’nin Suriye’nin kuzeyinde kurduğu Kobani, Afrin ve el-Cezire kantonlarının, Esed rejimine karşı savaşan muhalif gruplar arasındaki dengeyi değiştirdiği görülmektedir.
Aslında IŞİD ve YPG’nin, Suriye’nin kuzeyini ve kuzeydoğusunu kontrol etmesi Esed rejimine karşı savaşan Özgür Suriye Ordusu ve benzeri muhalif güçlerin zayıflamasına yol açmıştır. Bu tablonun ortaya çıkmasındaki nedenler şu şekilde sıralanabilir:
1. PYD ne Esed rejimiyle savaşmış ne de Suriye muhalefeti içerisinde yer almıştır. Bu durum Esed rejiminin elini kuvvetlendirmiştir. Çünkü Esed’in Kürtlerle olan cephesi PYD/YPG’den dolayı kapatılmıştır. Başka bir ifadeyle, YPG’nin Esed rejimiyle çatışması gerekirken Özgür Suriye Ordusu ve diğer muhalif gruplarla çatışmaya girdiği unutulmamalıdır. Hatta PYD, Kuzey Irak
Kürt Yönetimi Başkanı Mesud Barzani’nin desteğiyle kurulan Suriye Kürt Ulusal Konseyi’ne karşı da sert tutum sergilemiştir. PYD’nin 2011 yılının Temmuz ayında Erbil’de ve 2014 yılının Ekim ayında Dohuk’ta, Suriyeli Kürt partiler ile imzalamış olduğu deklarasyonun koşullarına uymadığı da söylenebilir. PYD, Esed’e karşı Suriye muhalefetine destek sunan Kürt partilerinin yetkililerini zaman zaman tutuklamış veya kurduğu kantonlara üyelerinin girişlerini yasaklamıştır.
2. PYD’nin, Esed rejimine karşı mücadele eden Suriyeli muhalifler herhangi bir başarı sağlamamışken ülkenin kuzeyinde kantonlar kurması iç dengelerin değişmesine yol açmıştır. Bilhassa kontrol ettiği bölgelerdeki Esed rejimi karşıtı tüm eylemleri Kürtlere yasaklaması; Esed-PYD dolaylı ittifakının bir göstergesi olarak düşünülebilir. Şu noktaya vurgu yapmakta yarar vardır:
PYD’nin Suriye’nin kuzeyinde güçlü olması, bölgedeki Kürtlerden aldığı destekten kaynaklanmamaktadır, sadece YPG gibi güçlü bir silahlı örgütün varlığından dolayı bölgeyi kontrol etmiş durumdadır. PYD’nin ülkenin kuzeyinde oluşturduğu kantonlar, Suriyeli Kürt partilerce meydana getirilmiş ittifak neticesinde kurulmamıştır. Dolayısıyla PYD’nin Esed rejimine karşı savaşmamasının bir diğer sebebi, Şam yönetimine destek veren İran, Rusya ve Çin’in yardımını alabilmek şeklinde ifade edilebilir. Aslında Kobani’nin IŞİD’in kontrolüne geçmesinin ardından PYD’nin, Suriyeli Kürtler arasında en baskın gurup haline geldiğini söylemek mümkündür.
Bu nedenle Kobani’deki gelişmelerin, IŞİD’in düzenlediği saldırılarla birlikte PYD’nin Suriye’de meşrulaşmaya başlamasına yol açtığı değerlendirilebilir. Çünkü IŞİD’e karşı savaşmak amacıyla başta ABD olmak üzere PYD’ye batıdan ciddi ölçekte silah ve mali destek gelmiştir.
Bu çerçeveden bakıldığında IŞİD’in Suriye’de ilerlemesi ve PYD’nin ülkenin kuzeyinde kantonlar kurması, Esed rejiminin Suriyeli muhalif- lere karşı hem elini güçlendirmekte hem de yönetimde kalmasını sağlamaktadır. Suriye’deki iç savaşın uzamasının ülkede farklı cephelere yol açtığı aşikârdır. Esed rejimine karşı silahlı mücadele veren Suriyeli muhaliflerin IŞİD-rejim ordusu ve diğer radikal gruplarla çatışmak zorunda kalması ister istemez Suriye’deki iç savaşı derinleştirmektedir. Suriyeli muhaliflerin çeşitli unsurlardan oluşması ve hiçbir muhalif gücün tek başına muhatap olarak kabul edilmemesi, Esed rejiminin devrilmesini hedeflemekte olan bölgesel ve küresel güçlerin işini zorlaştırmak tadır. Bu bakımdan Suriyeli muhalif güçlerin, siyasi ve askeri manada yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. IŞİD’in Suriye’de güçlenmesinin yanı sıra ülkedeki iç savaşın, Mart 2011’den bu yana devam etmesinin insani dramı arttırmak tan başka bir sonuç vermeyeceğini/veremeyeceğini uluslararası toplumun anlaması gerekir. BM’nin her ay Suriye’deki iç savaşın çözümü için atılması gereken somut adımlar doğrultusunda bir yol haritası belirlemek yerine yalnızca ülkedeki insani kaybı raporlayıp açıklaması da doğru bir tavır değildir.
Sonuç:
IŞİD’in Haziran 2014’te Irak’ın en büyük ikinci kenti Musul’u kontrol etmesi, Yemen’deki Husiler’e karşı Suudi Arabistan öncülüğünde kurulan koalisyon ve İran’ın 14 Temmuz’da P5+1 (ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Çin ve Almanya) ülkeleri ile vardığı nükleer anlaşması Orta Doğu’daki dengeleri değiştirebilecek önemli gelişmelerdir. İran, Batılı ülkelerle nükleer anlaşmayı imzalasa da Suriye’deki Esed rejimine yönelik desteğini sürdürecektir. Bu sebeple Suriye’deki iç savaşın tarafları (Rejim, muhalifler, PYD ve IŞİD) arasındaki dengelerin kısa vadede değişmeyeceği söylenebilir. Bilhassa IŞİD’in Musul’u kontrol etmesinin ardından ülkedeki ilerleyişini sürdürmesi ve Suriye’de rejime destek veren Şii milis güçlerin (Abu Fadıl Abbas birlikleri gibi) Irak’a geri dönmesi; muhaliflere karşı, Esed ordusunun İdlib gibi bölgeleri kaybetmesindeki temel nedenler dendir.
Öte yandan Suriye’deki iç savaşın çözümü için Esed rejimi ile muhalif güçler arasında olası bir siyasi uzlaşmanın sağlanmasının, bölgesel ve küresel güçler arasındaki konsensüse bağlı olduğu söylenebilir. Suriye krizinin küresel denklemde; ABD-Rusya ve bölgesel denklemde ise Türkiye, Suudi Arabistan, Katar, İran arasındaki bir anlaşma ile çözüme kavuşması mümkündür. Söz konusu anlaşma sonrasında, daha önce düzenlenmiş Cenevre 1 ve 2 Konferansları’na ek olarak Tahran’ın da katılımıyla 3. Cenevre Konferansı’nın gerçekleştirilmesi Suriye’deki iç savaşın yatıştırılması noktasında yeni bir çıkış
yolu olabilir. Suriye krizinin çözümü hususunda söz konusu konferansın başarılı olabilmesi için Suudi Arabistan ile İran’ın aralarındaki güç mücadelesini arka plana atması gerekmektedir.
Özetlemek gerekirse, uluslararası koalisyonun düzenlediği hava operasyonları ile IŞİD’e karşı
Suriye’de yürütülmekte olan mücadelenin başarıya ulaşabilmesinin en önemli ayağı ülkedeki iç savaşın bitirilmesinden geçmektedir.
IŞİD ile mücadele ederken Suriye krizinin sürüncemede bırakılması, uluslararası camianın örgüte karşı başlattığı savaşın ciddiyetine gölge düşürmektedir.
BİLGESAM Hakkında;
BİLGESAM, Türkiye’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından biri olarak 2008 yılında kurulmuştur.
Kar amacı gütmeyen bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olarak BİLGESAM; Türkiye’deki saygın akademisyenler, emekli generaller ve diplomatların katkıları ile çalışmalarını yürütmektedir. Ulusal
ve uluslararası gündemi yakından takip eden BİLGESAM, araştırmalarını Türkiye’nin milli problemleri, dış politika ve güvenlik stratejileri, komşu ülkelerle ilişkiler ve gelişmeler üzerine yoğunlaştırmaktadır.
BİLGESAM, Türkiye’de kamuoyuna ve karar alıcılara yerel, bölgesel ve küresel düzeydeki gelişmelere ilişkin siyasal seçenek ve tavsiyeler sunmaktadır.
Yazar Hakkında
Ali SEMİN.,
Mart 2011’den beri BİLGESAM Orta Doğu araştırmaları uzmanı olarak çalışan Ali Semin, Orta Doğu siyaseti, Türkiye’nin Ortadoğu politikası, Türk-Irak ilişkileri, Irak’ın iç ve dış politikası, kuzey Irak’ın siyasi yapısı, Türkmenler, Iraklı Kürtlerin bölgesel ve küresel güçlerle ilişkileri, Körfez ülkeleri, İran, Suriye, Libya, Mısır, Tunus, Filistin sorunu, Hizbullah ve Hamas konularıyla ilgilenmektedir.
Semin, 2012 yılından itibaren Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler doktora programına devam etmektedir..
Suriye Krizindeki İç Dinamikler: ÖSO-IŞİD-PYD Denklemi
www.bilgesam.org Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM)
Mecidiyeköy Yolu Caddesi, No:10, 34387 Şişli -İSTANBUL
www.bilgesam.org
www.bilgestrateji.com
bilgesam@bilgesam.org
Tel: 0212 217 65 91 -
Fax: 0 212 217 65 93
© BİLGESAM Tüm hakları saklıdır.
İzinsiz yayımlanamaz. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.
Alıntı;
http://www.bilgesam.org/incele/2140/-suriye-krizindeki-ic-dinamikler--oso-isid-pyd-denklemi/
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder