ÖZERK KÜRDİSTAN’I İNŞA EDECEKLERMİŞ! EDİNDE GÖRELİM.
Bizim telakkimize göre, siyasi kuvvet, milli irade ve egemenlik, milletin bütün halinde müşterek şahsiyetine aittir, birdir. Taksim edilemez, ayrılamaz ve başkasına bırakılamaz. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1930)
Hileli ve şaibeli seçimlerle bir kere daha halkın güvenini kazandığına inanan AKP tepe yönetimi, kendini 10 Ağustos 2014’teki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine odakladı. Kontrolündeki medya silahını kullanarak muhalefeti de bu konuda kendi özel gündemine kilitleyen AKP ülkenin temel sorunlarını saklıyor. Veya ülke insanı için önemli hayati konuların kamuoyunun gündemine getirilmesini önlüyor.
Bu arada Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde Diyarbakır merkezli olarak İmralı-Kandil ekseninde ve PKK kontrolünde sürdürülen Kürdistan’ın inşası da özellikle görmezden geliniyor.
Örneğin konuya ilişkin olarak medyada 4 Mayısta yer alan HDP Eş Genel Başkanı Sabahat Tuncel’in yaptığı konuşma Doğu ve Güneydoğu bölgesinin açıkça Türkiye’den kopartıldığını vurgulayan hususlar ihtiva ediyordu.
Hava saldırısında 34 kişinin yaşamını yitirdiği Uludere’de yapılan Beyazsu Kültür ve Sanat Festivali’ne katılan HDP Eş Genel Başkanı Sabahat Tuncel özetle şunları söylemiştir;
“- Şunu ifade etmek istiyorum; Önümüzdeki dönem demokratik, özerk Kürdistan’ı inşa etme süreci, aynı zamanda Türkiye’yi demokratikleştirme sürecidir. Biz Kürdistan’da kendi dilimizle, kültürümüzle, kendi kendimizi yöneteceğiz.
- Artık bunu talep eden değil, inşa eden olacağız, diğer yandan da birlikte yaşadığımız halkları da değiştireceğiz. Ankara’yı da değiştireceğiz. Ankara’nın bu inkarcı, imhacı asimilasyon politikası değişmediği sürece başımızdan bombalar eksik olmayacak, bu ülkede savaş son bulmayacaktır.
- Müzakerelerin devam etmesi bir daha bu coğrafyada savaşın yaşanmaması için bizim yapmamız gereken şeyler var. Artık sıra bizde; biz özerk Kürdistan’ı inşa edeceğiz. Türkiye ile birlikte demokratikleştireceğiz. Ortadoğu halklarıyla güzel bir gelecek kuracağız.
- Ortadoğu’da Kürt halkının özgürlük sorunu, sadece Kürtler’i özgürleştirmeyecek. Birlikte yaşadığı, Arap, Türkmen, Ermeni, Asuri, Süryani, Azeri gibi bütün halkları da özgürleştirecektir. Şimdi sıra 30 yılık bu mücadelenin kazanımlarını başka bir aşamaya taşımaktır. O yüzden yeni dönem görevimiz inşa etmektir. Yani başkasından beklemeyeceğiz. Devletten talep etmeyeceğiz. Ama önce bu sisteme, bu tekçi, bizi yok sayan, dilimizi, kimliğimizi yok sayan, hala bizi linç etmeye çalışan zihniyeti başımızdan def etmemiz gerekiyor..”
Görüldüğü gibi artık hiç çekinmeden TBMM’de ülkenin birliği ve bütünlüğü için çalışacağına dair millet huzurunda yemin eden bir milletvekili, açıkça Türkiyeyi bölüp parçalayacak Kürdistan’ın inşasının başlatıldığını, kendisi ve partisinin bunu gerçekleştirmek için çaba harcayacağını bildirebiliyor.
Cumhuriyete ve Anayasal düzene karşı olan her türlü faaliyeti soruşturmak ve bunu yapanları yargı önünde hesap vermeğe sevk etmekle görevli Cumhuriyet savcılarımız neredeler ve daha ne söylenilmesini bekliyorlar?
Yukarıdaki ifadeler anayasal suçtur. Buna rağmen TBMM’de TC milletvekili olarak görev yapan bu milletvekilimiz; hiç çekinmeden ve galip gelmiş bir komutan edasını da takınarak ülkenin üniter devlet yapısını değiştireceklerini, Kürt halkını özgürleştireceklerini, bununla ülkedeki diğer ayrılıkçı etnik yapılara da örnek olacaklarını, onlarında istiklallerini kazanmalarına yardımcı olacaklarını söyleme cesaretini gösterebiliyor.
Bu durum Türkiye’de hukuk devletinin çöküşünün ve devleti korumakla görevli kurum ve kuruluşların iflas etmiş olduğunun çok açık bir delilidir. Ayrıca artık yönetilemediğinin tescilidir.
Milletçe adeta rüyada gibiyiz. Sanki bir korku filmi izliyoruz.
Milletçe tam bir akıl tutulması yaşanıyor.
Peki bu milletvekili kime ve neye güvenerek bunları söylüyor.?
Eğer Türk ordusundan defalarca dayak yiyen ve bitirilme noktasına getirilen üç-beş bin kişilik PKK militanına güveniyorsa çok yanlış düşünüyor.
Ayrılıkçı Kürtler 1806’da Musul’da ilki gerçekleşen Babanzade Abdurrahman Paşa isyanından beri Türk ordusunun dayağını yemektedir. Her kalkışmada Türk Silahlı Kuvvetleri bunlara göz açtırmamıştır.
Peki ne olmuştur o kahraman askerlerimize? Bunlar buharlaşıp uçmamıştır..
Birileri son 7 yıl içinde çeşitli kumpaslarla Türk ordusunun üst komuta kademesini hapsederek Ordu-Millet Türkleri korkutup sindirdiğini düşünüyorsa aldanıyordur.
Çünkü Türk subayının, binlerce yıllık tecrübeyi günümüz şartlarına taşıyarak bugün küresel mihraklarca desteklenen Asimetrik Savaşta dünyanın en başarılı kadroları olduğunun unutulmaması gerekir.
Eğer siyasi irade tekrar dik durduğu ve ordusunun arkasında olduğunu gösterdiği takdirde Türk ordusunun PKK’yı çok kısa sürede tarihin çöplüğüne gönderecek gücünü muhafaza ettiğini dost ve düşman görecektir.
Bugün Türkiye, son 30 yıldır devletin bütünlüğüne, milletin bölünmezliğine yönelik resmen ilan edilmiş bir sıcak savaşı fiilen yaşamaktadır. Sıcak savaş şartlarının yaşandığı bir ortamda devletin barış döneminin yöntemleri ile yönetilmesi imkansızdır.
AKP’nin 2003’de kabul ettiği Uluslararası İkiz Yasalar ve bu yasaları eyleme sokacak AB Uyum Yasaları ile ayrılıkçı güçlere karşı devletin kendisini savunamaz hale getirdiği bir gerçektir. Bu yasalarla ülkenin parçalanmasını isteyen ayrılıkçı güçlere çok geniş serbest hareket ortamı tanınırken, devletin parçalanmasına karşı tedbir alacak devlet organlarının da eli-kolu bağlanmıştır.
PKK’nin siyasi temsilcileri her fırsatta Türkiye topraklarında bağımsız bir Kürdistan devleti kurmak istediğini açıklamaktadır. Örgüt, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Samsun-Mersin hattının doğusunda kalan bölgeyi istiyor. Türkiye’yi Kürdistan adını verdiği topraklarda işgalci güç olarak tanımlarken yandaşları da Kürdistan bayrakları taşıyor ve
Öcalan posterleri altında Türk bayrağını yakıyor.
PKK terör örgütü; devletin toprak bütünlüğüne, anayasal düzenine ve bek’asına karşı silahlı bir savaşı yürütecek kadar desteğe sahip, her alanda güçlendirilmiş ve tecrübe kazanmış organize bir teşkilattır. Örgütü yaşatan halk desteği ise ne yazık ki önlenememiştir. Ve bölge halkı örgütü güçlü görmektedir.
Devlet’in görevi; vatandaşlarının can ve mal güvenliğini ile birlikte devletin bek’asını sağlamaktır. Şimdi görülen manzara o ki, devlet vatandaşını korumakla görevli güvenlik güçlerinin güvenliğini dahi sağlayamayacak hale düşmüştür.
Oysa devletimiz güçsüz değildir. Kendini koruyacak her türlü hukuki tedbiri almış ve güvenliği ile ilgili anayasal kuruluşları oluşturmuştur. Ayrıca TC devlet kadrolarında terör olaylarına karşı yetişmiş dünyanın en tecrübeli kişileri vardır. Ama bu kadrolardan istifade edilmemektedir.
Sonuç olarak; TC. Devletine karşı kuralsız şiddet uygulayarak asimetrik savaşı fiilen yürüten PKK örgütünün istedikleri adım adım gerçekleşme yoluna girmiştir. Ne olduğunu henüz bilmediğimiz Açılım Süreci’ni başlatarak teröre karşı elindeki yasal ve teşkilatlı devlet güçlerini kullanmakta tereddüt eden yönetim, adeta köpekleri salmış ve taşları bağlamıştır.
Bugün gelinen noktada Türkiye’nin bölünmesi devletin öncelikli sorunudur. Mutlaka ve acilen çözülmelidir. Soruna acilen çözüm bulunamadığı takdirde ülkenin hızla bir iç savaşa doğru sürüklendiği gerçeği göz önünde tutulmalıdır.
30 yıldır terör baskısını yaşayan halkımızın alınacak bütün tedbirlere katkıda bulunma gayreti içinde olacağı unutulmamalıdır.
Dr. Tahir Tamer Kumkale
Bizim telakkimize göre, siyasi kuvvet, milli irade ve egemenlik, milletin bütün halinde müşterek şahsiyetine aittir, birdir. Taksim edilemez, ayrılamaz ve başkasına bırakılamaz. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1930)
Hileli ve şaibeli seçimlerle bir kere daha halkın güvenini kazandığına inanan AKP tepe yönetimi, kendini 10 Ağustos 2014’teki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine odakladı. Kontrolündeki medya silahını kullanarak muhalefeti de bu konuda kendi özel gündemine kilitleyen AKP ülkenin temel sorunlarını saklıyor. Veya ülke insanı için önemli hayati konuların kamuoyunun gündemine getirilmesini önlüyor.
Bu arada Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde Diyarbakır merkezli olarak İmralı-Kandil ekseninde ve PKK kontrolünde sürdürülen Kürdistan’ın inşası da özellikle görmezden geliniyor.
Örneğin konuya ilişkin olarak medyada 4 Mayısta yer alan HDP Eş Genel Başkanı Sabahat Tuncel’in yaptığı konuşma Doğu ve Güneydoğu bölgesinin açıkça Türkiye’den kopartıldığını vurgulayan hususlar ihtiva ediyordu.
Hava saldırısında 34 kişinin yaşamını yitirdiği Uludere’de yapılan Beyazsu Kültür ve Sanat Festivali’ne katılan HDP Eş Genel Başkanı Sabahat Tuncel özetle şunları söylemiştir;
“- Şunu ifade etmek istiyorum; Önümüzdeki dönem demokratik, özerk Kürdistan’ı inşa etme süreci, aynı zamanda Türkiye’yi demokratikleştirme sürecidir. Biz Kürdistan’da kendi dilimizle, kültürümüzle, kendi kendimizi yöneteceğiz.
- Artık bunu talep eden değil, inşa eden olacağız, diğer yandan da birlikte yaşadığımız halkları da değiştireceğiz. Ankara’yı da değiştireceğiz. Ankara’nın bu inkarcı, imhacı asimilasyon politikası değişmediği sürece başımızdan bombalar eksik olmayacak, bu ülkede savaş son bulmayacaktır.
- Müzakerelerin devam etmesi bir daha bu coğrafyada savaşın yaşanmaması için bizim yapmamız gereken şeyler var. Artık sıra bizde; biz özerk Kürdistan’ı inşa edeceğiz. Türkiye ile birlikte demokratikleştireceğiz. Ortadoğu halklarıyla güzel bir gelecek kuracağız.
- Ortadoğu’da Kürt halkının özgürlük sorunu, sadece Kürtler’i özgürleştirmeyecek. Birlikte yaşadığı, Arap, Türkmen, Ermeni, Asuri, Süryani, Azeri gibi bütün halkları da özgürleştirecektir. Şimdi sıra 30 yılık bu mücadelenin kazanımlarını başka bir aşamaya taşımaktır. O yüzden yeni dönem görevimiz inşa etmektir. Yani başkasından beklemeyeceğiz. Devletten talep etmeyeceğiz. Ama önce bu sisteme, bu tekçi, bizi yok sayan, dilimizi, kimliğimizi yok sayan, hala bizi linç etmeye çalışan zihniyeti başımızdan def etmemiz gerekiyor..”
Görüldüğü gibi artık hiç çekinmeden TBMM’de ülkenin birliği ve bütünlüğü için çalışacağına dair millet huzurunda yemin eden bir milletvekili, açıkça Türkiyeyi bölüp parçalayacak Kürdistan’ın inşasının başlatıldığını, kendisi ve partisinin bunu gerçekleştirmek için çaba harcayacağını bildirebiliyor.
Cumhuriyete ve Anayasal düzene karşı olan her türlü faaliyeti soruşturmak ve bunu yapanları yargı önünde hesap vermeğe sevk etmekle görevli Cumhuriyet savcılarımız neredeler ve daha ne söylenilmesini bekliyorlar?
Yukarıdaki ifadeler anayasal suçtur. Buna rağmen TBMM’de TC milletvekili olarak görev yapan bu milletvekilimiz; hiç çekinmeden ve galip gelmiş bir komutan edasını da takınarak ülkenin üniter devlet yapısını değiştireceklerini, Kürt halkını özgürleştireceklerini, bununla ülkedeki diğer ayrılıkçı etnik yapılara da örnek olacaklarını, onlarında istiklallerini kazanmalarına yardımcı olacaklarını söyleme cesaretini gösterebiliyor.
Bu durum Türkiye’de hukuk devletinin çöküşünün ve devleti korumakla görevli kurum ve kuruluşların iflas etmiş olduğunun çok açık bir delilidir. Ayrıca artık yönetilemediğinin tescilidir.
Milletçe adeta rüyada gibiyiz. Sanki bir korku filmi izliyoruz.
Milletçe tam bir akıl tutulması yaşanıyor.
Peki bu milletvekili kime ve neye güvenerek bunları söylüyor.?
Eğer Türk ordusundan defalarca dayak yiyen ve bitirilme noktasına getirilen üç-beş bin kişilik PKK militanına güveniyorsa çok yanlış düşünüyor.
Ayrılıkçı Kürtler 1806’da Musul’da ilki gerçekleşen Babanzade Abdurrahman Paşa isyanından beri Türk ordusunun dayağını yemektedir. Her kalkışmada Türk Silahlı Kuvvetleri bunlara göz açtırmamıştır.
Peki ne olmuştur o kahraman askerlerimize? Bunlar buharlaşıp uçmamıştır..
Birileri son 7 yıl içinde çeşitli kumpaslarla Türk ordusunun üst komuta kademesini hapsederek Ordu-Millet Türkleri korkutup sindirdiğini düşünüyorsa aldanıyordur.
Çünkü Türk subayının, binlerce yıllık tecrübeyi günümüz şartlarına taşıyarak bugün küresel mihraklarca desteklenen Asimetrik Savaşta dünyanın en başarılı kadroları olduğunun unutulmaması gerekir.
Eğer siyasi irade tekrar dik durduğu ve ordusunun arkasında olduğunu gösterdiği takdirde Türk ordusunun PKK’yı çok kısa sürede tarihin çöplüğüne gönderecek gücünü muhafaza ettiğini dost ve düşman görecektir.
Bugün Türkiye, son 30 yıldır devletin bütünlüğüne, milletin bölünmezliğine yönelik resmen ilan edilmiş bir sıcak savaşı fiilen yaşamaktadır. Sıcak savaş şartlarının yaşandığı bir ortamda devletin barış döneminin yöntemleri ile yönetilmesi imkansızdır.
AKP’nin 2003’de kabul ettiği Uluslararası İkiz Yasalar ve bu yasaları eyleme sokacak AB Uyum Yasaları ile ayrılıkçı güçlere karşı devletin kendisini savunamaz hale getirdiği bir gerçektir. Bu yasalarla ülkenin parçalanmasını isteyen ayrılıkçı güçlere çok geniş serbest hareket ortamı tanınırken, devletin parçalanmasına karşı tedbir alacak devlet organlarının da eli-kolu bağlanmıştır.
PKK’nin siyasi temsilcileri her fırsatta Türkiye topraklarında bağımsız bir Kürdistan devleti kurmak istediğini açıklamaktadır. Örgüt, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Samsun-Mersin hattının doğusunda kalan bölgeyi istiyor. Türkiye’yi Kürdistan adını verdiği topraklarda işgalci güç olarak tanımlarken yandaşları da Kürdistan bayrakları taşıyor ve
Öcalan posterleri altında Türk bayrağını yakıyor.
PKK terör örgütü; devletin toprak bütünlüğüne, anayasal düzenine ve bek’asına karşı silahlı bir savaşı yürütecek kadar desteğe sahip, her alanda güçlendirilmiş ve tecrübe kazanmış organize bir teşkilattır. Örgütü yaşatan halk desteği ise ne yazık ki önlenememiştir. Ve bölge halkı örgütü güçlü görmektedir.
Devlet’in görevi; vatandaşlarının can ve mal güvenliğini ile birlikte devletin bek’asını sağlamaktır. Şimdi görülen manzara o ki, devlet vatandaşını korumakla görevli güvenlik güçlerinin güvenliğini dahi sağlayamayacak hale düşmüştür.
Oysa devletimiz güçsüz değildir. Kendini koruyacak her türlü hukuki tedbiri almış ve güvenliği ile ilgili anayasal kuruluşları oluşturmuştur. Ayrıca TC devlet kadrolarında terör olaylarına karşı yetişmiş dünyanın en tecrübeli kişileri vardır. Ama bu kadrolardan istifade edilmemektedir.
Sonuç olarak; TC. Devletine karşı kuralsız şiddet uygulayarak asimetrik savaşı fiilen yürüten PKK örgütünün istedikleri adım adım gerçekleşme yoluna girmiştir. Ne olduğunu henüz bilmediğimiz Açılım Süreci’ni başlatarak teröre karşı elindeki yasal ve teşkilatlı devlet güçlerini kullanmakta tereddüt eden yönetim, adeta köpekleri salmış ve taşları bağlamıştır.
Bugün gelinen noktada Türkiye’nin bölünmesi devletin öncelikli sorunudur. Mutlaka ve acilen çözülmelidir. Soruna acilen çözüm bulunamadığı takdirde ülkenin hızla bir iç savaşa doğru sürüklendiği gerçeği göz önünde tutulmalıdır.
30 yıldır terör baskısını yaşayan halkımızın alınacak bütün tedbirlere katkıda bulunma gayreti içinde olacağı unutulmamalıdır.
Dr. Tahir Tamer Kumkale
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder