Türkiye Enerji Kaynakları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türkiye Enerji Kaynakları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ekim 2020 Pazar

21. YÜZYILIN ENERJİ DENKLEMİ VE TÜRKİYE. BÖLÜM 2

 21. YÜZYILIN ENERJİ DENKLEMİ VE TÜRKİYE. BÖLÜM 2


Türkiye Enerji Kaynakları, Sercan DURMUŞOĞLU,Enerji Politikaları, Küresel aktörler,Jeotermal Enerji, Nükleer Enerji, Güneş Enerjisi, Hidrolik Enerji, Yenilenebilir Enerji, Petrol, Doğalgaz, Kömür, Rüzgâr Enerjisi, 

2. ENERJİ SAVAŞINDA KÜRESEL VE BÖLGESEL AKTÖRLERİN ENERJİ POLİTİKALARI 

Enerji insanlık tarihinin her döneminde olduğu gibi günümüzde de en temel ihtiyaç olarak karşımıza çıkacaktır. Dünya'nın güçlü ülkeleri arasına girebilmek ve süper güç olabilmek için enerji kaynakları ile doğrudan bir ilişki mevcuttur. Özellikle Sanayi Devrimi ile birlikte enerjinin önemi giderek artış göstermiştir. Ülkelerin ihtiyaçları olan enerji talebini çoğunlukla fosil kaynaklardan sağlamaktadırlar.
 Fosil kaynakların dünya da homojen şekilde dağılmamış olması ise enerji kaynakları üzerindeki rekabeti şiddetlenmesine neden olmaktadır. 
Son yüzyıl içerisinde yaşanılan birçok savaş ve siyasi akımların getirdi devrimler 
yaşanmıştır. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı, Arap-İsrail Savaşı, Birinci ve İkinci 
Körfez Operasyonları, Küba krizi, Kore krizi, Süveyş krizi, Petrol krizleri ve Arap 
Baharı gibi olayların tümünü incelediğimizde olayların oluşumlarının başrolünde ya direk yâda yan rollerde mutlaka enerji jeopolitiği ve güvenliği yer almıştır. Tüm yaşanan olaylarda yer aldıkları gibi 21. yüzyılın enerji savaşı içerisinde de bulunan bazı aktörlerin enerji politikalarını incelenecektir. 

2.1. AB'NİN ENEJİ POLİTİKALARI 

 AB, dünyanın en büyük enerji ithalatçısıdır. ABD'den sonra enerji tüketiminde 
ikinci sırada bulunmaktadır. AB'nin artan enerji talebi içerisinde tüketiminin 
önümüzdeki yirmi yıl içerisinde iki katına çıkacağı ve buna bağlı olarak da ithal 
bağımlılığın 2030 yılında %70'lere varacağı tahmin edilmektedir.(Europen 
Comission, 2000) Topluluk üyeleri ilk hukuksal anlaşmayı 18 Nisan 1951'de 
Paris'te imzalayarak Avrupa Kömür Çelik Topluluğu'nu (AKÇT) kurarak bugün ki 
AB'nin temellerini atmıştır. Kurulan örgütün temel amacı, silah sanayisinin temel 
dayanağı olan kömürü ve çelik üretiminin ortak bir kuruluş tarafından denetim altına alınmasıydı.(Aydoğan, 2003) Böylelikle, Fransa ve Almanya'nın geçmişten 
günümüze bu sektördeki rekabetine son verilerek savaşın düşünülmez değil, fakat materyal olarak imkânsız hale getirilmesini hedeflenmiştir. 

Birlik, 1973-1974 yıllarında yaşanılan ilk petrol krizinden sonra ortaya çıkan enerji probleminden ve krizin etkisinden kurtulabilmek için 1974 yılında ''Yeni Enerji Politika Stratejisi'' programını oluşturarak ''Enerjinin Rasyonel kullanımı'' başlıklı eylem programı hazırlamıştır. Programın amacı enerji tüketiminin daha efektif kullanımı ve enerji tüketiminin sosyal ve ekonomik kalkınmaya zarar vermeyecek şekilde sınırlandırılmasıdır. Yaşanılan 1979 yılı İkinci Petrol krizi ile birlikte tasarruf politikaları sıkılaştırılmış ve durumdan asgari şekilde etkilenmek için özen gösterilmiştir. AB gelişen süreç içerisinde enerji stratejileri ile ilgili en somut ve gerçek bir adım olarak 1995 yılında yayınladığı ''Avrupa Birliğinin Enerji Politikası'' başlıklı ''Beyaz Kitap'' ile atmıştır. Böylece AB enerji iç pazarı için genel ilkeler ve amaçların neler olduğu; enerji arzının güvenliği, çevrenin korunması ve genel rekabet gücü dikkate alınarak belirlenerek bir enerji stratejisi oluşturulmuş tur. 1990'lı yıllar da gelişen düzen içerisinde birlik bağımsızlığını kazanan Doğu Avrupa ülkeleri ile geliştirilen ilişkiler neticesinde enerji kullanımı ve verimliliği 
konularında sıkıntılar yaşamıştır. Yaşanılan sıkıntılar ekseninde AB'nin gelecekte 
karşılaşabileceği enerji arzındaki risklere yönelik yeni bir enerji politikası 
oluşturulmasını kararlaştırmıştır. Bu karar ekseninde 2000 yılında ''Yeşil Kitap'' 
enerji politikasının metni olarak yayınlaşmıştır. Böylece AB'nin enerji üretiminin, 
tüketimi karşılamadaki yetersizliğine vurgu yapılmış ve özellikle arz güvenliği 
açısından dışa bağımlılığın her gecen gün daha da arttığı üzerinde 
durulmuştur.(Pamir,2005) 

AB, bu zamana kadar yaptığı enerji reformları ve yayınladığı Beyaz ve Yeşil Kitap 
ile enerjide temel problemi olan enerji üretimindeki kaynak yetersizliğine rağmen 
oluşan büyük enerji talebini karşılayabilmek için gerekli politikaların oluşması ve 
enerji arz güvenliğinin sağlanmasını temel hedef olarak benimsemiştir. AB 
benimsediği bu hedef çerçevesinde oluşturulan politikaların ana ekseninde enerji 
çeşitliliği oluşturarak enerji temininde sıhhatli güzergâhlar oluşturmaktır. Özellikle 
gelişen süreç içerisinde AB yaşadığı enerji kaynak sıkıntısını Rusya ile çözme 
yoluna gitmiş ve enerji arzını Rusya'dan karşılamıştır. Rusya'ya olan bu bağlılık, 
topluluk için bir risk oluşturduğu gerçeğini bilinmesine rağmen enerji çeşitliliğinin 
olmaması ve kaynak yetersizliğinden dolayı enerji bağımlılığı giderek artmaktadır. 
Rusya'nın gelişen enerji denklemi içerisinde enerjiyi tamamıyla dış politika 
ekseninde kullanması ise birlik için önemli bir tehlike unsuru olmaktadır. Nitekim 
Rusya'nın 8 Ocak 2007'de Ukrayna ile yaşadığı kriz nedeniyle Ukrayna Başbakanı 
Yushchenko'ya baskı yapmak amacıyla Beyaz Rusya üzerinden geçen Orta ve Batı 
Avrupa'ya petrol hattı olan Druzhba petrol boru hattındaki akışı durdurması ve 
Ukrayna üzerinden geçen doğalgaz hattını kesmesi AB'nin enerji arz güvenliğinde ki nadir yapısını ortaya çıkartmıştır. 

Rusya'nın enerji üzerinden oluşturduğu dış politikanın tehlikesinin benimsenmesi nin ardından AB enerji çeşitliliğine hızla yön verme çalışmalarına girmiştir. Böylelikle AB açısından en önemli husus dışa bağımlılığın yaratacağı risklerin en aza indirilmesi olmuştur.(Pamir, 2005) AB'nin Norveç dışında güvenli enerji tedarik kaynağı yoktur. Rusya'nın politik hamleleri ver beraberinde yaşanılan sıkıntı AB'nin Akdeniz, Kuzey Afrika ve Ortadoğu, Orta Asya bölgelerine yönelerek enerji çeşitliliğini ve artan enerji ihtiyacını güvenli şekilde karşılamaya yönelmiş tir. 
Ancak bu yöneliş içerisinde tamamıyla dış politikasını enerji gündemli belirleyen Rusya ile olan ikili ilişkilerini bir dengede tutmaya ve uzun vadeli anlaşmalar ile enerji arzındaki güvenliğini temin etmeye çalışmaktadır. Özellikle 30 Ekim 2000 yılında AB ve Rusya Federasyonu arasında yapılan zirvede ''enerji ortaklığı'' tanımının çıkması ile enerji arz güvenliğine ilişkin kaygılarını gidermeye yönelik atılmış bir adımdır. AB oluşturduğu enerji politikaları ile Kuzey Afrika ve Akdeniz 
kaynaklarına ulaşarak enerji çeşitliliği ile ilgili çalışmalarını yapmaktadır. Dünya 
fosil enerji kaynaklarının yaklaşık yarısına sahip olan Orta Asya ve Ortadoğu 
bölgeleri AB içinde hayati önem taşımaktadır. AB'nin Orta Asya bölgesine direk 
etki edebilmek için Romanya ve Bulgaristan'ı birlik bünyesine alarak Karadeniz'e 
komşu olması, Türkiye'nin BTC ve BTE boru hattı projelerine ekonomik ve siyasi 
destek vermesi bölge için önemli adımlardır. Nabucco, TANAP gibi projeler hayata 
geçirildiğinde Türkiye üzerinden bölge ile olan enerji diyalogu artacaktır. Ayrıca 
AB'nin Ortadoğu bölgesinde ABD ile hareket etmesi, Ukrayna krizi sonrası 
Rusya'ya olan yaptırıma destek vermesi enerji rekabetinde ısınan zeminin 
göstergesidir. Yeni oluşan dünya düzeninde pazar gücünü ve siyasi gücünü 
kullanarak konumunu daha aktif ve güçlü kılmaya çalışmaktadır. Özellikle Ortadoğu ve Suriye'de yaşanılan istikrarsızlık ve savaş hali, AB ile Türkiye ilişkilerini ve birliğe üyelik görüşmelerinde yakınlaşmayı beraberinde getirmiştir. 
AB için Türkiye'nin olmadığı bir siyasi denklem Ortadoğu ve Orta Asya bölgeleri 
için mümkün olmayacaktır. Sonuç olarak AB'nin enerji politikasının amaçları; enerji arzının güvenliği ve çevrenin korunması arasında bir dengeye vararak, toplam enerji tüketiminde kömürün payını arttırmak, nükleer enerji santralleri için azami güvenlik şartları tesis etmek ve yenilenebilir enerji kaynaklarının payını arttırmak olarak kısaca açıklanabilir. (İşcan, 2002) 

2.2. ABD'nin Enerji Politikası 

ABD, dünya düzenine baktığımız zaman en güçlü ve önemli aktör konumundadır. 
SSCB'nin dağılmasından sonra iki kutuplu güç dengesi dağılmıştır. Bu dağılımın 
etkisi ile tek süper güç konumuna gelmiştir. Gelişen dünya düzeninde çok kutuplu 
bir güç dengesi oluşmaya başlamıştır. Özellikle enerji kaynakları ile birlikte 
şekillenen düzen içerisinde, ABD konumu korumak ve kendine eş bir güç olmasını 
engellemek istemektedir. ABD'nin bu vizyonu eşliğinde oluşturduğu enerji 
politikasını şu şekilde özetleyebiliriz; Kendi kaynaklarının mümkün oldukça 
muhafaza edilmesi ve geliştirilmesi, ihtiyacı olan enerji kaynaklarının mümkün 
oldukça farklı bölgelerden temin edilmesi ve kendi çıkarlarına ters olacak bir enerji jeopolitik oluşumun engellenmesi üzerine kurmuştur. 
ABD, dünya üzerinde yakaladığı süper güç konumunu enerji politikaları üzerinde 
fazlasıyla hissettirmektedir. Dünya'nın neredeyse her bölgesinde askeri güç 
bulunduran ABD, aynı zamanda da oluşturduğu Sivil Toplum Kuruluşları (STK) ile 
küresel bir lobi sahibi olmasını yanında dünya teknoloji alanının yaklaşık %30'unu 
elinde bulundurarak gelişen enerji savaşında ekonomik, askeri gücünün dışında 
psikolojik bir üstünlükte kurmaktadır. Özellikle, enerji kaynaklarının ve enerji geçiş yollarının hâkimiyetinin oluşturma eğilimindedir. Bu bağlamda ABD Deniz 
Kuvvetlerinin bir kısmını Basra Körfezi, Umman Denizinde ve Hint Okyanusu'nda 
petrol yolları açık olması için daima bulundurmaktadır. Ayrıca, 1973'ten bu yana 
Kuveyt, Suudi Arabistan, Bahreyn, Katar gibi ülkelerde Amerikan üsleri 
bulundurmaktadır. Afrika'da, 2007'de kurulan ''Afrika Komutanlığı'' ABD'nin ulusal 
güvenliği açısından, Afrika'nın önemini göstermektedir. Afrika'nın gerek petrol ve 
gerek stratejik mineral ve madenler bakımından güçlü olan rezerv yapısı birçok 
küresel aktörün daima üzerine ilgi göstermesine neden olmaktadır. Çin'in, Afrika'ya olan ilgisi ve Afrika ülkeleri ile bir dizi enerji ve alt yapı anlaşmaları yapması, ABD'yi rahatsız etmiş ve ulusal güvenliğine tehdit olarak algılamasına sebep olmuştur. Bu oluşumdan rahatız olan ABD'de, Çin'in bölgede ki hâkimiyet kurma girişimine karşı bölgeye yatırımlarını arttırarak ve Afrika Komutanlığı'nı kurarak buradaki varlığını koruma girişiminde bulunmaktadır. Böylece hızla büyüyen Çin'in enerji savaşında küresel müdahalelerinin önüne geçmeye çalışmaktadır. 

ABD'nin var olan gücünü koruma mücadelesi ve beraberinde gelişen teknoloji ve 
toplum yapısı ile artan enerji talebini hızlandırmaktadır. ABD'nin, artan enerji 
arzının karşılayabilmek ve süper güç konumunu koruyabilmek için enerji kaynakları üzerine geçmişten günümüze oluşturduğu politikaları şu şekilde analiz edebiliriz. 

Truman yönetimi, Sovyetler Birliği'ne karşı çevreleme politikasını izlerken 
Ortadoğu'da İngiliz varlığının ve yönetiminin yerini doldurma isteğini ortaya 
koymaktadır.(Best, 2006) ABD, 1957'de Eisenhower Doktrini ile tam olarak 
Ortadoğu'ya yönelmiş ve Ortadoğu ülkelerine, ekonomik, askeri yardım yapılması, Komünist kontrol altında bulunan herhangi bir devletten bu devletlere saldırı yapılması karşısında, bölge devletlerin istemesi halinde, Amerikan Silahlı 
Kuvvetleri'nin kullanılması kararlaştırılmıştır.(Arı, 2004) Bu sayede, bir taraftan 
Arap ve bölge ülkeleri ile yakın ilişkiler kurularak diğer taraftan da SSCB'yi kontrol etmeye çalışmıştır. 

    İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Ortadoğu bölgesinde İngilizlerden oluşan boşluğu doldurmak istemiştir. Vietnam Savaşının olumsuz etkileri karşısında 1970'te Nixon Doktrini'nde, ABD'nin bölgesel çatışmalara doğrudan müdahale etmeyeceği, bunun yerine askeri ve ekonomik yardım yapacağı ifade edilmiş olsa da kalıcı bir hale gelmemiştir. Özelikle 1973-1974 yılarında yaşanan petrol krizi, ABD'nin bölge için var olan politikasının, güce dayalı bir politika olarak değişmesi ne sebep olmuş, 1980'de ilan edilen Charter Doktrini'nde ise Basra Körfezi'ne yapılacak herhangi bir saldırının, ABD'nin yaşamsal çıkarlarına bir saldırı olarak değerlendirileceği ve bu tür bir saldırının her türlü araçla önleneceği ifade edilerek bir bakıma da Nixon anlayışı terk edilmiştir. Bu doktrin aynı zamanda yüzyıllardır enerji üzerine dönen savaş için tarihin yeniden tekerrürü gibidir. İngiltere, I. Dünya Savaşı sonrasında oradaki hâkimiyetini ve bölgeye bakış açısını belirtmek, ABD'nin politikasını anlamamıza yardımcı olacaktır. İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Landsdowne, Mayıs 1903'te Lordlar Kamara'sında yaptığı bir konuşmada şu politik görüşü dile getirmiştir; ''İngiltere Hükümeti, İran Körfezi'nde kendisinden başka hiçbir gücün denizde üs kurmasına müsaade edemez ve böyle bir olguyu kendi çıkarlarına yöneltilmiş menfur bir hareket sayar. Bu itibarla bu tür bir girişime ellerindeki tüm imkânları seferber ederek mani olacaktır''. 

Dünya siyasi yapısını değiştiren bir diğer önemli olay ise ABD'de, 11 Eylül 2001'de yaşanan terör olayıdır. Başta ABD olmak üzere tüm dünya üzerinde derin etki yaratmasına ve kendi topraklarında terör olayına maruz kalan ABD'nin uluslararası politikasını değiştirmesine sebep olmuştur. Barnell'e göre 11 Eylül saldırıları takvimsel olarak değil ama dünyayı değiştiren, dönüştüren, sosyal, ekonomik, politik özellikleri dolayısıyla 20. yüzyılı sonra erdiren önemli tarihsel bir olaydır. 
11 Eylül saldırıları, yeni stratejik ortaklıklara ve diplomatik birlikteliklere neden 
olmuştur.(Bernal, 2002) Bu oluşan yeni düzen içerisinde çok kutuplu güç dengeleri oluşmaya başlaması, ABD'nin enerji üzerine izlediği politikalara karşı tepkilerin oluşmaya başladığı döneme geçilmiştir. II. Körfez Savaşı sonrasında Rusya ve Çin'den gelen tepkilere bazı AB ülkeleri de katılmış ve ABD ile AB arasında '' Transatlantik Çatlak'' meydana gelmiştir. Bölgesel aktörlerden Türkiye ve ABD'ye yakınlığı ile bilinen Suudi Arabistan'da ABD'ye istediği desteği vermemiştir. ABD'de 2008 yılında başlayan ekonomik kriz neticesinde, küresel ve bölgesel aktörler ile yapılan enerji rekabetini veya savaşını daha derin ve çetin hale gelmesine neden olmuştur. Çin, Rusya ve AB ülkeleri enerji politikaları, ABD'nin çıkarlarını etkilemektedir. Özellikle dünyanın en önemli enerji kaynağı, Ortadoğu üzerindeki rekabeti arttırmakta ve beraberinde Hazar Petrolleri, Kafkasya ve Karadeniz üzerinde bir rekabette yaratmaktadır. 

 ABD ihtiyaç duyduğu enerjinin önemli bir kısmını Ortadoğu ve Orta Asya 
bölgesinden karşılamaktadır. Bu bölgelerde ABD, Rusya'nın etkinliğini kırmak ve 
Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC)'e olan bağlılığını azaltmak öncelikli 
hedefidir. ABD için Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya gibi aktörlerde hegemonyasını 
tehdit eden ve meydan okuyan aktörler olarak ön plana çıkmaya başladığı bir dönem içerisindedir. Çok kutuplu güç denkleminde, ABD'nin tekelideki güç dengesi ve ABD'nin gücü azalma eğilimi içerisinde iken başta belirttiğimiz ülkeler olmakla 
birlikte birçok yeni aktörde düzenli bir güç artışını görmekteyiz. Bu aktörlerin 
kendisine meydan okuyacak kadar güçlenmesini istemeyen ABD, enerji 
kaynaklarını ve enerji yollarını elinde tutarak bu ülkelerinde kontrolünü elinde 
tutmak ve bölge ülkeleri ile yaptığı uzun vade içeren anlaşmalarla yakın gelecekteki enerji paylaşımında şimdiden rolünü güçlendirmek istemektedir. Yaptığı enerji anlaşmaları ile ABD şirketlerine alan açarak, küresel ekonomideki hâkimiyetini pekiştirme çabası içerisinde bir hayli kararlı politikalar izlemeye çalışmaktadır. 

ABD, nispeten zayıflamış gibi algılanan gücüne rağmen hala bu yüzyılın en güçlü 
ve etkili uluslararası aktörüdür. ABD'nin, bu gücü muhafaza edip edemeyeceği diğer aktörlerin gelişimlerinden ziyade izlediği tek taraflı politika yerine, çok taraflı politika izlemeye başladığı dönemden bu yana izlediği başarılı veya başarısız politikası üzerine kurulu olacaktır. 

***

21. YÜZYILIN ENERJİ DENKLEMİ VE TÜRKİYE. BÖLÜM 1

 21. YÜZYILIN ENERJİ DENKLEMİ VE TÜRKİYE. BÖLÜM 1 

Türkiye Enerji Kaynakları, Sercan DURMUŞOĞLU,Enerji Politikaları, Küresel aktörler,Jeotermal Enerji, 

Sercan DURMUŞOĞLU1 

1 İstanbul Ticaret Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sütlüce, 3445, İSTANBUL, 
sercanbbn@hotmail.com 


ÖZET 

 Enerji, insanlık tarihinden günümüze kadar yaşamın sürdürülebilmesi adına en temel olgu olarak önemini arttırarak hayatımızdaki yerini korumuştur. Bütün ülkeler ihtiyacı olan enerjinin sıhhatli şekilde nasıl temin edileceği üzerine projeler ve politikalar geliştirmektedirler. 21.Yüzyılda, ülkelerin toplumsal refahı ve sürdürülebilir kalkınmalarının en önemli yapı taşı enerjidir. Enerjinin bu konumu 
gereği, ülkeler arasında kıyasıya bir rekabet vardır. Dünya, küresel ve bölgesel aktörlerin bu rekabeti, bir enerji savaşına dönüştürdükleri bir siyasi konjonktür içerisindedir. Oluşan bu yeni konjonktürde kapsamında, Dünya enerji kaynakları, küresel aktörlerin izlediği enerji politikaları incelenmiştir. İncelenen bu politikalar ekseninde, Türkiye'nin izlediği enerji politikaları, hedefi ve sorunları hakkında 
bilgi verilecektir. 

1.GİRİŞ 

Dünya ve insanlık var olduğundan günümüze kadar enerji yaşamın vazgeçilmez bir unsuru olarak daima önemli bir yer kaplamıştır. İnsanlık tarihinde enerji ve enerji kaynaklarından, çeşitli şekiller de yararlanılmıştır. İlk başlarda kas gücünden elde edilen enerji hayatımıza girmiştir. Verimli tarım arazilerinin sürülmesi, el ustalarının üretim atölyeleri ve tamamıyla insan gücüne dayalı ordular o dönemin önemli enerji argümanları dır. İnsanlık daha sonra doğa ile bütünleştirdikleri bir enerji kullanımına geçiş yapmıştırlar. Su değirmenlerinin kullanımının ilk çağlara kadar uzandığı, yapılan araştırmalar ile belirlenmiştir. Enerji, Sanayi Devrimi ile en büyük evrilmeyi yaptığı dönemi yaşamıştır. Dünya'nın, sanayileşme hareketi ile birlikte hızla makineleşmeye yönelmesi ve artan teknoloji ile enerji önemini hızla arttırmıştır. 

21.yüzyıla gelindiğinde ise enerji yaşamın sürekliliğinin gerekliliği için anahtar 
noktada olacak bir konuma yükselmiştir. 

Ülkeler, toplumlarının refahı, sürdürülebilir kalınmaları, askeri ve ekonomik 
varlıklarını devam ettirebilmek için artan enerji talebini karşılamak ilk öncelikleri 
halini almıştır. Ülkeler teknolojilerini ve politikalarını artan enerji talepleri üzerine 
yeniden kurgulamaya başlamıştır. 21.yüzyılda, özellikle dünya süper gücü Amerika Birleşik Devletleri (ABD)'nin başını çektiği küresel aktörler olan Rusya, Avrupa Birliği (AB), Çin'in de enerji denklemine girdiği küresel bir rekabet başlamıştır. SSCB'nin yıkılmasının ardından İkili Kutup eksenli güç dengesinin zamanla çoklu kutuplu bir güç dengesine bırakması aktörlerin sayısının artmasına ve beraberinde rekabetinde kızışmasına neden olmuştur. Yaşanılan bu büyük rekabetin arenası dünya fosil kaynak rezervlerinin yaklaşık yüzde 70'ine sahip olan Ortadoğu ve Orta Asya bölgelerinde yaşanılmaktadır. Türkiye, yaşanılan bu büyük enerji rekabetinin neredeyse tam odak noktasında bulunmaktadır. Çalışmada 21.yüzyılın enerji savaşında Dünya enerji kaynakları, küresel aktörlerin enerji politikalarını ve enerji eksenli dış politikaları incelenecektir. Oluşan bu politikalar eksenin içerisinde, Türkiye'nin enerji vizyonu, stratejileri ve dış politikaları irdelenecektir. 

1.DÜNYA ENERJİ KAYNAKLARI 

Dünya enerji kaynakları yenilenemez (fosil) ve yenilenebilir enerji kaynakları olarak ikiye ayırmamız gerekmektedir. Sanayi Devriminden itibaren ağır sanayi hamlesinin giderek gelişmesi beraberinde fosil kaynaklar üzerine bir yoğunlaşma yaşamasına neden olmuştur. Fosil enerji kaynaklarının, yenilemez bir enerji kaynağı olması ve yakın tarihte olması beklenmemesine rağmen artan enerji talebi içerisinde riskli bir durum içerisine gireceği ön görülmektedir. Fosil enerji kaynaklarının, dünya üzerinde homojen bir dağılıma sahip olmaması ise yükselen enerji talebi içerisinde yaşanan enerji rekabetinin zamanla bir enerji savaşına dönüşmesine neden olmaktadır. 

Ülkelerin sürdürülebilir kalkınmalarını ve toplumsal refahını sağlayabilmesi için 
artan enerji talebini karşılamaları gerekmektedir. Enerji tüketimi ve kalkınma 
arasında yakın bir ilişki olmasından dolayı, enerjinin ekonomik sosyal kalkınmanın 
temel girdilerinden biri olduğunu söyleyebiliriz.(Karluk, 2002) Ülkelerin artan enerji taleplerini karşılamaları için fosil enerji kullanımı kadar bir diğer enerji kaynağı olan yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı çok önemli bir yer tutmaktadır. Ülkeler gelişen teknolojileri vasıtasıyla maksimum verim elde ederek enerji üretiminde önemli bir yer almasını sağlamak hedefindedirler. 

1.1. Fosil Enerji Kaynakları 

Sanayi devriminden sonra dünyanın, endüstriyel devrimi ile enerji kaynaklarının 
önemi ortaya çıkmıştır. Kömürün vazgeçilmez bir konuma sahip olduğu dönem, 
hızla gelişen teknoloji ile birlikte yerini petrole bırakmıştır. 

Dünya'nın 1973-1979 yıllarında yaşamış olduğu petrol krizleri ile birlikte petrol kaynaklarına bağlılıklarından dolayı büyük sıkıntı yaşamışlardır. Özellikle petrol krizlerinden sonra ülkeler, alternatif enerji kaynaklarına yönelmiştirler ve bunların başında o döneme etki eden en önemli kaynak Nükleer Kaynaklardan üretilen enerji olmuştur. 

Bütün bu arayış ve yönelmelere rağmen, dünyada birincil enerji tüketimi pastasında, en büyük payı fosil kaynakların aldığı görülmektedir. (Satman, 2006) Enerji payında aldığı büyük pay ile önemli bir stratejik konuma sahip olan fosil kaynaklar, 21.yüzyılın içerisinde olduğu büyük enerji savaşında temel kaynak konumunu korumaktadır. Dünya'nın yaşadığı enerji savaşı için fosil enerji kaynaklarını kömür, doğalgaz ve petrol kaynakları olarak incelemeliyiz. 

1.1.1. Kömür 

Genellikle bitki parçaları veya bitkisel maddeler bataklık ortamında birikip, çökelir ve jeolojik işlemler ile kendiliğinden yer altına gömülürler. 
Yeraltında artan ısı ve basınca maruz kalarak bünyelerinde fiziksel ve kimyasal değişimlerle kömüre dönüşürler. İnorganik bileşikler ve mineral maddelerden 
oluşan kömür fosil enerji kaynağı olarak sıfatlandırılır ve kömürleşme süresi 400 milyon yıl ve 15 milyon yıl arasında değişmektedir. 
Sanayi devrimi ile insanlık yaşamına çok hızlı girerek önemli bir konuma sahip olmuştur. Konumunu artan teknoloji ile birlikte diğer fosil kaynaklar olan petrol ve doğalgaza bırakmış olsa da günümüz enerji trendi içerisinde hala önemli bir konuma sahiptir. World Energy Council (WEC)'n yaptığı çalışmalara göre dünya da kömür kaynakları ile ilgili bir kaynak sıkıntısı olmayacaktır. 

Dünya'da kömür kaynaklarına bakıldığında sırasıyla ABD (237 milyon ton), Rusya (157 milyon ton), Çin (115 milyon ton) ilk üç sırayı almaktadır. 

Sera gazı salınımı nedeniyle kömür termik santralleri enerji politikaları içerisine uzun vadeli yatırım kaynakları olarak gözükmemektedir. 

Özellikle, Çin artan enerji ihtiyacı içerisinde talebi karşılamak için kömür santrallerine yatırım yapmaktadır. 

Yine de kömür hızla gelişen teknoloji ile kömür önümüzdeki yıllarda artan bir öneme sahip olacaktır. 
Kömür gelişen teknoloji ile farklı şekillerde enerji elde edebilmek için kaynak oluşturmuştur. Bu çalışmalar ekseninde geliştirilen, Converting coal to liquid fuel 
(CTL) sistemi ile amaç olarak kömürden sıvı yakıt elde edilmesi hedeflenmiştir. Belirli bir kapasiteye ulaşmış olmasına rağmen dünya üzerinde yaygın değildir. 
Bu sistem, Güney Afrika'da yaygın olarak kullanılmakta olup, benzin ve dizel ihtiyacının yaklaşık %30'unu karşılamaktadır. Ayrıca, Underground coal gasification (UCG) sistemi ile kömürü yer altında gaz haline getirmek hedeflenmiş tir. Özellikle ABD, Hindistan ve Avrupa ülkeleri bu sistem üzerinde projeler üreterek uzun vadeli yatırımlar yapmaktadır. Kömür kaynakları artan teknoloji ile alternatif üretimler ile enerji üretimine katılması sağlanırsa gelecek yıllar içerisinde kaynaklar arasında konumunu arttıracaktır. 

1.1.2. Doğalgaz,

Doğalgaz son çeyrek yüzyılda hızla önemli bir kullanım kapasitesine sahip olan bir 
enerji kaynak türüdür. Petrol üretimi sırasında keşfedilmiş fakat değersiz bir yan 
ürün kabul edilerek boş yere yakılmıştır. Petrol üretiminde yaşanılan sıkıntı, artan 
enerji talebi ve gelişen teknoloji ile birlikte doğalgaz önemli bir konuma 
yükselmiştir. Çevreye verdiği zararın az olması ve kullanım esnekliği ile hızla artan bir trende sahiptir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerin doğalgaz kullanımına ağırlık vermesi ile birlikte dünya da yaygınlaşmıştır. 
Dünya enerji talebi içerisinde en fazla artış yaşanılacak olan fosil kaynak olarak 
doğalgaz olacağı ileri sürülmektedir. Dünya enerji talebinin 2030 yılına kadar 
ortalama %1,6 oranında artacağı tahmin edilmektedir. Toplam enerji artışı 
içerisinde, doğalgaz yaklaşık %21 oranında yer kapsayacaktır. (Enerji Raporu, 2013) 

Dünya'da doğalgaz rezerv oranı ile Rusya ilk sırayı almaktadır. Orta Asya bölge 
ülkelerinin de üretime girmemiş büyük doğalgaz rezervleri vardır. Bu rezervlerin 
yanı sıra ABD, Katar gibi ülkeler de sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) kaynakları ile 
oldukça büyük rezerv oranlarına sahiptirler. ABD yeni keşfettiği ''Kaya Gazı'' ile 
doğalgazda yeni bir boyut açmıştır. Şimdilik üretimde beklenilen paya sahip olmasa da ileride kaplayacağı alan ile ABD'nin en büyük üretici olacağı düşüncesi ileri sürülmektedir. Tüm bu gelişmeler eşliğinde dünya 2035 yılında Rusya'nın 856 milyar m3 ile liderliğini korurken, ABD 800 milyar m3 ile ikinci, Çin 318 milyar m3 ile üçüncü sırada bulunması ön görülmüştür. (UEA, 2012) 

1.1.3. Petrol 

Dünya enerji arzında en önemli ve başta gelen fosil enerji kaynağı petroldür. 
Petrolün uzun yıllar bu önemli konumunu koruyacağı beklenmektedir. Dünya da 
artan enerji tüketimi içerisinde fosil kaynaklar % 87,7'lik bir orana sahiptir. 
Petrol kaynakları, fosil kaynak tüketim oranının %36,8'lik payını kaplayarak, fosil kaynak tüketimi içersinde birinci sırada yer almaktadır. (İşcan,2002) Petrol kaynakları, 21. yüzyılın enerji savaşının temel maddelerinden biridir. Özellikle dünya petrol rezervlerinin yaklaşık %50'sine sahip olan Ortadoğu bölgesi bu savaşı en önemli arenalarından biri olmaya devam etmektedir. 

Geçmişten bu yana istikrarsızlık bölgesi olarak hep karşımıza çıkan bu bölge 
incelendiğinde kendi iç dinamikleri yüzünden gelişen sıkıntılar yaşamamışlardır. 
Genellikle suni ve dış odaklı siyasi sıkıntılar ile bölge daima istikrarsızlıkla 
cezalandırılmıştır. Her ne kadar Suudi Arabistan, ABD, Rusya'nın, 2030 yılı 
içerisinde dünya petrol rezervlerinin 1/3'ünü karşılayacağı belirlenmiştir. Fakat hızla artan enerji talebi ve buna bağlı olarak git gide şiddetlenen enerji savaşının ana günden konusu fosil kaynaklar ve petrol oluştururken, en şiddetli rekabetin ve savaşın yaşandığı bölge ise Ortadoğu olacaktır. 

1.2. Yenilenebilir Enerji Kaynakları,

Dünya'nın içerisinde bulunduğu enerji savaşının temel konusu artan enerji talebini en sıhhatli şekilde karşılayarak ülke refahını ve sürdürülebilir kalkınmayı devam ettirebilmek olmuştur. Özellikle, fosil kaynaklar üzerinde yaşanan bu rekabette güçlü olabilmek enerji eşitliliğinde yakalanılacak olan verimlilik ile doğru orantılıdır. Fosil yakıtlara olan bağımlılık ne oranda azalırsa ülkelerin enerji 
diplomasisinde elleri o oranda refaha kavuşacaktır. Bu neden ile ülkeler hem fosil 
kaynaklar üzerinde bir enerji savaşı verirken hem de artan enerji talebini 
karşılayabilmek adına, enerji çeşitliliği sağlayabilmek için büyük rekabet 
içerisindedirler. 

Dünyadaki politik gelişmelere bağlı olarak artan enerji talebi içerisinde enerji 
fiyatlarının sürekli artması, fosil yakıtların belli bir süre sonra bitecek ve fosil yakıt 
üretiminin pahalı olması, alternatif enerji kaynaklarının tespit edilerek bu 
kaynaklardan yüksek verimle faydalanılmasını zorunlu kılmaktadır.(Etemoglu ve 
İşman, 2004) Bu zorunluluk içerisinde doğanın insanlara sunduğu rüzgâr, su, güneş gibi doğal kaynaklar insanlara alternatif enerji kaynakları oluşturması için önemli imkân sağlamaktadır. Bu doğal kaynaklar hakkında bilgi sahibi olmamız var olan enerji rekabetindeki yenilenebilir eneri kaynaklarının konumunu anlamamıza yardımcı olacaktır. 

1.2.1. Hidrolik Enerji, 
 
Hidrolik enerji, suyun gücüne dayalı bir enerji türüdür. Su gücünden yararlanma 
milattan önce ilk çağlarda su değirmenleri ile başlamış ve günümüze de vazgeçilmez bir enerji kaynağı olma konumunu korumaktadır.(Dalkır ve Şeşen, 2011) ABD'de, Niagara Enerji Santrali ile yapılan hidroelektrik santral olarak, dünya genelinde hidroelektrik santral inşaatlarının da öncüsü olmuştur. (Ataman, 2007) Büyük bir potansiyele sahip olan hidrolik enerji günümüzde var olan potansiyelinin altında faydalanılmaktadır. Yinede hidrolik enerji dünya elektrik üretiminin yaklaşık %15,9'luk payını üstlenmesi önemini açıkça göstermektedir. Her ne kadar kurulum maliyeti yüksek olmasına rağmen, yerli imkânlar ile yapılabilmesi, yenilenebilir kaynak oldan sudan enerji elde edilmesi ve teknik ömrünün uzun olması, bakım giderlerinin düşük olması gibi nedenlerden ötürü, hidroelektrik santraller ülkelerin enerji sigortalardır.(Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı, 2012) 

1.2.2. Güneş Enerjisi, 

Güneş, dünyadan milyonlarca kilometre uzaklıkta sıcak gazlardan meydana gelmiş bir kütledir. Dünya yaşam kaynakları ve dolaylı, dolaysız tüm enerji kaynakları için güneş temel kaynaktır. Güneş enerjisinden elektrik üretimi ile ilgili ilk çalışmalar 1950 yılında yapılan ilk güneş pilleri ile olmuştur. 
 Dünya'nın yaşadığı petrol krizleri ile artan enerji çeşitliliği arayışı sonucunda güneş enerjisi ile ilgili çalışmalar ağırlık verilmiştir. Dünya'nın her noktasına ulaşma kabiliyetine sahip olan güneş enerjisi çok büyük bir potansiyel oluşturmaktadır. 
Suudi Arabistan'ın gelecek yıllarda güneş enerjisi ile enerji talebinin tamamını 
karşılamayı hedeflemesi ve mevcut petrol kaynaklarının tamamını ihracata ayırmayı hedeflemesi dikkat çekici ve gelecek için önemli bir gelişmedir. 

1.2.3. Rüzgâr Enerjisi 

Güneşin yeryüzünde yol açtığı ısınmanın ve oluşan basınç farklılıkları ile havanın 
hareketlerine yol açması ile rüzgâr oluşur. Rüzgâr enerjisinden yararlanmak insanlık tarihinde oldukça eski zamanlara dayandığı gözlemlenmiştir. Özellikle basit yel değirmenleri ile rüzgâr enerjisinden faydalanılmıştır. Avrupa'da yaygın olarak kullanılan yel değirmenleri özellikle 12. yüzyılda Fransa ve İngiltere'de 
kullanılmıştır. (Akova, 2008) 
Rüzgârdan elektrik üretimini ilk Danimarka elde etmiştir v günümüze kadar gelişen süreç içerisinde bu sistem artış göstererek enerji elde edimi devam etmiştir. Doğal yakıtın, rüzgâr olduğu sistemde, azami 30 metre veya daha yüksek ebatlarda kurulan kulelere monte edilen pervanelerin rüzgâr ile dönmesinden sağlanan hareketin elektrik enerjisine döndürülmesi ile enerji elde edilir. Elde edilen enerjinin depolanamaması ve kuşların göç güzergâhlarında rüzgârgülleri ile zarara uğraması gibi temel problemler ve karşı görüşlerle karşılaşan bu sistem artan bir trende sahiptir. Çin, ABD, Almanya gibi ülkeler rüzgâr kaynaklarından önemli bir enerji elde etmektedirler. Tüm muhalif düşüncelere rağmen İspanya'nın, Navar bölgesinde bulunan rüzgâr türbinleri ile rüzgârın iyi estiği koşullarda ülke elektrik enerjisinin dörtte birini karşılayabilecek kapasiteye yükseltmiştir. İspanya'nın ve diğer gelişmiş ülkelerin rüzgâr kaynakları na yaptıkları yatırım var olan enerji rekabetinde rüzgâr enerjisinin giderek artacak bir konuma geleceğinin örneği olarak görebiliriz. 

1.2.4. Jeotermal Enerji, 

Jeotermal kelimesi Yunanca geo (yeryüzü) ve therme (ısı) kelimelerinden türemiş 
olup yer ısısı ya da yeryüzü ısısı anlamına gelmektedir.(Ataman, 2007) Jeotermal 
kaynaklardan ilk olarak, 1904 yılında İtalya'nın Larderello şehrinde buhardan 
elektrik üretimi sağlanmıştır. (Uğurlu, 2006) Fakat dünya da jeotermal kaynaklar dan elde edilen elektrik enerjisi yaklaşık %1 civarlarındadır. Kaynakların elektrik  enerjisine uygun olmayışı nedeniyle jeotermal enerji yaşanan enerji rekabeti  içerisinde yer almayan ve daha çok turizm amaçlı kullanılan bir enerji türü olarak kalacaktır. 

1.3. Nükleer Enerji, 

Dünyada nükleer enerji ile ilgili ilk çalışma, Sovyetler Birliği'nde 1954 yılında ticari amaç için kurulan Obninsk Nükleer Santralinin kurulması ile başlamıştır. Özellikle 1970'li yıllar içerisinde yaşanan petrol krizleri ile ülkeler nükleer enerjiye 
yönelmiştir. Hızla artan nükleer enerji ABD'de yaşanan Three Mile Island, Rusya'da yaşanan Çernobil ve en son yaşanan Fukushima Daiichi nükleer santral kazaları ile dünya ülkeleri tedirginlik içerisinde olarak yeni nükleer enerji programlarına yönelmişlerdir. 

Bu yönelmenin etkisiyle dünya genelinde 2011 yılında %13,5 oranına sahip olan 
nükleer enerjiden elde edilen elektrik üretimi 2012 yılında %11'e düşmüştür. Yinede Almanya'nın ülke elektrik üretiminin %67'sini nükleer enerjiden elde etmesi ve ABD, Fransa, Rusya gibi ülkelerin nükleer enerjiden büyük enerji üretimleri elde ediyor olması enerji üretimindeki önemli konumunu göstermektedir. Rusya'nın St. Petersburg şehrinde 19 Haziran 2013 tarihinde yapılan Bakanlar Konferansında Uluslararası Atom enerji Ajansı (UAEA), Uluslar arası Atom enerji Ajansı Genel Direktörü Yukiya Amano'nun, ''Önümüzdeki yıllarda nükleer enerjinin sürdürülebilir kalkınmaya önemli ve artan bir katkısı olacağı'' düşüncesini ileri sürmesi, dünyada verilen enerji savaşında nükleer enerjinin geleceği ve edineceği konum ile ilgili önemli bir bakış açısı olarak dikkat çekmektedir. 



***