Siz kimin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Siz kimin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Nisan 2018 Pazar

Siz kimin “Atatürk”ünden yanasınız?

Siz kimin “Atatürk”ünden yanasınız?


































Geçen hafta 32. Gün programından geldiler. Atatürkçülükle ilgili özel bir program yapacaklarmış. Bizim de “farklı bir Atatürkçülük anlayışımız” olduğunu düşündükleri için görüş almak istiyorlar. “Farklı Atatürkçülükler yoktur, Atatürkçülük tektir ve biz de ondan farklı bir şey savunmuyoruz” dedik ve hemen sorduk; sahi siz durup dururken niye böyle bir program yapma ihtiyacını duydunuz?
Hüsrev Kutlu’nun sözlerinden yola çıkmışlar. Asker Atatürk mü, sivil Atatürk mü? sorusundan başlayarak soruları sıralıyorlar.
Hüsrev Kutlu Atatürk’ün Mareşal resminden rahatsız olmuştu ya, 32. Güncüler de hemen kalpaklı Atatürk’ü soruyorlar: Niye Atatürk’ün kalpaklı resimlerini tercih ediyorsunuz?
Gazetede veya eylemlerimizde kullandığımız Atatürk resimleri için böyle bir ısrarımızın olmadığını söyledik, gerçekten de yok ama düşünmeden de edemiyoruz; peki siz neden “kalpaklı Atatürk”ten bu kadar rahatsızsınız?
Şeriatçılar asker Atatürk’ten neden rahatsız?
Ya Hüsrev Kutlu, neden tam da böyle bir zamanda “asker Atatürk”ten rahatsız oluyor?
Gerçi şeriatçı biri Türkiye’de Allah’tan çok askerden korkar bu yüzden herhangi bir sebeple askerden rahatsız olması hiç de şaşırtıcı değil. Değil ama şeriatçıların “Asker Atatürk”e karşı “cumhurbaşkanı Atatürk”ü savunmaları eminiz ki şeriatçıların bu ülkedeki tarihini biraz olsun bilen herkesi bayağı güldürmüştür.
Nedenine gelince;
Şeriatçılar yıllardır Atatürk’e açıkça saldıramadıkları için kaçak güreşiyorlar. Vatan kurtaran bir kahramanın düşmanı olmak kolay değil. Adınız gavura, vatan hainine çıkar, insan içine çıkamazsınız. Onun için de ya Atatürk’ün vatan kurtaran bir kahraman olduğunu her şerefli Türk gibi içten gelen bir minnet duygusuyla kabul edeceksiniz, yok bundan rahatsızsanız bu sefer mecburiyetten paşa paşa kabul edeceksiniz. İşte şeriatçılar ve mandacılar da hep bunu yaptılar. Bu yüzden de Türkiye’de hep “asker Atatürk”ten yana oldular.
Yani Dumlupınar’daki Atatürk’e mecburiyetten tamam ama hepsi o kadar.
Atatürk düşmanları asker Atatürk ile devrimci Atatürk’ü birbirinden ayırıp Atatürkçülüğü milletin hafızasından silmeye çalıştılar. 

Ne demişti geçenlerde AKP’li Bakan; “Atatürk’e evet, Atatürkçülüğe hayır”.
Kurtuluş Savaşı sırasında da muhaliflerin izlediği yol buydu. Sakarya Savaşı’ndan sonra Atatürk’ü orduların başına geçirip meclisten uzaklaştırmaya çalıştıklarını hatırlarsınız. Atatürk’ün bu saldırıya verdiği akıllıca bir yanıtla hem orduların başına geçip hem de mecliste tüm yetkileri elinde topladığını da...
Peki sonra ne oldu? Mecliste kaybedince bu sefer birden “asker Atatürk”e karşı çıkmaya başladılar. Bu dönem boyunca tüm dertleri Atatürk’ü başkomutanlıktan almaktı. Çünkü bu başkomutanlık onların da elini kolunu bağlıyordu.
Kurtuluş Savaşı bitip de Mustafa Kemal Türk Ordularının muzaffer komutanı olarak İzmir’e girdiğinde ise “bizimkiler” yine eski senaryoya dönmüştü. “Mustafa Kemal Ordularının başındaki zaferleriyle tarihteki yerini alsın, Allah O’ndan razı olsun, artık vatan kurtuldu, bundan sonrası Halife efendimizin işi.”
Bundan sonrasını herkes biliyor. Muhalefetin programında hep tek bir madde oldu: “Cumhuriyete ve Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığına muhalefet”.
Tüm bunlardan sonra Hüsrev Kutlu’nun tutup “asker Atatürk”e karşı “Cumhurbaşkanı Atatürk”ü savunacak noktaya gelmesi ilginçtir.

Ne değişti?

Niye sivil Atatürk istiyorlar?

Değişen bir şey yok. Ancak şunu görmek gerek. Atatürk düşmanları Atatürk’ü bu toplumun hafızasından silemeyeceklerini anladılar. Sadece bu da değil, Türk milletinin Ordusuna Atatürk’ün yadigârı olarak baktığını, Mustafa Kemal tavrını bu ocaktan beklediğini ve bu ocağın da bu tavrı alabilecek yegâne kurum olduğunu gördüler. Şimdi yalnız şeriatçılar değil tüm Atatürk ve Ordu düşmanları AB yolundaki “sivilleşmemize” koşut bir “sivil Atatürk” yaratmaya çabalıyorlar. Türkiye’nin sömürgeleşmesini ancak Atatürkçü millet ve ordunun engelleyeceğini bildikleri için işe buradan başlıyorlar. Önce yapay bir sivil-asker ayrımı, sonra da Atatürk ile Ordu, Atatürk ile emperyalizmle mücadele ruhu arasındaki bağlantının silinmesi. Yani olmayacak bir düşün peşindeler. Hem Atatürk deyince akla Atatürkçülüğün, devrimciliğin değil sadece vatan kurtaran bir askerin gelmesini istiyorlar, hem de bu askerin emperyalizmin ve şeriatçılığın karşısında bir Ordu mensubunu değil sivil bir siyasetçiyi çağrıştırmasını istiyorlar. Bakın bu neden mümkün değil.

















Hüsrev Kutlu’nun rahatsız olduğu Mareşal giysili resimden yola çıkalım. Asil ve mağrur duruşuyla bir Mareşali en iyi şekilde yansıtan Atatürk resmini hepiniz görmüşsünüzdür. Öyleyse bir önceki kareyi de hatırlamalısınız. Atatürk’e Mareşal ünvanı Sakarya zaferinden sonra Meclis tarafından verilmişti. Bu sırada Atatürk tam da Nâzım’ın tarif ettiği gibi sarışın bir kurda benziyordu, mavi gözleri çakmak çakmaktı ve şayak kalpaklıydı. Bu “şayak kalpaklı adam” yalnız cephelerde komutanlık yapmakla kalmıyor Meclis’te de başkanlık yapıyordu. Yani şimdiki terminolojiyle hem sivildi hem asker, hem kalpaklı Kuvayı Milliyeci hem de iyi bir devrimci. Hüsrev Kutlu onda sadece sıradan bir askeri görebilir ama Erkin’in dediği gibi emperyalizmle savaşan mazlum milletlerin içindeki generaldi Mustafa Kemal.

Türk toplumunda sivil-asker ayrımı yoktur

Sivil-asker diyerek yarattıkları yapay ayrım bizim gibi toplumların hiçbirinde hiçbir zaman varolmadı. Bugün de yok. Atatürk bizim için hem devrimcidir, hem askerdir, hem düşünürdür, hem başöğretmendir, hem liderdir, hem Türk’ün Atasıdır, yani bunların hepsidir. Hepsinden önemlisi de Türk milletinin bir evladıdır.

Onun elinden başkomutanlığı almaya çalışanlara şöyle demişti: “Başkaca ikinci bir saadetim olacaktır ki o da mukaddes davamıza başladığımız gün bulunduğum mevkiye yeniden dönebilmem imkanıdır. Sine-i millette serbest bir fert olmak kadar dünyada bahtiyarlık var mıdır?”
Gerçekten de Türk milletinin bir evladı olmak Atatürk için en büyük makamdı. Onun için Ordu Türk milletinin silahlanmış haliydi, bunun için de sivil-asker gibi bir ayrım gütmedi.
Türklerin tarih boyunca kurduğu Ordular soyluluğa dayanmaz, hep halk ordusudur. Bunun için de Attila kendisinin ne kadar aristokrat olduğunu kanıtlamak için bilmem kaç göbek sülalesini sayan Roma İmparatoru’na “ben de soylu bir milletin evladıyım” demekle yetinmişti. “Benim için en büyük şeref Türk olarak doğmuş olmamdır” diyen Atatürk de bu milletin bir evladıydı.
Şimdi bize zorla dayatılmak istenen sivil-asker ayrımı aslında Batıdan kopya edilmiş bir modele dayanıyor. Batı toplumlarında Ordu hakim sınıfların bir baskı gücüdür. Halktan ayrı, halka kapalı ve halka karşıdır. Orada gerçekten sivil ve asker ayrımı vardır ancak bizim gibi toplumlarda devlet emperyalizme karşı milletin tek vücut halinde direnişinden doğduğu için asker, aydın, emekçi ve gençliğin hepsi sivildir, emperyalizmin ve onun ordularının işbirlikçileri ise sivil olmayan güçlerdir. Ordu da halkın ordusudur.

Peki Atatürk?

Atatürk de halkın içinden çıkmış bir kahramandır. Onun için de daha Kurtuluş Savaşı başlamadan Anadolu köylerinde bir “Sarı Paşa” efsanesi dolaşmaya başlamıştır. Halk Kurtuluş Savaşı’nı başlatan lideri kendisinden ayrı bir kurumun mensubu olarak değil kendinden biri olarak görmüş, “Sarı Paşa” diye çağırmıştır.
Atatürk Mussolini’yi Mareşal üniformasıyla korkutmuştu

“Sarı Paşa” için de asker veya “sivil” olmanın pek bir önemi yoktur. Önemli olan verilen mücadeledir. Tüm görevlerinden istifa edip Sivas Kongresi’ne “sivil” olarak katılan ama buna rağmen Sivas halkı tarafından coşkuyla karşılanıp koruması sağlanan da aynı Mareşal değil miydi? Hüsrev Kutlu’ya göre Cumhurbaşkanı olduktan sonra Atatürk bir daha asker kıyafeti giymemiş, bu yüzden o resim Atatürk’ü yansıtmıyormuş.

Ben Atatürk’ün asker kıyafetini tekrar giydiği birkaç olay hatırlıyorum. Acaba AKP’liler neden hatırlamazlar. İşte bir tanesi; bir gün İtalyan Büyükelçisi “Cumhurbaşkanı Atatürk”ün makamına gelir ve laf arasında üstü örtülü biçimde Antalya ile ilgili isteklerinden bahseder. “Cumhurbaşkanı Atatürk” hemen izin ister ve iki dakika sonra “Mareşal Atatürk” olarak geri döner, kıyafeti değişmiştir. Sonra da büyükelçiye dönüp asker kıyafetini değiştirmenin kolay ama taşımanın zor olduğunu söyler.

Mesaj verilmiştir.

Bir an düşünün Kıbrıs, Güneydoğu ve Kuzey Irak...
Acaba Atatürk bunları görse sivil mi kalırdı yoksa yine Mareşal kıyafetini mi kuşanırdı?

32. Gün’den gelenler belki hâlâ kalpağı merak ediyorlardır. Onlara da Atatürk cevap versin.

Ölmeden hemen önce Hatay görüşmeleri tıkanınca bakın Atatürk’ün aklına ne geliyor; çete kıyafetlerini kuşanıp, Hatay’da çeteciliğe başlamak, hatta diyor ki bu Fransız Suriye’ye bağımsızlığını vermeyecek gidip orada da savaşmak lazım. Çete kıyafeti dediğiniz nedir, başta Astragan Kalpak, omuzda çapraz fişeklik. Ama dikkat edin, bunları söyleyen Atatürk’ün sırtında şık bir takım elbise vardır yine de ve CHP Kongresi’nde Laiklik ilkesini programa eklemekle uğraşmaktadır. Halkevleri açmaktadır, çağdaşlaşma kavgasını sürdürmektedir. Bunlar farklı “Atatürk”ler değil ki...
Şapka ve kalpak neleri simgeler
Kalpaklı da olsa, fötr şapka ve takım elbiseli de olsa Atatürk şüphesiz aynı Atatürk’tür. Ancak Atatürk’ün ölümünden sonra Atatürk’ün resimlerinin de bir imaj yaratmak üzere Atatürk karşıtı güçler tarafından kullanıldığını ortaya koymak gerek.
Bize “niye kalpaklı Atatürk resmini kullanıyorsunuz” diyenler acaba neden hep şapka ve fraklı Atatürk resimlerini kullanırlar?
Sahte Atatürkçülerin yayın organları Kalpaklı Atatürk resmini unutturmak için ellerinden geleni yapmaktadır. Neden?
Çünkü onlar Atatürk’ün giydiği şapkadan Atatürk’e taban tabana zıt bir karakter yaratma peşindedirler.
Ömer Seyfettin’in bir hikâyesinden biliyoruz; Osmanlı’nın son yıllarında şapka giyenler halk arasında hoş karşılanmazdı. Şapkayı Atatürk giymiyordu ki kozmopolit alafranga züppelerin simgesiydi şapka.
Cumhuriyet döneminde ise gericiliğe karşı mücadelenin simgesi oldu. Böyle dönüşümler toplumların hayatında sık yaşanır. Örneğin Fes ilk giyilmeye başladığında modernliğin simgesiydi, sonra ise taassubun simgesi haline geldi. Şimdi dönüp fese bakan kimsenin aklına modernliğe ilişkin bir şey gelmeyeceği açıktır.

Kalpak niye geri döndü?

Cumhuriyet döneminde şapka giyen Atatürk daha bir yıl önce kalpağıyla emperyalizme karşı muzaffer olmuş ve bu mücadelesini diğer sahalarda sürdüren devrimci, antiemperyalist bir liderdi. Türk milletinin sarı paşasıydı. Onun için de kafasındaki şapkayı kimse yadırgamadı, tersine bu halkın gericiliğe karşı tepkisinin simgesi oldu.
Ama şimdi antiemperyalist-devrimci ve halkçı bir Atatürk silinip yerine “şapkalı Atatürk” geçiriliyor. Şapkayla simgelenen Atatürk artık Atatürk’e taban tabana zıt bir kişiliktir: Batıcı, aydınlanmacı, “sivil”, statükocu bir “devlet adamı”.
Atatürk’ü altedemeyenler O’nu kendilerine benzetme yoluna gitti. Şeriatçılar ve komprador solcular ise bu sahte Atatürk portresinin üzerinden bir Atatürk düşmanlığı propagandasına girişti. Böylece elele kalpak unutturuldu.
Kalpağın geri dönüşü Türkiye’de devrimci, milliyetçi ve Atatürkçü bir uyanışın başlamasıyla birliktedir. Madem ki Türkiye 1919 koşullarındadır Atatürk yeniden dirilmelidir, tam da 1919’daki kalpaklı haliyle. Kalpaklı Atatürk’e daha fazla yer verenlerin kalpaksız Atatürk’ü sevmediklerini nereden çıkardınız. Tersine onlar gördüğümüz bütün Atatürk resimlerinin o aynı kalpaklı resimden türediğinin bilincindedir. Ancak o kalpağın nasıl ve ne amaçla sansürlendiğini anlayacak kadar da uyanıktırlar.

Kalpak, bugün Türkiye’deki Atatürkçü, milliyetçi, devrimci uyanışın simgesidir. Bu simgeler çoğu zaman gerçek bir askeri tedbirden çok daha etkilidir, Atatürk Mussolini’nin elçisine silah falan çekmemiştir, harp de ilan etmemiştir, sadece üniformasını giymiştir o kadar.

İşte Meclis’teki o Mareşal resmi emperyalist Batıya ve Türkiye’yi parçalamak isteyenlere karşı “haddini bil” mesajının simgesidir. Bunun için onlar “şapkalı ve sivil!” Atatürk’ü pazarlamaktadır.

Rahatsız olduğunuz bütün Atatürkler geri geliyor Atatürk Kurtuluş Savaşı’nı bitirince üniformasını çıkartmış bir daha da giymemiş! Bak sen; demek ki sizin “sivil Atatürk”ünüz istediği zaman üniformasını giyip Mussolini’ye “posta koyuyor”, sonra kalpağını giyip 56’sında çeteciliğe soyunuyor. Herhalde siz böyle bir sivilliği kastetmemiştiniz.
Deniz Gezmişlerin 68’lerde temel sloganlarındandı “Mustafa Kemaller geliyor”.
Gazeteci de sanki bunu biliyormuşçasına soruyor; Atatürk gelse bu Atatürk’lerin hangisi olurdu?
Bir daha söyleyelim, farklı Atatürkler yok, Atatürk bir tane ama sizin rahatsız olduğunuz ne kadar Atatürk varsa hepsinin tek tek geri geleceğini bilin.
Bilin de korkunuz artsın.
Mareşal Atatürk geldiği gibi kıyafetini giyecek ve Kıbrıs’ta Rumun planını bozacak, Kürt devletini kurdurtmayacak,
Devrimci Atatürk bakalım bu cici demokrasiye kaç saat tahammül edebilecek
Kalpaklı Atatürk pek yakında Kuzey Irak’ta Türkmen ve Arap’larla beraber çeteciliğe başlayacak,
Solcu Atatürk gelince bu kapitülasyonlar bu yeni Duyun-u Umumiyeler ne kadar dayanır varın siz düşünün,
Halkçı Atatürk sizin işbirlikçi patronlarınız hakkında hiç de iyi düşünmeyecektir.
Laik Atatürk’e gelince “maalesef” bütün tarikatlarınız da kapanacak, şeyhleriniz Hocaefendinin yanına taşınır artık, bir daha dönmemecesine.
Milliyetçi Atatürk gelince de, deneyin “Türkiye Türklerin değildir” demeyi, O Türkiye’nin sahibinin kim olduğunu kanıtlayacaktır, denemesi bedava...
Ama en çok Büyük Şeytan korksun Atatürk’ün gelişinden çünkü “Ortadoğu’da Filistinli çocuğun da Irak’lı köylünün de içindeki general Mustafa Kemal’den başkası değil. ABD’nin “köpek generalleri” bu gerçeği anladıklarında onlar için çok geç olmuş olacak.”
Atatürk’ün kim olduğunu merak ediyorsanız, tüm bunları toplayın, zaten tek bir Atatürk çıkar ortaya.
Sizi de korkutan bu değil mi?


***