Siverek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Siverek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ekim 2020 Pazartesi

PKK Nasıl ve Hangi amaçla kuruldu?

PKK Nasıl ve Hangi amaçla kuruldu?


Bayram Yurtçiçek

25 Aralık 2016 10:20


       ABD Emperyalizmi 1970’lerin ortalarından itibaren “yeşil kuşak” projesi çerçevesinde, Türkiye’yi istikrarsızlığa sürükleyerek bir darbe ortamı oluşturmak için harekete geçti. Yeşil kuşağın” birçok amacı vardı. 

   Birinci amacı 12 Mart’tan sonra yükselmeye başlayan ve Sovyetlerin de rol oynadığı halk hareketini bastırmaktı. O sırada ABD ile hegemonya mücadelesi yürüten Sovyetler Birliğinin kuşatılması bu kuşağın ikinci amacıydı. 

Bunun yanı sıra Yunanistan Kıbrıs’a Türkiye’nin müdahalesi sonrası NATO’nun Askeri kanadından çekilmişti. Daha sonra dönmek istediyse de Türkiye’nin o zamanki sivil iktidarları kararı veto ederek, Yunanistan’ın geri dönmesini engelliyordu. Bu engeli ancak askeri bir yönetim kaldırabilirdi. 

   Öyle de oldu. 12 Eylül Yönetiminin ilk işlerinden biri de Yunanistan'ın NATO’ya dönmesini engelleyen vetoyu kaldırdılar.

Kıbrıs müdahalesinden sonra ABD’nin uyguladığı askeri ambargo, Türkiye-ABD ilişkilerini bozmuştu. Türkiye’de içinde hükümetlerin de bulunduğu güçlü bir anti-emperyalist dalga yükseliyordu. Bu dalgayı bastırmak ve askeri faşist diktatörlük kurarak ilişkileri tekrar eski düzeyine getirmek gerekiyordu.

1976’dan itibaren, Amerikancı Gladyo Türkiye’nin istikrarsızlaştırılarak bir askeri darbenin koşullarını adım adım uygulamaya başladı. Türkiye’nin batısında sağcı-solcu kavgasını, Alevi-Sünni ayrılığını kullanarak, ülkeyi kan gölüne çevirdiler. “Kurtarılmış bölgeler” kuruldu. Okullar Ülkücüler ve Solcular arasında bölüşüldü. Beş bin civarında devrimci, akademisyen, politikacı ve ülkücü bu istikrarsızlaştırma politikasının sonucu hayatını kaybetti.

Maraş, Çorum, Malatya’da Alevilere yönelik toplu katliamlara yöneldiler. 1 Mayıs 1977’de Taksim’de 33 yurttaşımız katledildi. Artık her çevreden insanlar, bu anarşi ve terör ortamının sona erdirilmesi için gerekirse askerlerin yönetime el koyması konuşulur oldu.

***

Ülkenin batısı bu halde iken Doğu ve Güneydoğu nispeten sakindi. O günlerde “kırmızı bölge” diye nitelendirilen bölge dışında pek bir olay olmazdı. 

(Kırmızı bölge: Kars, Erzurum, Sivas, Erzincan, Çorum, