18 Mart 2015 Çarşamba

Ödünlü Siyaset


Ödünlü Siyaset





Yekta Güngör Özden
18.04.2005/Sayı:80


Büyük Millet Meclisi’nin, gerçekte laik Cumhuriyetin kuruluşu (adı 29 Ekim 1923’de konulmuştur) 23 Nisan 1920’nin 85. yıldönümüyle Anadolu İhtilali’nin başlangıç, günü 19 Mayıs 1919’un 86. yıldönümünü yaşayacağımız günlerin yaklaştığı bir zaman dilimi içindeyiz. Kitap Fuarları, sanat etkinlikleri, bilimsel toplantılarla hızla akıp giden günlerin yürekteki tortuları, beyindeki atıkları insanı umutla umutsuzluk arasında çözümsüz bırakıyor. Duygusal ve düşünsel çırpınış lar güç kırıyor. Olayların şaşırtıcı gelişmeleri kimilerinin utandırıcı, düşkırıcı yalpalamaları içimizdeki karanlığı artırıyor. Her şeye karşın yine Mustafa Kemal Atatürk güneşinin sonsuza değin gönendirecek aydınlığını duyumsuyoruz. Tam bağımsızlığı, özgürlüğün, ulusal egemenliğin ve aydınlanmanın değerini bilenlere en iyi dileklerimi yineleyerek yurdumuzu kurtaran, devletimizi kuranlara, devrim leri gerçekleştirenlere anıları önünde eğilerek derin saygılarımı sunuyorum.

Düğmeye Basıldı mı?

Üniversitelerde öğrenci olayları tırmanmaya başladı. Evinde televizyon bulunmayan öğretim üyelerinin ağırlık kazandığı bilim kuruluşları, yaygın kadrolaşma yakınmalarının birbirini izlediği üniversiteler, kendilerine göre biçimledikleri anlamsız sağ ve sol nitelemesiyle çatışmalar, Türk Bayrağına yönelik amaçlı saldırılara duyulan tepkilerin kimilerince kötüye kullanılmasının sakıncaları üzüntüleri ve kuşkuları artırıyor. Bayrağa saygısızlığın bağışlanması olanaksızdır. Tepkilerin değişik nedenlerle yoğunlaşması da doğaldır. 
Ancak ölçüsüzlükle ırkçı gösterilere, karşı saldırılara dönüştürülmesi çok yanlıştır. Tepkileri küçümsemek, milliyetçiliği tehlike saymak, Bayrak saygısını gereksiz bulmak da o ölçüde yanlıştır. Ayrıca, Bayrağa saldırı, “bölücülük, sözde ermeni soykırımı savlarıyla, bu gerçekdışı söylemleri destekleyen aymazlıklara, sapkınlıklara, terör örgütü kalkışmalarına, iç ve dış destekçilerine, belirgin aykırılık ve kötülüklere ses çıkarmayıp kürtçülük ve şeriatçılığı demokratlık maskesiyle kollayıp korumak da büyük yanlıştır. Kendini Atatürkçü sanan kimileri gibi, kendini ilerici, demokrat, barışçı sanan yada öyle sanılan kimilerinin değişik açıklama yöntemleriyle kamuoyuna çağrıları da bir tür saklanma ve kalkışmadır. Aralarında bağlantıları, yerleri, doğrultuları belli olan, Türkiye’yi düşündükleri kuşkulu kimi örgütlerin temsilcileri ile kimi karşıtlar ve karıştırıcılar zararlılar için kolları sıvayıp hemen birleşebiliyorlar. Gereken, beklenen zamanlar da sustukları için de inandırıcı olmuyorlar. Bölücüler birleştirici olamaz. Hukuk dışı demokrasiyle bağdaşması olanaksız çarpıklıklara gerçek yurtseverler, gerçek Atatürkçüler olur vermez ve araç olmaz. Demokrasi siyasal barış esenliğinin ortamıdır. Sözde ermeni soykırımı için “sözde” (sözcüğünü kullanmayan, amaçlı yeni azınlıklar kışkırtmasına açık tutulan, toplumsal barışı bozucu eylemlere değinmeyen, bunların sorumlularını dışarıda bırakan duruyurularla toplum aldatılamaz. “Halklar” sözcüğü ayrımcılığın yankısıdır.

Dış Çevreler

Papa 2. Jean Paul(asıl adı Karoli Voytila)’ün ölümü abartıldı. Papa, Tanrı’nın vekili değil, Peygamber değil. Usdışı oluşumlara ona bağlayarak düş kurmak anlamsız. Ne günah çıkarmanın, ne de Papa aracılığıyla bir şey kazanmanın geçerliği yok. Papa’nın özlemi cenaze töreninde kimi düşman kardeşleri biraraya getirince medyada “Mucize” diye verildi. Varsayımlara inanca böylesine ufuk çizip akla tavan koyanların bir sömürücü olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Başbakanın Norveç gezisinde karşılaştığı çirkin olay bağışlanamaz. Sakıncalıları, sapkınları barındırıp besleyen sözde dostların Türkiye karşıtlıkları açıktır. RTE birçok yönden eleştirilebilir. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanına kimse kötü davranamaz çirkinliklere göz yumulamaz, katlanılamaz. Yurtdışına kaçarak sığınarak Avrupalılar desteğinde daha etkin olmaya çalışanların Türkiye’den toprak alarak ayrı devlet kurma çabalarından asla vazgeçmedikleri ve vazgeçmeyecekleri bir kez daha saptanmıştır. Türkiye’deki destekçileri, kuruluşları asla içtenlikli değillerdir. Demokrasi şarkıları AB türküleriyle sonuç alma çabalarını hızlandırmışlardır. ABD’de bir Ermeni papazın (Vertanes Kalaycıyan) bilgisizlik ve terbiyesizlikle Atatürk’e saldırması, hukuksal güçlükleri açık AİHM’nin Apo’yla ilgili kararı kimi dallarıdır. Bahane yer işte bulunur. İçerdekilerin güvencesi, dayanağı dış çevrelerin baskısı yargı kararlarıyla da sürmektedir, AİHM’nin Apo’nun yeniden yargılanması kararı hiçbir anlam taşımamaktadır. Kanımca hiçbir sakıncası olmayan asker yargıçların kuruldan çıkarılmasından sonra yeniden ve tam adaletli biçimde yapılan yargılamayı da yetersiz bulmak amaçlı bir yaklaşımdır. Hiçbir hukuk, adalet, yasa anlayışıyla, vicdan ve insafla bağdaşmayan açık bir yandaşlıktır. Bahanelerle 30 bin kişinin yitirilmesine neden olan elebaşı kurtarılmak, Türkiye zayıflatılmak istenmektedir. AB ilgisiz ve etkisiz kaldığı Irak kıyımından sonra ABD’nin BOP hazırlıklarına da böylece destek olmaktadır. Sömürgeciler, yayılmacılar, emperyalistler, eski diktatörlükler ve soykırımcılar yeniden sahnededir. Türkiye için ellerini ovuşturanları iktidar yüreklendirmektedir. Ödünlerle, anlamsız girişimlerle, kendi varlıklarını sağlama bağlayıp amaçlarını gerçekleştirmek düşüncesiyle ilkeleri gözardı edenler hâlâ iktidar sarhoşluğu, rehaveti ve biraz da şımarıklığıyla uykudadırlar. TBMM Başkanı’nın yasama organının tümüyle benimsediği bir kararı geçersiz sayıp kendiliğinden öneride bulunarak karşı taraftan özür dilercesine sözler etmesi o görevde kalmalarını gereksiz kılan bir ölçüsüzlüktür. Karasularını Türkiye’ye Ege Denizi’ni kapatacak biçimde 12 mile çıkaracağını söyleyen Yunanistan bu amacından vazgeçtiğini ya da vazgeçeceğini açıklamadan Türkiye’nin böyle bir girişimi savaş nedeni sayma kararını kaldırması her şeye katlanmaya hazır olması demektir. Olasılıklarla politika yapılamaz. Olasılıklar gözetilerek önlem alınır. Alınması gereken önlemler olasılıklara bağlanarak kaldırılırsa bir daha sonuç alınamaz. Ayrıca, yasama organının yeni bir kararı olmadan Başkanı onun adına da konuşamaz. Kendi adına konuşması da görevi nedeniyle doğru değildir. İşin düşündürücü ve acı duyuran yanı kimi eski diplomatlarla eski askerlerin Yunan-Rum sempatisiyle ulusal güvenlik gereklerini gözden çıkaran yandaşlıklarıdır. Yazıları ve demeçleriyle uzun süreden beri kimden ve neyden yana oldukları bilinen bu kişilerin aymazlık sayılacak tutum ve davranışları Yunanistan’da sevinç yarattığı gibi önceden bu konudaki politikanın değişmediğini söyleyen Dışişleri Bakanı’nın dönüşü de ilginçtir. Medya tellalları da boş durmamaktadır. Ulusal çıkar, ulusal güvenlik Yunan yayılması, Rum tezgahları unutulmakta nerdeyse desteklenmektedir. Nitekim, Süryaniler de 1915’de 750 bin kişiyi soykırımında yitirdiklerini ileri sürmeye başlamışlardır. 1980’lerde Türkiye’ye gelip bu konuda bilgi isteyen Federal Almanya Anayasa Mahkemesi Başkanı Zaidler Başkanlığı ’ndaki kurul bu savların doğru olmadığını kabul etmiş, bu nedenle Dışişleri Bakanlığımız da Anayasa Mahkememize teşekkür yazısı göndermişti. Sığınmak için gerçekdışı nedenlerin savlandığı konuklara ayrıntılı biçimde anlatılmış, kanıtlar ortaya konulmuştu.

Kimi ilginç durumlar

Bir-iki ülkede ancak ismen kalan komünizmi, Türkiye’de savunanlar üniversiteleri karıştırma çabasına girişirken, Rusya’da İngilizce yayımlanan Moscow Times gazetesi, Devlet Başkanı Putin’in bir Kemalist ve Atatürk kopyası olduğu yazdı. Değerbilmezliğin çirkin boyutlara ulaştığı ülkemizde patron buyruklu medyanın saldırılarıyla birçok değer karalanıyor, yıpratılıyor ve yıkılıyor. Bana göre Sayın Denktaş’a kıyılmıştır. Çıkarlar ağır basmıştır. Bugünlerde görev süresi dolan ve yeniden aday olmayacağını açıklayan KTTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş çok aranacaktır. Atatürk’ün değeri yeterince bilinmedi ki Rauf Denktaş’ın değeri bilinsin. Ülkesi ve yurttaşları için elinden geleni yapan bu seçkin ve saygın insanı tüm yurtseverler, gerçek Atatürkçüler, gerçek demokratlar, gerçek ilericiler en iyi duygu ve dileklerle selamlıyorlar.Tarihsel kişiliği, örnek Türkiye bağlılığıyla Atatürkçülüğü yüreklerdeki özgün yerini sürekli sıcak tutacaktır. Bundan sonraki yaşamını esenlik içinde sürdürmesini, deneyimlerinden yararlandırmasını diliyoruz. “Çözümsüzlük çözüm değildir” diyerek Enosis’i okşayanların nelere neden oldukları elbet anlaşılacaktır.

İncirlik Üssü’nü lojistik merkez olarak kullanma istemi iktidarın oluruyla gerçekleşecek ABD ermeni lobisinin baskısı altındayken TBMM’nde bu konudaki görüşmeden önce dinlenen ermeni kökenli gazetecilerin yurtdışındaki çabaları da ikilemli konuşmalarla yansımaktadır.

Anayasa kurallarını iterek dış ilişkileri kendilerince düzenleyip yürütmek, yasama organından kimi durumları kaçırmak kurnazlığı iktidara hiçbir şey kazandırmaz. Yunanistan’a sürekli uzatılan zeytin dalındaki zeytinleri Yunanistan almakta, kuru dallar Türkiye’ye kalmaktadır. Kurtuluş Savaşı’yla saldırıları önlenen Yunanistan özür dileyecek yerde özür dilemek, ödünlerle gönül almak gerekirse Ege’ye Yunanistan’ın müsaadesiyle çıkmak Türkiye’ye düşüyor. Ne günlere ve kimlere kaldık. Yunan muhibleri boş durmuyor. Bunlar kimdir, kimin nesidir? Kimden yanadır? Ne için uyduluk ve uşaklık yapmaktadırlar? Çözüm Kıbrıs’ı vererek mi sağlanır? Onursuz kalarak, ezilerek mi? Bir yeni yazar da Türkiye’miz için Libya’yı örnek gösteriyordu. Daha neler göreceğiz. Oysa en gerçekçi, en çağdaş örnek Mustafa Kemal Türkiyesi’dir. AB ABD gibi içerdeki kimileri de yavaş yavaş, alıştırmaya çalışıyorlar sanırım.

Bu saçmalıkların sonucu İran Cumhurbaşkanı Muhammet Hatemi’nin Danışmanı ve İran Partiler Konseyi Merkezi Başkanı Ghafur Fard, Saadet Partisi’ni ziyaretinde “İslami hareketin yükselmesiyle Türkiye’nin konumunu tekrar bulduğunu söylemiştir. ABD’li diplomat Peter Galbraith de Iran, Irak ve Suriye’ye demokrasiyi çok görerek demokrasiyle parçalanabileceklerini ileri sürmüştür. Kendi yaptıklarını ve yapmak istediklerini unutarak.

Artık yeni Papa seçimiyle İngiltere Veliahtı Prens’in balayı gezisi, Sabancı cinayeti sanığı Fehriye’nin Belçika’da korunmasını, Talabani’nin sevdirilmeye çalışılmasını, Filistin’de eğitim görmüş Özal çocuklarının Talabani reklâmcılığını, yabancı sermayenin hazıra konmak oyunlarını, Kıbrıs’ın Yunanistan’a bırakılması nı unutturacaktır. Televizyon izlencelerini, renkli basının şakşakçılığını izlemek yeter.

İçerde olanlardan

Kimi yürekli ve onurlu gazeteci değinmese aykırılık ve çelişkileri yurttaşlar bilmeyecekler. Çalışan ve emekli kesimin giderek artan güçlükleri, “Büyüme” çarpıtmasıyla saklanmaya çalışılmaktadır. Cari işlemler açığı, iç borç stoku, dış borç stoku, issizlik gerçek büyüme hızı, faiz dışı fazla oranı, istihdam sorunları gözardı edilmekte, petrole bilmem kaçıncı zamdan kaçınılmamaktadır. Ekonomik göstergeleri korunan, ayrıcalıklı iş çevreleri nedeniyle pembe göstermeye güvenmek boşunadır. İcralar, iflaslar, intiharlar, kapanmalar, iş bırakmalar, çalışma barışına aldırışsızlık, sendikasızlaştırma kimsenin umurunda değilmiş gibi, iktidarın siyasal söylemleri, gerçekdışı sunuşları çok kimseyi oyalıyor. Gerçek bunun tersidir. Uzmanların çabalarına ilgi gösterilmiyor.

Basına karşı tutumuyla eleştirilen Başbakan, Anadolu Ajansı’nın kendini öne çıkaran kuruluş gününde basın özgürlüğü; Adalet Bakanı da, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın laiklik karşıtlarının devlete yerleşmesine ilişkin sözleri üzerine lâiklik konusunda övgülü sözler ettiler. Üstelik Bakan, Başsavcı’yı, sözlerinden geri adım atmış gibi göstermeye çalıştı. Lâik cumhuriyetin yönetimine karşıtlarının geldiğini uzun zamandan beri söyleyip yazıyorum. Lâiklik karşıtlarının kimler olduğunu, nelere geldiklerini, getirildiklerini, neler yaptıklarını bilmeyen var mı? Başbakanlık Müsteşarı’ndan, vekaletle görevlendirilen kimilerinden, kadrolaşmadan, uygulamalara değin her gün bu konuda yaşanan olumsuzluklar ortada. Önceki Başsavcı da “Sızma değil sızdırılma” olduğunu söyledi. Doğruyu kınamak doğru değildir. Her şey gün gibi açık. Sıkmabaş yeniden gündeme getirilmiyor mu? Sıkmabaşlı hanım dayatma biçiminde protokolleri zorlamıyor mu? Üstelik müslüman yöneticileri olan ülkelerde onların açık başlı eşleri yanında olumsuz bir görüntü ve ülkemiz için olumsuz değerlendirme nedeni olmuyor mu? Bir de bozuklukları, lâikliğe bağlı olanlar çıkarıyormuş gibi konuşmalar yapılıyor. Tıpkı ayrımcılığı kürtçülerin çıkarmasına karşılık sanki Türkler onlara karşı ayrımcılık yapıyormuş yalanı gibi.

Ben, bana yapılanları ve yapılmak istenenleri söylesem yeter. Kimi kuruluşların yöneticilerinin, eğitimleri, terbiyeleri, bilgileri, sorumlulukları, insanlıkları, değerlendirme yeteneklerinin ne olduğu, ne sanılıp kendilerini ne sandıkları daha iyi anlaşılır ama olayları kişiselleştirmeyi düşünmedim.

Amasya Belediyesi’nin camide siyasete yol açacak tutumu inanç sömürüsünün yeni bir örneği sayılacak türde. Kışkırtıcı ve yönlendiriciler, destekçi ve yardımcılar boş durmuyor. Her yerde uğraşlar siyasal iktidara koşut biçimde gelişiyor. Kolluk güçlerinin davranışlarındaki ikilemler de böyle.

Bu çelişkiler ve olumsuzluklar sürerken susanlar eleştiriliyor. Özellikle “Casus belli”nin kaldırılmasına ilişkin görüşler ulusal güvenlik yönünden önemli iken kimi yetkili ve sorumluların duruşu haklarındaki eleştirileri haklı kılıyor. Yalancıya ve yalana inanmak, iktidara yaranmak, kendilerinden daha inançlı, daha ilkeli, daha tutarlı, daha etkin olacakları anlaşılanlara katlanamamak kimi çekememezlik, kimi kıskançlık ve değişik nedenlerle eveleyip gevelemek, yetkisini gelişigüzel kullanarak kimilerine kucak açarken, kimilerine keyfî yasaklamalar getirmek her zaman konuşulup tartışılır. Okuduğunu anlayan, bir gazete ya da dergide yazı yazanın öbür yazarlarla ve yönetimle ilişkilendirilmesinin yanlış olduğu bilen kimseler, yazıları değil, yazılan yeri gözeterek değerlendirme yaparlarsa kusurları ağır olur. Ne ise B. Arınç gerçeği kavrayıp geri çekildi.

Bilgili, bilimi, sanatı dışlayıp şamataya saatler ayıran, bilim ve sanat adamlarını bırakıp rastgele kişileri tanıtmaya ağırlık veren medya ne durumdaysa eğitimin dershaneler yoluyla özelleştirilerek ulusal niteliğinden soyutlanması da o durumdadır. Ülkemizin genel düzeyi için anlamlı bir gösterge olan Sevda Cenap And Müzik Vakfı’nın 22.Ankara Uluslararası Müzik Festivali’nin kıvancına Çağsav’ın etkinlikleri eklendi. Ancak, Festival’in gerçekleştirildiği ortamların en elverişlisi, Vakfın düzenlenmesini sağladığı MEB Şûra Salonu’nu Bakanlığın başka etkinliklere açıp Vakfa kapayacağı duyumları üzüntü yaratmıştır. ÇAĞSAV Ödül Töreni’ne Turizm ve Kültür Bakanı’nın geç gelmesi de tepkiyle karşılanmıştır. Bilime, kültüre, sanata, spora önem vermeyen yönetimler sürekli değer yitirirler. Kendilerini benimsetemezler.

Yargıya, kolluk güçlerinin içine, eğitim kuruluşlarına siyaseti kimler soktu, laiklik karşıtları nerelere ve nasıl geldi, bunları kimler kolluyor, iktidarlar ne yapıyor bunu Avrupalılar bile bizden iyi izliyorlar. Sivas’ta açılmak üzere 230 metrelik sıkmabaş(türban diyorlar)hazırlanması, biz çocukluğumuzda ekmeği vesikayla yerken, çaylara şeker yerine kuru üzüm atarken, karanlıkta çalışırken, ilaç bulamazken, kapağı Avrupa’ya atanlar son elli-altmış yılın sorumluluklarını bırakıp Cumhuriyet kurucularına çatıyorlar. PKK’ın Apo’sunun doğum günü kutlamaları, fidanlık oluşturulması, flamalar açılıp sloganlar atılması, teröristlere anlamlı mezartaşı yazılarıyla mezarlık kurulması, utanç adası durumuna getirilen İmralı’da terör elebaşına özel bakım, bu düzenin ve ayrıcalığın “Apo’nun üçüncü doğuşu” olarak verilmesi insanın kanını donduruyor. İnönü’ye saldırılar da gereksiz, anlamsız ve yanlış. Hiçbir şey yapmadıysa Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndaki komutanlığı ile Lozan Barış Antlaşması’ndaki başdelegeliği yetmiyor mu? Kuruculuktaki görevleri az mı? İnsafla, vicdanla bağdaşmayan eleştiriler, kişisel ve duygusal yaklaşımlar yazanlara da yayımlayanlara da bir şey kazandırmaz. Şımarıklık, para ya da alkışla sürdürülen, dalkavukluk ve yalakalıkla yaygınlaştırı lan çabalar birçok şey yitirtir. Tarikatçılık, köktendincilik, yolsuzluk, hukukdışılık, nice kötülük dururken nice iyiliği olanları koşulları, ortamı, olanakla rı, kadroları düşünmeden her şeyin tek sorumlusu gibi ölümünden sonra yargılarken yaşayan ları bırakmak doğru değil.

TBMM Başkanı’nın yeni 41 kaymakama konuşmasında “maneviyata saygı”yı öne alan önermeleri de anlamlı. Erzurum’un Palandöken Mahallesi’ndeki Abdurrahman Gazi İlköğretim Okulu’nda Bayrağımızı indirip yırtan 7 öğrencinin gözaltına alınması, başka yerlerde bu tür çirkinliklere ve sapkınlıklara kalkışılması da üzerinde durulacak olaylardır. Bu çılgınlıklar “Provakasyon”un gerçekdışı bir savunma olduğunu, şöyle-böyle diyerek kışkırtmaların genişletilmek istendiğini ortaya koymaktadır. İstanbul Beyazıt Camii’nde cuma namazından çıkanlardan kimilerinin 8 Nisan’da Hizb-ut Tahrir yasadışı örgütü lehinde pankart açıp slogan atması da tırmandırılmak istenen anarşinin bir bölümüdür. Kimi kuruluş ve kişiler Türkiye için değil karşıtları için çalışmaktadır. Hiçbir yönden soykırım sayılamayacak karşılık çatışma, savunma, koruma olaylarındaki yitikler konusunda TBMM yapılan genel görüşmeye sözde dostlarımın önem verecekleri kanısında değilim. Öyle koşullanmış, öyle katılar ki ve çıkarlarını öyle tutkuyla gözetiyorlar ki gerçekleri görmüyorlar. Baskıları artırmak için bu suçlamayı yine sürdürecekler. Sayın Nüzhet Kandemir Vaşington Büyükelçimiz iken Anayasa Mahkememizin görüşlerini içeren belgeleri ABD Kongre üyelerine ulaştırma ricamı yerine getirmişti. Ama ABD’liler bildiklerini okumaktan vazgeçmiyorlar. Ermenilerin ve destekçilerinin azgınlıkları şirretlikleri “sınırı açın” baskısı utanmazlıklarla sürüyor. PKK terörü de öyle.

Neler oluyor

Dünyanın değişik ülkelerinde yönetime gelen kimileri için neler söyleniyor. ABD’nin şahinleri, görevinden uzaklaştırılan, kaçan kimi yöneticiler gibi. Suçlu iken korunma olanağı kazananlar gibi. Ne tuhaf; yolsuzluk, sahtecilik yapan para işleriyle ilgili Bakanlığa; mafya militanları, terör suçluları İçişleri Bakanlığına; ahlaksızlık olaylarına karışanlar spor, sanat ve aile işleriyle ilgili bakanlığa; gaspçılar, kapkaççılar Hazine Bakanlığı gibi yerlere gelseler; sahte diploma alanlar eğitim ve üniversitelerle ilgili işlere baksalar; kumarbazlarla adam öldürenler de adalet işlerinde yetkili olsalar. Bu olumsuz fantazi dünyanın gidişine bir karagüldürü yaklaşımıdır, bir eleştiridir. Kediye, penguene, başka yaratıklara benzetmelerin dava konusu yapıldığı günümüzde hem eleştiride, hem de tepkide ölçülü olmaya çalışmak özlenen bir tutumdur.

Zorunlu din dersleri konusunda, sıkmabaş konusunda değiştirildiği yazılan savunma gibi AİHM’ne yanlış bilgi verilmesi, 1961 ve 1982 Anayasalarındaki seçimlikten zorunluluğa değişiminin saklanması kaygı vericidir. Kıbrıs konusun daki aldatmacalar sürmekte, Kıbrıs’tan vazgeçilmeye alıştırma çalışmaları yaygınlaşmaktadır. Alınan izlenim genelde böyledir. Gelibolu Belgeseli’ne ilişkin haberden Kurtuluş Savaşı ve Mustafa Kemal’le ilgili bölümlerin TRT bültenlerin den çıkarılması yazılarının sonucu belli olmadı. Bu çirkinliklere başvuranların olduğu bir yönetim, kurtuluş ve kuruluşu dışlayan bir anlayış Türkiye’ye yaraşır olamaz.

