30 Ocak 2020 Perşembe

Suriye ile ilişkiler eski haline gelir mi.

Suriye ile ilişkiler eski haline gelir mi. 


İSMET ÖZÇELİK. 
AYDINLIK
22 NİSAN 2019

İktidarın 2011’deki Suriye politikası büyük yanlıştı.

Terör grupları Türkiye’de ağırlandı.

Türkiye’den Suriye’ye giden teröristler için yol yapıldı.

Sonra yanlışlardan önemli ölçüde dönüldü.

Ama hasar büyük oldu.

YENİ DÖNEM

Şimdi gündem, Suriye ile ilişkilerin yeniden rayına oturması.

Bu konuda belli adımlar atıldı.

Rusya ve İran Türkiye’nin bir an önce Şam’la temasa geçmesini istiyor.

İçerde de durum aynı.

AKP’liler, CHP’liler, MHP’liler, Vatan Partililer, ...

Şam’la diyalog konusunda tam mutabakat var.

Ama iktidar ayak sürüyor.

OLUR MU?

Türkiye ile Suriye’nin arası 8 yıldır açık.

Suriye halkında Türkiye’ye yönelik tepki de yüksek.

Yaşanan olaylarda her aileden en az bir kişi yaşamını yitirmiş.

Türkiye’yi sorumlu görenlerin sayısı epeyce fazla.

Peki Suriye ile ilişkiler eski haline gelir mi?

Gelir..!

IRAK ÖRNEĞİ

Örneği var.

1. Körfez Savaşı sonrası Irak’la ilişkilerin seyrini bire bir yaşadım.

Özal ABD’ye şirin gözükmek için aceleciydi.

Savaş öncesi petrol boru hattını kapattı.

Saddam yönetimine ağır darbe vurdu.

Bu Irak-Türkiye ilişkilerini bitirdi.

Eskiden ihracatımızda en önemli ülkelerden biri Irak’tı.

Özal’ın “bir koyup üç alma” hayali pahalıya patladı.

Ticaret 25 milyon dolara kadar geriledi.

Saddam yönetimi savaş sırasında kendilerini yalnız bırakmayan birkaç firma dışında Türk firmaları ile ilişkilerini kesti.

TÜRK PROTOKOLÜ

Irak’a ilk kez 1996 yılında gitmiştim.

İşler kötüydü.

Türk heyetine fazla yüz vermemişlerdi.

Birkaç yıl içinde işler hızla değişti.

Musul’da yapılan müzakereleri hala hatırlıyorum.

Diplomaside ders niteliğindeydi.

“Türk protokolü” devreye girdi.

Sınır ticareti başladı.

Petrol karşılığı mal satışı öne çıktı.

ABD engellemeye çalıştı, ama başarılı olamadı.

BM PROGRAMI

“Türk Protokolü” yeni dönem için milat oldu.

Protokolün hayata geçmesiyle birlikte “MOU”dan (BM’nin gıda ve ilaç karşılığı Irak’ın petrol satışını öngören sistemi. Bu sistem daha sonra genişledi.
Daha fazla ürünü kapsadı) aldığımız pay da hızla yükseldi.

İşgal öncesinde Türkiye ilk sıradaydı.

ÖZAL BOZMUŞTU, TERSİNE DÖNDÜ

Özal’ın kararı sonrası bozulan ilişkiler 7-8 yıl sonra tam tersine döndü.

Bunda adı unutulmayacak isimler var.

Dönemin DTM Müsteşarı (Sonrasınd Devlet Bakanı) Kürşad Tüzmen.

Dönemin Bağdat Büyükelçisi Selim Karaosmanoğlu.

Dönemin DTM Anlaşmalar Genel Müdürü Tevfik Mengü.

Dönemin Bağdat Ticaret Müşaviri Şevket Ilgaç.

Ve diğer genç bürokratlar...

Tabi Ecevit Hükümetinin desteği...

SURİYE İLE DE OLUR

Suriye ile ilişkilerimiz de Irak’la ilişkilere benziyor.

2011 sonrasında kesilmişti.

Irak’ta olduğu gibi Türkiye bitirmişti.

“Astana süreci” devam ediyor.

Rusya ve İran’la işbirliği önemli.

Irak’la yaşananlar Suriye ile de yaşanabilir.

Şam’la temas kötü gidişi hızla tersine çevirir.

Suriye’de Esad kazandı.

Şimdi yeniden yapılandırma dönemi.

Aynı Irak’ta olduğu gibi Suriye’nin imarında Türk firmaları rol alabilir.

Bağdat zirvesinde Türkiye’nin Meclis Başkanı Mustafa Şentop ile Suriye Halk Meclisi Başkanı Hamuda Sabbağ aynı masadaydı.

7-8 yıl sonra bir ilk.

Devamı gelmeli.

ŞAM ARAP DÜNYASININ PARİS’İ

Unutmayalım Suriye, Arap dünyası için de önemli.

Arap dünyasının Paris’i Şam’dır.

Bölgeyi tanıyanlar bunu iyi bilir.

Kimse Suriye’den vazgeçmez.

Türkiye de.

Güvenliği de, çıkarları da Suriye ile dostluğu dayatıyor..!

Doğu Akdeniz için de Suriye ile işbirliği şart..!

***

Buzlar Kırılırken, Demir Soğurken,

Buzlar Kırılırken, Demir Soğurken !., 


İRFAN DEĞİRMENCİ. 
BİRGÜN
22 NİSAN 2019

Buzlar kırılırken, demir soğurken !

‘Yenikapı Ruhu’ demişlerdi adına. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Yeni kapı miting alanında ‘demokrasi ve şehitler mitingi’ düzenlenmişti. “Kutuplaşmayı bıçak gibi kesmeliyiz!” sözleriyle MHP Lideri Bahçeli; 12 maddelik talepler listesiyle CHP Lideri Kılıçdaroğlu; programda olmadığı halde Genel kurmay Başkanı Akar; Nazım Hikmet’ten okumaya çalıştığı şiiriyle Binali Yıldırım; 50 yıllık siyasi ezberiyle İsmail Kahraman ve son olarak ‘İdam isteriz!’ sloganları na ‘Meclis’ten böyle bir karar çıkarsa ben onarım’ sözleriyle yanıt veren Cumhurbaşkanı Erdoğan, sırayla miting alanını dolduran kalabalığa seslenmişler di.

Konuşmalardan önce tüm bu isimlerin birlikte çay içerken çekilmiş fotoğrafları da servis edilmişti. Tam 3 yıl önceydi. ‘Yenikapı Ruhu’ denilirken kastedilenin,
herkesin ya Cumhurbaşkanı Erdoğan’la aynı tarafta yer alması ya da bertaraf edilmeye çalışılacak olduğu gerçeği geride kalan 3 yıl içinde gün gibi ortaya
çıktı. Ya da şöyle söyleyelim: Aslında sunulduğu gibi bir ruh hiçbir zaman var olmadı. Ortada olan gerçek, iktidarı bugün tek başına bünyesinde toplamış
olan Cumhurbaşkanı’nın siyasi hayatı boyunca ne vakit zor durumda kalsa, muhalif unsurlardan birine ya da birkaçına ya da hepsine birden ortaklık teklif
etmiş olduğuydu. Erdoğan, zaman zaman muhalefetin bazı unsurlarını sebep olduğu olumsuz tablo karşısında sorumluluğu birlikte üstlenme mecburiyetinde de bırakıyordu. Kamuoyu önünde Türkiye’nin safında mısın karşısında mı sorusuna muhatap edilen muhalif unsurlar, Türkiye derken kastedilenin Erdoğan’ın iktidarı olduğunu bile bile ya da bunu böylece seçmene anlatamayacaklarından çekindikleri için olsa gerek Erdoğan iktidarına can suyu vermeye koştular.

İlginizi çekebilir:  Toparlanın gitmiyoruz

31 Mart yerel seçimlerinde mevcudiyetinin ve istikbalinin en önemli unsuru ve dahi para kaynağı olan büyükşehir belediyelerini kaybetmiş olan Erdoğan iktidarı, rüzgârın cepheden ve sert esmeye başlamış olduğunu görerek bugün bir kez daha ‘kızgın demiri soğutma’ ve ‘kutuplaşmayı sona erdirme’ çağrısı yapıyor. Bu çağrıyı bunca yaşanmışlığa rağmen hala samimi bulduğunu söyleyenin samimiyetinden şüphe ederim. İktidarı bir buzdağına benzetecek olursak buzdağının suyun altında kalan büyük kısmının çatırdamakta olduğunu, buzların büyük bir gürültüyle kopmasına ramak kaldığını söylemek için kâhin olmaya gerek yok. İktidar, daha önce sistemi değiştiren referandumda ve sonrasında Cumhurbaşkanlığı seçiminde oy kullanmasında sorun görülmeyen KHK’lilerin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminde oy kullanmış olmasını yapılan bu son seçimin iptalini isteme gerekçesi olarak sunma noktasına gelecek kadar çaresiz durumdadır. Ancak tarihten biliyoruz ki çaresiz hallere düşen mutlak iktidar sahipleri böylesi anlarda zulmü arttırır ve akla gelmedik çılgınlıklar yapmaya müsaittir. Bunu hatırlamak için tarihte çok gerilere gitmeye de gerek yok, AKP’nin tek başına iktidarı kaybettiği 7 Haziran 2015 seçimlerini ve sonrasını hatırlamak yeterli olur.

Bugün martın sonunda baharı getirmiş olanların yeniden uydurulmuş bir ruhun parçası olmaya ya da iktidarın bizzat kızdırdığı demiri soğutmaya önden koşmadan önce iki kez düşünmesi beklenir. Demiri kim kızdırdıysa soğutacak olan da odur. Ancak demir soğutma arzusu ve kabiliyeti, kutuplaşmadan beslenenlerin fıtratında yoktur!

***

Mesaj Sadece Kılıçdaroğlu’na verilmedi.

Mesaj Sadece Kılıçdaroğlu’na verilmedi. 


İnci Hekimoğlu. 
Artı Gerçek
22 NİSAN 2019


Mesaj sadece Kılıçdaroğlu’na verilmedi,

Bahçeli bu sözlerle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a sert bir yanıt verirken aynı zamanda AKP içindeki bir kliğe de destek çakıyor

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na, Ankara Çubuk’taki cenaze töreninde yapılan linç girişimini yalnız ‘Millet İttifakı’ bileşenlerine, yalnız demokratik
kamuoyuna verilmiş bir gözdağı olarak görmek yanlış olur.

Saldırının son derece iyi örgütlenmiş olduğu bütün ayrıntılardan anlaşılıyor.

Törende CHP Genel Başkanı dışında bir parti lideri yok ama Savunma Bakanı, Emniyet Genel Müdürü, Ankara Emniyet Müdürü ve Genelkurmay Başkanı var.

Tabii onlarca asker ve güvenlik görevlisi de.

Törene Kılıçdaroğlu ile birlikte CHP’li milletvekillerinin yanı sıra Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş da katılıyor.

İlk tepki Mansur Yavaş’a, ardından Kılıçdaroğlu’na yöneliyor.

Sonrasını Meclis Başkanvekili ve CHP Ankara Milletvekili Levent Gök’ten dinleyince olayın bir gözdağından öte öldürme girişimi olduğu anlaşılıyor.

"İlk andan itibaren bir gariplik vardı. Belli gruplar, kalabalığın içine yerleştirilmiş gibiydi. Bizi tam da o grupların olduğu alana yönlendirdiler. Diğer
protokol cenazenin arkasında kaldı. Genel Başkan saldırıya uğrarken, erişemedik. Bize de ayrıca saldırdılar. Bir sokağa girdik, arkamızdan 50-100 kişi
kovalıyordu" dedi.

Tıpkı Ankara Gar katliamında kitlenin tek bir çıkışa yönlendirilmesi gibi değil mi?

Daha geriye gidersek, “yakın o evi yakın” çığlıklarının arasında gözümüzün önüne gelen Madımak gibi…

Sivas gibi, Maraş gibi, Çorum gibi…

Hepsi de devletin karanlıkta kalan, resmi-sivil organize güçlerinin eseriydi.

Çubuk’taki saldırı da aynı güçlerin daha sonra olacaklara ilişkin ‘küçük’ bir provası gibi görünüyor.

CHP’lilerin anlattıklarına göre, güçlükle saldırganların arasından çıkarılan Kılıçdaroğlu’nun sokulduğu evi de kuşatıp, taşlayanlar bu saldırıyı bir saatten
fazla sürdürüyor.

Törene katılan bütün o en yetkili emniyet müdürleri ise uzunca bir süre saldırgan güruhu izlemekle yetiniyor.

Hulusi Akar “değerli arkadaşlarının” verdiği mesajı yeterli bulmuş olacak ki nihayet müdahale ediyor ve ‘kurtarıcı’ olarak sahneye çıkıp Kılıçdaroğlu’nu
zırhlı araçla çıkarıyor.

Akar’ın “mesajınızı ilettiniz, rica ediyorum alanı boşaltın”, Emniyet Genel Müdürü’nün “sevgili kardeşlerim, protesto ettiniz tamam, istirham ediyorum,
dağılın, lütfen” diye dakikalarca yalvarması, Ankara Emniyet Müdürünün müdahale edilmesini isteyen CHP’lilere “cenazede yapamayız” yanıtını vermesi, Levent Gök’ün çizdiği vahim tabloyu tamamlıyor.

Hem de bu ‘inceliği’, Berkin Elvan’ın cenazesinde, katliamlarda yakınlarını kaybedenlere, sessizce oturan beyaz tülbentli analara karşı hiç göstermezken,
hiç göstermemişken.

Peki aslında ne yapmak, nereye varmak istemektedirler!

Hedefi en önce MHP Genel Başkan Yardımcısı Yaşar Yıldırım dillendirdi:

"CHP'nin belediye alıp da hizmet etme değil, demokrasiye geçeceğiz, tek adam rejimini yıkacağız diyen bir genel başkanı var. Hedef budur. Bu olur mu olur.
Bunları yapmaya çalışırlar mı çalışırlar, buna müsaade etmememiz gerekir."

Saldırıdan önceki sabah saatlerinde ise genel başkanları konuştu ve daha açık ifade etti.

“Sandıktan çıktı diye kabul mu edeceğiz” ifadesiyle seçmen iradesinin ve demokrasiden geriye kalmış tek araç olan sandığın kendileri için hükmü olmadığını itiraf etti.

Daha da ileri giden MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli “YSK bir şekilde hukuki destek alacak mıdır? İstanbul'da seçim tekrarı beka meselesidir. YSK üyeleri
zillete göz yumamaz” sözleriyle YSK’yı açıkça baskı altına alarak, İstanbul seçimlerini iptal etmezse ‘hain’ sınıfına gireceklerini ilan etti.

Bahçeli’nin partisinin Antalya kampında yaptığı konuşmanın başka adresleri de vardı.

“Kızgın demiri soğutalım ama ısınan tehditleri ağırdan almayalım… Fakat aklı kiralık, vicdanı karanlık, değerli bulanık olanlarla sırf arıza çıkarmasınlar
diye Türkiye ortak paydasında nasıl buluşacağız?.

Türkiye ittifakından bahsetmek kafamızdaki soru işaretlerini çoğaltmıştır. Ülke bazlı siyasi bir ittifak olamaz. Bizim ittifakımız cumhurladır, bizim ittifakımız
AKP'li kardeşlerimle dir. Siyasi görüş ayrılıklarını elbette kenara itmeyiz. Sayın Cumhurbaşkanımızın Türkiye ittifakıyla neyi kast ettiğini bilemeyiz.
Zillet ittifakı tarafından istismar edildiğini görüyoruz. Bizim bildiğimiz Cumhur İttifakı'dır.”

Bahçeli bu sözlerle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a sert bir yanıt verirken aynı zamanda AKP içindeki bir kliğe de destek çakıyor.

Erdoğan’ın “Türkiye ittifakı”ndan bahsetmesinin Bahçeli’yi niye böylesine öfkelendirdiği üzerinde ayrıca durulması gereken bir konu.

Acaba Bahçeli’den kurtulmak isteyen Erdoğan, başkanlık rejiminden geri dönme karşılığında CHP ile bir milli hükümet arayışında mı?

Eskisi gibi su geçirmez olmayan AKP’den sızan bilgiler gerek seçimlerin tekrarlanması gerekse başkanlık rejimi konusunda derin ayrılıkların ve tartışmaların yaşandığını gösteriyor.

Saldırıdan sonra “O adama yumruk attıracak kadar ne yaptın sen Kemal Kılıçdaroğlu. Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir tatile çıkması lazım” diyecek kadar saldırganlardan yana tavır alan Bahçeli’nin asıl önemli sözleri “bu akşam YSK toplansın, Kemal Kılıçdaroğlu’nun üzerinde oynanan oyunda kendisi oyunun bir figürü müdür değil midir önce onun tespitini yapsın” oldu.

Bahçeli’nin İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu özellikle hedefe koyması ile Kılıçdaroğlu’na atılan yumruğu aynı satırlarda anması da tesadüf değil.

Maltepe’de yüz binlerce kişiyle buluşan İmamoğlu’nun kendisini “yeni nesil siyasetçi” olarak tanımlaması ve bu tanım içine oturan “ Demirtaş’a, Kürtlere,
Ermenilere, Rumlara selam yollayan” siyaset anlayışına karşı bir ihtar yumruğu olarak görülmesi gerekir.

Yani mesele ne Mehmet Ağar’ın ‘yoldaşı’ Süleyman Soylu, ne emniyet müdürleri ne de savunma bakanı.

Mesele daha derin.

Belli ki iktidar bloku içinde hatta AKP içindeki mücadele yalnız YSK’nın kararını değil önümüzdeki günlerde yaşanacakların da belirleyicisi olacak.

Devletin bir kesiminden verilen mesaj açık.
Önemli olan CHP’nin mesaja nasıl yanıt vereceği.

İmamoğlu’nda vücut bulan yeni nesil siyaseti kararlılıkla savunacak mı yoksa Cem Küçük’ün “İmamoğlu’yla uğraşmayın. Onu nasılsa CHP’liler bitirir” öngörüsü
mü doğru çıkacak?


***

Ey Erdoğan, Ey Bahçeli saldırı sizin eserinizdir.

Ey Erdoğan, Ey Bahçeli saldırı sizin eserinizdir. 


Orhan UĞUROĞLU. 
YENİÇAĞ
22 NİSAN 2019



CHP Genel Başkanı'na "İllet, zillet" diye günlerce sizler saldırdınız.

"HDP ile iş birliği yapıyor, PKK'dan, Kandil'den talimat alıyor" dediniz.

FETÖ'cülerle iş birliği yapmakla suçladınız.

Millet İttifakına, "İllet, zillet" diye milleti ötekileştirdiniz.

24 Haziran öncesi de, 31 Mart yerel seçim öncesi de "nefret dili" ile saldırdınız.

Halkı kinlendirdiniz, nefret diliyle ikiye böldünüz.

Ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu'na " Bay Kemal " diye aklınız sıra küçük düşürdünüz, hakaretler yağdırdınız.

Yandaş medyanız aracılığı ile her türlü hakareti, iftirayı yağdırılmasına göz yumdunuz.

RTÜK'teki AKP ve MHP işbirliği ile radyo ve televizyonlarda atılan iftiraları cezasız bıraktınız.

Yandaş gazetecileri yanınızda taşıyarak halkı ötekileştiren mesajları onlar vasıtası ile yayınlattınız.

İstanbul seçimini kaybetmeyi dahi hazım edemediniz.

Anasının ak sütü gibi helal şekilde kazanan İstanbul Büyük şehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nu camide görmezden gelerek elini dahi sıkmadınız.

Milleti "kızgın demir" haline getirdiniz.

Size oy verenleri size oy veremeyenlere karşı düşman haline getirdiniz.

31 Mart yerel seçimini "Türkiye'nin beka meselesi" haline getirmenin toplumda AKP kaybederse, CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi kazanırsa Türkiye'nin bekası
tehlikeye girecekmiş gibi açıklamalar yaptınız.

Türkiye'nin ana muhalefet lideri, CHP genel başkanının 1,5 saat mahsur kalması sizlerin eseridir.

Keza 2 saat sonra zırhlı araç ile mahsur kaldığı evden çıkartılmasının ayıbı da utancı da sizindir.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminiz de Ankara'nın Çubuk ilçesinin Akkuzu mahallesinde meydana gelen menfur saldırı ile çöktü.

Kılıçdaroğlu'na yapılan bu şerefsiz, alçak, kahpe saldırı gösterdi ki; ne Ankara Valisi ne Emniyet Müdürü, ne de Jandarma komutanı hiçbir önlem almamışlar
ki derhal görevden alınmaları gerekir.

Değerli okurlarım, İçişleri Bakanı olan, soyadı Soylu adı Süleyman olan o zat ne yazık ki "CHP'lileri şehit cenazelerine almayın talimatı verdim" şeklinde
demeç vermişti. 

Bu saldırının sanığı çoktur ama bir numaralı sanığı kesinlikle Süleyman Soylu olmalı, derhal görevden alınmalıdır.

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar'ı Kılıçdaroğlu'nun mahsur kaldığı ve taşlanan evin önünde gördüğümde önce etrafındaki koruma ordusuna baktım. Çabası ve
desteği de oldu ki görevini yapmıştır.

Değerli okurlarım,

Kemal Kılıçdaroğlu'na atılan yumruk Türkiye'ye atılmıştır.

Kemal Kılıçdaroğlu'na atılan yumruk demokrasiye atılmıştır.

3 Saat boyunca bekledim hem Cumhurbaşkanı ve AKP genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan hem de MHP genel başkanı Devlet Bahçeli saldırganları ve saldırıyı kınamadılar.

2 saat sonra ilk kınama, AKP sözcüsü Ömer Çelik'den Tweet mesajı ile geldi.

Bu ne kindir, bu ne umursamazlıktır, bu ne ayıptır.

Değerli okurlarım,

Düşünün ki, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu Akkuzu mahallesine şehit sözleşmeli er Yener Kırıkçı'nın cenaze namazını kılmaya, evine mahallesine taziyede
bulunmaya gitmiştir.

Tekmeli, yumruklu, taşlı, sopalı bu saldırı için, "Bunlar nasıl Müslüman? Bunlar nasıl insan?" diyorum.

Ayrıca, bunlar maşa, değerli okurlarım bilin ki bunlar birer maşa.

Bu saldırının arkasında olanlar, bunları bu kin ve nefret ile dolduruşa getirenler göreceksiniz asla ortaya çıkmayacak.

Birkaç kişi gözaltına alınacak, hatta ortalık yatışsın diye tutuklanacak ama bir süre sonra olay yatışınca serbest kalacaklar.

Bu olay da unutulup gidecek ama hiçbir zaman şunu unutmayın.

O Kemal Kılıçdaroğlu PKK tarafından suikasta maruz kalan bir siyasetçidir.

Ve o Kılıçdaroğlu miting alanlarında, "terör örgütleri PKK ve FETÖ" ile işbirliği yapmakla suçlanıyor.

Devleti yöneten Cumhurbaşkanı binlerce koruma ile gezerken, Bakanları hatta genel müdürleri öncü, artçı koruma önlemleri ile onlarca polis tarafından korunur
iken CHP lideri maalesef korunamıyor.

Ana Muhalefet lideri ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na yürekten geçmiş olsun diyorum.

Ama biliyorum ki bu kahpe, kalleş saldırı, Kılıçdaroğlu'nun göğsünde bir şeref madalyası olarak ömür boyu kalacaktır.

Demokrasi kahramanı Kemal Kılıçdaroğlu ile gurur duyuyor menfur saldırıyı şiddetle kınıyorum.

***

   

Sn. Recep Tayyip Erdoğan'ı hedef alan gerçek dışı habere cevabımızdır.,

Yeniçağ Gazetesi'nde 22.04.2019 Tarihinde manşetten ve devamında 5. Sayfada 'Ey Erdoğan Ey Bahçeli Saldırı Sizin Eserinizdir' 
başlığıyla yayınlanan yazıda; Müvekkilim T.C. Cumhurbaşkanı Sn. RECEP TAYYİP ERDOGAN'a yönelik olarak gerçeğe aykırı, birtakım asılsız 
iddialara yer verilmiştir. Sistematik olarak yayınlanan hayal ürünü, gerçek dışı yazılar ile Yeniçağ Gazetesi'nin ve yazarlarının 
Müvekkilimin şahsı üzerinden kasıtlı bir algı operasyonu yaptığı açık şekilde anlaşılmaktadır. Yeniçağ Gazetesi tarafından ortaya atılan 
iddia ve ithamların provokasyondan başka hiçbir niteliği bulunmamaktadır. Bu şekilde gazetenin ve eser sahibinin belirli kişi ve kurumları 
hedef alarak 'gazetecilik' kisvesi altında kamuoyunu kendi menfaatleri doğrultusunda yönlendirmeye çalıştığı da anlaşılmaktadır. 

   Müvekkilim Sn. Cumhurbaşkanı'nın siyasi konumu nedeniyle bu tür maksatlı haberlere konu edildiği, eser sahibi tarafından kaleme alınan ve 
sistematik olarak yayınlanan çeşitli yazılardan da anlaşılacağı üzere Müvekkilim üzerinden T.C. Hükümeti'nin doğrudan hedef alındığı, gazetenin 
yalan haberlerle siyasi bir çıkarım elde etmeye çalıştığı ortadadır.Yeniçağ Gazetesi yazarları daha önce de Müvekkilimi hedef alarak asılsız iddia 
ve itham içeren birçok yazı kaleme almışlardır. Bu asılsız iddiaları nedeniyle tarafımızca hazırlanan tekzip metinlerini mahkeme kararlarına istinaden 
yayınlamak zorunda kalmış olsalar da kasıtlı ve aleyhe yayın anlayışını sürdürerek tekzibe konu işbu yazı ile de gerçek dışı iddia ve ithamlarında 
hukuka aykırı şekilde ısrar etmektedirler. Yeniçağ Gazetesi ve yazarları uzun süredir Müvekkilimi hedef alan yazılarla gerçeğe aykırı şekilde 
belirli bir amaca matuf iftira niteliğindeki iddialarını yayınlayarak hukuk dışı ve basın meslek ilkelerini açıkça ihlal anlamına gelen yayıncılık 
politikasını sürdürmektedir. Bu nedenle Yeniçağ Gazetesi'nin çamur at izi kalsın stratejisine uygun olarak, kin ve nefret söylemleriyle sürdürmekte 
olduğu yayın anlayışı basın ve ifade özgürlüğü korumasından yararlanamamalı dır. Zira  basın özgürlüğü korumasından  yararlanmanın öncelikli 
kriteri en azından görünür gerçekliğe uygunluktur. Fakat Yeniçağ Gazetesi'nin hiçbir somut gerçekliğe dayanmayan asılsız ithamlarla 
Müvekkilim aleyhine yayın yapması her bakımdan hukuka aykırıdır. İfade ve basın özgürlüğünün sınırlarını aşarak yayın yapan basın organları 
kamuoyunu, ortaya attıkları iddialarla yönlendirebilmekte ve bu anlamda hedef aldıkları kişilerin itibarlarına zarar verebilmektedirler. 

Gazete ile televizyonların propaganda ve algı yönetiminin en etkili enstrümanlarından olduğu gerçeği yadsınamaz. 
Bu anlamda propaganda ve kamuoyu üzerindeki algı yönetiminin Yeniçağ Gazetesi'nde sistematik olarak yayınlanan yazılar ile 
Müvekkilim Sn. Recep Tayyip Erdoğan aleyhine sürdürüldüğü görülmüştür.Gazetecilik meslek ilkelerini çiğneyerek yayın yapan bu sözde 
gazete her ne kadar tarafımızca muhatap alınmak istenmese de kamuoyunun yalanlarla meşgul olmaması ve gerçeklerin kayda geçmesi 
adına bu tekzip metni hazırlanmıştır.Müvekkilim Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan bu karanlık odaklara karşı 
mücadelesini tüm kararlılığıyla sürdürecek, asılsız haber yapmayı kendine düstur edinmiş olan Yeniçağ Gazetesi ve yazarlarından hızlı ve etkin 
bir şekilde bu hukuk dışı eyleminin yargı önünde hesabı sorulacaktır.Kamuoyuna saygılarımızla sunarız.  

T.C. Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan
Vekili Av. Ahmet Özel 


Kaynak Yeniçağ: Ey Erdoğan, Ey Bahçeli saldırı sizin eserinizdir - Orhan UĞUROĞLU 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/ey-erdogan-ey-bahceli-saldiri-sizin-eserinizdir-51634yy.htm


***

Alınteri ile kazanmak budur....

Alınteri ile kazanmak budur.... 


Erdal Atabek. 
CUMHURİYET
22 NİSAN 2019


Adaletsiz bir seçim dönemi artık bitmiş oluyor mu? Yoksa her şey şimdi mi başlıyor? 
Bu seçim sürecini unutmamak gerekiyor. 
En yetkili ağızdan duyulan tehditler, şantajlar, korkutmalar altında yaşanan bir seçim süreci nasıl yaşanabilirdi? 
Bu toplumun demokrasiden yana insanları öfke içinde, cesaretle, azimle, işbirliği ile, dayanışmayla direndiler. 
Bu toplum alınteri ile kazandı. 
Bu kazanımlar da gene yaygara ile, şamata ile, iftiralarla, tehditlerle geri alınmaya çalışıyor. 
Ama artık olamaz. 
Bu toplumun demokratik güçleri çaresizlik eşiğini geçti.
Alınteri kazandı ve kazanacaktır.

Demokrasi gökten inmez
Demokrasi bir topluma dışarıdan gelmez. 
Demokrasi bir ülkeye gökten inmez. 
Demokrasi, insanların ortak yaşamlarını kendilerinin yönetmesidir. 
Bu da, kendini yöneten insanların yaşama düzenidir.
Onun için de ne istediğini bilen bilinçli alınteri çaba harcayacaktır. 
Yorulacak, üzülecek ama hedefinden vazgeçmeyecektir. 
Bu yerel seçim sürecinde yaşananlar unutulmayacaktır.
İktidar cephesinin tehditleri, ahiret vaatleri, cennet beratları ile toplumu kandırma gayretleri unutulmayacaktır.
Bu süreç, “evet - hayır” referandumunun nasıl çalınıp kaçırıldığını da ortaya koymaktadır. 
Bu süreç, Cumhurbaşkanlığı seçiminin de nasıl manipüle edildiğini açıklamaya yeterlidir.
Bu süreç unutulmamalıdır. 
MHP Başkan Yardımcısı’nın “CHP tek adam rejimini kaldırıp demokrasiyi getirme peşindedir. Buna izin vermemeliyiz” sözleri unutulmamalıdır. 
Tek adam rejiminin yürürlükte olduğu unutulmamalıdır. 
Demokrasi gökten inmeyecektir. 
Demokrasi, bu toplumdaki demokratik güçlerin mücadelesi ile kazanılacaktır.
Yerel seçim başarıları bu mücadelenin başlangıcıdır. 
Demokratik mücadele ortak güçlerin birlikte mücadelesidir. 
Elbette liderler olacaktır ama bu süreci lider yaratmak olarak görmemeliyiz. 
Ekrem İmamoğlu, duruşuyla, söylemleriyle, yaptıklarıyla gücümüz olacaktır. 
Mansur Yavaş, Ankaramızın asıl kimliğine kavuşmasının öncüsü olacaktır. 
Tunç Soyer yeni yapıcı gücümüzün ortak örneği olacaktır. 
Yeni belediye başkanları bölgelerin yeni umutlarıdır. 
Ama gevşemeyelim, kolaya kaçmayalım. 
Önümüzdeki yol uzundur, arızalıdır, gene alınterimizi beklemektedir.

***


Ecevit’ten Kılıçdaroğlu’na Kontrgerilla ve provokasyon.

Ecevit’ten Kılıçdaroğlu’na Kontrgerilla ve provokasyon. 



MURAT SABUNCU. 
TE 24
22 NİSAN 2019


Ecevit’ten Kılıçdaroğlu’na kontrgerilla ve provokasyon.,

" Bu ülkenin ana muhalefet liderinin linç girişimine uğradığı yerden ancak zırhlı araçla çıkarılabilmesi son yıllarda büyük yara alan demokrasi tarihine
yeni bir utanç sahnesi olarak kayıt oldu "

Serinkanlı olmak gerekiyor. Sakin… Ama bir yandan da düşünmek tabi. Anlamaya çalışmak. Ürküten gelişmeyi; Ekrem İmamoğlu’nun Maltepe’deki mitingini takip etmek için internet sitelerinde/televizyon kanallarında sörf yaparken gördüm. Önce haberi sonra arka arkaya gelen videoları.

Ülkenin ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu; bu memleketin bir evladının şehit Yener Kırıkcı’nın  cenaze töreninde, acıyı paylaşmak için gittiği yerde
neredeyse linç edilecekti. Hakaretler, küfürler, yüze inen yumruk ve sığındığı evin kapısında ‘yakın burayı’ diye canhıraş bağırışlar. Türkiye’nin bu ortama
sürükleyen dil, tavır belli. Yazının sonunda değineceğim. Ancak Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırıyı duyduğumda/gördüğümde aklıma ilk olarak bir fotoğraf
karesi geldi: 29 Mayıs 1977 İzmir Çiğli Havaalanı’nda Bülent Ecevit’e yapılan silahlı saldırı anı…

Seçim çalışmaları için gittiği İzmir’de miting hazırlığı sırasında seçim otobüsüne binmek üzere olan Ecevit’e yaklaşan ‘biri’ ateş açmış ancak Ecevit’i sıyıran kurşun arkasında bulunan dönemin İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvan’ın kardeşi Mehmet İsvan’a isabet etmişti. Ateş edenin karakolda görevli
bir polis olduğu ortaya çıkmış, yetkililer de polisin silahının yanlışlıkla ateş aldığı açıklamasını yapmıştı.

İlerleyen günlerde merminin özel bir yapısı olduğu (gazlı mermi) ortaya çıkacaktı. Ecevit bu süreçle ilgi ‘kontrgerilla’ göndermesi yapmıştı (Ecevit, 28
Kasım 1990'da Milliyet gazetesinde yayınlanan röportajında "Özel Harp Dairesi"ni zamanın Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar'dan öğrendiğini söylüyordu.

Ecevit'in röportajda şunları anlatmıştı: "1974'teki başbakanlığım sırasında, zamanın Genelkurmay Başkanı rahmetli Orgeneral Semih Sancar başbakanlığın
örtülü ödeneğinden acil bir ihtiyaç için birkaç milyon istedi. Benden istenen miktar örtülü ödenekteki paranın tümüne yakındı... Genelkurmay'dan bu paranın
ne amaçla istendiğini sormak zorunda kaldım. 'Özel Harp Dairesi için istiyoruz' yanıtı geldi. Öyle bir resmi dairenin o zamana kadar adını bile duymamıştım...
'Şimdiye kadar bu dairenin giderleri nereden karşılanıyordu' diye sordum. O zamana kadar dairenin tüm giderlerini bir gizli ödenekle ABD'nin karşıladığı;
ancak artık ABD'nin bu parasal katkıyı kestiği, o nedenle Başbakanlık'ın örtülü ödeneğinden para istemek zorunda kalındığı bana bildirildi... Özel Harp
Dairesi'nin nerede bulunduğunu sordum. 'Amerikan Askeri Yardım Heyeti ile aynı binada' yanıtını aldım... Hayrete düşmem ve kaygılanmam herhalde doğaldı.)  

2013 yılında Meclis’te kurulan Darbeleri Araştırma Komisyonu’nda bu olayın da aralarında olduğu pek çok ‘kirli dosya’ araştırılmış İçişleri Bakanlığı’nın
o tarihte komisyona gönderdiği dosyada tek bir kayda rastlanmamıştı. Böyle ‘karanlık-puslu’ günlerde komplo teorilerinden mümkün olduğu kadar uzak durmak gerekiyor. Ancak 31 Mart seçimleri sonrası yaşananlar ‘başka bir aklın’ devrede olabileceği hissini yaratıyor bende.

Kılıçdaroğlu’na linç girişiminde şüphesizki; özellikle iktidar partisinin ve ortağının seçim öncesinde başlayan (hiç bitmeyen) ‘hedef gösteren kutuplaştıran
dilinin’ payı büyük. Bir önceki Cumhurbaşkanı, AKP kurucularında Abdullah Gül bile ‘Siyaset diline hakim olan nefret söyleminin tehlikesi umarım farkedilir’
diye tweet attı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun ‘CHP’lileri şehit cenazelerine almayın’ talimatı, yandaş medyanın hedef gösteren, iftira atan yayınlarının
yaşananlarda büyük payı var.

Bunlarla birlikte… Maltepe’de CHP destekçisi yüz binlerin toplandığı bir gün... Aynı saatlere denk gelen saldırı. Linç girişiminin yaşandığı yerde pek çok bakanın hatta Emniyet Genel Müdürü’nün olmasına rağmen ‘çok zayıf güvenlik önleminin alınması.’ (CHP Lideri’nin kendi korumaları ve milletvekilleri olmasa daha da korkunç bir tablo yaşanabilirdi.) Kapı önüne gelen bir kadının Sivas olaylarını hatırlatacak şekilde ‘yakın burayı’ diye bağırması…

Tüm bu anlattıklarım olaydaki iktidar dili/tavrı sorununu hafifletmez. Millî Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın ‘olayların yatışması için kalabalığa hitap dahil
her gayreti gösterdiği’ savunmasına rağmen saldırganlara, “Değerli arkadaşlar; mesajınızı verdiniz, tepkinizi gösterdiniz” demesi skandaldır.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın aradan saatler geçmesine rağmen geçmiş olsun mesajı yayımlamaması/telefonu açmaması kabul edilemez. MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin saldırıyı ‘kınama mesajı’nın arasına ‘o adama yumruk attıracak ne yaptın Kılıçdaroğlu?’ cümlesini eklemesi demokrasiye sığmaz. Yaşanan olaylarda CHP yönetimi ve Kılıçdaroğlu  tüm mağduriyete rağmen serinkanlı bir kriz yönetimi yaptı.Verdikleri mesajlarla kitleleri kışkırtmamaya özen gösterdi.

Bu ülkenin ana muhalefet liderinin linç girişimine uğradığı yerden ancak zırhlı araçla çıkarılabilmesi son yıllarda büyük yara alan demokrasi tarihine yeni bir utanç sahnesi olarak kayıt oldu. Türkiye’nin sürüklenmek istediği yerde kimin, hangi safta, hangi rolde, hangi hedef için bir arada olduğunu anlamak
için daha çok çaba sarf etmeliyiz.


***

Bu olay ders olsun, Artık Ateşle oynanmasın.

Bu olay ders olsun, Artık Ateşle oynanmasın. 


Deniz Zeyrek. 
Sözcü Gazetesi
22 NİSAN 2019


Şehit Mehmetçiğimiz Yener Kırıcı'nın Çubuk'taki cenaze töreninde bir grup, Kemal Kılıçdaroğlu'na saldırdı. Görüntüler ürkütücüydü. Adeta bir linç girişimi
yaşanıyordu. Bazı köylüler, sağduyu içinde “saldırganlar bizim köyden değil, provokasyona gelmişler” diye tepki gösteriyordu. Saldıranların temel motivasyonunu tahmin etmek zor değil. Siyasetçilerin ve bazı medya kuruluşlarının son dönemde kendinden olmayanları “hain” gibi gösteren, hedef tahtasına koyan kutuplaştırıcı dilinin kaçınılmaz sonucuydu bu saldırı. Kılıçdaroğlu'nun bütün siyasi rakipleri bu saldırıyı kesin bir dille kınamalı ve bu kör şiddetin karşısında olduklarını “ama”sız göstermelidir. Sorumlular da tek tek yakalanmalı, cezasız bırakılmamalıdır. Aksi takdirde bu ülkede hep birlikte uyum içinde yaşamamıza vesile olacak bir “Türkiye mutabakatı”nı yakalamamız imkansız. Bu provokasyonları boşa çıkarmanın en iyi yolu, bu cennet ülkede gerilimin, kavganın değil, huzurun ve barışın dilinin hakim olmasıdır.

14.5 milyar TL Depoda mı çürüyecek?

Bir hava savunma sisteminde, uzaydaki uydular, erken uyarı uçakları, sabit ve hareketli radarlar vardır. Füzeler, bütün bu unsurlarca bir tehdit algılandığında
harekete geçirilen silahlardır. Yani, füzeler olmazsa erken uyarı sistemleri, radarlar nasıl hiçbir işe yaramazsa radar sistemlerinin ürettiği veri trafiği
olmadan da o füzeler hiçbir işe yaramaz. 

DOST VAR DÜŞMAN VAR!

Örneğin, Türkiye'nin de üye olduğu NATO'nun hava savunmasının en önemli taktik unsuru LINK 16 adı verilen bir sistemdir. Bu sistemde, NATO müttefiklerinin sahip olduğu;

– (Havada) Amerikan F serisi, Eurofighter Typhoon ve Miragegibi savaş uçakları başta olmak üzere 24 değişik uçak ve helikopter,
– (Denizde) Türkiye'nin MİLGEM projesinin de bir “sınıf” olarak dahil edildiği, firkateynler, uçak gemilerini de içeren 8 değişik gemi türü,
– Arrow ve Patriotların da dahil olduğu 6 füze sistemi,
– 2 ayrı silah ağı, Malatya/Kürecik'teki radar da dahil olmak üzere çok sayıda radar, dünya etrafında dönen onlarca uydu, gökyüzündeki AWACS uçakları,
deniz filolarındaki radarlar tarafından “DOST” kategorisinde görülür. 

  Çin'in, İran'ın, Kuzey Kore'nin, Rusya'nın ürettiği füzeler ise LINK 16'ya göre “DÜŞMAN”

olarak tanımlanır.

PAKETİ BİLE AÇILMAYABİLİR

Geçen hafta Ankara ve Washington arasında yaşanan S-400 pazarlıklarından anladığım kadarıyla iş şu noktaya geldi:
Türkiye, Rusya ile anlaşmadan geri dönemeyeceği için 2.5 milyar dolar ödeyecek, füzeler Türkiye'ye teslim edilecek. Ancak S-400'ler Türkiye'nin NATO'ya entegre olan hava savunma sistemine dahil edilemeyecek. ABD'nin ve diğer NATO ülkelerin “aktif yaptırım tehditleri” de eklenince iki seçenek kalacak:
Füzelerin paketi bile açılmadan depoda bekletilecek.
Kullanılmak istense de (Türkiye'nin NATO'ya entegre hiçbir sistemine dahil edilemeyeceğinden) anlamlı bir işlevi olmayacak.
Dile kolay: 2.5 milyar dolar, bugünkü kurla 14.5 milyar lira, eski parayla 14.5 katrilyon.
Bütün bu somut bilgiler ışığında soruyorum:
Türkiye, hakkıyla kullanamayacağı bir silah sistemi için, tüyü bitmemiş yetimin hakkı olan bu büyük parayı verecek kadar zengin bir ülke mi?


***

Çirkin Saldırının arkasında kim var.

Çirkin Saldırının arkasında kim var. 


TUNCA BENGİN. 
MİLLİYET. 
22 NİSAN 2019


     Ülkede seçim sonrası yaşanan gergin süreç özellikle Cumhur-başkanı’nın son çağrısıyla sakin bir döneme doğru giderken dün Ankara’da Kılıçdaroğlu’na yapılan çirkin saldırı yine aksi yönde tetikleyici bir unsur oldu... Dolayısıyla da bu skandal olayı sadece şehit acılarının yol açtığı doğaçlama bir tepki olarak
görmek mümkün değil. Evet, bir süredir siyaset arenasında karşılıklı sarf edilen sözler ve nefreti körükleyen bazı yayınların hassasiyetleri uyarması söz
konusu ancak bu olay patlak vermesinden devamına kadar sanki gizli bir el huzuru alttan alta kaşıyor havasında. Hem de fazlasıyla… Çünkü sözlü sataşmalarla başlayan tepkiler bir anda kitlesel bir protesto gösterisine, hatta linç psikolojine dönüşüyor. Üstelik de devletin jandarması, özel harekâtı, çevik kuvvetinin bulunduğu bir ortamda. Yani bu olay geçmişte de örneklerini yaşadığımız gibi baştan sona provokasyon kokuyor. Nitekim olaya el koyan devletin savcıları da organize provokasyon olasılığı üzerinde duruyor. O nedenle de öncelikle bunların kim ya da kimler olduğunun ortaya çıkarılması şart. Bu da devletin en acil görevi. Bu noktada siyasiler başta olmak üzere herkesin yapması gereken ise soğukkanlı olmak ve duyarlı davranmak. Daha doğrusu kimseyi suçlamadan, dışlamadan, ötekileştirmeden Türkiye ortak paydasında buluşmak. Özellikle de birlik, beraberliğe en fazla muhtaç olduğumuz şu günlerde...

    İmamoğlu’nun zor sınavı

    İstanbul’da başkanlık koltuğuna oturan İmamoğlu dün Maltepe Meydanı’ndaydı… Aynı saatlerde de Ankara’da YSK’nın toplantısı vardı. Yani İstanbul’da olduğu gibi Ankara’da da İmamoğlu siyasetin odağındaydı. Çünkü hem AKP hem de MHP seçime şaibe karıştığı iddiasında ısrarcı. Üstelik de en yüksek perdeden. Dolayısıyla da tüm dikkatler YSK’nın bu konuda vereceği kararda. Ki bu bağlamda da iki kutuplu tartışmalar tam gaz devam ediyor. Bir kesim “Bu iş bitti, seçimin iptali demek, İmamoğlu’nu görevden almaktır. Toplum bu olaya çok büyük tepki gösterir” iddiasında. Buna karşı olanlar ise “Mazbata almakla iş bitmemiştir, süreç sonlanmamıştır. En doğru, en makul kararı YSK verecektir” diyor. Hatta olası bir seçim durumunda aynı adaylarla mı yoksa değişiklik söz konusu olabilir mi tartışması bile oluyor. O nedenle de bu işin bir an önce netlik kazanması çok önemli...

    Tüm bunlara karşı İmamoğlu’nun tavrı ise malum. Kampanya döneminde olduğu gibi ince ayarlı, gerilime ve sert polemiklere girmeyen üslupla havayı yumuşatıyor Nitekim dünkü Maltepe buluşmasına dönük çağrıların içeriği ve meydandan verilen mesajların da özü buydu. Hatta konuşmasında “Bu şehirde kimse tehdit altında hissetmeyecek kendini” vurgusu da yaptı Dolayısıyla bu noktada eksik kalan şu durumu da anımsatmakta yarar var:

    İki hafta önce Kartal Meydanı’nda 3 medya kuruluşunun sahibi “aileleri” isimleriyle “hedef aldığı izlenimlerine ve yorumlarına” açık “talihsiz” söylemleri
hala soru işareti olarak duruyor. Özellikle de hemen her kesimden gelen “siyasilerin medyaya yönelik eleştirileri doğal ama adresin doğru olması kaydıyla” şeklinde tepkiler dikkate alındığında...

    Keşke İmamoğlu dün Maltepe Meydanı’nda bu konuya da değinseydi ve beklenen hassasiyeti dile getirseydi...


***

Müessif protesto’ değil linç girişimi.

Müessif protesto’ değil linç girişimi. 


Çiğdem TOKER
Sözcü Gazetesi
22 NİSAN 2019


“Yaksınlar o evi” diyor bir kadın.

Saldırı ve linç girişimi sonrası CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun güçlükle götürülebildiği  evin önünde biriken kalabalıktan yükselen bir ses bu:
“Yaksınlar!”

Sivas Katliamı'ndan 26 yıl sonra Çubuk'ta hortlayan linç ruhunu dehşetle izliyoruz.
Kılıçdaroğlu'na fiziken saldıracak kadar yaklaşabilen topluluğun zorlukla yarıldığını, bir eve götürüldükten sonra bile saldırgan kalabalığın bir saat
dağıtılamayışı (ya da dağıtılmayışı?), CHP liderinin dışarıya zırhlı araçla çıkarılması çok şey anlatıyor.

İki kişinin yan yana (kimseye saldırmadan) slogan attığında on saniye içinde coplu gazlı polis müdahalesine uğraması, sürüklenerek gözaltına alınışları
sıradanlaşırken, ülkenin büyük nüfusunun yaşadığı kentlerde yerel seçimleri kazanmış, devletin en köklü partisinin liderinin linçten güç bela kurtarılış
görüntüleri utanç vericidir.
Ankara Valiliği'nin bu linç girişimini “müessif protesto” diye nitelemesi dikkat çekicidir.

ZAMANLAMA LİSTESİ

CHP Liderine linç girişiminin dehşeti bir yana dikkat çeken ve birden fazla zamanlaması var:
– Oyları 17 gün boyunca sayıldıktan sonra mazbata alabilen İBB Başkanı İmamoğlu'nun halkla kucaklaşmasına dakikalar kala meydana geldi.
– Bu linç girişimi kutuplaştırmanın herkesi yorduğu, usandırdığı bir ortamda, İstanbul'u kazanan İmamoğlu'nun bu zaferinde kapsayıcı ve barışçı dilinin
büyük payı olduğunu her aklıselim sahibinin teslim ederken geldi.
– Bu linç girişimi, AKP'nin İstanbul seçimini iptal ettirmek için YSK nezdinde yaptığı başvurunun görüşülmesine 24 saat kala meydana geldi.
Bu tablonun, zihinlerde çağrıştırdığı bir de siyasi dönemeç var: O dönemeç 7 Haziran 2015 seçim sonuçları.  AKP'nin tek başına iktidar olma çoğunluğunu
kaybettiği o seçim,  çok acılı, katliamlarla geçen bir beş aylık aranın ardından 1 Kasım'da “tekrarlanmış” ve AKP yeniden tek başına iktidar olmuştu.
Dolayısıyla bu linç girişiminin ardında bir “siyasi mühendislik”olup olmadığı, kendiliğinden mi yoksa organize planlı bir saldırı mı olduğunun açığa çıkarılmasını beklemek her yurttaşın hakkı.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun “CHP il başkanlarını bundan sonra şehit cenazelerinde protokole kabul etmeyin” sözü hafızalarda taze olsa bile.

Umuda Yumruk

CHP Lideri Kılıçdaroğlu'na büyük geçmiş olsun. Ona atılan yumruk, bu ülkede kutuplaştırma istemeyen, hukuk devletine demokrasiye inanan milyonların umuduna atılmıştır.
Vicdanını kaybetmemişler olayın “müessif bir protesto değil”linç girişimi olduğuna tanık.
Bu ülkede milyonlar, bu saldırıda organize kötülük mimarlarının, nefret siyasetinden medet umanların ve “gazeteci” kılıklı biatçıların payını biliyor.
Milyonlar bu ülkede kutuplaştırma ve nefret siyasetinin soluk alamayacağı bir demokrasi talebinde kararlı.

Bütün belediyelere tek ‘sanal kayyum'
Ekrem İmamoğlu'nun İBB'de elektronik veri tabanı/altyapı incelemesi için verdiği talimat panik yarattı.
O kadar ki, Türk idari yargısı, tarihinde görülmemiş rekora imza atarak AKP'lilerin başvurusunun ertesi günü yürütmeyi durdurdu.
AKP'li yönetenler ve biatçı medyaya göre veriler kopyalanırsa İSKİ, İGDAŞ abonelerinin veri ve adresleri dışarıya, yani terör örgütleri ve yabancı istihbarat
kuruluşlarına gider.
Sanki İstanbul halkının verileri özel şirketlere devredilen elektrik dağıtım veri tabanında, özel kargo şirketlerinde, özel hastanelerde yokmuş gibi. Bu
ülkenin nüfus veri tabanı hacklenmemiş, milyonların verileri yayımlanmamış gibi.

Ekrem İmamoğlu
Asıl neden başka.
İçişleri Bakanlığı Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığı geçen hafta belediyelere bir yazı göndermiş. Bütün belediyeleri aynı veri tabanında birleştiren bir bilişim
sistemi kurulduğunu bildirmiş.

Ve bütün belediyelerin “bir an önce sisteme dahil olmasını”istemiş. Bakanlık, tek veri tabanının amaçlarını bilgi güvenliği, siber tehditlere standart
tedbir alma ve kişisel verilerin korunması diye sıralıyor. Dayanaklar ise Cumhurbaşkanlığı 1'inci ve 2'inci 100 günlük icraat planı, bakanlığın Stratejik
Planı, 10. Kalkınma Planı.

Ancak konuyu bilenler, Türkiye genelinde bütün belediyelerin verilerini ve uygulamalarını İçişleri Bakanlığı'nın hazırlayacağı bir sistem üzerinde tutmasının,
belediyeleri belediye olmaktan çıkaracağını, asıl tek merkezde toplanınca verilerin manipüle edileceğini vurguluyor.
Konu kapsamlı. 

Devam edeceğiz.


***

YSK Talimat bekliyor galiba.

YSK Talimat bekliyor galiba. 


Can Ataklı. 
Sözcü Gazetesi
22 NİSAN 2019

ANALİZ.

YSK talimat bekliyor galiba,
Seçimin üzerinden tam 22 gün geçmiş olacak bugün.
17'nci gününde İstanbul seçimini kazanan Ekrem İmamoğlu'namazbatası verilebildi.
Ama İstanbul halkının çilesi bitmedi.
Çünkü YSK'nın “seçimleri iptal etme ihtimali” İstanbul'un tepesinde tutuluyor.
AKP'nin ve MHP'nin itirazları var, seçimlerin iptal edilmesini istiyorlar.
YSK da bu talepleri bekletiyor.
Nedense incelemiyor bile.

Şimdi YSK'nın yapabileceklerini sıralayalım.
1- İktidar ortaklarından gelen iptal başvurularını reddeder, konu kapanır.
2- Seçimlerin iptali konusunda karar alır ve seçim tarihini ilan eder.
3- Karar almayı bekletir, üç ay duruma bakar kararı sonra alır.

3'üncü şık için de iki yol var.
Seçimler iptal edilebilir ya da başvuru reddedilebilir.
Peki, YSK yasal hakkı olan 3 ayı kullanabilir mi?
Kullanabilir tabii.
Gelecek talimata bağlı.
Eğer tepeden “Bize biraz süre lazım, oyalayın” denirse YSK bunu aynen uygular.
Böylelikle İstanbul Belediyesi ve İstanbul halkı üç ay boyunca adeta diken üzerinde oturtulmuş olur.
Bunları eğer gerçekleşirse elbette daha çok konuşacağız.
Ben günümüze gelmek istiyorum. YSK karar vermeyi neden geciktiriyor?
17 Nisan günü mazbata verildi ve İmamoğlu göreve başladı.
AKP ve MHP'nin itirazları da yapıldı.
Başvurular yapıldığına göre; “iptali gerektireceğine inanılan”belge ve kanıtların da sunulmuş olması gerek.
Buna rağmen YSK bekliyor.
Hiçbir şey yapmıyor.
Cumartesi pazar hepsi devlet memuru olduğu için tatil yaptılar.
Oysa konu beş on devlet memurunun hafta sonu tatilini kullanma hakkından çok daha önemli değil mi?
YSK, son 4 gündür hiçbir çalışma yapmıyor.
Alt komiteler ya da oluşturulan bilirkişi heyetlerinin, belge ve kanıtları incelediğine dair bir açıklama da yok.

YSK sadece bekliyor.

Yusufeli ve Keskin'de seçim iptal eden, seçilmiş kişilerin mazbatalarını da geri alan YSK, İstanbul'da kılını bile kıpırdatmadan bekliyor.
Bu bekleyiş “talimat gelecek” kuşkusunu artırıyor.
“Demiri soğutmak gerek” sözü, belki de bu amaçla kullanılmıştır.
NOT: Yazımı tam gönderirken AKP'den haber geldi. YSK başvuruyu görüşmeye pazartesi (bugün) olmadı, salı (yarın) başlayacakmış. Rezalete bakar mısınız,
YSK'nın ne zaman toplanacağını bile AKP açıklıyor. Bu YSK üyeleri yarın halkın, hatta kendi ailelerinin yüzüne nasıl bakacak?

ŞAŞIRDIM

İstanbul Belediyesi kozmik bilgiler merkeziymiş meğer
Son zamanların en komik haberlerinden biri Ekrem İmamoğlu'nun “Başkanı olduğu belediyenin bilgisayar sisteminin bir kopyasını çıkarmasına mahkemenin engel koyması” haberidir.

Neymiş: kopyalama işlemlerini güvenlik yetkisi olmayan kişiler yapabilirmiş, bu da devletin güvenliğini tehlikeye sokarmış.

Zannedersiniz ki, İstanbul Belediyesi devletin kozmik odasının bulunduğu bir kurum.

Devletin gerçek kozmik odasına yetkisiz kişileri sokmaktan çekinmeyen ve buradan alınan bilgilerin yabancıların ellerine geçmesine ses etmeyenlerin; belediye bilgisayarının içine bakılmasından rahatsız olmaları da ibretlik bir durum. Belli ki 25 yıldır yapılan usulsüzlüklerin ve hatta belki de yolsuzlukların
ortaya saçılmasından müthiş korkuyorlar. Bu nedenle de akla ziyan fikirlerle milletin beyninde algı oluşturmaya çalışıyorlar.

Örneğin belediye bilgisayarında tüm İSKİ, İGDAŞ abonelerinin kimlik bilgileri varmış. İstanbul'daki herkesin adres bilgileri burada kayıtlıymış. Yabancı
İstihbarat örgütleri ve eylem yapmak isteyen terör örgütleri için paha biçilmez bilgilermiş bunlar.

Bu bilgilerin piyasaya yayılması halinde “neler olacağını” tasavvur etmek bile insanı korkutmalıymış. Bu nedenle İstanbul'da yaşayan herkes can güvenliğinin
tehlikeye girdiği gerekçesiyle İmamoğlu hakkında suç duyurusu yapmalıymış.
Bu bilgileri paylaşmak için ille bilgisayarın kopyalanmasına gerek yok ki, zaten hepsi İmamoğlu'nun önünde duruyor. Açık söyleyeyim, yandaş tetikçi takımının
hezeyanlarını, korkularını elbette anlıyorum ama yargının kararını anlamak mümkün değil.

Bugüne kadar görülmemiş bir kararı hangi hukuka göre almış olabilirler acaba?

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Hiçbir şey diyemiyorum sadece “Çüş falan oldum” yani!
Özür dilerim biraz fazla argo oldu.
Ama gerçekten söyleyecek söz bulamadım. Şimdi gelin önce İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun seçimlerden önce valilere gönderdiği talimatı okuyalım;
“Valilere talimat gönderdim; ‘CHP il başkanlarını bundan sonra şehit cenazelerinde protokole kabul etmeyin' diye… Onların gideceği bir adres var. PKK mensuplarının cenazeleri var. Sandıkta beraberlerse, cenazede de olacaklar.”
Ardından tetikçi Güneş  Gazetesi'nin Hakkari'de şehit olan 4 askerimizle ilgili haberi “Mutlu musun Ekrem?” başlığı  ile duyurmasına bakalım.
Çeşitli çap ve ebattaki yandaş tetikçi medyanın Hakkari şehitlerini CHP'ye bağlamalarını da gözden kaçırmayalım.
En sonunda da CHP Genel Başkanı'na yönelik neredeyse “Sivas olayına varacak” saldırıyı düşünelim.
 “Yeni Türkiye” diye adlandırdıkları düşmanlığın, alçaklığın, kin ve nefret ortamından beslenmenin yükselen değer olduğu ülkede oluyor demek ki bunlar.
Bu rezilliği parti ayırımı yapmadan bu ülkeyi seven herkesin lanetlemesi gerekir.
Anlaşıldığı kadarıyla “Yeni Türkiye'nin rezilleri” bundan sonra terör eylemi olmasını ellerini ovuşturarak bekleyecek ve her şehit haberinden sonra CHP'ye
ve tüm muhalefete alçak iftiralarla saldıracaktır.
Utanıyorum.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Sahi, bir düşünün bakalım bu tekne kimin olabilir acaba?
Son birkaç gündür sosyal medyada dolaşan bir söylenti var. Tuzla tersanelerinden birinde 140 metrelik bir tekne inşa ediliyormuş.
Bu teknenin kime ait olduğu soruluyor. Örneğin Abdüllatif Şener şöyle bir tweet attı;
“Tuzla Tersanesi'nde yapımı devam eden 140 metrelik yat kimin için hazırlanıyor dersiniz? Kim veya kimler için hazırlanırsa hazırlansın, ne fark eder?
Uçmayan saraylarımız var. Uçan saraylarımız da var. Yüzen bir sarayı kıskanacak değiliz ya!”
CHP eski milletvekillerinden Haluk Pekşen de aynı konuda attığı bir tweette şunları söyledi; “Milyonlar açlık ve sefaletle boğuşurken, bu soruyu cevap
alana kadar soracağım. İstanbul Tuzla'da inşa edilmekte olan 140 metre uzunluğunda, üzerinde helikopter pisti açık-kapalı havuzu, altın kaplama musluklar,
kristal aynalar-avizeler olan dünyanın en süper lüks yatı kimindir?”
Bu tweetlerin altındaki yorumlara baktığımda olağan şüphelilerin kimler olduğu konusunda bir tahmin yürütmeniz elbette mümkün. Ama tabii yine bilmiyoruz
bu yatın sahibini.

Sahi kimin olabilir ki bu yat?

YENİ ÖĞRENDİM

Son anket Erdoğan'ın canını çok sıkmış
Yüksek Seçim Kurulu üyeleri, bir gün yargılanmayı bile göze alarak “Aslanlar gibi direniyor” bana göre.
Yoksa daha önce CHP ve muhalefete uyguladıkları gibi, AKP'nin işine gelmeyen her başvuruyu anında geri çevirdikleri gibi İstanbul'da seçim iptalini isteyen
başvuruyu da reddetmiş olurlardı çoktan.
Onlarca yıllık devlet kariyerlerini sıfırlamayı göze alarak karar vermekten şimdilik kaçınıyorlar.
Kim bilir belki de el altından, “Bu belgeler yetmez, bunlarla iptal kararı alamayız, biz oyalayalım siz de başka şeyler bulun” diyorlardır.
Nitekim iktidar ortakları sürekli yeni belge ve bilgi bulduklarını düşünerek bunları YSK'ya aktarıyorlar.
Son olarak, KHK'lar ile işten atılanların oy kullanamayacağınıileri sürdüler.
İstanbul'da bu durumda 14 bin küsur kişi varmış ve oy kullanmışlar.
AKP ve MHP zihniyeti bu oyların otomatikman CHP'ye gittiğinivarsayıyor ve herhalde “Bunları CHP'den silersek seçimi kazanırız” diyor.
YSK, bu talebe ne der bilemiyorum ama “Bunun delil olarak kabul edilmesi halinde referandum ve 24 Haziran seçimlerinin de iptali söz konusu olacak mı?”
sorusu gündeme gelecektir. YSK o zaman ne der?
YSK'nın kıvranması ve yukarıdan beklediği talimatın gelmemesinin nedeni, belki de son yapılan bir anket çalışmasıdır.
Saraya yakın tanıdıklarımdan duyduğuma göre Erdoğan bir anket yaptırmış.
Bu ankette AKP'ye oy verenlerin yarıdan fazlasının Ekrem İmamoğlu'na haksızlık yapıldığını düşündüğü ortaya çıkmış.
Aldığım bilgiye göre, Erdoğan yeni bir seçimde aldığı oyların daha da düşebileceğini düşünüyormuş.
Bu nedenle YSK'ya bir talimat veremiyormuş.
Hem saray, hem de YSK için zor bir durum yani.


***