26 Eylül 2015 Cumartesi

TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 12 EYLÜL ÖNCESİ VE SONRASI BÖLÜM 31




TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 
12 EYLÜL  ÖNCESİ VE SONRASI  
BÖLÜM 31


UZAK GÖRÜŞLÜ BİR CUMHURBAŞKANI


‘Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurulacak

1975 yılının ilk aylarında Güneydoğu’da terör ve şiddet eylemleri tırmanışa geçti.
MGK’de Siirt, Urfa, Hakkâri ve Diyarbakır’da sıkıyönetim ilan edildi.
“Ancak söz konusu illerde sıkıyönetim ilanına gidilebilmesi için” dedi Baransel:
“TBMM’nin onayı gerekiyordu. Meclis’teki görüşmelerde CHP ve AP sıkıyönetime karşı çıktı. İlk oylamada sıkıyönetim isteği reddedildi. İkinci oylamaya geçilmeden Meclis Başkanı oturumu bir sonraki güne bıraktı.
Oylamaya geçileceği gün Korutürk, Genel Sekreter Fuat Bayramoğlu ile hukuk başdanışmanı Çoker’i ve beni erkenden odasına çağırdı.
Odada ayakta duruyordu. Bir şeye canı sıkıldığında genellikle odanın içinde bir elini cebine sokarak bir aşağı bir yukarı dolaşırdı. Masasına oturdu. Karşısındaki koltuklarda yerimizi aldık.
Korutürk, ileride Ortadoğu’da bir Kürt devleti kurulabileceğinden söz etti.
Bu yer için Irak’ın kuzeyinde Kerkük’ü de içine alan toprakların düşünülebileceğini anlattı.

‘Kürt vatandaşlarımızı ayaklandıracaklar’

Burada kurulacak bir Kürt devletinin başta Amerika olmak üzere, yakın müttefikleri İngiltere ve Fransa’nın da desteğini göreceğini söyledi.
Eğer gerçekleşirse, bunun Türkiye için büyük bir tehlike doğuracağını, bu gelişmelerin ileride Güneydoğu Anadolu Bölgemizden toprak isteme küstahlığına kadar gidebileceğini ifade etti. Ardından politikacılara sitem etti: ‘Siyasi partilerin oy avcılığı uğruna bu hayati tehlikeyi bir türlü görmek istememelerine doğrusu akıl erdiremiyorum. Dilerim Türkiye, geleceği görmeyen muhteris politikacılar yüzünden ileride ağır bedeller ödemez. Beni asıl üzen, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ün partisinin bu konularda gerekli hassasiyeti göstermemesidir.’
Korutürk, Ecevit’e olan güven ve sempatisini giderek yitirdiğini belirtti ve sonra ‘Olmaz efendim’ dedi: Bu kadar da anlayışsızlık olmaz. Neredeyse ‘Ne haliniz varsa görün’ demek geliyor içimden. Dil bilen genç bir politikacı. Ama maalesef tecrübesiz.
Doğu’da bir Kürt devleti kurma düşüncelerinin ne kadar ciddi olduğunu ileride anlayacak. Belki önümüzdeki yıllarda. Güneydoğu’da yaşayan Kürt vatandaşlarımızı kandırarak ayaklandıracaklar. Ellerine silah verip çatışmalara itecekler. İşte o zaman Ecevit bölgede sıkıyönetim ilanını kendisi isteyecek... Sonra iş işten geçmiş olacak.”
İş işten -belki- geçmedi ama Korutürk’ün 1975’lerdeki -kuşku yok gelip geçen bütün hükümetlere uyarıları- özellikle 2 binli yıllarda gerçekleşti.
Dışarıdan içeriden destek gören PKK terör örgütü 1980’lerde ortaya çıktı.
Ayrılıkçı Kürtler elde silah dağlardan kentlere indi. Parlamentoda temsil edilmeye başlandı. Kuzey Irak’ta bir devletin bütün altyapılarını tamamlayan Barzani’nin Kürt devletini ilan etme hazırlığı günlerce gündemde kaldı.
Hâlâ Türkiye Cumhuriyeti oldubitti aşamasına gelen bu kuşkuyu bertaraf etmiş değil. Binlerce insanı ve askeri şehit etti. PKK hâlâ kan dökmeye devam ediyor.
Kürt Devleti ise şimdilik uykuda!..

Bunalımlardan bunalımlara...

1 MAYIS 1977


Fakat 1. MC döneminde bunalımlar bunalımları, olaylar olayları izledi. 2384 kişinin öldüğü, 8149 binanın yıkıldığı Diyarbakır depremi… ve 1 Mayıs 1977’de DİSK’in Taksim Meydanı’nda düzenlediği işçi bayramı mitinginin sonuna doğru açılan ateş 34 kişiyi öldürdü. Yüzlerce kişi yaralandı. Kim, hangi örgüt ateş açmıştı, bir türlü saptanamadı. Facia sol grupların çatışmasına, kontrgerillaya bağlandı.

Olay Köşk’te büyük bir şok etkisi yaptı.

2 Mayıs günü Korutürk, “Son derece karamsar ve sinirli idi” ’den olayın nasıl geliştiğini dinledi.
Gazetelerden derlediği haberleri sunarken Baransel, o günkü gazetelerde Ecevit’in “olayın bir tertip olabileceği kuşkusu taşıdığına” ilişkin değerlendimesini anımsattı.
Biraz sert bir sesle bu görüşe katılmadığını ifade etti…
….1 Mayıs’tan birkaç gün önce Cumhurbaşkanı bir sohbet sırasında 1 Mayıs’ta olaylar çıkabileceğinden kuşku duyduğunu bildirmişti. O gün öğleden sonra Güvenlik Müşaviri Kemal Özçelik ile sohbet ederken konu 1 Mayıs mitingine geldi. MİT raporlarında olay çıkabileceği şeklinde değerlendirmeler olduğunu ve bunları Cumhurbaşkanı’na anlattığını söyledi.
1 Mayıs olaylarından sonra (Cumhuriyet Senatosu’nun tabii üyesi, 27 Mayıs’ı gerçekleştirenlerden oluşan) Milli Birlik Grubu, MİT raporlarının açıklamasını istedi, ama açıklanmadı.


SEÇİME DOĞRU:

5 HAZİRAN 1977

Olaylı, yer yer kanlı seçim propagandası başladı ve 1 Mayıs’tan sonra ikinci bir olayın şoku ile Türkiye çalkalandı.
29 Mayıs 1977 günü birlikte seçim gezisine olduğumuz CHP lideri Ecevit’e, İzmir, Çiğli Havaalanı’nda bir suikast girişimine tanık olduk. Korutürk olayları izliyor ve bu sıralarda kimi resimlere bakarak “Bu MSP ne yapmak istiyor? Şeriat kanununu ve İslam hukukunu ülkede geçerli kılmak istiyor. Atatürk devrimlerinin tam karşısında. Bu ne cüret! Ne yazık ki demokrasinin cilvesi bu” diyor ve sonra “ tarafsızlık beni kahrediyor” diye devam ediyordu: “Bağrıma taş basıp bu konularda konuşamıyorum. Partilerin samimiyetsiz durumlarından nefret ediyorum. Hepsi işlerine geldiği gibi ve çıkarlarını ön plana alarak hareket ediyorlar. Hele iki büyük parti CHP ve AP, birbirilerini kötülemekten başka hiçbir şey yapmıyorlar.
Tabii iktidar olmak için gücendirmemek prensibi.
Şu anda hükümet yok. Ben Meclis’in bana verdiği yetkiyle TSK’ nin başkomutanı olarak bu seçimin huzur ve güven ortamında geçmesini sağlayacağım. Ordu her zaman olduğu gibi benim ve demokrasinin yanındadır. Ordu tarafsızdır ve hiçbir partinin yanında değildir. Sandıktan ne çıkarsa ona itibar edecektir. İsterse komünistler çıksın…”


O GÜN VE SONRASI

5 Haziran 1977 Genel Seçimleri; hem sevindirici hem de dramatik kimi sonuçlara yol açtı. O günün gecesi başkent Ankara o günlere dek yaşadıklarına benzemeyen olaylar izledi.
Türkiye genelinde esen rüzgâra bakarsak “Karaoğlan” Bülent Ecevit tek başına iktidara geliyordu.
Sandıklar açıldıkça dört bir yandan gelen haberler bu beklentiyi doğrulayacak içerikteydi.
5/6 Haziran sabahı parti genel merkezinin balkonunda görünen Ecevit, sokağı dolduran binlerce kişinin alkışları, çığlıklar ve davul sesleri arasında kalabalığa doğru elini uzattı.
Kalabalık sustu. “Şimdiden” dedi: “222 milletvekili kazandığımız belli oldu. Tek başına iktidar olmak için sadece 4 milletvekili kazanmamız gerekiyor. Sanıyorum öğleye doğru bu sonuç da alınacaktır.”
Kalabalık patladı. Güneşin ilk ışıklarıyla birlikte başkentte yer yer “iktidar, iktidar” haykırışları duyuluyordu. Grup grup insanlar hangi aracı bulurlarsa ona biniyor ve kentin diğer bölgelerine akın ediyor ve 1950’den beri ilk kez CHP’nin tek başına iktidara geldiğini duyuruyorlardı...
Sabaha karşı CHP’de illerden alınan sonuçlara göre yapılan hesaplar; CHP’nin 222, AP’nin 173, MSP’nin 28, MHP’nin 9, CGP’nin 1 milletvekili çıkardığını gösteriyordu.
450 milletvekilliğinden 437’sinin partilere göre dağılımı belli olmuştu, henüz 13 milletvekilliğinden kesin sonuç alınamamıştı. Ama Genel Sekreter Yardımcısı Ali Topuz’un kalabalığa açıkladığına göre, “CHP öndeydi”.
AP lideri ne yapıyordu, nasıl değerlendiriyordu sonuçları?
Parti genel merkezinden aldığı bilgilerle seçimi yitirdiğini elbette anlamıştı ama, renk vermiyor, “Köyleri bekleyelim. Asıl oy oralardan gelecek” diyordu.
Oysa AP yöneticileri gece yarısından sonra parti genel merkezinden ayrılmaya başlamışlardı.
6 Haziran sabahı sevinç, yerini düş kırıklığına bıraktı.
13 milletvekilliğinin hangi partiler arasında paylaşıldığı kesinlik kazandı.
Yüzde 41.39 oyla CHP 213, yüzde 36.89 oyla AP 189, yüzde 8.57 oyla MSP 24, yüzde 6.42 oyla MHP 16, yüzde 1.87 oyla CGP 3, yüzde 1.85 oyla DP 1, yüzde 2.49 oyla bağımsızlar 4 milletvekilliği kazanmışlardı.
CHP tek başına iktidara 13 adım yaklaşmış ancak güvenoyu için gerekli olan 226 rakamını tutturamamıştı.

Enis Akdağ

17 06 2010

1977 genel seçimlerinden birinci çıkan CHP güvenoyu sınırına ulaşamadığı için iktidar yine ortada kalmıştı
Çankaya zor durumda
Çankaya bu sonuçtan memnun değildi. İktidar yine ortada kalmış; Korutürk’ü zorlayacak bir sonuç vermişti.
Ne yapacaktı? Kuşku yok demok- ratik gelenekler neyi gerektiriyorsa buna göre hareket edecek, parlamentoda en çok milletvekili ile temsil edilen partiye, CHP’ye hükümeti kurma görevini verecekti.
CHP Genel Başkanı’na gönderdiği mektupta; Atatürk ilkelerini ve anayasada yazılı esasları titizlikle koruyacak... Milli birlik ve beraberliği her türlü dar particilik anlayışının üstünde tutacak bir hükümet kurmasını istiyordu.
Bu mektupta sözünü ettiği öğelere bakılırsa Korutürk; CHP’nin MSP ile bir koalisyon kurmasını istemiyordu.
Olaylar öyle gelişti ki... Önce CHP lideri, Başbakan Ecevit, AP ve MHP ile görüşmeyeceğini ilan etti.
MSP ve CGP ile görüştü. Tek başına iktidar olma umutlarının arttığını söyledi.
Ecevit’in partilerle görüştüğü sırada Korutürk’ün değerlendirmelerini Baransel anlattı:
“MHP neyse ama sayın Ecevit’in AP ile görüşmemekte direnmesini doğru bulmuyorum. Parlamentoda 190 sandalyeye sahip bir parti görmezlikten gelinemez. Kaldı ki daha birçok sorunun çözümünde CHP’nin AP ile işbirliği yapması gerekir.
Ayrıca mektupta da değindiğim gibi ‘dar bir parti anlayışı’ dışında kalma ilkesine, Sayın Ecevit bu tutumuyla ters düşmüştür.”
Cumhurbaşkanı bu sözleri doğrultusunda harekete geçti.
18 Haziran 1977 günü Ecevit’i Köşk’e davet etti. Baransel’e söylediği düşüncelerini CHP liderine de yinelemiş olmalı ki; Ecevit, görüşmeden sonra “Bu aşamada AP Genel Başkanı ile de görüşme gereğini duyduğunu” açıkladı.
Bu aşamada bu görüşmeden olumlu bir sonuç çıkması beklenmiyordu. CHP ile AP sürekli kavgalıydılar. CHP lideri MHP’yi kanlı sağ sol çatışmalarında sağın temsilcisi olarak görüyordu.
Ecevit, Demirel’le buluştu. Tabii bir sonuç çıkmadı. Demirel, Ecevit’in isteklerini geri çevirdi.
Başbakan’ın hükümet kurma turları tamamlanmış oldu.
Ecevit Köşk’e geldi. Bir an önce hükümeti kurmak istiyordu. Ama ortak yoktu.
Bu, bir CHP hükümeti olacaktı!
Köşk’ün Bakanlar Kurulu listesini onaylayacağını umut ediyordu ve herhalde 213 milletvekili ile kurduğu hükümetin Meclis’ten güvenoyu alacağı umudundaydı.
Başta AP ve MSP ile MHP, Ecevit hükümetine karşı derhal ve ağır biçimde yüklenmeye başladılar.
Korutürk’ün kabine listesini onaylamasını istiyorlardı.
21 Haziran 1977 Salı günü Ecevit, cebinde Bakanlar Kurulu listesi Köşk’e geldi.
Bakanlar Kurulu listesinde Korutürk’ün isteğiyle kimi ufak tefek değişiklikler yapıldı.
Köşk, Bakanlar Kurulu listesini onayladı.

Kıyamet koptu.

Hükümete derhal “Çankaya Hükümeti” damgası vuruldu.
Kulis derhal faaliyete geçti. Şu soru yanıt arıyordu:
CHP hükümeti güvenoyu alabilecek miydi?
Baransel gülüyor: “Sayın Korutürk’e basında ve siyaset dünyasında saldırılar sürerken ben de nasibimi aldım. Biliyorsun, Fikret Otyam’ın kızı Elvan’la evlenmemize sen önayak olmuştun. Yakın çevre içinde gördükleri bana da ‘solcu yazarın damadı’ diye saldırdılar.”
Bu özel anıdan sonra Baransel, basının ve partilerin saldırılarına ve Korutürk’ün değerlendirmelerine geçti:
“Kim ne yazarsa yazsın, kim ne derse desin verdiğim kararın çok isabetli olduğuna inanıyorum. Bundan zerre kadar endişem yok.
İç ve dış baskıların kesinlikle etkisi söz konusu değil. Arzu ederdim ki Cephe Hükümeti yeni hükümete normal bir devir teslim işlemi yapsın. Bu olmadı. Kaygı verici bir durum. Bu telaş nedendir? Köprüler niye hemen atılır. On gün içinde her şey belli olacak.
Hükümet güvenoyu alırsa göreve devam edecek, demokratik mekanizma yeniden işleyecek.
Cephe Hükümeti’nin günahları ve sevapları ile tarihe geçmesi lazım. AP Genel Başkanı memleketi hükümetsiz bırakmamak için büyük çaba göstermiş ve Cephe Hükümeti’ni kurmuştur. Ancak kurulan böyle bir hükümetin yürümeyeceği daha başından belliydi. Ancak başka demokratik alternatif de yoktu.
Şimdi ikinci bir cephe hükümeti modelini oluşturmak istemesi hakikaten insanı şaşırtıyor.”
Ecevit güvenoyu almayı beklerken Demirel, Ecevit hükümetinin güvenoyu almaması için kolları sıvamış, eski ortaklarıyla görüşmelere başlamıştı.
Ecevit’in hükümet kurma görevini aldığı günün gecesi Demirel’le konuştum.
Seçim gecesi CHP’de zafer şenlikleri yapılırken bir grup partili otobüslerle Demirel’in Güniz Sokak’taki evinin önüne gitmiş, “Nazmiye pabucu yarım / Çık dışarı oynayalım” diye bağırmıştı.
Demirel o geceyi, o seslenmeleri anımsayınca sinirinden yerinde duramıyor ve:
“Hadi bakalım, olsun hükümet. Nasıl olacakmış görelim!” diyordu.
217 evet oyuna karşı 229 oyla Ecevit hükümeti güvenoyu alamadı. (21 Haziran 1977 - 21 Temmuz 1977). Milliyetçi Cephe kazanmıştı!

Kazandı mı kaybetti mi?..

2. MC Hükümeti yola çıktı. CHP ise Korutürk’ü, hükümeti kurma görevi verirken Ecevit’e yazdığı mektubun içeriği nedeniyle eleştiriyordu. Oysa Baransel’in söylediğine göre Korutürk’ün o mektubu yazmayı düşündüğü günlerde CHP’nin bütün ağır topları Köşk’le sıkı temas içindeydiler. Hükümetin güvenoyu alamaması üzerine bu kez mektup üzerinden Cumhurbaşkanı’na yüklenmeye, mektubun “Ecevit’in manevra alanını daralttığını” söylemeye başlamışlardı.
MC’nin yeniden bir araya gelmesini Köşk’ün engellemesini istiyorlardı. Korutürk, geleneği devam ettirdi ve seçimde ikinci parti konumuna gelen AP lideri Demirel’e görev vermeye hazırlandı.
5 Temmuz 1977’de Demirel’i davet ederken danışmanı Çoker ile basın danışmanı Baransel’e, Demirel’e vermeyi düşündüğü bir mektup hazırlamalarını istedi. Ecevit’e verilen mektubun bir benzerini hazırladılar. Mektubu Cumhurbaşkanı’nın onayına sundular; Korutürk’ün yüzü solgundu. Mektubu okudular, dikkatle dinledi.
Sonrasını Baransel’den öğrenelim: “Evet, dedi Cumhurbaşkanı, hazırladığınız mektupta üzerinde durulan görüşler gerçekleri yansıtıyor. Ancak Demirel bunlardan da çeşitli manalar çıkarıp, mektuptaki ifadelere dayanarak polemik yoluna gidebilir. Ayrıca bize karşı son derece ölçüsüz ve insafsız davranan bu zata böyle zarif ifadelerle seslenmek doğrusu içimden gelmiyor.”
Mektup yerine hükümeti kurma gö- revi verdiğini ifade eden kısa bir yazıyla yetinildi. Görev verirken Ecevit’le bir buçuk saat konuşan Korutürk’ün Demirel’i kabulü üç dakika sürdü.
Cumhurbaşkanı; “Demirel’in yönelttiği ağır suçlamaların altında kalmak istemediğini bu hareketiyle göstermek istemişti”.
Demirel, MSP ve MHP ile 2. MC’yi kurdu. (21 Temmuz 1977-9 Ocak 1978)


12 Eylül kapıyı aralıyor...

1977 yılının Ağustos ayında Cumhurbaşkanı Korutürk, yaz dönemi çalışmaları için İstanbul-Florya Köşkü’nde iken kısa aralıklarla Başbakan Demirel, Genelkurmay Başkanı Semih Sancar ve Milli Savunma Bakanı Sadettin Bilgiç ile görüştü.
Görüşmelerin konusu Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na yapılacak atamaydı.
Yakın çevresine söylediğine göre Korutürk, atama konusunda hükümetle aynı görüşte değildi.

Olay patladı ve gelişmeler şöyle seyretti:


Kara Kuvvetleri Komutanı Namık Kemal Ersun’du. Geçmişte Silahlı Kuvvetler içindeki bazı kıpırdanmalarda etkin roller oynamıştı ve politikacıları ülke sorunlarının çözümünde yetersiz buluyordu. Başbakan Demirel’e sempati duymadığını çeşitli vesilelerle yaptığı konuşmalarda ifade etmişti.
O sırada bir olay yaşandı. 3. Ordu’da Kolordu Komutanı olarak görev yapan Korgeneral Ali Fethi Esener, Keban Barajı’nın açılış töreninde Başbakan Demirel’e bir plaket verdi. Ersun Paşa bu olaydan duyduğu memnuniyetsizliği bir mektupla Genelkurmay Başkanı Sancar’a bildirdi.
Politikacılara şirin görünme amacını taşıyan bu hareketin cezalandırılmasını istedi.
Ersun Paşa, 2. MC Hükümeti işbaşına geldikten bir süre sonra görev süresi bitmeden emekliye sevk edildi.
Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na üç orgeneral adaydı: 1. Ordu Komutanı Orgeneral Adnan Ersöz, 2. Ordu Komutanı Orgeneral Şükrü Olcay ve 3. Ordu Komutanı Orgeneral Ali Fethi Esener!
Kıdem sırasına göre kuvvet komutanlığına Adnan Ersöz’ün gelmesi gerekiyordu. Fakat Demirel, Ali Fethi Esener’in Kara Kuvvetleri Komutanı olmasını istiyordu.
Başbakanlık Esener’le ilgili kararnameyi Korutürk’e gönderdi.
Cumhurbaşkanı bu atamaya şiddetle karşı çıktı. Korutürk “Askerlikte hiyerarşi çok hassas bir konudur. Bunun bozulması bazı sakıncaları da beraberinde getirir” diyordu.

Başbakan ise Esener’de direniyordu.

Köşk ile Başbakanlık arasında yazışma trafiği başladı.
Sonunda çözümle ilgili formül bulundu. 30 Ağustos’ta üç orgeneral emekliye sevk edildi ve aynı gün…
...12 Eylül’ün liderleri sahneye girdi
Üç yıl sonra 12 Eylül 1980 darbesinin lideri olacak, Ege Ordu Komutanı Orgeneral Kenan Evren, 30 Ağustos 1977’de Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na atandı. Korutürk’ün görevi sona erdikten sonraki dönemlerde de, 12 Eylül’den sonra da Köşk’te basın danışmanlığına devam eden Ali Baransel’e Kenan Evren’in anlattığına göre önünde kıdemli üç orgeneral varken Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na atanacağını “aklının ucundan bile geçirmiyormuş”!..
3. Ordu’da süresini tamamladıktan sonra emekli olmayı bekliyormuş ve bu nedenle eşiyle İzmir’de aldığı bir evin eşyalarını yavaş yavaş yerleştirmeye başlamışlar.
30 Ağustos günü öğleden sonra makam odasında çalışırken Cumhurbaşkanlığı Hukuk Danışmanı Fahri Çoker telefonda Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na atanma kararnamesinin imzalandığını söylemiş. Baransel’e söylediğine göre “çok şaşırmış”.
Altı ay sonra Genelkurmay Başkanlığı’na getirildi.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar’ın görev süresi iki yıl uzatılmıştı.
Dolaşan söylentilere göre Sancar’ın görev süresinin bir yıl daha uzatılmasına 2. MC Hükümeti’nden sonra işbaşına gelen Ecevit Hükümeti karşı çıkıyordu.
Sonraki gelişmeleri Baransel, Evren’den dinlemiş:
“Beni o günlerde Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık ziyaret etti. Genelkurmay Başkanı olarak Ecevit’in beni düşündüğünü, ancak Sancar’ın görev süresinin bir yıl daha uzatılmamasının ordu içinde bir rahatsızlık yaratıp yaratmayacağı konusunda endişeleri olduğunu bildirdi. Ben de Hasan Esat Bey’e, ‘Sayın Bakan siz hiç merak etmeyin. Koskoca Silahlı Kuvvetler, Genelkurmay Başkanı’nın görev süresi bir yıl daha uzatılmıyor diye rahatsızlık duymaz. Böyle bir işleme tavır koyan Genelkurmay Başkanı’nın arkasından kimse gitmez’ dedim. Sonra atamam gerçekleşti.”
Tabii Orgeneral Kenan Evren, ordu geleneğine göre Sancar emekli olunca Genelkurmay Başkanlığı’na Kara Kuvvetleri Komutanı’nın geleceğini biliyordu. Kara Kuvvetleri Komutanı da kendisi idi. Evren, “Kısa süre sonra Ecevit’le Hasan Esat Işık beni ziyaret ettiler. Ben de iade-i ziyarette bulundum” diyor.



Enis Akdağ

18 06 2010


Korutürk, doktor heyetinin raporuna göre görevine devam edip etmeme yönünde karar alacağını açıkladı Sağlığı bozuluyor 1978’in Temmuz ayında yaz çalışmaları için İstanbul’a giderken birkaç gün Abant’ta kaldı. Beşinci gün Cumhurbaşkanı’nın aniden ciddi bir rahatsızlık geçirdiği Çankaya Köşkü’ne iletildi. Korutürk aynı gün Ankara’ya döndü, istirahate çekildi. Abant’ta nefes alıp vermekte güçlük çekerek uyanmıştı. Yükseklik sorunu tetiklemişti.
Köşk kapısında karşılanan Korutürk, halsiz ve solgun görünüyordu.
Özel doktoru İlhan Uğurtaş’a “sağlık durumum çalışmama engel bir noktaya gitmeye başlarsa bir doktorlar heyeti teşkil edilmesini ve bu heyetin vereceği rapora göre hareket edeceğini” söyledi, talimat verdi. Görevini yapamayacağı doktor raporu ile saptanırsa Cumhurbaşkanlığı görevinden istifa edecekti!
28 Temmuz’da hastaneye götürüldü. Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Hastanesi.
Ağustos ortalarında hastaneden taburcu edildi. İki ay rapor alarak İstanbul-Florya Deniz Köşkü’ne gitti.

Cumhurbaşkanlığı’na Senato Başkanı Sırrı Atalay vekâlet etti.

2. MC AP’den istifa eden milletvekillerinin oylarıyla düşürüldü.
Görev yine Ecevit’e verildi.
Korutürk’ün gönlünde yine CHP-AP koalisyonu vardı. Böyle bir hükümetin ülkeyi cephelere ayrılmışlıktan kurtarabileceğini düşünüyordu.
Zira sağ-sol çatışması giderek büyüyor, yoğunlaşıyor. Her gün insanlar öldürülüyordu.
O günü anlatan Baransel; “Korutürk, Ecevit’le yaptığı görüşmede 2. MC hükümetinin çok kritik bir zamanda iktidara geldiğini ve kısa sürede düştüğünü de hatırlattıktan sonra, ‘Bundan ders almalısınız’ demişti; geniş tabanlı bir hükümetin gücü ortada. Oysa bağımsızların sizi destekleyeceklerini belirten bir organik bağıları yok. Nasıl güveniyorsunuz?” diyor.
Oysa Cumhurbaşkanı’nın böyle konuşmasını gerektiren bir hareketlilik vardı. Adalet Partisi’nden arka arkaya istifalar başlamıştı.
CHP lideri Ecevit, İstanbul’da Güneş Moteli’nde kimi AP milletvekilleriyle görüştü.
Partilerinden ayrılır bağımsız olarak hükümeti desteklerlerse, her birine bakanlık görevi vaat etmişti.
Ecevit, 213’ü tamamlayacak milletvekillerini arıyordu ve bulmuştu.
CHP lideri artık AP’den ayrılanlarla hükümet olmayı kafasına koymuş ve yola çıkmıştı.
Korutürk’ü dinleyecek durumda değildi.
Örgüt ve kamuoyunun baskısı altındaydı. 213 milletvekili ile hükümet olamayışını sürekli eleştiriyordu.
Ecevit, Batı ülkelerinde böyle kritik rakamlarla kurulan birçok hükümet olduğunu söyleyince, Korutürk, o ülkelerin şartlarıyla Türkiye’nin şartlarını aynı ölçüler içinde değerlendirmemek gerektiğini hatırlattı Ecevit’e.
Amacı açıktı: AP’den ayrılarak bağımsızlaşan milletvekillerinin desteğiyle 2. MC hükümetini düşür-müştü. Yine onların desteğiyle hükümeti kuracaktı.
AP’den ayrılan 11 milletvekilinin 10’nuna kabinde yer vermesi siyasal tansiyonu daha da yükseltti. Demirel ile Ecevit’in arası artık kapanmayacak biçimde açıldı.
Bu arada anarşi ve terör olayları giderek tırmanıyordu.
3. Ecevit hükümeti 6 Ocak 1978’den 12 Kasım 1979’a kadar görevde kaldı.
1979’daki ara seçim, Ecevit hükümetinin sonu oldu.
Demokratik rejimin sonunun başlangıcı!
Bülent Ecevit hükümeti sırasında toplumsal olaylar patlak verdi. Maraş katliamı bunların en önemlisiydi
Terör ve anarşi ortanın solu-sağı dinlemiyor
Ecevit’in -Güneş Moteli gibi- kişiliğine yakışmayan bir serüvenden sonra hükümeti kurması, eleştiriden çok destek aldı.
Fakat terör ve anarşi azgın dalgalar gibiydi.
Sokağa çıkılmaz duruma gelmişti. Can güvenliği yok sayılıyordu.
Ecevit hükümeti sırasında çok önemli toplumsal olaylar patladı.
16 Mart 1978’de İstanbul Üniversitesi önünde sol görüşlü öğrencilerin üzerine bomba atıldı. 6 kişi öldü.
Malatya Belediye Başkanı Hamid Fendoğlu (17 Nisan 1978) evine gönderilen bombalı paketin patlaması sonucu öldürüldü.
Bedrettin Cömert öldürüldü (9 Ekim 1978). Ankara’da 7 TİP üyesi öğrenci kaldıkları evde ülkücü komandolar tarafından katledildiler.
İTÜ Elektrik Fakültesi Dekanı Bedri Karafakioğlu öldürüldü (20 Ekim 1978).
Ve… Kahramanmaraş katliamı (23 Aralık 1978).

Baransel, katliamı Köşk’ten anlatıyor:

“Kahramanmaraş’ta bir sinemaya atılan bir bombanın solcular tarafından planlandığı iddiası inanılmaz gelişmelere sahne oldu. Bu olayın ardından CHP ve TÖB-DER binalarına saldırılmış, ardından da iki öğretmen evlerine giderken vurularak öldürülmüşlerdi.
Öldürülenlerin cenaze töreninde halkın kışkırtılmasıyla Aleviler ve Sünniler arasında çıkan olaylar, zamanında durdurulamayınca olanlar oldu. Cami önünde toplanan sağ görüşlü oldukları öne sürülen kalabalık, silah ve sopalarla şehir merkezine yürüyerek CHP’lilerin ve Alevilerin üzerine, işyerlerine saldırıya geçti. Bu çatışmalar arasında üç kişinin, ‘sol görüşlü’ polislerin tabancasından çıkan kurşunla öldürüldüğü haberi, olayları inanılmaz boyutlara ulaştırdı.
Saldırganlar, bütün şehirde solcu Alevi avına çıktı. Evler yakılıyor, ele geçirilenler katlediliyordu.
9 Aralık’ta başlayıp 23 Aralık’a kadar bütün şiddetiyle devam eden olayların bilançosu korkunçtu.
105 kişi ölmüş, çok daha fazlası yaralanmış, yüzlerce ev ve işyeri yıkılmış, insanlar sokaklarda kalmışlardı.
Olaylar üzerine o güne kadar sıkıyönetim uygulamasının karşısında olan Ecevit, 13 ilde sıkıyönetim öngören tasarıyı Meclis’e sunmak zorunda kaldı
Zorunda kalmıştı; günlerce aralarında sıkıyönetim ilan etmekle etmemek konusunda tartışmışlardı.
Hamido’nun paketle gelen bombayla öldürülmesinden sonra Malatya’ya gittim ve oradan da Kahramanmaraş’a…
Olaylar patlat vermemişti ama kent barut kokuyordu.
Toplum öylesine gergindi ki… Burada yakın günlerde bir şeyler olacağı elle tutulurcasına belliydi. Oradan gazeteye -Hürriyet’e- geçtiğim haberlerde, Maraş’ın büyük olaylara gebe bir kent olduğunu belirtmiştim.
Ankara’ya dönüşümde -oradan verdiğim haberleri okumuş olacak- Cumhurbaşkanı Korutürk aradı. İzlenimlerimi anlattım, orada devlet yok, edim.
Bir gazeteci olarak benim görebildiklerimi devletin sezmemesi olanaklı mıydı?
Çankaya’nın kaygılı olduğu ses tonundan, anlaşılıyordu.
Birkaç gün geçti. Kahramanmaraş katliamı patladı.”
“Yüz çizgilerinden okudum. Korutürk olaydan derin bir acı duyuyordu” diyor Baransel. Cumhurbaşkanı duygularını, yargılarını şöyle açıklamıştı:
“Ne yazık ki ateşle oynamanın korkunç tehlikelerini göremeyen ya da kestirmek istemeyen bazı kişi, kuruluşlar ve politikacılar da siyasi çıkar için el altından mezhep ayrılıklarından yararlanma yoluna girmişlerdir.”

BİR GİRİŞİM

Cumhurbaşkanı Korutürk ülkeyi içine düştüğü çaresiz durumdan, ancak bir CHP-AP hükümetinin çıkarabileceği inancını hiç yitirmedi. Görevinin son yıllarında bu konuda bir girişim başlattı. “CHP-AP koalisyonunu mümkün kılabilmek için” bir büyük gazetenin öncülük yapmasını düşünüyordu. Baransel’e “Milliyet gazetesi başyazarı Abdi İpekçi saygın ve etkili bir gazeteci. Benim düşüncelerimi ona anlatsak, kendisi de bunu haber yapsa, köşesinde müdafaa etse çok iyi olur. Bunu sağlayabilir misin” diye sordu. Baransel gazete nezdinde gereken girişimlerde bulundu, yokladı. Abdi İpekçi’den haber geldi. Köşk’ün görüşlerini gazetenin birinci sayfasında haber yapacağını, köşesini de bu konuya ayıracağını bildiriyordu. Haber “Çankaya Köşkü CHP-AP Koalisyonu İstiyor” manşetiyle çıktı ve.. beklendiği gibi büyük tepkiyle karşılandı. Köşk’ün görüşlerinin ya Cumhurbaşkanı’nı ya da Köşk Genel Sekreteri kanalıyla açıklandığını savunan Demirel; “Anlaşılıyor ki Çankaya Köşkü’nde karnından konuşanlar türemiştir” diyordu. AP lideri ima yoluyla Baransel’i hedef alıyordu. Kahramanmaraş olaylarının yarası kapanmadan Türk basın, düşün ve yazın yaşamı bir darbe yedi. Abdi İpekçi evinin yakınında öldürüldü. (1 Ocak 1979)

Morali bozuk, bitkin bir cumhurbaşkanı
Sıkıyönetimin uzatılması Meclis’te Ecevit’le Demirel arasında sert tartışmalara neden oldu ve tartışma Silahlı Kuvvetler üzerinde yoğunlaşınca Korutürk, devreye girmek zorunda kaldı: “Türk ordusu politikanın dışında tutulmalıdır!”
İki lider arasındaki gerginlik sürerken Ecevit’in kısa süre önce AP’den ayrılan Hasan Korkut’u Devlet Bakanlığı’na ataması ve atamayı Köşk’ün onaylaması AP liderini adeta çileden çıkardı.
Demirel, iki yakın arkadaşı İhsan Sabri Çağlayangil’le Nuri Bayar’ı Köşk’e gönderdi. Genel Sek-reter Haluk Bayülken’le konuşan AP’liler şu mesajları iletiyorlardı:
“Cumhurbaşkanı bu tutum ve davranışlarıyla partiler demokrasisini ağır bir şekilde zedelemiştir.
Türkiye’deki bunalımın temelinde Cumhurbaşkanı vardır.
Bundan sonra Cumhurbaşkanı ile hiçbir şekilde görüşmeyeceğim.
Cumhurbaşkanı’nın tutumunu meydanlarda kınayacağım.
Cumhurbaşkanı’nın taraf oldığu ortada. CHP’yi tutuyor...Köşk’ü töhmet altında bırakan bir gelişme.


- Eve geldim. Eşim Köşk’ten arandığımı ve hemen gelmemin istendiğini söyledi” diyor Baransel:
“Köşk’te Haluk Bayülken ile Prof. İlhan Öztrak oturuyordu, olay anlatıldı. Bayülken AP’lilerle yaptığı konuşmayı anlatmak için Korutürk’ün konutuna gitti, geldi.
Cumhurbaşkanı’nın Demirel’e iletilmek üzere öngördüğü mesajın ana hatları şöyleydi: Bize, bu bağımsız bakanın atanmasından önce duyarlılıklarını açıkça bildirebilirlerdi. Cumhurbaşkanının AP ile karşı karşıya getirilmesi doğru olmaz. Demirel daha toleranslı davranmalı. Bunu kendisinin devlet adamlığı tecrübelerinden ve hassasiyetinden beklerim.”
Mesaj Demirel’e iletildi, ama AP lideri tatmin olmadı. Aynı gün AP Başkanlık Divanı yayımladığı bildiride Korutürk’ü ağır bir dille suçladı.
Köşk’ü Ecevit hükümetine alet olmakla itham ediyordu.
Bizi odasına çağırdı ve ben Korutürk’ü böylesine morali bozuk, bitkin ve sarsılmış görmedim. Yüzü kıpkırmızı olmuş, elleri titriyor, kuruyan boğazını ıslatmak için sık sık su içiyordu.
Mesela Meclis Başkanı’na bir mektup yazıp tarafsızlığını kaybedip kaybetmediğinin oylanarak belirlenmesini istedi. Bizler de anayasa ve yasalarda böyle bir hüküm ve geleneğin olmadığını belirterek yatıştırmaya çalıştık. Fakat düşüncelerimizi bir türlü kabul ettiremedik.
Şöyle diyordu: “Biliyorum anayasada böyle bir hüküm yok. Ama lütfen bunun bir yolunu bulun. Eğer benim tarafsızlığımı kaybettiğime karar verilirse, Meclis’te böyle bir kanaat varsa ben yerimi, bulacakları tarafsız bir cumhurbaşkanına bırakmaya hazırım!”
Çaresiz kaldık, Meclis Başkanı’na bir mektup yazdık. Korutürk, tarafsızlığını yitirmiş olup olmadığı konusunda TBMM’nin birleşik oturumunda karar verilmesi yönünde böyle bir başvuruyu yasal yönden yapmanın mümkün olmadığını anımsattıktan sonra bu hakkın kendisine verilmesi için gereken yasal yol ve yöntemlerin oluşturulmasını istiyordu. Olanağı olmayan bir girişimdi, ama Korutürk’ün amacı duruşunu kamuoyuna bu yoldan duyurmaktı.
O sırada Meclis Başkanı olan Cahit Karakaş (CHP), Korutürk’e moralini düzeltmeye yardımcı olacak bir yanıt verdi: “Sayın Cumhurbaşkanı, Yüce Meclis’in zatıâlinize karşı her zaman tam bir güveni olmuştur. Bundan sonra da olmaya devam edecektir.”


Enis Akdağ

19 06 2010

Siyasi gerginliklerin yoğunlaştığı dönemde Korutürk, orduyu politikanın dışında tutmak için büyük çaba harcadı Askeri müdahaleye karşı Baransel’e sordum: Siyasal gerginliklerin alabildiğine yoğunlaştığı, anarşi ve terörün ülkeyi kan gölüne çevirdiği günlerde birtakım çevreler (hatta sorumlu kişiler) Silahlı Kuvvetler’in yönetime el koymasını açıktan söylemeye başladıkları günlerdi o günler. Bu durumda Cumhurbaşkanı’nın tavrı neydi?

Duraksamaksızın yanıtladı: “Korutürk Silahlı Kuvvetler’in yönetime el koymasına daima karşı çıktı” dedi ve bir sohbet sırasında Cumhurbaşkanı’nın bu konuda kendisine söylediklerini aktardı:
“Göreve başladığından bu yana orduyu politika dışında tutmak için büyük çaba gösterdim.
Parlamenter sistemin kendi kuralları içinde işlemesi gerektiğine olan inancımı her şart ve ortamda korudum. Hür demokratik parlamenter sistemlerde her türlü çözüm yeri milletin iradesinin temsil edildiği TBMM’dir…
...Bana bende olmayan yetkiler kullandırılmak isteniyor. Bu yönde kamuoyu oluşturulmak isteniyor. Böyle bir kapı açıldığında demokratik parlamenter sistemin sağlıklı işlemesi mümkün olur mu?
Başkomutanlığım hatırlatılıyor. Ben önce TBMM’nin manevi kişiliğini temsil ediyorum. Temsil ettiğim Meclis’e karşı, başkomutanlığımı nasıl kullanırım?..
Kendilerinden aldığım vazifeyi, kendilerini ortadan kaldırmak için nasıl kullanırım?”

Bir kez daha hükümet kurdurdu

17 Ekim 1979’da Cumhuriyet Senatosu ara seçimi ve boş olan 5 milletvekilliği için ara seçimlerinde iki parti arasında yine kıran kırana bir mücadele yaşandı.
Kimi iddialara karşın AP, beş senatörlük ve beş milletvekilliği kazandı.
Bej bej diye ünlenen seçim sonuçları belli olur olmaz CHP lideri Bülent Ecevit; “milletin teveccühü Adalet Partisi lehine olmuştur” dedi ve Korutürk’e istifasını verdi.
Seçimi kazanan Demirel’e yine hükümet olma yolu açılmıştı ama:
Bu hükümet 1970-80 arasında kurduğu son hükümet oldu. 12 Eylül sabahı darbe ile sona erdi.
6. Demirel (azınlık) hükümeti. (12 Kasım 1979’dan 12 Eylül 1980’e)
MSP’nin dışarıdan destek ve güvenoyu verdiği azınlık hükümeti dönemi ilginç gelişmelere sahne oldu.
12 Eylül darbesini dokuz ay önceden haber veren ordu uyarı mektubu olayı yaşandı.


UYARI MEKTUBU


Türkiye’yi sarsan, bir süre sonra 12 Eylül 1980 günü TSK’nin yönetime müdahalesinin öncüsü; “uyarı mektubu” baştan sona ilginç bir öykü.
27 Aralık 1979 Perşembe günü Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren yanında emir subayı saat 17.00’de Cumhurbaşkanı Korutürk ile mutat haftalık görüşmesini yapmak üzere Köşk’e geldi.
Görüşmeye on dakika vardı. Köşk’ün mavi salonunda oturdu. Tam saatinde başyaver, Evren Paşa’nın yanına gitti ve Cumhurbaşkanı’nın kendisini beklediğini söyledi.
Evren önce kravatını, sonra saçlarını düzeltti. Hızlı adımlarla makam odasına yürüdü. Düşünceli bir hali vardı. Yüzü solgundu.
Görüşme yaklaşık bir saat sürdü. Evren Paşa yorgun ve dalgın, Köşk’ün uzun koridorunu geçti. Arabasına bindi, gitti.
Baransel, Evren’den sonrasını anlatıyor:
“Yaver kapıyı açık bırakmıştı. Korutürk yaveri vasıtasıyla masasındaki notlarını çantasına yerleştirdikten sonra ayağa kalktı. Sıkıntılı zamanlar yaptığı gibi pencereden bir süre Ankara’yı seyretti. Odanın içinde bir aşağı bir yukarı dolaştı. Kendisini beklediğimiz küçük salondan bize selam vererek geçti. Merdivenlerden üst kattaki özel konutuna girdi. Korutürk’te bir tatsızlık ve gariplik sezdik. 28 Aralık Cuma sabahı biraz düşünceliydi.
Çankaya Köşkü ve Türkiye yeni yıla umutlarla girdi.
Pazartesi günü önüme gelen randevu çizelgesinde Korutürk’ün saat 17.00’de Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarını kabul edeceği yazılıydı.
Biraz şaşırdım. Cumhurbaşkanı Genelkurmay Başkanı ile görüşmesini perşembe günü yapardı. Acaba hafta başında yılın ilk gününde böyle bir görüşmeye neden gereksinmişti? Acaba yine terör konusu muydu? Zira terör ve anarşi sıkıyönetimlere karşın şiddetini giderek arttırıyordu.
Genel Sekreter, Evren’i karşılamak üzere Köşk’e gitmiş, bu arada Evren’le kısa bir görüşme yapma olanağı bulmuştu:
Evren, Bayülken’e; ‘Eğer siyasi partiler hizaya getirilmezse durumu hiç de iyi görmüyorum. Olacak şey değil, bu ne büyük sorumsuzluk? Birisi başaramazsa öteki adeta memnun kalıyor. Keza tayin ve nakil furyası almış başını gidiyor. Bu uygulamalar toplum içinde ikiliğe sebep oluyor. Bütün bunları Sayın Cumhurbaşkanına anlatacağım’ demişti.


HÜRRİYET’TE UYARI MEKTUBUNUN ÖYKÜSÜ

Bir gazetecilik olayı
Baransel: “Bir gün sonra, 2 Ocak 1980 sabah büroda günlük basın brifingi için çalışırken Hürriyet’te Cüneyt Arcayürek imzasını taşıyan bir haberle irkildim.
Birinci sayfadan iri puntolarla yer alan haberde, TSK’nin Cumhurbaşkanı’na bir uyarı mektubu verdiği yazılıyordu.
Tam o sırada nöbetçi yaver arayarak, Cumhurbaşkanı’nın acele beni görmek istediğini bildirdi.”
Söz sırası Arcayürek’e geldi. O da Türk basınını atlattığı uyarı mektubu haberini nasıl aldığını anlattı:
“Bir gün önce 1 Ocak 1980 Salı günü öğleden sonra bürodan eve geldim.
Yılın ilk günüydü. Sokaklar bomboştu. Gazete büroları dingindi.
Sağlı solu aradım. Biraz kitap okudum. Günlük haberleri TV’den izleyeceğime tuttum radyoyu açtım. 19.00 haberlerini dinledim.
Kısa bir haberdi.
Öteki haberler arasında dikkat çekmiyordu.
Habere göre Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, üç kuvvet komutanı ve Jandarma Komutanı ile birlikte Çankaya’ya çıkmışlar, Cumhurbaşkanı Korutürk’le bir görüşme yapmışlardı.
Önce önemsemedim... Fakat bir süre sonra haberin günü ve saati dikkatimi çekti.
Bildiğim kadarıyla Genelkurmay Başkanı her perşembe Cumhurbaşkanı ile mutat haftalık görüşmesini yapardı.
Oysa bugün günlerden salıydı.
Üstelik “ziyarette” Genelkurmay Başkanı yalnız değildi. Çankaya’ya dört kuvvet komutanı ile beraber gitmişti.
Bu işte bir anormallik vardı.
Olaya daha başka gözle bakmak zorunluydu. Hemen her gün pek çok çevrede olağanüstü terör ve anarşi olayları karşısında TSK’nin müdahale edeceğinden söz ediliyordu. Kulislerde ordu müdahalesinin artık gün sorunu olduğu öne sürülüyordu.
Liderler dışındaki parti yöneticilerinden ordunun artık dayanamaz hale geldiğine değinen değerlendirmeler dinliyorduk.
O zaman soru güçleniyordu: Bayram değil seyran değil. Komutanlar bir salı günü hep birlikte Cumhurbaşkanını neden ziyaret etmişlerdi?
Köşk’ü aradım. Ali Baransel bilgisi olmadığını söyledi. Genel Sekreter Haluk Bayülken’e sordum. Ziyarete olağanüstü bir anlam vermedi.
Kuşkularım daha da arttı. Öteden beri tanıdığım, saygı duyduğum Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülent Ulusu’yu aradım; yeni yılını kutladım ve pat diye sordum:
“İçinde bulunduğunuz koşulları, çözüm yollarını Sayın Cumhurbaşkanı’na sözlü olarak mı bildirdiniz, yoksa… Yazılı bir metin mi verdiniz?” dedim.
Tok bir sesle yanıtladı:
“Yazılı!”
Metnin içeriği telaşına kapıldım. Arka arkaya sorular sordum.
Oramiral “metinde bildiğin şeyler var” dedi... Nasıl “bir şeyler?”:
Soru üzerine soru.
1 Ocak gecesi saat 20.30’a doğru İstanbul’u, Hürriyet’i aradım ve haberi yazdırdım.
Özetle şöyleydi haber: “Cumhurbaşkanı Korutürk’le dün saat 17.00’de bir saat görüşen Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren ve kuvvet komutanları, bütün anayasal kurumları, ülkeyi içinde bulunduğu tehlikelerden ve çıkmazlardan kurtarmak için birliğe, dayanışmaya ve birbirilerini desteklemeye çağıran bir metin verdiler.”
Tabii haberde Oramiral Ulusu’nun adını vermiyordum.
“Bir TSK yetkilisi Cumhurbaşkanı’na verilen metinle ilgili olarak şunları söyledi:
‘Bu metnin 12 Mart muhtırasından farkı ilgilileri yani bir partiyi veya partileri değil, bütün anayasal kuruluşları olumlu yönde uyarmaktan ibarettir. Sanırım Cumhurbaşkanı bu yazılı metni Türk kamuoyuna sunacaktır.
Eğer uyarımızı içeren önemli hususlar yerine gelmeyecek olursa, geriye elbette tek bir alternatif kalıyor.
Düşününüz; bir yandan anarşi öte yandan ekonomik sıkıntılar ve ülkeyi bölmeye yönelik hareketler karşısında Türkiye’nin tek güvencesi ve bir anayasal kuruluş olan TSK susup kalamazdı. Bütün anayasal kuruluşlar akıllarını başlarına devşirip gereken tedbirler manzumesini süratle almak zorundadırlar. Kısır çekişmeler partiler arasındaki kavgalar sorunları giderek büyütmektedir’.”
Askeri yetkiliye sordum:
“Ya partiler sıralanan önlemleri almazlarsa o zaman?”
“O zaman” dedi. “Yönetime el koyarız!”
Haberde sadece bu son soru ve yanıtı yer almadı.
“Ordu Uyarı Mektubu” haberi 2 Ocak 1980 günü Hürriyet’te patladı.
Yalnız tarihte yanılmıştım.
Mektubu 1 Ocak’ta Cumhurbaşkanı’na verdiklerini yazıyordum.
Oysa uyarı mektubunu Genelkurmay Başkanı Orgeneral Evren 27 Aralık 1979 günü Cumhurbaşkanı Korutürk’e vermiş… Ancak Cumhurbaşkanı sonradan öğreneceğimiz kendine özgü nedenlerle mektubu bir haftaya yakın süre -Demirel’in ifadesiyle- “cebinde taşımış” partilere vermemişti.

32 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEK..,


***



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder