Devrimli Yıllar
Yekta Güngör Özden
07.03.2005/Sayı:77
Mart ayının baharın muştusu olması değişik ve şaşırtıcı hava koşulları karşısında giderek geçerliğini yitirirken iç ve dış siyasal oluşumlarda da kimi değişiklikler söz konusu olmaktadır. Talabani’yle görüşen Türk kurulunun Türkmenleri de içermesi koşuluyla federatif bir yapıya yeşil ışık yakmasına karşın kürt ırkına dayanan bir devlet kurulmasını savaş nedeni sayacağı uyarısı yatıştırıcı sunumlar kapsamında duyurulmaktadır. Talabani’nin “Şiilerin İran’ı varsa bizim de Türkiyemiz var” sözleri gerçekse yeni bir oyun karşısında olunduğundan kuşku duyulmamalıdır. Önceki küstahlıklarının gereken yanıtları aldığına inanmak isteriz. Şiilerin gücü yüzünden lâikliğin Irak için bir düş olduğu söylentileri ABD vizeli, AB destekli sözde demokrasinin ne olacağını şimdiden ortaya koymaktadır. Ilımlı islâm pompalamasıyla Büyük Orta Doğu Projesi içinde Türkiye’yi bile değiştirmek isteyen emperyalist güçlerin Irak’a aldırış etmeyeceği kesindir. Onlar için, kullanılmaya elverişli bir Irak’tan başka amaç yoktur. Hâlâ dinsel yapılanmalar içinde bocalayan Orta Doğu ülkeleri çağdaşlığın hayalini bile kuramamaktadır. Irak’ta 30 Ocak seçimleride en fazla oy alan Şiilerin oluşturduğu Birleşik Irak İttifakı’nın Başbakan adayı İbrahim El Caferi ülkesinin en etkili Şii lideri Büyük Ayetullah Ali El Sistani’nin desteğine gereksinim duymuş ve bunu almıştır. Son günlerde yine bir Türk sürücü öldürülmüştür. Direnişçilerin yabancı güçlere karşı saldırıları sürmektedir.
İsrail-Filistin el sıkışmasıyla gündeme gelen ateşkes ve Batı Şeria’da güvenliğin Filistinlilere bırakılması yeni intihar saldırısıyla askıya alınmıştır.
KKTC’deki seçimlere umudunu bağlayan Türkiye iktidarı 2005 Ekim’inden önce Kıbrıs sorunu çözmek için Kıbrıslı Türklerin istencini gerekçe gösterecek, “Onlar isteyince biz ne yapalım?” türü bir söylemle çoktan vazgeçtikleri Kıbrıs’ı Yunanlılara bırakacaktır. Rumların BM gözetiminde görüşmelere hazır olduklarını bildirmeleri son lokmayı yutma öncesinin rahatlığına bağlanmalıdır. Türkleri, Türkiye’yi, kendi devletini sevmeyen bir Başbakan rumlar ve Yunanlılar için şanstır. Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlayacaklardır. Şubat sonunda Strazburg’da toplanan Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu’nda Fransız parlamenter Jacques Toubort’un sözde ermeni soykırımını gündeme getirerek Türkiye’nin Sevr Antlaşması’nı kabûl etmesini önermesinin Avrupalıların saçmalıklarının ölçüsüzlüğünün yeni bir kanıtı olduğu bilinmelidir. Mustafa Kemal ve arkadaşları’nın tarihin çöplüğüne attığı Sevr’i kendileri için geçerli saymak aymazlığı onların ayıbıdır. Sert tepkilerle karşılaşan bu ve benzer konularda iktidarın yavaşlığı dikkat çekmektedir.
Neyse ki
Dışarda bu aykırılıklar, bu olumsuzluklar birbirine eklenerek sürerken 25 Şubat günü Başkent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin “Tarihte Türklere Yapılan Katliamlar” konulu etkinliği sözde ermeni soykırımın söz konusu olmadığını, olamayacağını inandırıcı anlatımlarla vurguladı. Avrupa’nın önümüze çıkardığı koşullara gereken tepkinin siyasal iktidarlar tarafından gösterilmemesiyle tırmanan ve saldırıya dönüşen baskıların biri de Türkiye Cumhuriyeti’ni asla ilgilendirmeyen, gerçekle de ilgisi olmayan sözde ermeni soykırımıdır. Kendi yaptıklarını unutturmaya çalışan Avrupa, destekçisi ABD, ermenileri kullanarak Türkiye’yi sıkıştırmaya çalışmaktadır. Susturucu yanıtların verilmemesinde hepimiz kusurluyuz. İktidarı zorlayacak halk gücü, toplum tepkisi sağlanamıyor. Dinliyor izliyor, susuyoruz. Ermeniler suçlarını saklamak için her yola başvuruyorlar.
İçimizden ermenilerin, kürtçülerin yaptıklarından pişmanlık duyup yinelenmeyeceğine ilişkin sözvermelerini bile beklemeden, Azerbaycan işgalini kaldıracakları belirtisi olmadan sınır kapısının açılmasını, kürt devleti kurulmasının desteklenmesini önerenler çıkmaktadır. Tarih bilgisi, cumhuriyet bilinci, siyasal deneyimi olmayan, ulusal güvenlik konularında duyarlıktan yoksun kimselerin kimleri koruyup kimlere yarandıkları, neler karşılığında bu girişimlerinde bulundukları araştırılıp gerçek durum saptanmadıkça söylentiler yayılacaktır.Tarihi sorgulamaya kalkışan, kendi aşağılık amaçlarına tarihi araç yapmaya kalkışanlar unuttukları gerçeklere yenik düşerler.
Başkent Üniversitesi’nin beğeniyle izlenen, yinelenmesi istenen etkinliği kutlamaya değer bir düzenlemedir. Toplumun bilgilendirilmesi sağduyunun oluşumu yönünden büyük önem taşımaktadır. Medyanın halkımıza duyurmadığı, bilgi vermediği, sonuçlarını iletmediği etkinlikler yalnız bu değil. Gittikçe çirkinleşen izlencelerle düzeylerini açıkladıklarını anladıkları güne kadar kimbilir daha neler gizlenecek, unutturulacaktır.
Sözde Demokratlar
Çoğulcu, katılımcı, kurallar ve kurumlar düzeni demokrasinin bir öğreti, bir disiplin, bir ölçüler düzeni olduğunu yinelemekte yarar var. Azlığın haklarının çoğunlukça güvenceye bağlandığı, tepkilerin özgürce açıklandığı, uyarı ve önerilerin olur alınmadan yapıldığı, iktidarların gerçekten denetlenip halka hesap verdiği, hukuksallığı tartışmasız düzenlere demokrasi denir. Yerini korumak, daha iyi yerler, düzeyler, konumlar ve çıkarlar için, beklentilerine kavuşmak için, kendisine verilen sözlere kanıp sorun çıkarmamak için susmak, gerekli tepkiyi göstermemek, uyarıdan kaçınmak demokratlık değil, miskinliktir. Hukuk dışı olaylara kalkışmadan, demokratik yöntemlerle iktidarın sakatlıklarını önleyip engellemek görevli-görevsiz her yurttaşın en doğal hakkıdır. Kimi öznel düşüncelerle destekçi durumuna düşmek bağışlanacak bir tutum değildir. Belli süreler için bulundukları yerlerde “Hınk deyici”likle zaman geçirmek, yetkilerine dayanıp istediği gibi davranmak, siyasal güçlerle uyumu birincil görev sayarak bunu ödünlerle, uyduluk sayılacak eğilmeler ve edilmelerle yürütmek beceri olamaz.
Ülkemizde neler oluyor yetkili ve ilgililerden ses çıkmıyor. 3 Mart 1924’de kabûl edilen ve şimdiki Anayasa’nın “Devrim Yasaları” başlıklı 174. maddesiyle de güvenceye alınan yasalara aykırı davranışlar çekinilmeden sürdürülüyor. Kimi demokratik kitle örgütleri aynı salonlarda, aynı kişileri konuşturarak aynı konulara işlemekte, yinelemeler hiçbir sonuç vermemektedir. Geniş kitlelere, ilçelere, mahallelere, köylere giderek anlatmak yerine, kendi aralarında konuşma biçiminde başlayıp bitirdikleri etkinlikler sonunda ödentisini veren, bağış yapan, kuruluşuyla daha yakından ilgilenen üye çıkmamaktadır. Atatürk karşıtlığından Atatürk yandaşlığına kimse kazanılmamaktadır. Konuşmaları dinleyip etkilenerek yanılgıdan, yanlıştan dönen, örneğin sıkmabaşı çıkaran, kötü sakalını kesen, konuşmasını giysisini, yaşam düzenini değiştirene rastlanmamaktadır. Konuşanları alkışlamakla, kutlamakla yetinen dinleyiciler arasından yeni etkinliklere, çabalara destek veren, kuruluşa, yöneticilerine katılarak gücü artıran olmamaktadır. Kuruluşlar aykırılıkları giderecek, yararlıları çağıracak yöntemler saptamaz, çekici düşünceler üretemezse, yalnız seçim oyunları, çocukça kavgalar yalanlar, iftiralarla zaman doldurursa kötülükler daha da artar. Aşağılık duygusuyla saldırıp kendilerinden söz ettirmek isteyen etiketçiler kendi bataklıklarında yiterler.
Bakınız
Olaylar karşıdevrim gelişmeleri biçiminde. TBMM Başkanı olumsuzlukları örter biçimde imam hatipleri övüyor. Başbakan karikatürleri dâva ediyor. İçinde hakaret sözcükleri bulunan cevap ve düzeltmelerin yayımlanmasını uygun bulan mahkemeler olabiliyor. Lâikliğe saldırının suç olamayacağını, Mahmut Esat Bozkurt döneminin bittiğini söyleyen yüksek yargıç kendisini Başkanının desteklediğini açıklıyor. Bir yazar ulus devlete çattıktan sonra “..Torunlarımızın torunları sabah kahvaltısını İstanbul’da yapacak, öğle yemeğini Sidney’de, akşam yemeğini Kanarya Adalarında yiyecekler..” diyerek koşulsuz AB övgüleri sıralayabiliyor, yüzünü karartmadan. Adalet Bakanı 23 bin kişinin dinlendiği bir milletvekilinin sorusuna yanıt olarak açıklıyor. Almanya’da islâm örgütlerinin okullarda din dersi verilmesine ışık yakılırken Türkiye’mizde SHÇEK yurtlarında açılmaya başlayan mescitlerde çalışma saatleri dışında imamların çocuklarla dinsel söyleşilerde bulunduğu yazılıyor. Hırsızlık, kapkaç, gasp, yaralama, öldürme, intihar, iflâs, trafik kazaları artıyor, azalmıyor. Hükûmet Mart başında güvenlik konusunda özel bir toplantı yapılacağını bildirmiş.
Bu arada, Şubat sonunda toplanan yılın ilk Millî Güvenlik Kurulu toplantısı sonunda Kıbrıs ve Irak konusunda yatıştırıcı izlenimi veren, ilkelerden dönüldüğü kuşkusu duyuran bildiri yayımlandı. Mısır’ın El Ahram gazetesinde Abdulhalim Gasali imzasıyla yayımlanan yazıda Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’ün “AB’ne katılım çabaları çerçevesinde son iki yılda tanık olduğu dev reformları desteklediği, lâiklik başta olmak üzere cumhuriyetin değişmez temellerine dokunulmadıkça ordunun siyasetten uzak durmasına inandığı, Millî Güvenlik Kurulu değişikliklerinin ve kimi kısıtlamaların bunlardan olduğu..” yazıldı. İlginç bir yaklaşım, üzerinde durulacak bir değerlendirme. Silâhlı Kuvvetlerin siyasallaşması elbet sakıncalıdır. Ama..
Bir yıldız daha kaydı. Önceki Dışişleri Bakanlarından, emekli Büyükelçi Coşkun Kırca da aramızdan ayrıldı, sonsuza göçtü. Kimi zaman ters, sert, hırçın, atak ve kimilerince huysuz sanılan Kırca, gerçek bir Atatürkçü ve ulusalcı idi. 1990’da 9 Eylül Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Seyfullah Edis’in yönettiği panelde Nazlı Ilıcak, Kırca ve ben sözde türban sıkma başı tartışmıştık. Başkanlığım sırasında kimi önerilerle geldiğinde yine tartışmıştık. İnatçı yanı da vardı ama güçlü bir düşün adamı idi. Tanrı ışıklar içinde yatırsın. İnsanlar yitirilince değil, yaşarken değeri bilinmeli. Şimdi yazılıp söylenenler ona ulaşmıyor. Örnek duyarlılığı ile her zaman anılacaktır.
Bir tüm olan Türk Devrimi’nin kaynağı Mustafa Kemal Atatürk’le arkadaşlarını, uygulayıcılarını, devrim yasalarını önerenleri içtenlikle anıyor, saygın anıları önünde eğiliyor, lâikliğin değerini bilmemiz gereğini bir kez daha yineliyorum. Lâiklik asla din düşmanlığı değil, dinden bağımsızlıktır. Dinlerin olduğu yerde vardır, olmadığı yerde yoktur. Lâikliğe karşı olanlar insanlığa karşıdır.
http://www.turksolu.com.tr/77/ozden77.htm
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder