Ziver Bey Köşkü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ziver Bey Köşkü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Ekim 2015 Cuma

“Söyle bakalım Atatürk Kültür Merkezi’ni kim yaktı?”




“Söyle bakalım Atatürk Kültür Merkezi’ni kim yaktı?”















Türkiye 12 Mart 1971 günü saat 13:00’de Türkiye radyolarından okunan muhtıra ile sarsılmıştı. Zamanın Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç ve Kuvvet Komutanlarının imzalarını taşıyan bu muhtıra sonrasında sivil hükümet (Demirel Hükümeti) istifa etmişti.
Önceleri Tağmaç cuntasına karşı tavır koyan CHP Başkanı İsmet İnönü, MİT Müsteşarı Fuat Doğu’nun “Parlamento kapatılmayacak. Yaşanan olaylar askerler arası bir anlaşmazlıktan kaynaklanmaktadır” demesi üzerine sessiz kalmayı tercih ettiği görülür.
İsmet Paşanın oluru ile CHP’li Nihat Erim Başbakan olarak atanır. Erim, partiler üstü isimlendirilen hükümetini kurar. Bütün bu gelişmeler ne yazık ki sol çevrelerden de destek görür. Cumhuriyet Gazetesi’nden Nadir Nadi, İlhan Selçuk, Akşam Gazetesi’nden İlhami Soysal, Milliyet’ten de Çetin Altan darbeyi desteklerlerken Doğan Avcıoğlu’nun Devrim Gazetesi ise neredeyse bayram yapıyordu.
12 Mart’a giden yolda birçok karanlık olaylar yaşanmıştır. Kanlı Pazar, Atatürk Kültür Merkezi’nin yakılması, Ülkücülerin askeri eğitim kamplarında eğitilip, sokaklara salınmaları ve faili meçhul cinayetlerin önlenmeyip neredeyse teşvik edilmesi orduya müdahale için zemin hazırlamıştı. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının banka soygunu, Amerikan Büyükelçiliği korumalarına ateş açmaları ve Balgat’ta, Tuslog’da çalışan Amerikalı personeli kaçırmaları, 12 Marta giden yolda yaşanan diğer olaylardandır.
Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının yakalanmaları, Mahir Çayan ve arkadaşlarını harekete geçirmiş ve o grup ta İstanbul İsrail Konsolosu Efraim Elrom’u kaçırıp infaz etmeleri bardağı taşıran son damla olmuştu. Bu olaylar sonucu Erim Hükümeti’nin “BALYOZ” Harekatına girişmesini tetiklemiş ve İstanbul’da Balyoz Harekatı’nı, Fırtına Harekatı takip etmişti. Fırtına Harekatı’nda İstanbul’da bir Pazar günü sokağa çıkma yasağı konmuş ve bütün İstanbul didik didik aranmıştı. 85.000 polis ve askerin bu harekatta görev aldığı görülmektedir. Bu harekatla bütün İstanbul halkı terörize edilmişti.
İşte o günlerde İstanbul Birinci Ordu ve Sıkı Yönetim Komutanı Orgeneral Faik Türün, Korgeneral Turgut Sunalp ve Tümgeneral Memduh Ünlütürk Erenköy’de Zihni Paşa Köşkü olarak bilinen fakat Ziver Bey Köşkü olarak ünlenen işkencehanesini devreye sokmuşlardı. Bu işkencehanede birçok yazar, çizer, sanatçı, asker ve aydın sorgulanarak işkence görmüşlerdi.
İşkence gören aydınlar arasında Psikiyatri Uzmanı Dr. Memduh Eren de vardı. Eren İstanbul’da, tanınmış ve bilgisine müracaat edilen bir doktordu. Dr Eren ayni zamanda eski bir Fenerbahçe futbolcusu olup,  27 Mayıs 1960 Darbesinin de azılı savunucularındandı. Bu yönü ile de tanınmıştı.
Dr. Eren’in hastalarını muayenesi sırasında konuşmalarını ses kaydına alıp sonradan bu konuşmalar üzerine çalışıp, hastalarının tedavilerini düzenlemek gibi bir çalışma yöntemi varmış. Dr. Memduh Eren,  Ziver Bey İşkencehanesi’nden serbest bırakıldıktan sonra işkence altında olduğu sırada kendisini sorgulayan sesin “tanıdık” bir ses olduğunu fark etmiş. Elindeki hastalarına ait bütün kasetleri eşi ile birlikte bir bir dinlemiş. En sonunda kendini sorgulayan ses ile örtüşen üç kaseti ayırmış. Bu kasetleri kendisi gibi Ziver Bey tezgahından geçen Yarbay Talat Turhan ile birlikte tekrar tekrar dinleyerek sesin MİT Mensubu Hiram Abas’a ait olduğunu tespit etmişler. Yarbay Talat Turhan bu tespitten sonra Hiram Abas’ın Ziver Bey Köşkü işkencecilerinden biri olduğunu deşifre etmiştir.
Hiram Abas,  Ziver Bey sorgulamalarında hemen hemen herkese “Atatürk Kültür Merkezini kim yaktı?” sorusunu devamlı olarak sorduğu görülmektedir.
Atatürk Kültür Merkezi 28 Kasım 1970’de gece yakılmıştı. 12 Mart’tan önce gerçekleştirilen bu olayda “Komünist  parmağı” aranıyordu. Hiram Abas ısrarla bu komünistin parmağını arıyordu.
Yıllardan sonra 1970 yılında (Kültür Merkezinin yakıldığı yıl) İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde Mali Şube Müdürlüğü görevini yürüten Recep Ordulu,  yazar Ecevit Kılıc’a “Bu binayı yakanlar MİT kökenliydiler. Hatırladığım kadarı ile Hiram Abas vardı. Zaten görev için gittiği Lübnan’dan bir süre önce gelmişti” demiştir.
12 Mart 1971’de Hiram Abas’ın Ziver Bey’deki sorgularda Atatürk Kültür Merkezi’nin kimin tarafından yakıldığını araştırması, sorgulaması Türkiye’nin o günlerdeki halini yansıtmaktadır.
Ziver Bey Köşkünün bir işkence evi olduğu daha sonra tam olarak açığa çıkacaktı. Ziver Bey Köşkünde sorgulanan İlhan Selçuk verdiği yazılı ifadesinde Akrostiş-İlkleme metodunu kullanmıştır. Bu metoda göre bir şiirde dizelerin ilk harflerinin yukarıdan aşağıya doğru sıralandığında anlamlı bir sözcük meydana gelmektedir. İşte İlhan Selçuk bu yöntem ile ifadesini yazmış, yazdığı her cümlenin sondan ikinci kelimesinin baş harfleri yukarıdan aşağıya okunduğunda “İşkence altındayım” cümlesi oluşuyordu. Bu ünlü köşkte işkence altında alınan ifadeler nedense savcılığa gönderilmemiştir. Yapılan seçimlerde Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel tarafından seçim malzemesi olarak kullanılmıştır. Bu ifadeler daha sonra ise sola karşı kullanılmıştır. Günlük Tercüman Gazetesi Ziver Bey Köşkü ifadelerini yayınlamış bu arada İlhan Selçuk’un ifadesi de bu şekilde deşifre edilmiştir.
İlhan Selçuk’un ifadesinde;
“12 Marta doğru Türkiye (İ)flasa gidiyordu. Demirel iktidarı giderek yoğunlaşan (Ş)aibe altındaydı. Üniversiteli gençler sokaklarda, meydanlarda hatta üniversite binalarının çatıları altında (K)atlediliyorlardı. Devletin Güçleri, aydınları, askerleri, yargıçları, sorumluları, sağduyu sahipleri (E)ndişe içindeydiler. Gidiş (N)ormal değildi. Anayasa çerçevesi ve yönelişlerine göre davranmak isteyen devlet memurları ve sorumlularına, siyasi iktidar adeta (C)eza tertipliyordu. Siyasi İktidar aydın yazarları (E)zmek amacındaydı. Toplum yaşamında (A)nayasa uygulanmıyordu. Bazı çevrelerde bir ordu müdahalesi (L)üzümlu görülüyordu. Politikacı (T)opluluğu şuursuzdu. Memleket severler (I)zdırap çekiyordu. Bu durumda (N)e yapılmalıydı?. Önce bir fikir (D)ağınıklığı vardı. Tek çıkar yolu (A)tatürkçülükte görüyorduk. Ancak Atatürkçülüğü günün koşullarına göre derinliğine ve genişliğine bütün boyutları ile (Y)orumlamak gerekiyordu. İşte Devrim Dergisi bu (İ)htiyaçtan doğdu. Ancak dergi çıkarmaya para bulmak (M)esele idi.” demekteydi.
İşte Orgeneral Faik Türün, Korgeneral Turgut Sunalp ve Tümgeneral Memduh Ünlütürk’ün buyrukları ile kurulan işkencehanenin deşifresi Selçuk’un yukarıdaki ifadesinin Tercüman’da bu inceliğin bilinmeden yayınlanması ile sağlanmıştı.
Ömrünün son günlerini büyük ölüm korkusu ile geçiren Faik Türün bir ara Adalet Partisi’nden Milletvekili olmuş ve Demirel tarafından Cumhurbaşkanlığı’na aday gösterilmişti. Ziver Bey Köşkü’nün diğer ünlü Paşası Ünlütürk’ün ise subay elbisesi giymiş iki kişi tarafından esrarengiz bir şekilde öldürüldüğü görülmüştür. Diğer ünlü “Bay Pipo” Hiram Abas’ta araba kullanırken pusuya düşürülmüş çapraz ateşle suikaste uğramıştır. Turgut Sunalp ise politikaya girmiş cuntacı Evren’in bütün desteğine rağmen başarılı olamamış ve sandığa gömülmüştür.
12 Mart’ın diğer isim yapmış elemanı Ali Elverdi’dir. Elverdi, Deniz ve arkadaşlarını idama mahkum eden mahkemenin Başkan “Bekçi Hakimi” idi. O yıllarda askeri mahkemelerde hukukçu hakimlerin yanında bir de hukukçu olmayan bekçi Başkan Hakimler olurdu. İşte Elverdi bunlardan biridir. İnsanlar çoğu zaman idam edilen kişileri hatırlar. Ama kararı veren hakimleri pek hatırlamazlar. Ama nedense Denizlerin davasının “Bekçi Hakimi” Ali Elverdi hiç unutulmamıştır.  Bu bekçi hakim kurmay olmadığı halde cunta tarafından ödüllendirilmiş ve General yapılmıştı. Adalet Partisinden Milletvekili seçildiği görülür. Çünkü ayni Adalet Partisi Denizlerin idamının oylanmasında üç bizden üç onlardan diyen partidir. Avukat Halit Çelenk infazları anlatırken “Denizlerin idamı sırasında gözümün önünden gitmeyen sahne ise, idam cezasını veren mahkeme başkanı Ali Elverdi’nin bir ağaca dayanıp sigara içmesidir. Deniz, Yusuf ve Hüseyin dar ağacına doğru yürürlerken, Elverdi sigarasını tüttürüp havaya üflüyordu.” demektedir. Bir gazetecinin yıllardan sonra bu idamlar hakkında Ali Elverdi’ye sorduğu soruya karşılık Ali Elverdi’nin “Denizleri idam ettik. O sayede terör durdu. Şimdi olsa yine asarım.” demesi görüşünü özetlemektedir.
Ali Elverdi ile ilgili olarak benimde bir anım var. Ankara Numune Hastanesi’nde asistanlığım sırasında yakın dost olduğum CHP Urfa Milletvekili Celal Paydaş beni bir gün meclise davet etmişti. O gün Ecevit Hükümeti’nin Bütçe Müzakereleri vardı. Paydaş beni Meclisin yan locasına çıkarıp orada misafir etmişti. Biraz sonra yanıma emekli Orgeneral Cemal Turhal da gelip oturmuştu. Görüşmeler devam ederken Adalet Partisi adına söz alan Ali Elverdi konuşması sırasında Ecevit’e yüklenmesi tansiyonu yükseltmişti. CHP sıralarından Celal Paydaş’ın elinde büyükçe bir James Bond çanta ile kürsünün altına geldiğini gördüm. Celal Bey konuşmacıya bir şey söylemiş ki konuşmacı başını öne eğerek cevap vermeye çalışıyordu. Tam bu sırada Paydaş’ın çantayı Ali Elverdi’nin kafasına indirdiğini gördüm. Kürsüden sırtüstü yere yıkılan Elverdi’ye, Paydaş merdivenlerden çıkarak tekme tokat ile vurmaya devam etmişti. Meclis karışmış oturuma ara verilmişti. Meclis salonuna gelen bir ekip tarafından Ali Elverdi sedyeye konup dışarıya çıkarılmıştı. Celal Paydaş’la bu konuyu sonradan bir dost sohbetinde konuşmuştuk. Paydaş bana “Denizlerin intikamını aldım” demişti. Celal Paydaş 12 Eylül Evren Darbesi sırasında tutuklanmış, ağır işkencelerden geçmişti. En son bir kalp rahatsızlığından öldüğünü gazetelerden okumuştum.
Denizler kimseyi öldürmemişlerdi. Kan dökmemişlerdi. Silah kullanarak banka soymuşlar, ABD Elçilik korumalarına ateş açmışlar, Balgat Tuslog çalışanı Amerikalıları kaçırmışlardı. Ama Amerikalıları serbest bırakmışlardı. Bu suçların karşılığı ceza yasasında idam değildi. Ama cunta mahkemesi üç bizden üç onlardan yasasını uygulamışlar ve bu genç insanları dar ağacına yollamışlardır.
Ali Elverdi’nin sonu ise çok hazin olmuştur. Deniz, Yusuf ve Hüseyin darağacında iple boğularak can vermişlerdir. Bu üç gencin idam kararını veren bekçi başkan hakim Ali Elverdi ne garip bir tecellidir ki yemek yerken yediği lokma nefes borusuna kaçmış ve bu nedenle Asfiksi’den ölmüştür. Adli Tıp bakımından değerlendirildiğinde Deniz, Yusuf, Hüseyin ve Ali Elverdi’nin ölüm nedeni Asfiksi’dir. İnananların daima söylediği ilahi adalet herhalde budur. Başka ne denir ki?