Türkiyede Grup İçi Yanlılığın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türkiyede Grup İçi Yanlılığın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Şubat 2016 Salı

Türkiye’de Grup İçi Yanlılığın Toplumsal Adalete Etkisi



Türkiye’de Grup İçi Yanlılığın Toplumsal Adalete Etkisi

Dr. Salih AKYÜREK

05 Ocak 2016

Son dönemde gençler arasında bireyciliğin yükseldiği Türkiye’de toplum, pek çok doğu ülkesinde olduğu gibi; toplulukçu eğilimlerin daha fazla öne çıktığı bir kültür olarak tanımlansa da  toplulukçu yapının doğurduğu sonuçlar ve etkileri hala açıklanmaya muhtaçtır.  Toplulukçu kültür özelliklerinin Türkiye’de adalet olgusunu nasıl etkilediği konusu ise bu açıklanmaya muhtaç nedenselliklerden birisidir.

Toplulukçu kültürle ilgili açıklayıcı bir tasnifi GLOBE çalışmasında bulmak mümkün. Bu çalışmada, toplulukçuluğun “kurumsal toplulukçuluk ve iç grup toplulukçuluğu (institutional collectivism – in group collectivism) olmak üzere ikili olarak tasnif edildiği görülmektedir. İç grup toplulukçuluğu, bireylerin çalıştıkları firmalarıyla, aileleriyle, arkadaş çevreleriyle vb. küçük gruplarla övünmelerini, onlara sadakat ve bağlılık duyguları beslemelerini ifade etmektedir.  Bu tasnif çerçevesinde, Türkiye’deki toplulukçuluğu; grup çıkarlarının toplumsal çıkarların önünde tutulduğu, pek çok zaman gruplar arası adaletin grup içi yanlılığa feda edildiği iç grupçu toplulukçuluk olarak tanımlamak doğru olacaktır. Bu durumu, on yıllar ve hatta yüzyıllarca geriye giden bir kültürel eğilim olarak görmek ve tüm toplumsal kesimlerle özdeşleştirmek yanlış olmayacaktır. Genel olarak şark kurnazlığının neden olduğu fırsatçı bireyselliği ve bir diğer grubu ötekileştirmeyi de beraberinde getiren bu değerler, alt grup kimliklerinin oluşumunu destekleyen bir dinamik olarak daha fazla işlemektedir. Bu yapı, toplumsal akıl ve ortak çıkarlar yerine, grup içi yanlılığı ve gruplar arası adaletsizliği doğurmaktadır.

Türkiye’de toplulukçu kültürün evirildiği iç grupçu yapı ve bu hiyerarşik yapı içindeki itaat eğiliminin yarattığı en ciddi problematik sonuç; her tür toplumsal ve meslek/iş ilişkisinde bizden-öteki ayrımının yapılmasıdır. Burada ortaya çıkan problem, sadece toplumsal ilişki veya iletişim temelindeki ayrımcılıkla sınırlı da kalmamaktadır. Türkiye’de bu kültür çerçevesine giren büyük çoğunluk, iç gruptan olan liyakatsiz ve vasıfsız insanları grup dışında olan nitelikli kişilere tercih etmekte;  haksız da olsa iç gruptan olan kişileri diğer gruplara karşı savunmakta ve gerekirse onun için yalan söylemekte veya gerçekleri gizlemekte; iç grubun lehine her türlü hile ve hukuksuzluğu mubah sayarak ve bu temelde ortaya çıkan her türlü adaletsizlik için kendince etiğe büründürme çabası sergileyerek savunma mekanizması geliştirebilmektedir.

Son dönemde gençler arasında bireyciliğin yükseldiği Türkiye’de toplum, pek çok doğu ülkesinde olduğu gibi; toplulukçu eğilimlerin daha fazla öne çıktığı bir kültür olarak tanımlansa da 1 toplulukçu yapının doğurduğu sonuçlar ve etkileri hala açıklanmaya muhtaçtır. Toplulukçu kültür özelliklerinin Türkiye’de adalet olgusunu nasıl etkilediği konusu ise bu açıklanmaya muhtaç nedenselliklerden
birisidir.

Toplulukçu kültürle ilgili açıklayıcı bir tasnifi GLOBE çalışmasında bulmak mümkün. Bu çalışmada, toplulukçuluğun “Kurumsal toplulukçuluk ve iç grup toplulukçuluğu (institutional collectivism – in group collectivism) olmak üzere ikili olarak tasnif edildiği görülmektedir.

İç grup toplulukçuluğu, bireylerin çalıştıkları firmalarıyla, aileleriyle, arkadaş çevreleriyle vb. küçük gruplarla övünmelerini, onlara sadakat ve bağlılık duyguları beslemelerini ifade etmektedir.


Bu tasnif çerçevesinde, Türkiye’deki toplulukçuluğu;

Grup çıkarlarının toplumsal çıkarların önünde tutulduğu, pek çok zaman gruplar arası adaletin grup içi yanlılığa feda edildiği iç grupçu toplulukçuluk olarak tanımlamak doğru olacaktır. 

1 G. Hofstede, G.J. Hofstede, Michael Minkov, Culture and Organizations, USA: McGraw-Hill, 2010, s.94-97.
2 J.S. Chokar, F.C. Brodbeck, R.J. House (Ed.), Culture and Leadership Across the World: The GLOBE Book of In-Depth Studies of 25 Societies, Lawrence Erlbaum Associates, Publishers, London, 2007, İntruduction, s.3.


Bu durumu, on yıllar ve hatta yüzyıllarca geriye giden bir kültürel eğilim olarak görmek ve tüm toplumsal kesimlerle özdeşleştirmek yanlış olmayacaktır. Genel olarak şark kurnazlığının neden olduğu fırsatçı bireyselliği ve bir diğer grubu ötekileştirmeyi de beraberinde getiren bu değerler, alt grup kimliklerinin oluşumunu destekleyen bir dinamik olarak daha fazla işlemektedir. Bu yapı, toplumsal akıl ve ortak çıkarlar yerine, grup içi yanlılığı ve gruplar arası adaletsizliği doğurmaktadır.

Türkiye’de toplulukçu kültürün evirildiği iç grupçu yapı ve bu hiyerarşik yapı içindeki itaat eğiliminin yarattığı en ciddi problematik sonuç; her tür toplumsal ve meslek/iş ilişkisinde bizden öteki ayrımının yapılmasıdır. Burada ortaya çıkan problem, sadece toplumsal ilişki veya iletişim temelindeki ayrımcılıkla sınırlı da kalmamaktadır.


Türkiye’de bu kültür çerçevesine giren büyük çoğunluk, iç gruptan olan liyakatsiz ve vasıfsız insanları grup dışında olan nitelikli kişilere tercih etmekte; haksız da olsa iç gruptan olan kişileri diğer gruplara karşı savunmakta ve gerekirse onun için yalan söylemekte veya gerçekleri gizlemekte; iç grubun lehine her türlü hile ve hukuksuzluğu mubah sayarak ve bu temelde ortaya çıkan her türlü adaletsizlik için kendince etiğe büründürme çabası sergileyerek savunma mekanizması geliştirebilmektedir.
Temel ahlaki prensipler, gerçeklerin tespiti ve adaletin tesisinde taraflardan birisinin kendi grubundan olması gerçeğini kişinin göz ardı etmesini gerektirir. Bunun aksi ise ahlaki bir zafiyete işaret eden grup içi yanlılığı doğurur ki bu yanlılık aynı zamanda başka gruplar için adaletsizlik anlamını da taşır. Kuçuradi, farklı toplumlarda ve pek çok bireyde geçerli olan ve bağnazlık olarak
görülecek bu yöndeki bir değerlendirme tarzını ve tutumu şu şekilde tanımlamaktadır: “Grupların (toplumların/kültürlerin) davranış belirleyen yerleşik değer yargılarını nihai, hakiki değerler sanarak/sayarak onlara en üstün değeri atfeden, dolayısıyla onları korumak ihtiyacını duyan ve grup üyeliklerini en değerli özellik sayarak/sanarak en üstün değeri ona atfedenlerde rastlanan
değerlendirme tarzıdır.”3

Ülkemizde bu temel davranış eğiliminin altında; kişisel korunma, aidiyet ve muhtemel getirilerin de etkisiyle kendi grubunu diğer gruplardan üstün görme ve iktidara veya daha baskın bir pozisyona yükseltme düşüncesinin de yattığı görülmektedir. Bu çarpık ve problematik toplulukçu kültür içinde bireyin, bireysel aklın ve eşitlikçi temeldeki hakların aileden başlayarak bastırıldığı görülmektedir. Toplumda bireyselliği bastıran temel etkenlerden birisi dini öğretilere de dayandırılan değerlerdir. 

3 İonna Kuçuradi, Etik, Ankara, 1988; Aktaran, İlhami Güler, Kur’an’ın Ahlak Metafiziği, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2015, s.69.


Oysa, bireyselliği, bireysel aklı ve özgür iradeyi dışlamayan; kimlikleri aşan bir hak ve adalet düşüncesiyle inşa edilebilecek bir toplulukçu kültürün dine aykırı olma ihtimali de yoktur. Bu noktadan hareketle, tekil bireyi temel toplumsal, ahlaki ve hukuk değerlerinden koparmadan, ait olduğu grubun (tarih/ toplum/ kültür/ gelenek) şuursuz ve edilgen bir üyesi olmaktan çıkararak, onu kendi
vicdanı ve düşünme kapasitesiyle hareket etme seviyesine çıkarmak 4 büyük önem taşımaktadır.

Gruplar arası adalet duygusu, yani bir anlamda ülkede hukukun mutlak üstünlüğünün sağlanması hiç şüphesiz toplumsal barışın anahtarı durumunda dır. Ülkemizdeki gerçek durum ise giderek bu ideale yaklaşması gerekirken -geçmişte pek çok defa olduğu gibi- bugün de kutuplaşma ve çatışma noktasına doğru kaymaktadır.

“Kamusal sorunların çözümünde ve görevlerin dağıtımında hukukun üstünlüğü ve ehliyet/liyakat yerine, savaş hali ve cephe mantığına göre
sadakat, itaat ve bizden olma kriteri geçerlilik arz etmektedir.”

Geçmişte de benzerleri yaşanan bu durum, ahlaki zafiyet içinde grup kazanımları getirse de toplumsal düzeyde sadece iniş çıkışların olduğu bir kayıp sürecine işaret etmekte ve ilerlemeyi, gelişmeyi engellemektedir. 
Bu toplumsal yapı içinde adalete ve hukuka inancın tam olduğu bir uzlaşı kültürünün oluşturulamaması toplumsal güveni çok aşağılara çekmektedir. 
Bu durum ise herkesin güçlü olan bireyler nezdinde tavassut/torpil arayışını ve bir gruba dâhil olma ihtiyacını/sonucunu getirmektedir.

4 İlhami Güler, Derin Ahlak, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2015, s.30.
5 İlhami Güler, Derin Ahlak, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2015, s.106.


Bu nedenle, tavassut/torpil yönündeki tüm çabaların, adalete inanmayan ve kendi hakkına razı olmayan bireylerin kafalarındaki iç grup-dış grup mantığından etkilendiği gerçeğini mutlaka teslim etmek gerekmektedir. Torpil uygulaması, zorlaştırıcı bürokrasi geleneğimiz gibi, ilgili bürokratın veya siyasetçinin kendisine menfaat sağlayan yeni bir rolü üstlenmesi anlamına gelmekle birlikte, temelde bir grup içi yanlılık aracıdır. Bu tutumların, Türkiye gibi nispeten kapalı toplumlarda ve devlet teşkilatının şeffaf ve hesap verebilir olmadığı ülkelerde daha çok kabul görmesi ise bize bu olguyu inançlar/din bağlamından bağımsız olarak değerlendirmeyi de bir anlamda zorunlu kılmaktadır.

Etik temelde kabul edilemez olan grup içi yanlılığın sarstığı adalet duygusu Türkiye’de de ötekileştirmeyi ve kutuplaşmayı besleyen bir hastalık olarak tanımlanabilir. Geçmişte yaşanan travmalara da dayanan ayrık kimlikler ve kutuplaşma, büyük gruplar dâhil bazı kimlikleri diğer pek çok grubun gözünde, korkulan ve tehdit olarak algılanan kimliklere dönüştürmektedir. Ülkede; etnik, dini, mezhepsel, siyasi ve sosyo-kültürel temelde farklı eksenlerde yaşanan kutuplaşma, pek çok platformda egemen kimliğin adil olmayan gruplar arası tutumu nedeniyle ayrımcılığa dönüşmekte ve toplumdaki uzlaşma zemininin giderek yok olmasına neden olmaktadır. Türk - Kürt kutuplaşmasında sonucu pek de tahmin edilemeyen bir süreç işletilirken; Alevi-Sünni, dindar-laik, modern-gelenekçi eksenleri yanında siyasi temelde sürekli yükselen kutuplaşma,
doğuracağı olumsuz sonuçlar yanında ikircikli politikaların çelişkisini de ortaya koymaktadır.

Yakın geçmişte, savaş dönemleri dışında farklı kimlikler arası uzlaşının sağlandığı nı söylemek çok mümkün olmasa da bugün toplumdaki ötekileştirme ve kutuplaşma düzeyi geçmişe göre çok daha yüksektir.

Farklı kimlik grupları arasındaki kutuplaşmanın, kişisel davranışlara yansıyan yönlerinin de iyi analiz edilmesi gerekmektedir; çünkü makro düzeyde yaşanan gruplaşmaların ve kutuplaşmaların, kişisel düzeydeki kutuplaşmalardan beslendiği iddia edilebilir. Grup kimliklerinin, kişileri ahlaki bir duruştan ve gruplar arası ilişkilerde adaletten uzaklaştırması mutlak bir tarafgirliğe işaret etmektedir. Kazanılmış veya verilmiş sosyal ve siyasi kimlikler temelinde sergilenen mutlak bir tarafgirlik ise bağnazlığın başka bir ifadesidir. Kişilerin, farklı siyasi kimliklerin veya ideolojilerin doğru yönlerini görmesi ve taraf olsa bile kendi kimliğinin ortaya koyduğu görüşleri veya o kimliği sahiplenen kişileri
gerektiğinde eleştirebilmesi, grup-içi yanlılığın törpülenmesinde ve daha üst düzeylerde de adaletin tesis edilmesinde etkin rol oynayacaktır.
Toplumsal yapımız, geleneklerimiz ve davranış pratiklerimiz bireyselliği ve bireysel aklı dışlamakta ve bastırmaktadır. En azından belirli bir
yaşın üzerinde olanlar için bu tespiti daha fazla geçerli sayabiliriz. Bireysel akıl ve sorumluluk işlemeyince kararları başkalarının vermesi belirsizliğin
azaltılması ve mutlu olmak için daha doğru bir yol gibi görülebilmektedir. 

“ Farklı kimlik grupları arasındaki kutuplaşmanın, kişisel davranışlara yansıyan yönlerinin de iyi analiz edilmesi gerekmektedir; çünkü makro düzeyde yaşanan gruplaşmaların ve kutuplaşmaların, kişisel düzeydeki kutuplaşmalardan beslendiği iddia edilebilir.”

Sonuçta birilerinin beyan ettiği görüşlerin, bireysel akla vurulmadan ve değerler temelinde sorgulanmadan kabul edildiği insan kümeleri ortaya çıkmakta
ve bu kümeler hangi eksende gerekli ise oraya kendi ayaklarıyla kolayca sürüklenecek kadar yönetilebilir ve kullanılabilir kitlelere dönüşmektedir.
Bu noktada, gruba ait olmak ve grubu savunmak, inançlara ve değerlere taban tabana zıt bile olsa tercih edilebilmekte; sonucunda ise iki kanattan iki kişinin inisiyatifinde,  milyonları içine alan bir kutuplaşma gerçeği ortaya çıkabilmekte dir.

Bizde bireysel aklı gözardı eden lider kültü ve tapınma, bu yüzden toplumsal kutuplaşmanın ve çatışmanın en temel kültürel ayağını oluşturmaktadır.

Toplumsal kutuplaşmada büyük rol oynayan siyasetçilerin vebali elbette ortaya çıkan bu tablo ile sınırlı değil. Kendi kimliklerinin tartışmalı sınırlarını mutlak sınırlar zannederek, muhalif grupları, düşmanlaştıran ve nefret söylemlerine boğan siyasetçi profilimiz bu tutumu ve mücadele modelini başarı için elzem olarak da görebilmektedir.

Kimlik kavramını, kutuplaşmayı, ötekileştirmeyi ve ayrımcılık olgularını, özel alan ve bu alandaki tutumlar kadar kamusal alanda yaşanan olaylarla da açıklamak ve analiz etmek gerekmektedir. Türkiye’de farklı kimlik grupları arasında, kamuda işe girme, atama, terfi, kamudan hizmet/ihale alımı ve yargılamalarda yaşanan grup içi yanlılık ve gruplar arası ayrımcılığın -bu konu yalnızca 2000’li yılların problemi olmamakla birlikte- son dönemde kimlikler arasındaki mesafeyi ve ötekileştirmeyi daha uç noktalara taşıdığı görülmektedir.

Daha önceki dönemde bazı askerlerin de içinde bulunduğu tutuklama ve yargılama süreçleri ile bugün çok daha sarsıcı bir şekilde sürmekte olan
diğer yargılama süreçleri, pek çok mağduriyet yanında toplum vicdanında önemli rahatsızlıklara da sebep olmuştur ve olmaya da devam etmektedir.

Bu dava süreçleri, hukuki bir temelde başlatılmış görünse de Türkiye’de ötekileştirilen veya hınç beslenen gruplar için adaletin lüks görüldüğü çarpık bir ahlak düzeyini ve bir linç girişimini ortaya koymaktadır. Verilen bu örnekler, zaten zayıf olan yargı mekanizmasına güveni tamamen ortadan kaldırmakla kalmamış, bu erk içindeki kutuplaşma kadar, kadrolaşmayı ve siyasallaşmayı da beraberinde getirmiştir.

Sorulması gereken önemli bir soru, ülkede ötekileştirme ve kutuplaşmaya dayalı gerginliklerin önümüzdeki yıllarda hangi noktalara taşınacağıdır.
Gruplar arası kutuplaşmanın ve grup içi yanlılığın bu kadar öne çıkması nedeniy le, kamuya personel alımlarında mülakat gibi niteliksel seçim yöntemlerinin objektif kriterlerden uzak olması da ayrıca dikkat çekilmesi gereken bir konudur. Bu işe alım tarzının, her kim iktidarda olursa olsun, kurumlara hâkim olan grupların lehine suiistimale açık sonuçlar doğuracağı kaçınılmaz bir gerçektir. Aynı endişeler, niceliksel temelde değerlendirmeye dayanan merkezi sınavlar için de geçerlidir. Kamuda işe alımlarda ön seçme işlemleri pek çok kurum ve önemli kadro için KPSS puanları temelinde yapılsa da mülakatlara kadronun en az üç-dört katı adayın çağırılması ve işe alımların sübjektivitesi çok
“ Kimlik kavramını, kutuplaşmayı, ötekileştirmeyi ve ayrımcılık olgularını, özel alan ve bu alandaki tutumlar kadar kamusal alanda yaşanan olaylarla da açıklamak ve analiz etmek gerekmektedir.” yüksek mülakat aşamalarıyla karara bağlanması ve bu süreçler sonucunda ötekileştirilen grupların büyük çoğunlukla dışarıda bırakılması, Türkiye’de gelecekte vahim sonuçlar doğuracak niteliktedir. Önümüzdeki dönemde kamuya eleman alımının tamamen kurumların inisiyatifi ne bırakılmasının, merkezi sınav sistemlerinin veya bu sınavların geçerliliğinin sıradan kadrolar için de ortadan kaldırılmasının ve okul giriş sınavlarının daha fazla niteliksel değerlendirme modeline dönüştürülmesinin, ülkede ötekileştirilen pek çok grup için ipleri kopma noktasına getireceği, gruplar arası uzlaşma zeminini ortadan kaldıracağı ve sosyal patlamaları tetikleyebileceği değerlendirilmektedir.

Benzer endişeleri kamu bürokrasisi içindeki terfi ve atamalar için de dile getirmek mümkündür.

Bu tür yanlış uygulamalar geçmişte her iktidar döneminde az ya da çok yaşanmıştır. Burada dikkat çekilmesi gereken nokta, uzun iktidar dönemleri bir istikrar unsuru olarak sunulsa da kimlikler arası ayrımcılığın kurumsallaştırılması ve liyakate dayalı terfi ve atamaların bu dönemlerde büyük oranda askıya alınmış olmasıdır. Kişilerin kendilerini hukukun üzerinde görmeye başladığı, otoriterleşmenin yükseldiği bu dönemlerde; adalet arayışının ve yargıya güvenin
ortadan kalkması, devlet kültürünün ve geleneğinin zayıflaması ve gruplar arası kutuplaşma ve düşmanlıkların artması kaçınılmaz bir sonuçtur.
Kimliği ve ideolojisi ne olursa olsun, tüm demokratik değerleri göz ardı ederek, hukukun üstünlüğünü iktidara gelince sıfırlayabilen ve bu iradeyi mutlak ve sorgulanamaz bir otorite için araçsallaştıran bir anlayışın ülkede kendi kimliği dışındakilere güvenmesi ve onlarla kendi grubunu eşit görmesi mümkün değildir. Tanımlanan ve geçmişte zaman zaman olduğu gibi bugün de geçerli olan bu şartlar, toplumsal barış ve uzlaşı konusunda ülkenin geleceğine dönük umutsuzluk yaratmaktadır.

Genel Değerlendirme ve Sonuç

Bu konuya dair bir reçete ve çözüm önerisi sunmak teşhis tedaviden daha önemli ve öncelikli olsa da sonuç odaklı olan bu sabırsız kültürde en temel beklenti gibidir. Bu noktadan hareketle; belki çok bilinen klişe ve basit sözler olacak ama doğru çözümlerin pek çok zaman basit ve kolay olduğu gerçeğinden hareketle, çözüm birkaç cümle ile şu şekilde ifade edilebilir: 

(1) Hukukun ve adaletin herkese ve her kesime eşit mesafede olduğu bağımsız, tarafsız ve hızlı bir yargı sistemi oluşturmak; 

(2) adalet duygusunun vehak kavramının farklı kişilere ve gruplara davranışta ve hatta bakışta sapmadığı içselleştirilmiş bir bireysel ahlak ve bunun egemen olduğu bir toplum inşa etmek; 

(3) önyargılardan uzaklaşmış, insanı insan olduğu için seven/saygı duyan ve olduğu gibi kabul eden, beraber yaşamayı zenginlik sayan bir hoşgörü kültürü yaratmak.


Çözüm için başlangıç düzeyinde olan bu üç madde bile çözümün kolay ve kısa süreli olmadığı; ancak bunların gerçekleşmesi halinde, toplumun her alanına yansıyacak bir kalkınmanın da beraberinde geleceği söylenebilir. Bu sebeple, çözüm için uzun da olsa akılcı olan yöntemler uygulanmalı ve bunun için gerekli olan toplumsal akıl devreye sokulmalıdır.

Toplulukçu yapı ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan sosyal grupların, olumlu toplumsal işlevleri olan, kaçınılması da mümkün olmayan bir sosyolojik vakıa olduğu muhakkaktır. Bu noktada sorun oluşturan konu, toplulukçu kültür veya bunun sonucu olarak ortaya çıkan toplumsal  gruplar değil; bu gruplara mensup kişilerin grup içinden ve grup dışından kişilerin karşılaştıkları/ çatıştıkları olaylarda ve durumlarda, hukuki normları ve toplumsal  değerleri yok sayarak kendi grubundaki kişilere karşı mutlak bir tarafgirlik sergilemeleridir. Bu noktada üzerinde durulması gereken husus, nasıl sorusu tartışılabilir olmakla birlikte, kişilerin kendilerinin veya kendi gruplarının aleyhine olabilecek durumlarda bile hak, hukuk ve adalet üzere hareket etmesini mümkün kılacak bir bilince sahip olacak şekilde eğitilmesi ve bu durumu kontrol edecek denetim mekanizmaları nın oluşturulmasıdır.


BİLGESAM Hakkında..,

BİLGESAM, Türkiye’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından biri olarak 2008 yılında kurulmuştur. Kar amacı gütmeyen bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olarak BİLGESAM; Türkiye’deki saygın akademisyenler, emekli generaller ve diplomatların katkıları ile çalışmalarını yürütmektedir. Ulusal ve uluslararası gündemi yakından takip eden BİLGESAM, araştırmalarını Türkiye’nin milli problemleri, dış politika ve güvenlik stratejileri, komşu ülkelerle ilişkiler ve gelişmeler üzerine yoğunlaştırmaktadır. BİLGESAM, Türkiye’de kamuoyuna ve karar alıcılara yerel, bölgesel ve küresel düzeydeki gelişmelere ilişkin siyasal seçenek ve tavsiyeler sunmaktadır.

Yazar Hakkında..,

2009-2014 yılları arasında BİLGESAM’da ‘‘Sosyo-Kültürel Araştırmalar Uzmanı’’ olarak çalışan Dr. Salih Akyürek’in toplumsal kültür, askeri kültür, Güvenlik, sivil asker ilişkileri, kimlik, toplumsal kutuplaşma konularında uzmanlığı ve yayınlanmış çalışmaları bulunmaktadır.


Türkiye’de Grup İçi Yanlılığın Toplumsal Adalete Etkisi
Dr. Salih AKYÜREK
© BİLGESAM Tüm hakları saklıdır. İzinsiz yayımlanamaz. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.
Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM)
Mecidiyeköy Yolu Caddesi, No:10, 34387 Şişli -İSTANBUL www.bilgesam.org www.bilgestrateji.com bilgesam@bilgesam.org Tel: 0212 217 65 91 - Fax: 0 212 217 65 93


http://www.bilgesam.org/incele/2274/-turkiye-de-grup-ici-yanliligin-toplumsal-adalete-etkisi/

.