Polis Günü kutlandı. Kolluk güçlerimizin yansız ve özerk duruma getirilmesini diliyoruz. Dinle ilgili kuralların Anayasa’dan çıkarılışının (10 Nisan 1928) 77. yıldönümünde anlam vurgulaması yeterince yapılamadı.

27 Mayıs 1960 Devrimi’ni gerçekleştirenlerden Şükran Özkaya’nın “Adım Adım 27 mayıs” kitabı İleri Yayınları’nın yeni ürünleri arasında yerini aldı. Kitap Fuarlarında ilgi çeken İleri Yayınları giderek güçleniyor. 14 Nisan, 27 Mayıs devrimcilerinden Sayın Suphi Karaman’ın 1. ölüm yıldönümü idi. Ekrem Acuner ve öbür arkadaşlarıyla birlikte demokrasi kahramanlarını saygıyla anıyoruz. Bu arada, geçenlerde toprağa verdiğimiz önceki Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlarından Sayın İhsan Topaloğlu ile Halkın Avukatı olarak ünlenen Sayın Nusret Çakır’ı da saygıyla anıyor, ışıklar içinde yatmalarını diliyoruz.

Hepimiz gideceğiz. Lâik Atatürk Cumhuriyeti sonsuza değin yaşayacaktır. Kimi kuruluşlar, kurumlar, kimi kişiler değerbilmezliklerinin utancını yaşayacaklardır. Birçok etkinliği ve yeniliği başlatıp birçok oluşumu gerçekleştirenlerin nasıl dışlanmak ve vurulmak istendiğini biliyoruz. Kendilerini küçük düşürenler mesle kurum geleneklerini de bozarak duygusallıklarını, bozukluklar, avallılıklarını sergilemiş oluyorlar. Bulundukları yerden ayrı halkın nasıl yaklaştığını görünce ne yapıp yapmadıklarını saptıklardır. Köy Enstitülerinin 3803 sayılı Yasayla kuruluşunun (l7.04) 65.yıldönümü bir gün önce kutlandı. Kurucuları unutulmaz Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ile Genel Müdür İsmail Hakkı Tonguç yurda ışık saçacak eğitim-öğretim yuvasını kazandıranlar olarak anmamak olanaksız. Şimdilerde devlet organlarının, kurum ve kuruluşların ne durumda olduğu, kimlerin nerelere geldiği, kimlere kaldığımız gözetilirse Atatürk ve İnönü savaşımcılarının değeri daha iyi anlaşılır. Millî Eğitim Memuru olan babamla birkaç köy enstitüsünü gezmiş, 1951’de Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nün etkinliğini üniversite öğrencisi olarak izlemiştim. Babamın köy köy dolaşarak çocukları okullara ve enstitülere gönderme, onlara yardımcı olma çabalarını unutamam. Ulusa, toppluma ailelere, insanlığa en büyük katkı, en anlamlı destek eğitim için yapılanlardır.

Anılarımı yazmamı isteyenler giderek artıyor. Yakın dostlarımın baskıları da bu doğrultuda. Son yıllarda çokça anı yapıtı okudum. Beğendiğim yararlandığım oldu. Kimileri de kendini savunma çabasına düşüyor. Son zamanlarda yazılarıyla olayları değişik gösterenler, çarpıtanlar var. Her şey içtenlikle, dürüstçe olmalı. Yanlı yalzıarla kendini iyi tanıtmak için başkalarını kötü tanıtmak isteyenler gerçekler karşısında yıkılırlar. Kimi meslektaşları, kimi dostları güç durumda bırakmamak için kimi yazılara, haberlere gülüp geçiyorum. Sanırım düzenlediğim anılarımı yazmaya başladığımda gereken açıklamalarla içinde bulunduğum, tanığı olduğum durumlara açıklık getireceğim.

İyi Baharlar, Esenlikli Günler...

http://www.turksolu.com.tr/80/ozden80.htm

..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder