Terörizmle Mücadele etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Terörizmle Mücadele etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Şubat 2020 Pazar

Terörizmle Mücadelede Kırılma Noktaları ve Strateji Değişikliğinin Zamanlaması., BÖLÜM 2

Terörizmle Mücadelede Kırılma Noktaları ve Strateji Değişikliğinin Zamanlaması., BÖLÜM 2




Güvenlik Kuvveti Miktarı ve Kırılma Noktaları., 

Terörle mücadelede başarılı olmak için ne kadar güç kullanılması gerektiği konusunda çeşitli görüşler bulunmaktadır. Sömürgelerde ortaya çıkan iç ayaklanmalar ve Soğuk Savaş dönemindeki isyanlarda bu ihtiyaç asgari lüzumlu kuvvet olarak tanımlanmıştır. Yakın geçmişteki olaylar dikkate alınarak yapılan incelemelerde ise isyancı/terörist başına düşen güvenlik kuvveti miktarı, bölgedeki toplam nüfus ile güvenlik kuvveti karşılaştırması veya kilometre kareye düşen güvenlik personeli sayısı gibi faktörler dikkate alınmıştır. Sadece terörist sayısı ile güvenlik kuvvetleri sayısını karşılaştırmanın doğru olmadığı, halk desteğinin etkisini de dahil etmek için toplam nüfus ile karşılaştırmak gerektiği yönündeki görüşler daha fazla kabul görmektedir (Kozelka, 2008: 7). 

Bu çerçevede 1000 kişilik nüfusa karşılık 20-25 güvenlik personelinin, yerleşim yerlerinde görev yapacak polis miktarı için de her 1000 kişilik nüfusa karşılık 4 polisin asgari yeterli miktar olduğu belirtilmektedir (McGrath, 2006: 81-106). Kuvvet ihtiyacının tespiti sadece birkaç faktöre bakarak belirlenebilecek bir husus değildir. Bu husus daha detaylı bir inceleme konusu olabilecek 
niteliktedir. Örnek olarak verilen oranlar araştırmacıların kendi ana vatanları 
dışında yaşanmış olaylar dikkate alınarak tespit edilmiştir. Türkiye’nin yaşadığı 
tecrübeler farklıdır. Her şeyden önce hudut güvenliğinin sağlanması için ayrılacak güvenlik kuvveti miktarı önemli bir yer tutmaktadır. PKK terörünün kırsal ağırlıklı, bölge arazisinin sarp ve ulaşımın yetersiz olması, alan kontrolü için gerekli karakol ve sabit üs miktarının fazlalığı, bu üslerde kendi kendine yeterli olacak sayıda personel bulundurma zorunluluğu güvenlik gücü ihtiyacını da artırmıştır. 

Aşağıdaki grafik (Şekil 3.) ülkemizin yaşadığı tecrübede gücün etkisinin çok 
önemli bir faktör olduğunu göstermektedir. 


Şekil 3.Güvenlik güçleri miktarı, ele geçen ve teslim olan terörist sayısı karşılaştırması.,

Olayların başlangıcından itibaren uzun süre aynı miktarda güvenlik kuvveti 
ile yürütülen mücadelede görev alan unsurların sayısı 1991-1994 yılları arasında iki katına çıkarılmış ve bu yıllar terörle mücadelede en fazla insan kaybının yaşandığı dönem olmuştur. PKK kuruluş aşamasında benimsediği strateji ile 1991 yılında devrimci halk savaşında üçüncü safhaya geçmeyi (Halk ayaklanmaları ile kurtarılmış bölgeler oluşturulması) öngördüğünden olayların yoğunluğunu artırmıştır. 

Bu eylemlerle elde edeceği kazançların yaşayacağı kayıplardan daha fazla 
olacağını düşündüğü için insan zayiatındaki artışı göze almıştır. Çatışmalarda yaşanan can kayıpları ve şiddetten zarar görenlerin yaşadığı acılar örgüt üyeleri ve destekçileri arasındaki bağların güçlendirilmesi, şehitlik kavramının yüceltilmesi, intikam duygusunun yüksek tutulması ve bütün bunların bir kurtuluş mücadelesi olduğu yönünde algı yaratılması için PKK tarafından kullanılmıştır. Bu gelişmelere rağmen 1994 yılı askeri açıdan örgüt adına bir hezimet ve kırılma yılıdır. Bundan sonra örgüt teoride öngörülen askeri zafer kazanma hedefini bırakmış, siyasi alandaki çalışmalara ağırlık vermiştir. Silahlı unsurları ise bu çalışmaları desteklemek ve pazarlık gücünü yüksek tutmak için muhafaza etmiştir. Bu değişimin iyi analiz edilebildiğini söylemek güçtür. Doğrudan mücadelenin uygulama aracı olan güvenlik kuvvetlerinin kullanımında alan kontrolüne geçmek gibi taktik ve strateji değişiklikleri yapılmış olmasına rağmen dolaylı mücadele kapsamında uygulanabilecek reform niteliğinde bir değişiklik yapılmamıştır. 

1996 yılında kolluk güçlerine ilave olarak Silahlı Kuvvetlerin diğer birliklerinin 
de teröristle mücadelede görevlendirilmesi ile sahadaki kuvvet miktarı ezici bir 
şekilde artmıştır. Şekil.3’ de sadece Silahlı Kuvvetlerin Jandarma ve Kara Kuvvetleri unsurlarına rakamsal olarak yer verilmiştir. Aynı dönemde Hava Kuvvetlerinin terörle mücadeleye aktif desteği de artmıştır. 1997 Yılından itibaren PKK.nın yurt dışı kamplarına yapılan yoğun hava harekatları örgüt mensuplarının kalabalık olarak barındığı yerlerde daha küçük unsurlara ayrılmasına neden olmuş, bunun sonucunda barınma, eğitim, komuta kontrol ve lojistik desteğin sağlanmasında güçlükler yaşanmış, yeni elemanların katılımını önlemede caydırıcı bir faktör olmuştur. 

Sahadaki güç miktarı artmış olmasına karşılık güvenlik kuvvetlerinin verdiği 
kayıpların azalması, ele geçen terörist miktarının artması ve kendi inisiyatifleri 
ile eylem yapma yeteneklerinin azalması terörle mücadelede bir dönüm noktasını işaret etmektedir. Bu dönemde terör örgütü tarafından ilan edilen sözde ateşkesin en önemli nedeni kaybedilen güç ve prestijdir. Dünyadaki diğer örnekler incelendiğinde terör örgütlerinin ortalama 10-15 yıl aktif mücadele verebildiği başarılı olamazsa çöküşe geçtiklerine yönelik tespitler bulunmaktadır. 

Bunu doğrular şekilde PKK yöneticileri de 1994-95 yıllarında sonuç almayı 
planladıklarını açıklamışlardır. 

    Kamu düzeni sağlandıktan sonra asker yerine kolluk güçlerinin görünürlüğünün artırılması ve sorumluluğun devir alınması dikkat edilmesi gereken önemli bir husustur. 

   Örgütün çöküşe geçtiği bir dönemde güvenlik kuvvetlerinin miktarının 
artırılması, doğrudan mücadele döneminde getirilen sınırlayıcı tedbirlerin 
devam etmesine neden olduğundan halkın yaşamı olumsuz etkilenmiş, bu durum örgüt tarafından siyasi tabanını genişletmede istismar edilmiştir. 

Bölgeye yönelik mahalli ve genel seçim sonuçlarına göz atıldığında desteğin nasıl arttığını gözlemlemek mümkündür. Ayrıca kullanılan kuvvet miktarı ile teröristlerin etkisiz hale getirilmesinde sağlanan sayısal başarı güç ile orantılı değildir. 

1996 Yılında yapılan değişikliğin olumlu yanlarından birisi yoğun çatışmaların yaşandığı dönemde kolluk kuvvetlerinin yıpranan imajının diğer bir askeri unsur ile değiştirilmiş olmasıdır. 

PKK terörü ile yürütülen uzun soluklu mücadelede güç kullanımı ve buna 
bağlı dönüm noktalarının irdelendiği bu bölümün sonunda ilk yıllarda yığınakta 
yapılan hatanın günümüzdeki etkilerine tekrar değinilecektir. Olayların başlangıcından 1994 yılına kadar mücadele ağırlıklı olarak kolluk güçleri ile yürütülmüş, ihtiyaca göre Kara Kuvvetleri unsurları kolluk güçlerini takviye etmiştir. Terör olayları bir asayiş sorunu olduğundan öncelikle polis, jandarma gibi kolluk güçlerinin kullanılması doğru bir yaklaşımdır. 1996 Yılında Silahlı Kuvvetler unsurları doğrudan sorumluluk almıştır. Takviye olarak birlik göndermekle asli sorumlu unsur olarak görev almak oldukça farklıdır. Çünkü eğitim, teşkilatlanma, silah, malzeme temini ve mücadeleye yönelik bilgi alt yapısının sağlanması Silahlı Kuvvetler için önceliklerin değiştirilmesi gereken, zaman alıcı bir faaliyettir. Bu nedenle Silahlı Kuvvetlere daha önceki bir zaman diliminde, örneğin Birinci Körfez Savaşı öncesi veya hemen sonrasında sorum luluk verilmiş olsa örgütün çöküşü ve terörün sonlandırılması hızlandırılmış olur mu idi sorusu düşünülmeye değer bir konudur. 

Çünkü kullanılacak kuvvet kadar zamanlaması da önemlidir. Bu kuvvetin hangi 
safhada nasıl kullanılacağına hükümet ve parlamento karar verir (Özcan, 2010). 

Çatışmaların süresi uzadıkça yaşanan kayıplar ve acılardan dolayı kin, düşmanlık ve bunlarla bağlantılı toplumun ayrışması artacağı için barışın sağlanması da zorlaşmaktadır. Mason (2007: 79), çatışmaların uzaması durumunda her iki tarafın da kesin zafer elde etme ihtimalinin azalacağına dikkat çeker. 

Buna göre: 

“Eğer isyancılar kazanırsa genellikle oldukça erken bir zamanda kazanırlar. 
Eğer hükümet güçleri kazanırsa benzer şekilde onlarda erken bir zamanda 
kazanırlar çünkü isyancılar örgütlü askeri bir güce sahip olan devletin gözü 
ve baskısı altında, kendilerinden çok daha kuvvetli bir otoriteye karşı savaşacak 
yetenek geliştirmek zorunda olduklarından bu dönemde dezavantajlı 
durumdadırlar”(Mason 2007: 79). 

Bu varsayımdan hareketle terörün 1990’lı yıllarda bitirilmiş olması halinde 
sağlanabilecek pek çok kazanımdan bir kaçı aşağıda belirtilmiştir. 

• Demokrasinin geliştirilmesi ve sağlamlaştırılmasında daha cesaretli adımlar 
atılabilir veTürkiye bölgesine örnek olabilirdi. 
• Güvenliğe yapılacak harcamalardan yapılacak tasarruflar ve sağlanacak güvenlik ortamında özel sektörün gerçekleştireceği yatırımlarla daha dengeli 
bölgesel kalkınma sağlanabilirdi. 
• Soğuk savaşın sonunda batılı ülkelerin fazlası ile yararlandığı barışın hisselerine düşen payından (peace dividend) Türkiye de yararlanabilirdi. 
• Asker sivil ilişkileri demokratik standartlara göre düzenlenebilirdi. 
• Silahlı kuvvetlerin reorganizasyonu daha erken yapılabilirdi. 
Terörün daha erken bir zamanda sonlandırılmasının getireceği kazanımlar yanında olumsuz yönleri de olabileceği unutulmamalıdır. 1999 Yılından sonra yaşanan dönemde görüldüğü gibi güvenlik alanında erkenden sağlanacak mutlak başarı sonucunda sorunun temel nedenlerinin göz ardı edilme ihtimali de yüksek olabilir, bu durum bittiği zannedilen terörün uygun koşullar oluştuğunda tekrar ortaya çıkma nedeni olarak kullanılabilirdi. 

Dönüm noktası tanımında da değinildiği gibi olayların üzerinden zaman geçtikten sonra bu değerlendirmeleri yapmak daha kolay ancak yaşandığı dönemlerde tespit etmek zordur. Bu nedenle terörizmle mücadelede siyasi ve sosyal analizler kadar dönüm noktalarının tayininde bir karar destek vasıtası olarak analitik yaklaşımlardan da yararlanılmalıdır. 2000 ’li Yıllarda güvenlik kuvvetlerinin miktarı önemli ölçüde azaltılmış olmasına rağmen bölgede devlet otoritesinin görünürlüğü ve kanun hakimiyeti arttığından bu tarihten itibaren dolaylı mücadele kapsamında yapılacak değişikliklerin güvenlik kuvvetlerinin varlığı ile desteklenmesi ve kalıcı olma şansı artmıştır. Ancak aşağıdaki tabloya bakıldığında bu fırsatın değerlendirilemediği görülmektedir. 

Dolaylı Mücadele İçin Uygulanan Tedbirler 

Dolaylı mücadele kapsamında güvenlik tedbirlerine paralel olarak uygulamaya 
konulan diğer tedbirler (Tablo 1.) incelendiğinde yine güvenlik kuvvetlerinin ihtiyacı olan düzenlemelerin ön plana çıktığı görülmektedir 



Tablo 1.Terörizmle Dolaylı Mücadele Kapsamında Uygulanan Bazı Tedbirler. 

Yıllar Önemli Değişiklikler.,

1983 Devlet Güvenlik Mahkemelerinin (DGM) Kurulması 
1985 Geçici Köy Koruculuğu Kanunu, İlk pişmanlık yasası kabulü 
1987 Sıkıyönetimin kaldırılması OHAL ilanı, OHAL valiliği ve 
Jandarma Asayiş Komutanlığını kurulması 
1988 İkinci pişmanlık yasası 
1990 Üçüncü pişmanlık yasası, OHAL yetkilerinin genişletilmesi 
1991 Terörle Mücadele Kanunun (TMK) kabul edilmesi 
1992 Dördüncü pişmanlık yasası, bölgedeki diğer valilere de OHAL yetkilerinin verilmesi 
1993 HEP’nin kapatılması, HADEP’nin kurulması, Polis Özel Harekat birliklerinin kurulması 
1995 Beşinci pişmanlık yasası 
1997 DEHAP’ın kurulması, Terörle Mücadele Yüksek Kurulu teşkili 
1999 Altıncı pişmanlık kanunu 
2000 Yedinci pişmanlık kanunu 
2001 TRT’de ve günlük yaşamda Kürtçe vediğer lehçelerin kullanımının serbest bırakılması 
2002 OHAL’in kaldırılması, Kürtçe kurs açılması, Radyo veTV.lerde dil yasağının kaldırılması 
2003 HADEP’in kapatılması, DEHAP’ın kurulması, TMK 8nci maddenin değiştirilmesi 
2004 Nüfus kanunu değişikliği, Kürtçe isim koyma ve farklı dil ve lehçelerin öğrenilmesinin serbest bırakılması 
2005 DEHAP’ın kapatılması, DTP’nin kurulması 
2009 DTP’nin kapatılması, TRT-6 Kürtçe yayın başlatılması, Demokratik açılım programı, 
        Yayla yasaklarının kaldırılması,İnsan hakları izleme kurulu, Cezaevlerinde Kürtçe konuşma yasağının kaldırılması, RTÜK Yönetmeliğinde değişiklik yapılması 
2010 Kamu düzeni müsteşarlığı kurulması, Seçimlerde Kürtçe propagandanın serbest bırakılması, Taş atan çocuklar yasası 
2014 Demokratikleşme paketi, Anadilde eğitim, köy isimleri değişikliği, partilere seçim yardımı, Yargı reformu, TRT kanunu değişikliği 

Tabloda yer verilen tedbirler bu konudaki uygulamaların tamamı olmas da 
önemli olanları kapsamaktadır. Bunlara ilaveler yapılabilir. Ancak görünen odur 
ki ilk yıllarda güvenliği sağlamak için ihtiyaç duyulan idari ve hukuki düzenlemelere ağırlık verilmiş, 2000 ’li yıllarda bunların yanında siyasi ve hukuki tedbirler de uygulamaya konulmuştur. Söz konusu uygulamaların bütün tedbirler dikkate alınarak eş güdüm içerisinde ve fırsat penceresi olarak tanımlanabilecek dönemlerde yapıldığını söylemek zordur. Çünkü bakanlıklar arası terörizmle mücadele faaliyetlerinde koordinasyonu sağlayacak daimi bir teşkilat merkezi idare seviyesinde kurulmamıştır. 1997 Yılında faaliyete geçirilen Terörle Mücadele Yüksek Kurulu ise belirli aralıklarla toplanan bir koordinasyon kurulu niteliğindedir. Mevcut uygulamalara göre bir konuda kanun teklifi hazırlanması ve yasalaşması öncelikle ilgili bakanlık bürokrasisi ve meclisteki komisyonun çalışmaları ile hayata geçirilmektedir. Mecliste Terörle Mücadele Komisyonu da oluşturulmamıştır. Her bakanlığın önceliği ve terörle mücadeledeki rolü farklı olduğundan ihtiyaçların bir bütün olarak ele alınması çoğu zaman mümkün olmamıştır. Güvenlik gerekçeleri ile bazı bakanlıkların karar alıcı bürokrat ve siyasetçileri de bölgeye ziyaretlerini sınırlandırdık ları için gerçek durumu ve ihtiyaçları değerlendirmekten uzak kalmışlar dır. 
Ülkenin bütünü için hazırlanan düzenlemeler bölge ihtiyaçları karşısında 
yetersiz kalmış ya da beklenen etkiyi yaratmamıştır. OHAL Valiliği kaldırıldıktan 
sonra terör bölgesinde görev yapan mülki idarecilerin yetkileri oldukça 
kısıtlanmış ve bölgenin gerektirdiği ihtiyaca göre inisiyatif kullanamaz duruma 
gelmişlerdir. Kanunların içeriği, detayları ve dili konusunda var olan genel şikayetler bölgedeki idareciler açısından daha büyük problemler yaratmıştır. 

Tablo 1.’de yer alan düzenlemeler incelendiğinde başlangıçta olaylara sadece 
güvenlik penceresinden bakıldığı, sorunun kaynağı venasıl çözülebileceğine dair 
değerlendirmelerin eksik yapıldığı görülmektedir. Sıkıyönetimden sonra 1987 yılında OHAL ilanı ve Bölge Valiliği teşkili ile bir an önce asayiş ve kamu düzenin 
sağlanması hedeflenmiştir. İsimleri farklı olsa da yapılan düzenlemelerin birçoğu 
geçmişte devletin asayişi sağlamak için uyguladığı tedbirlerin benzeridir. Son olayın diğerlerinden en önemli farkı 30 yılı aşkın bir süredir sonlandırılmamış olmasıdır. 

Aslında demokrasi ile yönetilen ve benzer sorunları 20 yıldan fazla yaşayan ülkelerin çoğunda terörizmle mücadeleden devletlerin galip çıktığı görülmüştür. (Connable ve Libincki’in (2010: 153) tespitlerine göre: 

“Teröristler, çatışmaların uzaması ile halktan aldıkları desteğin azalması, 
başlangıçta ilan ettikleri hedeflerinden sapmaları, şiddeti acımasızca kullanıp 
halkı bıktırmaları ya da hükümetlerin çeşitli alanlarda reform yaparak 
kozlarını ellerinden almış olmalarından dolayı mücadeleyi kaybetmişlerdir.” 

Bu değerlendirme ışığında PKK ile mücadelede; yapılması gereken düzenlemelerin zamana yayılarak geciktirilmesi, çok uzun süre halkın günlük yaşamını olumsuz etkilemesine rağmen güvenlik tedbirlerinin değişiklik yapılmadan uygulanması, teröristler aleyhine olabilecek bir süreci neredeyse tersine çevirmiştir denebilir. 

Karar vericilerin ihtiyatlı yaklaşımı ve yaşanan gecikmede şu değerlendirmenin 
de etkili olabileceği gözden kaçırılmamalıdır. 

“Başlangıçta küçük de olsa yapılan reformlar daha sonra yapılacak hızlı ve 
radikal reformlardan daha önemlidir. Ancak bu durum henüz demokratikleşmeyi 
tamamlamamış ülkelerde kumar oynamak gibidir. Bazen temel haklar 
ve bazı siyasi isteklerin yerine getirilmesi stratejik seviyede dezavantajyaratabilir. 

   Örneğin basın, konuşma ve toplantı hürriyetini genişletme 
temel bir hak isteğidir fakat bunlar kolaylıkla kitle gösterilerine dönüşebilir 
ve terörle mücadeleyi olumsuz etkileyebilir.” (Connable ve Libincki, 
2010:79 ) 

Bu nedenle daha önce verilen bazı haklar bir müddet sonra daraltıldığında 
terör örgütünün istismarına açık bir alan yaratılmış olmaktadır. Zaman içerisinde değişiklikler yapılsa bile demokratikleşme çabalarının sürdürülmesi yine de en iyi çözüm ve terörün panzehiridir. Ancak can güvenliği ve yaşam hakkını vatandaşları için sağlayamayan devletlerin diğer tedbirlerle başarıya ulaşması da mümkün değildir. 

TSK ve bir bütün olarak güvenlik güçleri terörle mücadelede kendilerine verilen 
görevi başarı ile yerine getirmiş ve bazı dönemlerde örgütün silahlı gücünü 
büyük ölçüde etkisiz kılmıştır. PKK terör örgütü içerde kaybettiği gücünü, Birinci 
Körfez Savaşı, Kuzey Irak’ta uçuşa yasak bölge uygulaması, Kuzey Irak’ta gönüllü veya sessiz bir destekle barınma ve yaşam alanları elde etmesi, İkinci Körfez Savaşı ve sonrasında yaşanan kaotik ortam gibi dış gelişmelerden yararlanarak yeniden tesis etmekte başarılı olmuştur. 

Bu gelişmeler örgütün ömrünü uzatmış, geçen sürede tabanını sağlamlaştırmış, 
hem yurt içi hem de yurt dışında daha fazla siyasi bir figür haline gelmiştir. Devletlerin mutlak üstünlüğü ile sonuçlanan dünyadaki diğer örneklere bakıldığında terörün sonlandırılması için müzakere yapılması, genel af ilanı, yasa dışı örgütlerin siyasi hayata katılmasına izin verilmesi veya bölgesel reformların gerçekleştirilmesi gibi bir çok düzenlemenin hükümet inisiyatifi ile hayata geçirildiği görülmektedir. ( Sri Lanka ve Tamil örneğinde olduğu gibi) Çünkü terörü yaratan nedenlerde bir iyileştirme yapılmadığı zaman uygun koşullar oluştuğunda tekrar ortaya çıkma ihtimali vardır. Bu durumda mutlak zafer de göreceli bir başarıya dönüşmektedir. 

Söz konusu değişiklikler terör örgütünün çöküşünü müteakip hükümet inisiyatifi 
ile yapıldığında en önemli faktör psikolojik üstünlüktür. 

Bu durumda kamuoyunun yapılan değişiklikleri benimsemesi ve örgütün isteklerinin sınırlandırılması ihtimali daha yüksek olacaktır. 

Sonuç 

Sonuç olarak terörizmle mücadelede uygulanacak strateji, bu kapsamda hangi 
araçların ne zaman, hangi sıklıkla uygulamaya konulacağı siyasi bir tercihtir. Terör örgütleri açısından amaç, terörü bir araç olarak kullanarak “çatışmanın bedelleri karşısında devletin dayanma iradesini adım adım yok etmek, hareketin gelişmesini sağlamak, sonuçta çatışmaların çoğunu kaybetse de savaşı kazanmaktır. 
Bu tür bir anlayış karşısında en önemli husus devletin gücünü kullanma iradesi 
ve bu gücün yetenekleri ile ilgilidir. 
Hiçbir isyancı/devrimci hareket devletin güvenlik güçleri istekli ve mücadeleyi 
sürdürebilecek yetenekte olduğu sürece başarıya ulaşamaz. Ancak devletin güvenlik güçleri başka seçeneklerin bulunduğu bir ortamda silahlarını kullanma 
arzusunu sorgulamaya başladıklarında isyancıların/devrimcilerin 
kazanma günü gelebilir.” (Romano , 2010: 243) 

Son dönemde özellikle 2012 yılından sonra çözümün olgunlaştığı varsayımından 
hareketle PKK terörünü sonlandırmak için dolaylı mücadele yolu seçilmiş ve 
siyasi bir tercih yapılmıştır. Devlet bu yaklaşımla silahlı gücünü kullanma iradesini gönüllü olarak bir müddet askıya almıştır. Uygulanan yöntemler ve zamanlama konusundaki tartışmalar bir tarafa bırakılacak olursa yaşanan gelişmeler sonucunda artık macun tüpten çıkmıştır. Örgüt ve siyasi uzantıları tarafından öne sürülen hususlar kabul edilmese bile kazanç hanesine yazılacak ve talep çıtası daha yükseklere çıkarılmak istenecektir. 

Halk arasında destekçileri olan ve geniş kitleleri etkileyebilme yeteneğine sahip 
bir terör örgütü ve onun yarattığı terörizmle mücadele stratejisi ve uygulama planları hazırlanırken şu husus daima göz önünde bulundurulmalıdır. “Terörizme karşı başarılı olabilmek için topluma ve mevcut rejime yönelik asıl tehdidin öncelikle teröristlerin silahlı unsurlarından değil terör örgütünün ideolojisi ve toplumda istismar ettiği konulardan geldiği dikkate alınmalıdır. Şüphesiz terör örgütünün silahlı unsurları ortadan kaldırılmalıdır ancak bu gerçek tehlikenin ortadan kalktığı anlamına gelmez. Terör örgütünün siyasi istekleri ve niyetini dikkate almayan hiçbir strateji terörle mücadelede başarılı olamaz. Başarı için güvenlik tedbirlerinin alınması gereklidir fakat tek başına yeterli değildir (US Army FM 100-20). 

Not;

Bu Tanımlamanın Çinli bir general tarafından yapıldığı yönünde bilgiler de mevcuttur. 

Kaynakça 

British Army Field ManuelVolume 1 Part 10, October (2009). 

Connable B. ve Libicki Martin C. (2010). How Insurgencies Ends.National Defense Research Institute. 

Erdoğan İ. (2003). Terörle Mücadele Stratejileri Bağlamında “Müzakere”Türkiye Örneği, Akademik İncelemeler Dergisi, 8 (2). 

Galula, D. (2006). Counterinsurgency Warfare,Theory and Practice. Preager Security International. 

Guide to the Analysis of Insurgency(2012). US Government Publication. 

Kozelka Glen E.(Maj.). (2008). Boots on the Ground; A Historical and Contemporary Analysis of Force Levels for 
Counterinsurgency Operations, School of Advanced Military Studies. 

Mason David T.(2007).Sustaining the PeaceAfter Civil War.Strategic Studies Institute. 

McGrath John J. (2006). Boots on the Ground, Troop Density in Contingency Operations. Combat Studies Institute Press. 

Özcan Nihat A. (3 Temmuz 2010). Kanlı Terörle Yüzleşme, Yeniçağ Gazetesi. 

Romano, D., (2010). Kürt Milliyetçiliği.Vate Yayınevi. 

US Army FM 100-20 Military Operations in Low Intensity Conflict, Appendix-D, Chapter-2. 

Ünal M.C. (2011). The Basics of Terrorism and Counterterrorism. Routledge Handbook of Criminology. 


***

Terörizmle Mücadelede Kırılma Noktaları ve Strateji Değişikliğinin Zamanlaması., BÖLÜM 1

Terörizmle Mücadelede Kırılma Noktaları ve Strateji Değişikliğinin Zamanlaması., BÖLÜM 1 




Terörizmle Mücadelede 
Kırılma Noktaları ve Strateji 
Değişikliğinin Zamanlaması 
Nazım ALTINTAŞ* 
* (E) Korgeneral, nazimaltintas@yahoo.com 
Makalenin GelişTarihi: 05.01.2015 Kabul Tarihi: 28.03.2015 
Millî Güvenlik ve Askerî Bilimler İlkbahar 2015 • Cilt: 2 • Sayı: 6 

Özet; 

Terörizmle mücadele stratejilerinde koşullara bağlı olarak değişiklik yapılabilir ancak değişen stratejinin başarılı olması için zamanlama kritik bir faktördür. Mücadelenin kırılma noktaları zamanında teşhis edilebilirse bundan sonra ortaya çıkacak fırsat penceresi değişen stratejilerin uygulama araçları için uygun zemin yaratabilir. Zamanında yapılmayan değişiklikler terör örgütünün ömrü ve mücadelenin uzamasına, örgütün isteklerinin artmasına neden olmaktadır. Makalede, PKK terör örgütü ile yürütülen mücadele örneğinde bu konu incelenmiştir. Kırılma noktaları zamanında tespit edilemediği için strateji değişikliğinde kaçırılan fırsatlar üzerinde durulmaktadır.. 

Giriş 

Terör örgütlerinin özelliğine ve ülkelerin tercihlerine göre terörizmle mücadele 
stratejileri de değişkenlik göstermektedir. Stratejiler şartlara göre değiştiğinden bu değişikliğin zamanlaması karar vericiler için en zor konulardan birisidir. Bu yazının amacı terörizmle mücadele stratejilerinin irdelenmesinden çok strateji değişikliklerin zamanlamasını PKK terör örgütü ile yürütülen mücadele örneği ile incelemektir. 

Bu nedenle başlangıçta terörizmle mücadele stratejilerine genel hatları ile 
değinilmiş, ikinci bölümde Türkiye’nin PKK ile mücadelesinde strateji değişikliği 
yapılabilecek fırsat pencerelerinin zamanlaması üzerinde durulmuştur. 

Terörizmle Mücadele Stratejilerine Genel Bakış 

Terör örgütlerinin çoğu şiddete başvurmayı bir yöntem olarak seçtiğinden buna 
karşı devletler de tepkisel bir yaklaşımla teröristlere karşı güç kullanarak mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Ancak bu gücün kullanım şeklive alınan önleyici tedbirlerin şiddeti tercih edilen mücadele stratejisine göre değişmekte dir. Teröre karşı devletlerin uyguladığı tedbirler; terörist odaklı yöntemler, halkın güvenini kazanma ve güvenliğini sağlamaya öncelik veren tedbirler veya üçüncü bir yol olarak hem teröristleri hem de onların destekçilerini cezalandırma odaklı stratejileri kapsamaktadır (Guide to the Analysis of Insurgency, 2012: 22). 

Tarihsel süreçte “teröristle mücadeleden terörizmle mücadeleye doğru evrim geçiren stratejiler içerisinde müzakere yönteminin son zamanlarda gelişen bir mücadele stratejisi” (Erdoğan, 2003: 347) olabileceği yönünde tartışmalar olmakla birlikte, müzakere başlı başına bir strateji değil topyekun mücadele içerisinde siyasi açıdan alınacak tedbirlerin bir uygulama aracı olarak görülmelidir. 

Daha geniş bir bakış açısı ile teröre karşı devletlerin uyguladığı her türlü karşı 
tedbiri içeren mücadele yöntemleri genel olarak iki kategoriye ayrılmaktadır. 

Buna göre: 

Terörün karakteri ve çevre koşulları farklı olduğundan her ülkeye uyarlanabilecek standart stratejilerden bahsetmek zordur ancak devletlerin uyguladığı tedbirler ya bastırmak için caydırıcı güç kullanımını, ya da sosyal 
reformlar yaparak, istihbarat ve diplomasiyi kullanarak veya müzakere ederek 
yumuşak güç kullanımını kapsamaktadır. Bunlara aktif ve pasif yöntemler 
adı verildiği gibi, dolaylı veya doğrudan güç kullanımı adı da verilmektedir. Güvenlikçi önlemlerin tercih edildiği birinci yöntemin hedefi olayları olmadan önlemek veya caydırmak, ikinci yöntemin hedefi ise örgüt sempatizanı veya tarafsız kalmaya çalışan kitlelerin sağladığı psikolojik desteği kesmektir. 

Caydırıcı güç kullanımını benimseyen mücadele yöntemlerinin uzun süre kullanılması hem güvenlik kuvvetlerinin hem de devletin meşruluğunu tartışmalı hale getireceğinden hükümetler için yıpratıcı olabilmektedir. Hem toplum hem de teröristler açısından karşı tedbirlerin ölçülü ve hukuk çerçevesinde kalarak uygulanması daha etkili olmaktadır. (Ünal, 2011: 274) 

O halde bu yöntemlerden hangisine ne zaman ağırlık verileceği stratejik bir 
karar ve siyasi bir tercihtir. 

Terörizmle Mücadelede Uygulama Araçlarının Önceliği 

Galula’ya göre terör örgütlerinin bir yöntem olarak kullandığı “devrimci halk 
savaşı %20 askeri, %80 siyasi bir eylemdir” (Galula, 2006: 63). Bu görüşten hareketle söz konusu stratejiyi benimseyen terör örgütlerine karşı alınacak tedbirlerin önceliklerini belirlemede benzer bir yaklaşımın göz önünde bulundurulması gerektiği sonucu çıkarılabilir. Uzun süre devam eden terör eylemleri ve buna karşı yürütülen mücadelede dönemlere ve siyasi tercihlere göre uygulama araçlarından bazıları ön plana çıkmaktadır. Terör eylemlerinin şiddetinin arttığı ve güvenlik kuvvetlerinin de buna karşı yoğun operasyonlar yürüttüğü dönem, güç kullanımını ön plana çıkardığı için doğrudan mücadele, diğer uygulamaların ağırlık kazandığı dönem ise dolaylı mücadele dönemi olarak adlandırılmaktadır (British Army Field Manuel, 2009: 1-12). Terör olaylarının şiddeti ile uygulanacak strateji ve kullanılacak araçların önceliği Şekil 1.’de grafik olarak gösterilmiştir. 




Şekil 1.Terörizmle Mücadelede Uygulama Araçları İçin Fırsat Pencereleri. 

Doğrudan mücadele dönemi teröristlerin kendi inisiyatifleri ile eylem yapma 
yeteneklerinin bulunduğu, yoğun olarak güvenlik tedbirlerinin alındığı dönemdir. 
Bu dönemde güvenliğin süratle sağlanabilmesi için sıkıyönetim, olağanüstü hal 
ilanı, terörle mücadele için özel kanunlar yapılması, var olan cezaların artırılması, bireysel ve toplumsal özgürlüklerin kısıtlanması, yargılamanın kolaylaştırılması, özel mahkemelerin kurulması, bazı yayınlara yasaklama getirilmesi, yollarda arama ve kontrol tedbirlerinin artırılması gibi yasaklayıcı tedbirlere öncelik verilmesi kaçınılmazdır. 

Bu tedbirlerin hepsi veya bir kısmı ihtiyaca göre hayata geçirilebilir. 
Demokratik bir düzende arzu edilmeyen bu uygulamalar güvenlik söz konusu olduğunda toplum tarafından fazla eleştirilmeyebilir. 

Söz konusu tedbirlerin içeriği ve önceliklerin tespitinde belirleyici olan husus 
terör eylemlerinin sıklığı ve toplumda hissedilen şiddet algısının derecesidir. Terör örgütleri belirli bir güce ulaşıp inisiyatifi ele geçirdiğinde eylem yeri, zamanı ve şeklini seçme üstünlüğüne de sahip olmaktadırlar. Güvenlik güçleri bu eylemleri önlemek için operasyonları arttırdığı zaman gücün doğrudan kullanımına yönelik stratejiler ön plana çıktığından diğer tedbirlerin önceliği ikinci plana düşmektedir. 

Bu aşamada siyasi, idari, ekonomik, sosyal, kültürel vb. alanlarda reform niteliğinde değişiklikler yapılması yararlı olmayacaktır. Çünkü terör örgütü kazanma ümidinin arttığı bir zamanda bu değişiklikleri yetersiz bulacak, kamuoyu ise bunları baskı altında alınan kararlar olarak göreceğinden şiddete boyun eğme ve teröristlerin isteklerine taviz verme şeklinde algılayacaktır. 

Bu dönemlerde yumuşak güç kullanımı kapsamındaki tedbirlere öncelik verilmesi sanki terörizm kazanıyormuş izlenimi vereceğinden riskli bir tercih olacaktır. Tarihi örnekler incelendiğinde terör örgütleri, bu değişiklikleri eylemlere karşılık alınmış bir hak olduğunu iddia etmiş ve daha fazlasını talep etmişler, eylemlerini haklı göstermek için de bu kazanımları propaganda aracı olarak kullanma eğiliminde olmuşlardır. Bu nedenle şiddetin çok arttığı, gündemin her gün terör olayları ile meşgul edildiği dönemlerde faaliyetlerin önceliği güvenlik tedbirlerin de olmak durumundadır. Çünkü güvenlik kuvvetlerinin aldığı tedbirler diğer alanlarda gerçekleştirilecek uygulamaların da güvencesidir. İdari, ekonomik ve siyasi alanlarda alınan kararlar terör örgütünün tehditleri nedeni ile uzun süre yaşatılamaz ise etkileri de ortadan kalkmaktadır. 

Bu dönemlerde öncelikli konu güvenlik ve vatandaşların yaşam hakkının 
sağlanması olduğundan diğer alanlarda alınan tedbirler günlük hayata hemen yansımayacak ve çoğu zaman kişisel haklar, özgürlükler ve güvenlik arasındaki dengede güvenlik yönü ağır basan düzenlemeler ön plana çıkmaktadır. 

Bu dönemde çıkarılan kanunlar ve yapılan idari düzenlemeler çoğunlukla terör olaylarına ve istismar edilen konulara reaksiyon niteliğinde olduğundan demokrasi kriterleri açısından da tartışmalı hale gelmekte ve bu durum terör örgütüne yeni propaganda fırsatları sunan kısır bir döngü yaratmaktadır. 

Güvenlik kuvvetlerinin mutlak hâkimiyet sağladığı durumlarda daha önce terör 
örgütünün taleplerini çağrıştıran değişikliklerin yapılması kamuoyu tarafından gereksiz taviz olarak görülebilir. Bu nedenle söz konusu dönemde yapılacak değişiklikler siyasi risk taşıdığı için gündeme alınma ihtimali düşüktür. Böyle zamanlarda toplumsal iradenin oluşmasını sağlayacak vizyon sahibi cesaretli liderlerin olmaması bir toplumu terörü sonlandırmak için yakalanan tarihi fırsattan yoksun bırakabilir. 

Diğer taraftan terörizmle mücadelede güvenlik boyutunda mutlak hâkimiyet sağlamak oldukça zordur. Güvenlik tedbirleri devam ederken diğer alanlarda 
yeni uygulamaları gündeme getirmek için en uygun zaman doğrudan ve dolaylı 
mücadele dönemleri arasındaki bir zaman dilimidir. Güvenlik tedbirleri yanında diğer alanlardaki uygulamaların da ivme kazandığı dönem terörizmle mücadele de dolaylı güç kullanımının başladığı dönemidir. Dolaylı mücadele için mutlak  hakimiyet beklenirse geç, olaylar azalmadan başlatılırsa erken olacaktır. 

Teröristlerin inisiyatifi kaybetmeye başladığı, terör olaylarının makul bir seviyeye indirgendiği bu dönemde hayata geçirilecek değişiklikler güvenlik tedbirleri ile korunacağından hem halk tarafından benimsenecek hem de örgütün propaganda imkânları elinden alınmış olacaktır Bu gelişmeler güvenlik ortamının sağlanması ve sürdürülmesine de olumlu katkı sağlayacaktır. 

Uzun vadede sonuç verecek olsa dahi yapılacak bazı düzenlemelerin gerekçeleri 
açıkça anlatılarak muhtemel sonuçları hakkında kamuoyu yaratılmalıdır. 

Çünkü iç siyasette bazı değişikliklerin kabulü, toplumun bunları benimsemesi uzun zaman almakta bir ölçüde toplumsal mutabakat sağlanması gerekmektedir. Ekonomik hayatı iyileştirecek teşvik tedbirleri bu dönemde gündeme alınmalıdır. Bu suretle sağlanacak gelişmeler terör örgütünün istismar ettiği konuları elinden almak için fırsat yaratabilir. Ancak unutulmaması gereken husus terörizmle mücadelenin ikna edilmesi gereken taraflarından biri teröristler ise diğeri de iç ve dış kamuoyudur. 

Bazı değişikliklerin sıradan bir vatandaş için ödemesi gereken maliyetleri olacaktır. 

Demokrasilerde şeffaflık ve hesap verme en temel özelliktir. Bu nedenle terörün 
nasıl sonlandırılacağı na dair farklı düşünceler olsa bile toplumun büyük kesimleri ve siyasi partiler arasında asgari müştereklerde görüş birliği sağlamak dolaylı mücadelenin başarısını artıracaktır. Bireysel hak ve özgürlükler ile güvenlik arasındaki dengelerde güvenlik anlayışını öne çıkaran gerekçeler azalacağı için bu dönem terörizmle mücadelede diğer tedbirlerin uygulanması için bir çeşit fırsat penceresidir. 

Terörizmle Mücadelede Kırılma / Dönüm Noktaları ve Fırsat Pencereleri 

Terörizmle mücadelede kırılma veya dönüm noktaları olarak da tanımlana bilecek fırsat pencerelerinin tespiti karar alıcılar için hiç de kolay değildir. Kırılma ya da dönüm noktasının tanımı şu şekilde yapılmaktadır. “Nihai sonuca doğru olayların keskin bir dönüş yaptığı, karakterinin değiştiği noktadır. Dönüm noktalarını yaratan faktörlerin teşhisi analizlerin dışında bazen sezgilerle yapılabilir.

Üzerinden uzun bir süre geçtiği halde farkına varılmaya bilirler. Dönüm noktası nı yaratan faktörlerin ortaya çıkışı olayların içinde ve en yakından gözlemleyen ler tarafından bile fark edilmeyebilir, karar vericiler çoğu zaman koşullar ve davranışlara ilişkin paradigma değişikliklerinden yanlış sonuçlar çıkarabilirler.” (Connable ve Libicki , 2010: 28). O halde bu değişimin başladığı nasıl anlaşılabilir? Burada iki husus öne çıkmaktadır. Birincisi tanımda geçen sezgi kavramıdır. Sezgi, geçmiş deneyimlerin, eğitim ve yaşanarak öğrenilenlerin özümsenmesi ile oluşan bilgidir. 

Bunun için karar vericilerin terörizm konusunda tecrübeli ve bilgili olmaları gerekir. 

   Güvenlik kuvvetleri mensupları olayların görünür sonuçlarına yoğunlaştığın dan halkın davranışları, ekonomik göstergeler ve duygusal davranışları gözden  kaçırabilirler. Bu alanlardaki değişikliklerin takibi diğer kurumlarla birlikte siyasi karar vericilerin görevidir. Bu nedenle siyasi liderlerin sorunlu bölge ile yakından ilgilenmesi ve bölgeye ait kişisel gözleme dayalı bilgi ve tecrübeye sahip olması önemlidir. Güvenlik bürokrasisi ile siyasi makamlar arasında karşılıklı güven ve uygun iletişim kanalları olmadığı zaman kararların geç veya eksik alınma riski de artmaktadır. 

Dönüm noktasını yaratan değişikliklerin teşhisi için yararlanılabilecek araçlardan 
birisi de bilgiye dayalı analizlerdir. Söz konusu analizler istihbarat bilgileri, 
operasyon sonuçları ve bölgeden alınan çeşitli alanlara yönelik veriler ya da kamuoyu araştırmalarına dayanarak yapılabilir. Bu amaca yönelik değerlendirme kriterlerinin ve eşik değerlerin önceden belirlenmesi ve bunlara periyodik analizlerde yer verilmesi, terörizmle mücadelede meydana gelen dönüm noktalarının tespitini kolaylaştıracaktır. Örneğin Dünyadaki çeşitli örnekleri inceleyerek terörizmin nasıl sonlanabileceğini analiz eden bir çalışmada; aşağıdaki emarelerin güvenlik güçlerinin mücadeleyi kazanmakta olduklarının işareti, dolayısıyla bir kırılma noktasının göstergeleri olabileceği üzerinde durulmuştur (Connable ve Libicki , 2010: 44). 

-Teröristlerin kendi inisiyatifleri ile eylem yapma yeteneğinin veses getirici 
eylem sayısının azalması, 

-Terör örgütünün lider kadrosu ve üst yapısındaki elemanlarında kapsayacak 
şekilde örgütten kaçanların ve teslim olanların sayısının artmaya başlaması, 

-Halk tarafından sağlanan sonuç alıcı istihbarat bilgilerindeki artış, 

-Yurtiçi ve dışındaki örgüte ait güvenli bölge vekampların imhası, 

-Terör örgütünün silah, patlayıcı ve yaşam malzemelerini daha zor ve fazla 
para ödeyerek temin etmeye başlaması, 

-Uluslar arası desteğin ve özellikle maddi yardımların azalması. 

Yukarıda belirtilen faktörler ışığında bir terör örgütünün güvenlik güçleri karşısında başarısız olduğu, hedeflerine ulaşmak için şiddetin gerekli ve yeterli bir araç olup olmadığını tartışmaya başladığı zaman terörizmle mücadelenin kırılma noktalarından birisidir. Bu emarelerin tespiti mücadele stratejisinde yapılacak değişiklikler açısından çok önemlidir. Bu zaman diliminde açılan fırsat pencereleri iyi değerlendirilmez ise mücadelenin süresi uzayabilir ve örgüt kazanılan zamanı lehine çevirebilir. Bu nedenle söz konusu kırılma anının tespitinde devletin istihbarat teşkilatının çalışmaları hayati önem taşımaktadır. 

PKKTerör Örgütü ile Mücadelede Fırsat Pencereleri 

Yukarıdaki değerlendirmeler ışığında olay sayısı ve sıklığı, terörle mücadelede 
kullanılan güvenlik kuvvetlerin miktarı, teslim olan ve etkisiz hale getirilen terörist miktarı gibi bazı faktörler dikkate alınarak PKK ile mücadelede yaşanan kırılma noktaları analiz edilmiştir. 

Olay Sayısı ve Sıklığı 

PKK Terör örgütü ile mücadelenin dönüm noktalarını belirlemek, dolaylı ve 
doğrudan mücadelede fırsat pencerelerini teşhis edebilmek için geçmiş yıllara ait olay sayıları Şekil 2.’de gösterilmiştir. 

Eruh ve Şemdinli’de 1984 yılında gerçekleştirilen ilk eylemden sonra terör 
olayları Birinci Körfez savaşına kadar artarak devam etmiş, 1992 yılında başlayan tırmanma 1993 yılında zirve yapmıştır. Olayların başlangıcında örgütün amaçları ve niteliğinin doğru teşhis edilememesi, zayıf ve hassas olduğu dönemlerde bölgedeki güvenlik kuvvetlerinin sayıca yetersiz olması, bu kuvvetlerin eğitim, teşkilatlanma ve malzeme noksanlıkları nedeniyle denetim sağlanamamış ve terör örgütü bu dönemde tabanını genişletmiştir. Mao’nun ifadesi ile halkın %1520’nin desteğini kazanan gerilla görünmez olur prensibini doğrular nitelikte, bazen gönüllü bazen de şiddet uygulayarak bu destek kazanılmıştır. Eylemlerin başladığı yıldan Birinci Körfez Savaşına kadar geçen süre terörle mücadelenin geleceği açısından en kritik dönemlerden birisidir. Mason’un (2007: 79): “İlk yıllarda isyancılar hayatta kalmayı başarırlarsa, kazanmaya yetecek güçleri olmasa da büyümeye, güçlenmeye devam ederler” saptaması PKK ile mücadelede de geçerli olmuştur. Güvenlik tedbirlerinin ağır bastığı, teröristle mücadeleyi esas alan bir strateji uygulanmasına rağmen bölgede denetimi sağlamak için başlangıçtan itibaren yeterli gücün tahsis edilmemesi örgütün ömrünü uzatan bir faktör olmuştur. 

O dönemde dolaylı mücadele kapsamında siyasal, idari, sosyal ve kültürel 
alanlarda bir değişiklik düşünülmemiştir. Bugün PKK terör örgütü tarafından 
çözüm için öne sürülen isteklerin boyutu dikkate alındığında “başlangıçta küçük 
de olsa atılacak adımlar daha sonra yapılacak hızlı ve radikal reformlardan daha 
önemlidir” (Mason, 2007 s:79) şeklinde ifade edilen görüşe haklılık kazandırmaktadır. 


Şekil 2.Terör Olayı Sayısı ve Fırsat Pencereleri., 

Başlangıçta bölgedeki kolluk güçleri olan Polis, Jandarma, Geçici Köy Korucuları 
(GKK) ve onları takviye eden Kara Kuvvetleri birlikleri ile alınan güvenlik tedbir  leri yeterli olmayınca 1996 yılında Kara Kuvvetleri Komutanlığı birliklerine 
terörle mücadelede doğrudan sorumluluk verilmiş, bölgeye daha fazla kuvvet gönderilerek alan kontrolü sağlanmış ve inisiyatif güvenlik güçlerine geçmiştir. 1997 Yılında örgüt bağımsızlık hedefine ulaşamayacağını belirterek stratejisinde değişiklik yaptığını ve bir yıl sonra da sözde ateşkes ilan ettiğini açıklamıştır. 

Bu nedenle 1997 yılı, birinci bölümde ifade edilen “bir terör örgütünün güvenlik güçleri karşısında başarısız olduğu, hedeflerine ulaşmak için şiddetin gerekli ve yeterli bir araç olup olmadığını tartışmaya başladığı zaman terörizmle mücadelenin kırılma noktalarından birisidir ve bu dönem mücadele stratejisinin değiştirilmesi için fırsat penceresi teşkil eder” saptamasına uygun düşmektedir. Bu zaman dilimi güvenlik tedbirleri yanında diğer tedbirlerin de ön plana çıkarılacağı bir dönemin başlangıcını teşkil etmektedir. Siyasi otoritenin yetki alanında olan bu tercih ve bunun yaratacağı fırsat kullanılmamıştır. 

1999-2004 yılları arasındaki dönem güvenlik kuvvetleri açısından mutlak hakimiyet dönemidir. Olay sayısı kabul edilebilir normal asayiş düzeyine inmiştir. PKK terör örgütü ile mücadelenin bütün tarihi boyunca güvenlikçi tedbirlerin dışında dolaylı mücadele yöntemlerinin uygulanması için en müsait ortam bu zaman diliminde yakalanmıştır. Ancak bu dönemde terörle mücadelede taviz olarak nitelenebilecek söz konusu tedbirler gündeme gelmemiş, sorunun kaynağına el atacak siyasi bir irade ortaya konulmamıştır. Aynı dönemde ikinci Körfez Savaşının yarattığı güvenlik endişeleri de ön plana çıkmış, ekonomik ve siyasi krizler terörle mücadele çalışmalarını gölgede bırakmıştır. 2004 Yılında tekrar başlayıp 2006’da yükselişe geçen olaylar 2008 yılında son zamanların en üst düzeyine çıkmış ve 2009 yılında tekrar azalma eğilimi göstermiştir. Önceki yıllara göre çok daha az olay meydana gelmesine rağmen terör konusu kamuoyunun gündemini geçmiş dönemlerden daha fazla meşgul etmiştir. 

Bu algının oluşmasında etkisi giderek artan medya önemli bir rol oynamış, mücadele stratejilerinin değiştirilmesinde etkili olmuştur. Bu değişimde uluslararası gelişmelerde göz ardı edilmemelidir. 

Bu dönem terör örgütü ile dolaylı ve doğrudan temasların başladığı, dolaylı mücadele yöntemlerinin devreye alınması için zemin hazırlandığı dönemdir. 

Bu tarihlerde olayların şiddetinin artması örgütün elini güçlendirmek için başvurduğu bir taktik olarak da görülmelidir. 2009 Yılından itibaren terörle mücadelede strateji değişikliği gündeme alınmıştır. Siyasi açıdan bir uygulama aracı olarak nitelenebilecek terör örgütü ile görüşmeler de bu zamanda başlamıştır. 

Dolaylı mücadele dönemi için fırsat penceresi göstergelerinden birisi de güvenlik 
tedbirlerinin ne ölçüde başarılı olduğu, ele geçen ve teslim olan terörist 
miktarı ile bunu sağlayan güç miktarının yeterliliğini karşılaştırmaktır. 1988-2000 dönemine ait veriler Şekil.3’de karşılaştırılmıştır. Grafikte kullanılan veriler her faktörün gerçek değeri olmayıp sadece trendleri belirtmektedir. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

12 Haziran 2017 Pazartesi

NATO Zirvesinde Terörizmle Mücadele ve İstihbarat Paylaşımı


NATO Zirvesinde Terörizmle Mücadele ve İstihbarat Paylaşımı 






Brüksel zirvesinde, teörle mücadelede istihbarat paylaşımının önem ve gereğine yoğun vurgu yapılması, NATO’nun terörizmle mücadele stratejisindeki en 
önemli güncellemelerden birisi olarak kabul edilebilir. 

Merve Seren  
Murat Yeşiltaş  
1 Haziran 2017  

25 Mayıs 2017’de Brüksel’de yapılan NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirve Toplantısı, geçmişte sarf ettiği sözlerle İttifak’a karşı negatif tutumlar sergileyen ABD’nin yeni Başkanı Donald Trump’ın ilk katılımı olmasından dolayı özel bir öneme sahipti. Başkanlık seçimlerinden önce Trump, NATO’yu misyonunu tamamlamış ve modası geçmiş bir örgüt olarak nitelendirmişti.

Brüksel’deki zirvede, son yıllarda NATO’nun gündeminde başlıca yer tutan ve ilerleme kaydedilmesi gereken bazı hususlara ilişkin değerlendirmeler yapıldı. Bu hususların başında özellikle iki konu önem arz ediyordu. Birincisi, uluslararası terörizmle mücadelede etkinliğin artırılması için yapılması gerekenler ve istihbarat paylaşımında olduğu gibi, belli başlı sorunların çözümlenmesiydi. İkincisi ise uzun bir süredir NATO’nun gündeminde bulunan ve özellikle ABD’nin üzerinde durduğu NATO savunma harcamalarının paylaşımı konusuydu.

SAVUNMA HARCAMALARI

İttifak üyeleri, NATO’nun 4-5 Eylül 2014 tarihlerinde gerçekleştirilen Galler Zirvesi’nde, savunma harcamalarındaki düşüşü sonlandırmak üzere gelecek 10 yıl içerisinde GSYH’lerinin en az yüzde 2’sini savunmaya ayıracakları taahhüdünde bulunmuşlardı. GSYH’nin yüzde 4’ünü savunmaya ayıran ve NATO’nun bütçesinde en büyük pay sahibi olan ABD’nin, savunma harcamalarını arttırmaları konusunda Avrupalı müttefikleri üzerinde son 4-5 yıllık süreçte diplomatik baskısı söz konusu. Bu konu özellikle Trump’ın gündeminde de önemli bir yer tutuyor.

Hâlihazırda NATO bütçesinin yüzde 22’si ABD, yüzde 15’i Almanya ve yüzde 10’u da İngiltere tarafından karşılanmaktadır. Galler Zirvesi’nde alınan bu kararın etkilerinin görülmeye başladığını, bu durumun 2015 yılında savunma harcamalarında düşüş olmamasından ve 2016 yılında da NATO müttefiklerinin savunma harcamalarında toplam yüzde 3,8 oranında bir artış gerçekleşmesinden anlaşıldığını ifade etmek gerekir.

NATO’NUN TERÖRLE MÜCADELE KONSEPTİ

NATO’nun terörle mücadele alanında özellikle etkin istihbarat paylaşımı konusunda bir takım sorunlar yaşadığı bilinmektedir. NATO’nun hâlihazırda terörizmle mücadele politikası, Mayıs 2012’de yayımlanan Terörizmle Mücadele Konsepti çerçevesinde alansal olarak üç temel sacayağı üzerinde şekillenmektedir. Bunlar;

Farkındalık (Awareness): Burada terörist tehditlere karşı İttifak bünyesinde istişare, istihbarat paylaşımı, stratejik analiz ve değerlendirmeler yoluyla üye devletlerin farkındalıklarının sağlanması ve arttırılması amaçlanmaktadır. Böylece İttifak üyesi ülkelerin terörist saldırılara karşı korunması hedeflenmektedir. Bu unsurun bir diğer boyutu ise stratejik iletişim ve belirli angajman kuralları yaratarak İttifak bünyesinde terörizmle mücadele konusunda ortak bir anlayış geliştirmektir.

İmkân ve Yetenekler (Capabilities): Söz konusu tehditlerin bertaraf edilebilmesi için gerekli imkan ve kabiliyetlerin geliştirilmesi kastedilmektedir. Terörizme bir tür asimetrik tehdit anlayışıyla yaklaşan NATO, bu konuda ulaştığı deneyim ve birikimi üyeleriyle ve hatta uluslararası toplumla paylaşmak istemektedir. Burada NATO’nun, uluslararası terörizmle mücadelede lider ve yönlendirici bir rol üstlenmeyi hedeflediği düşünülebilir. Bu şekilde uluslararası terörizmle mücadele alanında NATO, kendi konseptlerini uluslararası topluma bir anlamda (en azından teorik çerçevede) empoze etme imkanına da sahip olabilecektir.

Angajman (Engagement): Bu başlık altında terörle mücadele kapsamında NATO’nun daha aktif bir rol üstlenmesi ve bu amaçla devreye sokmak istediği temel araçlarla, uluslararası sistemin meşru aktörlerini devreye sokacak olan daha sistematik ve kapasite artırıcı bir işbirliğini öngören politika hedefleri yer almaktadır. Fakat üçüncü sütunun en önemli özelliği, NATO’nun müttefik ülkelerin yerel düzeyde terörizmle mücadele kapasitelerinin artırılması hedefini ortaya koyması kadar, yeni güncellenen politikalarla operasyon bölgelerindeki yerel unsurların eğitilerek ve örgütlenerek savaştırılmasıdır. Böylece çatışma bölgelerinde çok sayıda NATO askerinin konuşlandırılmasına gerek kalmayacaktır.

DEAŞ’LA MÜCADELEDE NATO’NUN ROLÜ

Bu çerçevede NATO’nun Terörizmle Mücadele Konsepti, ‘uluslararası hukuka bağlılık’, ‘İttifak üyelerine destek sağlama’ ve ‘mükerreriyetin önlenerek bütüncüllüğün sağlanması’ şeklinde üç temel prensibe dayanmaktadır.

Nitekim Brüksel zirvesi öncesi bir açıklama yapan NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, NATO’nun Terörizmle Mücadele Konsepti çerçevesinde atılan adım ve uygulamalarla, hedeflenen politikalara işaret eden beyanatlarda bulundu. Stoltenberg’in açıklamalarında özellikle dikkat çeken hususlardan biri, NATO’nun, 68 ülkenin yer aldığı DEAŞ’la Mücadele Uluslararası Koalisyonu’nun artık kurumsal anlamda da bir parçası olma yolunda daha somut ve hızlı adımlarla ilerlediğine işaret etmesiydi. Her ne kadar Koalisyon, NATO üyesi 28 ülkeyi münferit olarak bünyesinde barındırsa da NATO, resmi ve kurumsal olarak mevzubahis Koalisyonda doğrudan yer almayıp, sadece gözlemci statüsünde iştirak ediyor.

Bu açıklamalar arasında, AWACS erken uyarı uçaklarının daha etkin kullanımı gibi, NATO’nun terörizmle mücadeleye sağlayacağı katkıların teknik ve askeri boyutuna ilişkin detaylar da vardı. Bu detaylar, NATO’nun uluslararası terörizmle mücadeleye ilişkin faaliyetlerinin belirleneceği bir eylem planına dönüşecekti. Öyle ki NATO bünyesinde terörle mücadelede işbirliğini güçlendirecek bir ‘İstihbarat Paylaşım Merkezi’ kurulacak ve ayrıca ‘özel görevli koordinatör’ atanacaktı. Söz konusu merkezin Brüksel Zirvesi’nde gündeme gelmesi ve istihbarat paylaşımının önem ve gereğine yoğun vurgu yapılması, NATO’nun terörizmle mücadele stratejisindeki en önemli güncellemelerden birisi olarak kabul edilebilir.

ÜYELER ARASINDA GÜVEN SORUNU

NATO’nun terörizmle mücadele konusunda teorik ve söylemsel bir mükemmeliyetçiliğe doğru ilerlediği aşikâr olmakla birlikte, siyasal anlamda ve pratikte ciddi sorunların yaşandığı gerçeğini unutmamak gerekiyor. Her şeyden önce NATO üyeleri bakımından bir samimiyet ve ciddiyet sorununun mevcudiyetinden söz etmek mümkündür. Zira lider ülke konumundaki ABD başta olmak üzere, İttifak’ın güçlü Batılı üyeleri, kendi siyasi-askeri strateji ve politikalarını adeta bir NATO politikası haline getirmek istediklerine dair bir izlenim yaratmaktadırlar.

Bireysel çıkar ve politikaların farklılaştığı bir ortamda, ortak politikaların üretilmesi ve icrası da bu durumda ortaya çıkan karşılıklı güven sorunu nedeniyle zorlaşmaktadır. Bu da İttifak’ın, somut amaçlar çerçevesinde varlık nedeninin ve geleceğinin sorgulanmaya başladığı bir belirsizliğe doğru hızla sürüklenmesine neden oluyor.

Öyle ki NATO karşıtı söylemleriyle dikkat çekmiş bir ABD Başkanı, Ortadoğu’ya yönelik politikaları söz konusu olduğunda, terörizmle mücadele bağlamında NATO’ya sığınma ihtiyacı duyabiliyor. Bu aslında maddi anlamda bir ihtiyaç olmanın ötesinde, NATO’yu siyasi ve psikolojik bir manivela olarak görmekten başka bir anlam taşımıyor. NATO’nun ABD’nin önderlik ettiği DEAŞ’la Mücadele Küresel Komisyonu’na kurumsal anlamda dâhil edilme niyeti de aslında bu amaca hizmet ettiği görüntüsü veriyor.

TERÖRLE MÜCADELEDE ÇİFTE STANDART

Zira NATO’nun DEAŞ’la mücadeleye olan katkısının, askeri anlamda operasyonel olmanın ötesinde daha ziyade siyasi nitelikte önemi haiz olduğu anlaşılıyor. Zira askeri unsurlar, NATO adına doğrudan sıcak çatışmalar içerisinde yer almayacak. NATO’nun Terörizmle Mücadele Konsepti çerçevesinde öncelikle istihbarat ve eğitim sağlamaya dönük, ağırlıklı olarak lojistik nitelikte destekleyici mahiyette olacak. Ayrıca NATO’nun yalnızca DEAŞ’e odaklanması, İttifak üyeleri bakımından ciddi bir samimiyet ve güven sorgulamasına neden oluyor.

Öyle ki, İttifak’ın en önemli üyelerinden birisi olan Türkiye’nin uzun yıllardır mücadele ettiği PKK ile organik bağı net olan PYD, DEAŞ’la mücadelede bir müttefik olarak görülebiliyor. Dahası, ABD’nin Türkiye’nin bütün itiraz, uyarı ve her türlü diplomatik çabalarına rağmen bu örgüte silah desteği vermesi, NATO’nun sorgulanmasına neden oluyor. Böylece NATO’nun ortak bir terör anlayışı oluşturma yönündeki iddia ve çabalarının da beyhudeliği anlaşılıyor. Sonuçta politika ve işlevleri, bazı İttifak üyelerinin çıkarlarına göre belirlenmeye çalışılan ve müttefikler arasında tehdit ve tehdit algılamalarında farklılıklar bulunan bir NATO görüntüsü, bu İttifak’ın geleceğini de riske atıyor.

İSTİHBARAT PAYLAŞIMINDA KRİZ

Terörizmle Mücadele Konsepti’nde önemli bir yer tutan ve 2017 Brüksel Zirvesi’nde de tekrar gündeme gelen istihbarat paylaşımı konusunda da, büyük bir idealizm sergilemesine rağmen NATO’nun ciddi sıkıntılar yaşamaya devam edeceği aşikar. Zira İttifak’ın kilit üyelerinden İngiltere’nin Manchester kentinde, NATO Zirvesi’nin hemen öncesinde düzenlenen terör saldırısıyla ilgili bazı detay ve fotoğrafların ABD medyasına sızdırılması, İngiliz ve ABD güvenlik güçleri arasında bir krizin yaşanmasına neden oldu.

Başbakan Theresa May, Brüksel’deki NATO Zirvesi’nde Başkan Trump’la yapacağı görüşmede konuyu gündeme getireceğini ve kolluk kuvvetleri arasında paylaşılan istihbaratın güvende tutulması gerektiğini açıkça söyleyeceğini ifade etmişti. Bu açıklamalar, İngiltere’nin bu sızıntıdan ABD’li istihbarat ve güvenlik yetkililerini sorumlu tuttuğu ve ortada bir güven sorunu olduğu anlamına geliyordu. Yazılı bir açıklamayla sızıntının ‘ciddi bir sorun’ olduğunu ifade eden Başkan Trump ise bir uçak bombalama eylem hazırlığına ilişkin İsrail istihbaratının paylaştığı yüksek gizlilik dereceli bilgileri Rus yetkililerle (Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov) 10 Mayıs’ta Oval Ofis’te yapılan görüşmelerde boşboğazlık yaparak ifşa etmekle, dolayısıyla istihbarat kültürüne sahip olmamakla suçlanan bir Başkan. Bu da farklı istihbarat kültür ve geleneği olan müttefikler arasında istihbarat paylaşımında başlı başına bir güven sorunu doğuruyor. Bu olayın akabinde İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Trump’ın ülkesini ziyareti esnasında, iki ülke arasındaki istihbarat koordinasyonunun ‘çok kötü’ olduğunu vurgulamıştı.

NATO’YA YENİ MİSYONLAR YÜKLENİYOR

Sonuç olarak, bütün iyi niyet ifadelerine ve kurumsal düzeydeki gelişmelere rağmen NATO geleneksel sorunlarıyla boğuşmaya devam edeceğe benziyor. Bu sorunların başında, başat roldeki ülkelerin İttifak’ı, kendi anlayış ve politikaları çerçevesinde yönlendirme ve kullanma hakkını kendilerinde görmeleri geliyor.

Dolayısıyla üyelerin farklı tehdit algılamalarına sahip oldukları bir ortamda, lider ülke konumunda bulunanların politik tercihlerine göre yön belirleyen ve tavır alan bir NATO sorunu yaşanıyor. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana NATO’nun misyonuna yönelik beklentiler de değişti. Şöyle ki; bölgesel çatışmalarda ve uluslararası terörizmle mücadelede NATO’ya yeni görev ve misyonlar yüklenmeye çalışılıyor. Bu da farklı çıkar ve siyasi anlayışlara sahip müttefikler arasında ciddi sorunlara sebep oluyor.

Bu sorunların başında ise siyasi kaygılardan kaynaklanan güvensizliğin doğurduğu tereddütlerin bir ürünü olarak tezahür eden işbirliği sorunları geliyor. İşbirliği konusunda yaşanan sorunların en somut örneğini ise kuşkusuz istihbarat paylaşımı konusundaki sıkıntılar oluşturuyor.

[Anadolu Ajansı, 1 Haziran 2017]


http://www.setav.org/nato-zirvesinde-terorizmle-mucadele-ve-istihbarat-paylasimi/

***

2 Eylül 2016 Cuma

Tehdidin Magazinleşmesi Magazinin Tehditleşmesi



Tehdidin Magazinleşmesi Magazinin Tehditleşmesi


Yazar: Abdullah Ağar
Terörizm ve Terörizmle Mücadele Uzmanı

Türkiye’nin terörle mücadelesindeki en önemli kurumu olan TSK’yla ilgili olarak ortaya çok ciddi iddialar atılmaya devam ediyor. 
Bu konuda TSK’nın geçmişteki mücadelelerinde FETÖ manipülasyonunun boyutları tartışılıyor.

FETÖ’nün TSK’daki varlığının ortaya çıkmasının ardından başlatılan soruşturmalar, sızma ve manipülasyonların pek çok farklı boyutunu ortaya çıkarıyor. Son olarak ortaya atılan iddialar ise oldukça ciddi. FETÖ’nün Güneydoğu’daki terörle mücadelede TSK’yı manipüle ettiği ve aslında mücadeleyi sekteye uğrattığı belirtiliyor. Bununla ilgili olarak özellikle FETÖ-PKK birlikteliği de dile getiriliyor.

Ancak bu konu, spekülasyona ve yönlendirmeye çok açık. Kritik bir ayrım yapılması gerekiyor.

'' Genele Yayma’' Tehlikesi

FETÖ’cülerin Güneydoğu’da terörle mücadeleyi kirlettiğini açık, ancak bu durumu ifade ederken Güneydoğu’da devam eden gerçek mücadelenin göz ardı edilmemesi gerekiyor. Türkiye’nin terörle mücadelesi FETÖ’cüler tarafından çeşitli şekillerde, hem taktik hem operatif hem de stratejik hem de ruh anlamında manipüle edildiğine dair bir gerçekle karşı karşıyayız. Ancak bunun terörle mücadelenin tamamını kuşatmış veya tamamına yayılmış gibi bir cümle kurmak, bizim Güneydoğu’da yapmış olduğumuz mücadeleyi kirletir, PKK’nın doğrusal ve asimetrik hedeflerine hizmet eder.

“ Spekülasyona Çok Açık ”

Bu konu spekülasyona çok açık. Bir terörle mücadele var, bir de bu mücadelenin içerisinde manipülatif hareket eden FETÖ’cüler. Bu manada çok dikkatli davranılması gerekiyor. Öncelikle üniformalı teröristlerin PKK ile işbirliği içinde olmasının, doğrusal ve asimetrik destek vermesinin; kişiye, organize suç örgütü şeklinde müşterek davranmasına, belli alanlarda ve belli zamanlarda etki üretmesine bağlı 
özel durumlar var. FETÖ ile ilişki içinde olan ve ele geçirilen üniformalı teröristlerin Güneydoğu’da görev yaptıkları zamanlarda, yerlerde ve  makamlarda, ne yaptıkları, oralarda ve o zaman aralıklarında neler olduğu öncelikle açıklığa kavuşmalı. Bizim terörle mücadelemizde o dönem ve yerlerde ne gibi zafiyetler ve manipülasyonlar yaşanmış, öncelikle bunları bakılmalı. Ancak bunun terörle mücadelenin, zamanın ve mücadele alanının tamamını etki altına almış ve/veya kuşatmış gibi bir cümle kurmak bizim Güneydoğu’da yapmış olduğumuz mücadeleyi fazlasıyla kirletir.

FETÖ’cüler Terörle Mücadeleyi Kirletti Ama Silahlı Kuvvetlerin Çoğunluğu FETÖ’ye ve FETÖ’cülüğe Bulaşmadı

Bugün Silahlı Kuvvetler ve devletin diğer kurumlarına yuvalanmış bir yapı var. Bu terör örgütünün devleti, TSK’yı, değer ve kavramlarımızı kirletmesi ve eksenini kaydırmaya çalıştığı açık. Ancak cümleleri kurarken çok dikkatli davranmak gerekiyor. Sonuçta PKK, IŞİD, FETÖ ve arkasındaki iradeler devlete ve güvenlik kuvvetlerine inançsızlığın ve güvensizliğin derinleşmesini istiyor. Bu noktada darbe girişiminin ardılı manipülasyonlar devam ediyor. FETÖ ile
bağlantılı kişi ve suçların sonuna kadar gidilmesi, ortaya çıkartılması ve imha edilmesi birincil şart, ancak bunu yaparken devletin ve TSK’nın korunması gerekiyor. Demek istediğim ‘halk deyimiyle’ sapla samanın, birbirine karışmış at iziyle it izinin birbirinden ayrılması. Sonuçta Silahlı Kuvvetler terörle mücadeleyi yaptı ve yapıyor ve bunların birçoğu FETÖ’ye bulaşmadı. FETÖ’nün manipülasyon larını genele yayarsak “Bizim ordumuz yok/yokmuş” gibi bir sonuç ortaya çıkar. Burada griliğe, algı mühendisliğine hizmet etmenin, mücadeleyi kirletecek tarzda davranmanın doğru olmayacağı da açık. Ki bu zaten bizim işimiz değil, devletin, adalet mekanizmasının işi. Bununla birlikte şu gerçek ki; FETÖ’cü yapılanma PKK ile girmiş olduğu doğrusal-asimetrik ve üst akıl 
eksenlerin de ve etki-inisiyatifleri kadarıyla bizim terörle mücadelemizi kirletti. Bu bir gerçek ve muhakeme yoluyla ortada.

“Araştırmalarla Birebir Tespit Gerekiyor”

Buradaki mücadelenin spekülasyonlardan korunması ve suçu işleyenlerin yaptıklarıyla-işledikleri suçlarla aydınlatılması gerekiyor. Terörle mücadele alanlarına tayin edilmiş, bu minvalde taşımış olduğu rütbeyi, makamı manipüle etmiş, bildiğimiz ya da bilmediğimiz kurgulara hizmet etmiş olabilirler. Bunların yapılacak araştırmalar/soruşturmalar neticesinde birebir tespit edilmesi gerekiyor.
Öte tarafıyla altı boş çıkan iddia ve ithamlar, bu sefer FETÖ ile mücadeleyi kirletir, etkisizleştirir, sulandırır ve sonuçsuzlaştırır.

FETÖ’yle Mücadelede Kritik Ayrım

Örneğin; Adem Huduti tutuklandı, belli ki bu ekibin içerisinde olduğuna dair deliller var, ama o günün Jandarma Asayiş Kolordu Komutanı Metin Temel Paşa bu işin içinde değil ve tam karşısında. O gece ve sonrasında yaptıklarıyla Güneydoğu’daki birliklerden bir darbe tehdidi üremesine engel olan birincil kişi. Metin Paşa şimdi 2. Ordu Komutanı.  Onunla birlikte hareket eden dost kuvvetlerin neler yaptıkları da ortada. Güneydoğu’daki mücadele alanlarında yığınaklanmış vurucu güçlerin darbecilerle müşterek hareket etmesi gibi bir durumla karşı karşıya kalsa idik, bunun nasıl sonuçlar doğuracağını bir düşünün. Dikkatinizi çekti mi bilmem, Şırnak Çakırsöğüt  J. Komd. Tugayına bağlı 2 JÖH taburu ve Semih Terzi’ye bağlı bazı Özel Kuvvet unsurları haricinde ‘darbeciler lehine’ bilinen ve duyulan bir hareketlilik yok.

Evet biz, 15 Temmuz gecesi Genelkurmay, Özel Kuvvetler ve Birinci Ordu başta ulaşabildiğimiz alanlarda neler olduğunu çok konuştuk, ama o gece sonrasında asıl vurucu güçlerin yoğunlaştığı Güneydoğu’da neler olduğunu ve darbe girişiminin buralarda nasıl akamete uğratıldığını hiç konuşmadık.

İnanın o gece ve sonrasında oralarda da darbecilerle dost unsurlar arasında çok sert bir mücadele yaşandı. Devreye giren dost unsurlar ve komutanlar ‘hava sahası kapalı olduğu halde’ kendilerini Siirt’ten Van’a öldürmeye gelen darbeci yüklü helikopteri nasıl bertaraf etti? 

Bu helikopter nereden ikmal yaptı, nereye kaçtı. Gökte dolaşan F-16 ve süper kobra kimi ve kimin helikopterini avlamaya çalışıyordu?

Konumuza dönecek olursak olayı genelleştirmeye çalıştığımız an çok tehlikeli bir şey yapmış oluruz. Burada ayırt edici bir cümle kurmak zorundayız. Evet, FETÖ’ye dahil olan bu üniformalı teröristlerin terörle mücadelemizi parazite ettiklerine dair temel bir hüküm cümlesi kurabiliriz. Bunların başında da vatansever subayların elimine edilmesi/elimine edilmeye çalışılması, başta Türkiye’yi sarsan bazı olaylar olmak üzere alansal ve zamansal bazı manipülasyonlar olduğunu söyleyebiliriz. Şemdinli olayları, Uludere Olayı, Dağlıca - Aktütün gibi baskınlar, çözüm sürecindeki PKK sızması ve yığınak   lanması, sınır geçişleri, meskun mahallerdeki manipülasyonlar, kaçakçılık ve uyuşturucu nakli/ticareti başta olmak üzere pek çok olayın araştırılması, bağlantılarının ortaya çıkartılması ve delillendirilmesi gerekiyor. 

Mücadelenin etkinliğini, emir ve komuta, kontrol ve koordinasyon, planlama ve uygulamalarda, ruhun, moral ve motivasyonun köreltilmeye çalışılmasında nasıl bir etkileri ve rolleri oldu? Hepsinin ortaya çıkması gerekiyor.

PKK’yı Aklama Tehlikesi

Güneydoğu’da terör estiren PKK’dır. Bu örgütle 32 yıldır yapılan bir mücadele var. Yanlış düşünür ve yanlış davranırsak, bu mücadeleyi kirletmek, PKK’yı aklamak, mücadeleyi akamete uğratmak gibi bir dizi sonuç ortaya çıkar. Biz bütün saf ve samimiyetiyle Güneydoğu’da mücadeleye dahil olan Mehmetçiklerimizi komutanlarımızı koruyup, diğer tarafıyla da birlikte iş tutan PKK ve  FETÖ’cüleri aynı kapta eritmek zorundayız. Bu bizim açımızdan çok önem taşıyor.

“FETÖ’cü Kripto Yapılanma Varlığını Devam Ettiriyor”

FETÖ’cü kripto yapılanma varlığını devam ettiriyor, manipülasyonunu devam ettiriyor. Sosyal medya üzerinden, medya üzerinden devam ediyor. Tehdidin magazinleştirilmesi ve magazinin tehditleşmesi söz konusu. 15 Temmuz gecesi Türk insanı Ilımlı İslam silahını Batı’nın elinden alarak büyük bir zaferin altına imza attı. Bu doğru, ancak bunun geliştirilmesi gerekiyor. Bu zaferi geliştirebilirsek eğer, bu aynı zamanda zamanın kırılması, tarihin seyrinin değişmesi demek.

Ve bu noktada ‘aynı darbe gecesinde olduğu gibi’ Türk medyasına büyük sorumluluk düşüyor. Medyanın tehdidin magazinleşmesine, magazinin de tehdit üretmesine izin vermemesi, geleceğimiz açısından büyük değer taşıyor.

Ama öncelikle tehdidin kavramsallaştırılması ve bu kavramsal mücadelenin bütün etkinliğiyle yapılması gerekiyor.

Bu aynı zamanda, Gerçek Bilginin Savaşıdır.


Abdullah Ağar
Terörizm ve Terörizmle Mücadele Uzmanı


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/2016/08/17/8491/tehdidin-magazinlesmesi-magazinin-tehditlesmesi

.