23 Ocak 2015 Cuma

Şeriatçı basın Türk Ordusu’na savaş açtı






Şeriatçı basın Türk Ordusu’na savaş açtı


Buldukları her fırsatta laik Türkiye Cumhuriyeti’nin güvencesi olan Türk Ordusu’na karşı saldırıyı bir gelenek haline getiren şeriatçı basın, 3 Kasım seçimlerinden sonra AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte halkı Ordu'ya karşı kışkırtan haberlerini yeniden arttırdı. Amerikancı hükümetin Ordu’yu tasfiye planları çerçevesinde şeriatçı basın da Ordu’ya karşı savaş açtı.
Şeriatçı basın Ordu’ya savaş açtı
AKP’nin, Türkiye’nin iç ve dış güvenliğini ilgilendiren konularda Türk Ordusu’nun aksine bir politika izlemesi şaşırtıcı olmadı. Bu politikaların uygulanmasının önünde en büyük engel olarak gördüğü Ordu’ya karşı da bir tasfiye planına girişti.
Türk Ordusu’nun irticai faaliyetler, türban meselesi gibi konulardaki tavrı çok net. Kıbrıs ve Irak’ta savaş konusunda hükümet Ordu'ya muhalif bir politika izliyor. Ülkenin bir savaşın eşiğine getirildiği günümüz şartlarında MGK’nin Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması gibi planlarla Ordu tasfiye edilmeye çalışılıyor ki emperyalizmin Türkiye’yi bölme planları daha rahat uygulanabilsin.
Varlığını Türk Ordusuna saldırı üzerine kurmuş olan şeriatçı basın da hiç fırsat kaybetmeden Ordu'ya yönelik kışkırtıcı haberler yapmaya hız veriyor.


Şeriatçı Vakit, MGK Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç’a saldırıyor.   Şeriatçı Vakit, MGK Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç’a saldırıyor.
 
 
Şeriatçı Vakit, MGK Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç’a saldırıyor.
Türkiye’nin Türban Diye Bir Sorunu Yok

Ordu 28 Şubat döneminde irticayı birinci tehdit olarak gündeme almıştı. Bununla birlikte başlayan türban yasağı o günden bu güne şeriatçı basının Ordu'ya saldırısında ilk sırayı almıştı. Siyasi bir simge haline getirilen türban 4 yıl önce alınan kararlar ile ülke gündeminden çıkarıldı. Yine 28 Şubat’la birlikte şeriatçı yükselişin önüne bir set çekildi. Türban konusu bu şekilde kapatılırken AKP iktidarı ile birlikte yeniden gündeme getirildi. TSK bu konunun yeniden gündeme getirilmesindeki rahatsızlığını belirtti. Başbakan Gül ve Erdoğan ile yapılan görüşmede imam-hatip lisesine kız öğrenci alınmaması önerisini gündeme getirdiler. MGK genel sekreteri Orgeneral Tuncer Kılıç bu öneriyi doğruladı. Türkiye’de bayan rahibe yetişmediğini belirtip “İmam-hatip liselerine kız öğrenci alınmadığı taktirde sorun kökten çüzülür” deyince şeriatçı basının hedef tahtasına oturdu.
İç güvenlik de dış güvenlik de Ordu'nun işi
Orgeneral Kılınç’ın açıklamaları üzerine şeriatçı Vakit gazetesi manşetten “İşine Bak Paşa” diyordu. Paşa’nın işi neydi acaba? Hemen cevebı veriliyordu. Paşa’nın açıklaması halkı incitmişti. “Türkiye savaşın eşiğine gelmişken koskoca bir generalin kız çocuklarının eğitimini engelleme çabası çağdışı bir tutumdur.” deniliyordu. Gazetenin koskoca bir generale “işine bak paşa" diyerek talimat verecek küstahlık ve cesareti nereden bulduğu ayrı bir konu. Bunun yanında ülkenin savaşın eşiğine geldiği doğru ve bu halkın türban diye bir derdinin olmadığı da. Kimse kimsenin eğitim hakkını engellemiyor. Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin belirlemiş olduğu kurallar çerçevesinde herkes eğitimini yapabilir. Peki ya Vakit gazetesinin işi ne? Türkiye bir savaşın eşiğindeyken ülkenin tek sorununun türban meselesi gibi gösterilip Türkiye’nin ve Irak’ın güvenliğini savunan tek bir Irak haberinin yapılmamaması ne anlama geliyor? Savaşın eşiğinde koskoca bir gazete neden sadece Ordu'yla uğraşıyor ve neden halkı hep türban konusunda kışkırtmaya çalışıyor? Bunun nedeni çok açık. Ordu bu ülkenin güvenliğini savunurken iktidar ve şeriatçı basın ABD’nin yanında tam da bu savaşın içinde yer alıyor. Yerlere göklere sığdıramadıkları sözümona Müslümanlıklarıyla ABD’nin Müslümanlara karşı başlatttığı Haçlı Seferine karşı çıkmıyorlar.
Baltayı taşa vuran kim?
Orgeneral Kılınç’a bir başka saldırı da yine Vakit yazarı Asım Yenihaber’den geliyordu. Hem de çok zekice bir soruyla “Erler de Paşa olamıyor. Neden Ordu'ya alıyorsunuz?” Yazarımız Ordu'nun bir ülke için ne anlama geldiğini bilmemekte midir yoksa gelişmiş bir espri yeteneğine mi sahiptir bilinmez ama soru çocukları bile güldürecek kadar gayri ciddidir. Bu ülkenin güvenliğini savunan Ordu salt paşalardan oluşmamaktadır. Bütün personeliyle bir bütün olarak ülkenin güvenliğini sağlamakla yükümlüdür. Fakat bilindiği gibi bu ülkede kadın imam bulunmamaktadır. Anlaşılan şeriatçılar Hıristiyan Klübü’ne girmek işinde o kadar ileri gitmişler ki İslam dininde kadın imam olmayacağını bile unutmuşlar ve Batı'ya özenerek kızlarımızı rahibe yapmaya merak salmışlar. Ama ilginçtir bu gerçeği cahil şeriatçılarımıza laik Kılınç Paşa açıklıyor.
İmam Hatip liselerinin imam yetiştirmenin dışına taşan bir misyonunun olduğu açıktır. Bu kadar çabalamanız bu yüzdendir. Görünen odur ki baltayı fena halde taşa vuran da Kılınç Paşa değil sizlersiniz. Türkiye’de Müslüman mahallesinde salyangoz satarken Almanya’dan örnekler bularak kendinizi haklı çıkarmaya çalışıyorsunuz. “Paşa’ya özgürlük dersi” derken bile referans aldığımız yer Alman Papazı’dır. Türkiye Cumhuriyeti’nin herhangi bir papazdan din eğitimi almaya ihtiyacı yoktur. Sizlerin sözümona kendi dininizi savunmak adına bile Batı'ya dayanamanızın da manası çok açıktır.


Cumhuriyet ilan edileli 79 yıl oldu ama şeriatçılar daha 10. Yıl Marşı’nı bile içlerine sindiremediler.


Cumhuriyet ilan edileli 79 yıl oldu ama şeriatçılar daha 10. Yıl Marşı’nı bile içlerine sindiremediler.


“Sel Baskını” şeriatçı ayaklanma tehdidi mi?
Yine Vakit yazarı Hasan Karakaya “1423 yıl önce imam hatip okulu yoktu.” yazısında Ordu'ya saldırının ötesine geçip halkı kışkırtarak şeriatçı ayaklanma tehditi savuruyor. "Örtünme emrini veren Cenab-ı Allah kadınlardan imam olmayacağını bilmiyor muydu?" diye kışkırtıcı bir soruyla çıkıyor karşımıza. Bu bir provakasyon hazırlığıdır. Ardından gelenler bunu ortaya çıkarıyor. “Dere yataklarını kurutmaya çalışanlar meydana gelecek sel baskınlarını da iyi hesap etmek durumundadırlar.” diyerek aklı sıra bir tehdit savuruyor. Evet Ordu'nun tavrı çok açık. Zaten bu karar hiç bitmeyen şeriat özleminizi yok etmek üzere alınıyor. Sizin hiç bitmeyen sel baskını tehdidiniz zaten dere yataklarının kurutulması gerekliliğini doğuruyor. Demek ki Ordu'nun bu kararı çok da yerinde. Onlar bu sel baskınını çok iyi hesap ettiklerinden ülkenin güvenliği için bu dere yataklarını kurutma zorunluluğunu hissediyorlar. Yağan yağmur rahmet olup yüreklerinizde kalabilir bu kimsenin umurunda değil ama bir sel baskınında karşınıza ilk dikilen yine Ordu olacak. Ordu'ya saldırmakta haklısınız.


10. Yıl Marşı işkence olursa


Yine Vakit gazetesi şehit ailelerinin katıldığı “devlet övünç madalyası” töreninde şehit annelerini göstererek “Bu analarda mı imam hatipli” diye kışkırtıcı bir soru soruyor. Törende okutulan 10. Yıl Marşı'nı ise “işkence bu” diyerek manşete çıkarıyor. Şehit aileleri de biliyor ki bu ülkede analarımızın başörtüsüne veya halkımızın dini inançlarına kimse el uzatmadı. Aksine evlatları bu ülkenin çıkarları uğruna canını verirken, Şanlı Türk Ordu'su'nun şehitleri olurken bu adamlar Türkiye’yi Müslümanların kanını dökmek üzere emperyalist çıkarlar uğruna bir savaşa sokmaya çalışıyorlar. Sizlere verilecek en iyi cevapsa bu anaların kendi evlatlarının şehitliklerinden duydukları gururdur. Onlar canlarını NATO için değil vatan için seve seve verenlerdir çünkü.
Öte yandan törende 10.Yıl Marşı'nın okutulmasını işkence olatrak gören bir zihniyetse şeriatçı gazetelerin Cumhuriyet düşmanı daha da ötesi Türk milleti düşmanı olduğunu gösteriyor. Türk milletinin vermiş olduğu Kurtuluş Savaşı’nı ve bu uğurda dökülen kanları hiçe sayan bir zihniyetin şehit ailelerini kullanarak kendi çıkarları uğruna halkı bu yönde kışkırtması Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran bütün devrim şehitlerine de bir hakarettir aynı zamanda. Şeriatçı basının yeri pek tabi ki Batı'nın yanında bir Haçlı Seferi’nin içinde olmaktır. Çünkü ne ait oldukları dini ne de milleti savunamamaktadırlar.
Start verildi: Ne bulursanız vurun Ordu'ya
Kışkırtma bitmiyor. Ordu'ya saldırmak için her yol mübah. Ne bulursanız, arayalım bakalım. Geçtiğimiz günlerde, bir suikast sonucu öldürülen Necip Hablemitoğlu’nun cenazesinde Ordu'nun ağırlığı hissedildi. Bunca yıldır ülkenin bağımsızlığını, laikliği savunan yazarlarımız birer birer öldürülürken, ölüm sebeplerine ilişkin bir şey yazılmazken, şeriatçı gazeteler için bu cenazede temel sorun Orgeneral Kılınç’ın cenaze töreninde eldivenle selam vermesi olmuştu. Yazar Hasan Karakaya Vakit gazetesindeki köşesinde “Örtüyü çıkarttıracağına eldivenini çıkartsaydı” diyordu. Öyle ya, bu ne büyük disiplinsizlik, bu ne kural tanımamazlıktı. Ve artık büyüklerinin kendilerinden iyi düşündüğüne inanmıyordu. Doğruydu. Onlar neyse ki hiç bir zaman sizin gibi düşünmediler zaten. Sizler gibi düşünselerdi ne laik bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti, ne de üzerinde yaşayacağımız bir vatan olacaktı. Herşeyin ötesinde Karakaya’nın üslubuna bakmak bile yazar mı yoksa provokatör mü sorusunu aklımıza getirmiyor değil.

Şeriatçı basının Batıcılığı

Şeriatçı basın için Ordu'ya saldıracak malzemeden bol ne var? Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın klasik müzik tutkunluğu ile ilgili haberler bahane edilerek saldırıya geçiliyordu. “Huzurlarınızda general Mussorgski” diyen Vakit yazarı Asım Yenihaber fırsatı bulmuştu. “Elin damatlık kıyafetiyle gerdeğe girilmeyeceği gibi başkalarının musiki duyarlılığıyla da savaşılmaz” diye salık verirken generalin Mussorgski’yi misyonerce yaydığını iddi ediyor, "Başkalarının estetik duyarlılığıyla yaşayan ve hareket eden bir kimsenin tam manasıyla sizden biri olabileceğine inanabiliyor musunuz?” diyordu. Halkı Ordu'ya karşı kışkırtmanın bu kadarı olur. Türk Ordusu'nun paşası sizden midir başka yerden mi? Peki bu halk dönüp size sormaz mı; Türkiye’nin Hristiyan Kulübü’ne alınması için çırpınıp duran, ülkeyi ABD’yle birlikte Müslümanlara karşı savaşa sokan, hatta her fırsatta Müslümanları aşağılayan ve Müslüman düşmanlığı yapan Berlusconi’nin elini öpen Aytanç Yalman mı yoksa başkası mı? Bu ülkenin menfaatlerini koruyan bir paşa mı bizden yoksa her fırsatta sırtını Batı'ya dayayıp Ordu'ya saldıran şeriatçı misyonerler mi? Mussorgski’ye gelince. Yalman 100 yıl önce yaşamış Mussorgski’yi dinliyor diye eleştiriyorsunuz da Rusya’ya gidip “Müslüman Çeçenlerin katili” Putin’i dinleyen  

Tayyip’e bir çift lafınız yok mu?


Kişiye özel kanun; ne Apo’ ya ne de Tayyip’e Tayyip Erdoğan’a başbakanlık yolunu açacak, Anayasa değişikliğinin Cumhurbaşkanı Sezer tarafından reddedilmesiyle birlikte, şeriatçı basın yine atağa geçti. Kişiye özel kanun olmaz diyen Sezer’e Vakit gazetesi “İdam affı Apo’ya özel değil miydi” diye soruyor. Evet vaktiyle, AB uyum yasaları çerçevesinde gerçekleştirilen bu değişikliğe ses çıkardınız mı? AB’ye girmek sizin için de esas değil miydi? O gün Apo “bölücü ve 35 bin kişinin katili bir terörist başı” değil miydi?
Evet Apo’nun affı kabul edilemez. Ama Erdoğan’ın da farkı yoktur. Zaten siz de böyle olduğunu bildiğiniz için Apo’yla Tayyip’i aynı kefeye koyarak tartışıyorsunuz ve Tayyip’in aslında Türkiye için ne ifade ettiğini birinci ağızdan itiraf ediyorsunuz. Bu gün ülkeyi savaşın eşiğine getiren politikalarıyla, ülkeyi AB ve ABD’ ye peşkeş çekmesiyle, almış olduğu “halkı din ve dil farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik ettiği" cezasıyla bizim için Apo’dan geri kalır yanı yoktur. Apo Türkiye Cumhuriyeti düşmanıdır, Tayyip de. Apo bu ülkeyi bölmek üzere binlerce insanın kanına girmiştir. Erdoğan da ABD’yle birlikte binlerce Müslümanın kanını dökme planları yapmaktadır. Bu kanun her ikisi için de kabul edilemez. Ali Karahasanoğlu’nun Vakit’te “Kişiye özel kanun öyle değil böyle olur” yazısında, Apo için geçerli olan kanunun Erdoğan için geçerli olmamasını eleştiriyor. Küstahlığını Atatürk’ü Koruma Kanunu'na kadar vardırarak, “hiç bir hukuk devletinde olmayan kişiye özel kanun, Türkiye’de vardır.” diyor. 5816 sayılı Atatürk Aleyhinde İşlenen Suçlar Hakkındaki Kanun'u eleştiriyor. Bir kere bu kanun kişiye özel değil tam da Laik Türkiye Cumhuriyeti’ni korumaya yönelik bir kanundur. Atatürk’ü Apo ve Erdoğan’la birlikte değerlendirmekse ayrı bir hakaret davası konusudur. Vakit yazarının bu tavrı açıkça Atatürk ve cumhuriyet düşmanlığını ortaya koymaktadır.
Batı'yla dost ama Atatürk’e ve Cumhuriyet'e düşman, vatanla kavgalı bir şeriatçılığın hep savunduğunu söylediği Müslüman halktan göreceği cevap şimdi her zamankinden daha önemli.




Devrim şehidi Kubilay’ın mezarı başında düzenlenen anma töreninde, Kubilay’ın yakınları, ordu mensupları ve vatandaşlar, devrime bağlılık yemini ettiler.
Şehit Kubilay’ın gelini Müzeyyen Kubilay:

Kimse laikliğe el uzatamaz, bizim Ordu'muz var!
Şeriatçı basının Menemen olaylarındaki tavrı Cumhuriyet düşmanlıklarını bir kez daha ortaya koydu.
Vakit gazetesi bu olayların bir şeriatçı ayaklanma değil provakasyon olduğunu yazıyordu. “Menemen Faciası” diyerek olayda binlerce ilgisiz kişinin mağdur olduğunu iddia ediyordu. Devrim şehidi Kubilay’dan ise tek kelimeyle söz edilmiyordu. Şehit annelerini kullanarak sürekli Ordu'ya saldıran Vakit’in şehit Kubilay’ı değil de onu şehit eden yobaz sürüsünü anması esas niyetini de ortaya koyuyordu.
Menemen’in yıldönümünde şeriatçı basına ve irticacı güçlere en büyük yanıt Ordu'dan geldi.
Kubilay’ın şehit edilmesi nedeniyle İzmir’in Menemen ilçesi Yıldıztepe’deki Kubilay Anıtı önünde düzenlenen törende Ordu adına konuşan Asteğmen Kerim Uzuntepe “Devrim şehitlerimiz, siz, gerici ve yobazlara yol vermemek için canınızı verdiniz. Biliniz ki bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da sizin yolunuzdan yürümeye devam edeceğiz.” dedi.
Şehit Kubilay’ı törende temsil eden gelini Müzeyyen Kubilay, Hablemitoğlu’nun öldürülmesinden büyük üzüntü duyduğunu belirtti. Müzeyyen Kubilay, “Kimse Cumhuriyet’e karşı çıkmaya kalkmasın. Gericiler artık akıllarını başlarına toplasın. Kimse laikliğe el uzatamaz. Bizim Ordu'muz var.” dedi.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Özkök ise "İrtica ile mücadelenin sönmez meşalesi Aziz Kubilay" diye başladığı konuşmasına şöyle devam etti: "Kubilay Cumhuriyet’in temel değerlerinden laikliği hedef alarak Türk halkını yeniden ortaçağın karanlık günlerine döndürmeyi amaç edinen yobazlara gövdesini siper ederek Türk devrim tarihinde unutulmaz bir sembolü olmuştur. Menemen olayları gerici, yobaz güçlerin genç Türkiye Cumhuriyeti ile açık bir hesaplaşmaya girdiği ilk olaydır. Bu sebeple şehadetinle sonuçlanan Menemen olayları genç nesillerin asla unutmaması gereken bir derse dönüşmüştür.” derken TSK’nın tüm personeliyle Cumhuriyet’in sarsılmaz bekçisi olduklarını belirtiyordu. Şeriatçı güçlere bundan daha iyi cevap olamazdı.

..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder