Avrupa Birliği'ne doğru
29 Haziran 2000 Perşembe
"KENDİ ONAYINIZ OLMADAN, KİMSENİN SİZİ KÜÇÜK GÖRMEYECEĞİNİ BİLİN..."
ABD Başkanı CLİNTON; geçen Kasım ayında AGİT ( Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ) İstanbul Toplantısı öncesinde çok önemli ve tarihi bir açıklama yaptı. "Türkiye yeni yüzyıla yön verecek bir ülkedir ve Türkiye'nin her yönden istikrar içinde bulunması gereklidir." Ayrıca "TÜRKİYE'nin Avrupa Birliği dışında tutulmasının hiç bir ülkeye yararı olmayacağını, Avrupa Birliği adaylığı için Türkiye'ye verdikleri desteğin devam ettiğini" bir kere daha vurguladı.
Clinton'un uzak görüşlü ve ciddi bir devlet adamına yakışır tarzdaki ifadeleri duygusal değildir. Tam anlamıyla gerçekçidir. Her kelimesi doğrudur ve seçilerek söylenmiştir. Ne yazıkki son yıllarda bizim gerçek değerimizi ve gücümüzün ne olduğunu hep yabancılardan öğreniyoruz .Kendi kendimizi mutlaka bir başkasının teyidi ile kabul ettirmeye çalışıyoruz.
Bilindiği gibi tarih ilmini en çok kullanması gereken kişiler siyasetçiler ve yöneticilerdir. Tarih her alanda yöneticilere fikir ve eylemlerini tanzim etmede en büyük yardımcıdır. Tarihini bilmeyen ve her nesebeple olursa olsun geçmişini araştırmaktan kaçınan yöneticiler daima milletlerini hüsran ve mağlujbiyetle tanıştırmışlardır. Tarihler bunun binlerce örneği ile doludur. Yine hepimizin bildiği gibi biz Türklerin ataları; Süleyman Paşa komutasında ilk defa sallarla Çanakkale Boğazını aşarak Gelibolu'da Avrupa topraklarına ayak bastılar. Anadolu Türklerinin 1300 lü yıllarda bu şekilde başlayan Avrupalı kimliği hiç değişmeden günümüze kadar devam etti. Daima batıya ilerleyen Türklerin ileri harekatı Avrupanın yarısına yakın bir bölümünü egemenliği altına alarak 1700 lerde Viyana önlerinde durdu. Bundan 1500 yıl öncede Batı Hun İmparatorluğu ve onun efsanevi lideri Attila ile Türkleri yakından tanıyan ve Türk egemenliğine alışık olan Avrupalılar bu defada güneyden gelen Türklerin idaresine girdiler.
Türk yönetimi; bölgede 500 yıl süren adalet, güven , huzur, istikrar ve refah'ın bir simgesi oldu. Atalarımız Osmanlılar fiilen Avrupalı idiler. Bizim Avrupalılığımız ise 24 Temmuz 1924 'de Lozan Barış antlaşması ile dünyaca kabul edildi. Atatürk batı medeniyetine ulaşma hedefini gösterirken biz zaten Avrupadaki topraklarımız ile Avrupadan fiilen hiç kopmamıştık.
İkinci Dünya Harbini müteakip Avrupa'nın siyasi coğrafyası tamamen değişti. İkinci büyük ve köklü siyasi değişiklik S.S.C.B.'nin yıkılması ve Sosyalist - Kollektivist sistemlerin çökmesi üzerine yaşandı. Doğu Avrupa ve Balkanlar 1990'lardan itibaren yeniden şekillendi.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti; 1945'ten itibaren Avrupa Devletlerinin oluşturduğu bütün sistemler içinde ya kurucu üyeler arasında, yada ilk giren ülkeler içinde yer aldı. Bugüne kadar görev aldığı bu kuruluşlarda kendisine verilen görevleri en iyi şekilde yapmaya gayret gösterdi ve Avrupalı olduğunu kanıtladı. Türkiye'nin dahil olduğu bu teşekküllerin isimlerini aşağıdadır.
* KAİK : KUZEY ATLANTİK İŞBİRLİĞİ KONSEYİ
* KEİB : KARADENİZ EKONOMİK İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATI
* NATO : KUZEY ATLANTİK ANTLAŞMASI TEŞKİLATI
* AT-AB : AVRUPA TOPLULUĞU - AVRUPA BİRLİĞİ
* BAB : BATI AVRUPA BİRLİĞİ
* AK : AVRUPA KONSEYİ
* AG : AVRUPA GRUBU
* BAPG : BAĞIMSIZ AVRUPA PROĞRAM GRUBU
* AGİT : AVRUPA GÜVENLİK VE İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATI
* EFTA : AVRUPA TİCARET BİRLİĞİ
Yukarıda sayılan teşkilatlardan AVRUPA BİRLİĞİ ile olan ilişkilerimiz bu yazımızın ana konusunu teşkil ediyor. Bu teşkilatı biraz açalım.
AVRUPA BİRLİĞİ:
25 Mart 1957 tarihinde 2 nci Dünya Harbi sonrasında Avrupa'nın yaralarının sarılması ve güçlendirilmesi, gelecekte bir "Avrupa Birleşik Devletleri" ne dönüştürülebilmesi için; Almanya, Belçika, Danimarka, Fransa, İrlanda, İspanya, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, İngiltere ve Yunanistan 'ın üye olduğu ülkeler arasında kurulmuş bir teşkilattır. Başlangıçta Avrupa Ekonomik Topluluğu olan ismi, 7 Şubat 1992'den itibaren Maastriht Anlaşması ile Avrupa Birliği olmuştur.
Amaçları: Gümrük Birliğine dayalı bir ekonomik birleşme sağlamak, mal, işgücü, kişi ve hizmetlerin serbest dolaşımını temin etmek, üçüncü ülkelere karşı ortak bir gümrük tarifesi ve ticaret politikası uygulamak, ortak bir para sistemine girmek, siyasi ve askeri alanda entegrasyona ulaşmaktır.
Türkiye; AT ile 12 EYLÜL 1963 tarihinde ortaklık anlaşması imzalamıştır. Toplam süresi 20 yıl olan HAZIRLIK, GEÇİŞ ve SON olmak üzere üç dönemi müteakip Türkiyenin tam üye olması gerekiyordu. Ancak 1973'te hazırlık döneminin bitmesine rağmen, Türkiye-AT arasında gümrük ve ekonomik politikalar arasında uyum sağlanamamış ve üyelik geciktirilmiştir. Türkiye Sayın ÖZAL döneminde; 1987 de yeniden tam üyelik için başvurmuştur. Üyeliğin geciktirilmesinde; Yunanistan'ın veto etmesi faktörü olduğu kadar, İnsan haklarının ihlali, Kıbrıs sorunu, ekonomik kalkınma hızının düşüklüğü, yüksek enflasyon, hızlı nüfus artışı, Türk işgücü potansiyelinin ve genç nüfusun fazlalığının Avrupa'yı tehdit etmesi gibi gerekçeler gösterilerek üye değil ADAY ADAYI dahi olamadık.
İstanbulda Kasım 1999'da 54 ülkenin katılımıyla yapılan AGİT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) toplantısında Türkiyenin Aday Adaylığı adeta gayri resmi olarak belirlendi. Aralık 1999'da yapılan Helsinki Zirvesinde Avrupa Topluluğuna önümüzdeki yıllarda katılması düşünülen 12 yeni ülkeden sonra Türkiye'ninde resmen Aday Adayı olduğu ilan edildi. Bu şekilde tam üyelik ve entegrasyon için çalışmalara başlandı.
Aday Adaylığı konusu basın ve yayın organlarımızda çok abartıldı. Çok büyük işler başarılmış gibi büyütüldü. Oysa biz zaten Avrupalıyız. Avrupanın her alanında biz varız. Topluluk içinde olmasak bile topluluk üyesi ülkelerle her türlü ortak ilişkilerimizi her alanda zaten sürdürüyoruz. Bu topluluğa tam üye olduğumuzda da bugünkünden çok fazla bir değişiklik beklememek gerekir. Bu bize lütfedilen bir hak değildir. Olayların tabii sonucudur.
600.000 nüfuslu Kıbrıs Rum Kesimi, Estonya, Letonya gibi ülkelerle bizi eşit ve bir bakıma onların gerisinde gören Avrupalı zihniyetinin bize kazandıracağı fazla bir şey olduğunu zannetmiyorum. Fakat yeni bir kavram olarak sunulan Avrupalı Kimliği kazanmanın siyasi, sosyal ve kültürel hayatımıza şimdiden büyük ölçüde egemen olduğunu söyleyebiliriz.
Bizim kimseye verilecek tavizimiz yoktur. Olmamalıdır. Bizim coğrafyamızda bulunan , yeterli potansiyele sahip, imparatorluk tecrübesi olan bir milletin hiç bir desteğe ihtiyacı yoktur. Bizimle dost ve birarada olmak isteyen ülke ve kuruluşlar hep bizden taviz istiyorlar, hakları olmadığı halde hep bizden hesap soruyorlar. Oysa ortada görülen gerçek TÜRKİYE'NİN AVRUPASIZ OLABİLECEĞİ, FAKAT AVRUPA'NIN TÜRKİYESİZ OLAMAYACAĞI'dır.
S.S.C.B.'nin dağılmasından sonra kurulan Türk Cumhuriyetleri dünyanın en zengin doğal kaynaklarına sahipler. Türkiye sınırından, Japon Denizine kadar uzanan ve Türkistan olarak adlandırabileceğimiz büyük ticari alan; Avrupa' ya ancak Türkiye üzerinden açılabilir. Avrupa ise bu alana ancak Türkiye üzerinden girebilir.
Benim kanaatime göre "TÜRKİYE'NİN AVRUPA BİRLİĞİ ÜYELİĞİ; AVRUPAYI DÜNYANIN BU EN ZENGİN BÖLGELERİNE VE EN KALABALIK PAZARINA BAĞLAYACAKTIR." İşte Clinton'ın bahsettiği Türkiyenin önemi; bu kilit ülke olma durumundandır.
Türkiye rolünü iyi oynamalıdır. Elindeki kozları iyi kullanmalıdır. Bizi biz yapan milli değerlerimizden ve binlerce yıllık Türk kültür değerlerimizden asla taviz verilmemelidir. Avrupalının ekonomik ve teknolojik seviyesine ulaşmaya EVET. Fakat Avrupa'nın hristiyan kültürü ile yaşama heves ve gayretlerine ise şiddetle HAYIR de.
Dr. Tahir Tamer Kumkale
29 Haziran 2000 Perşembe
http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=52
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder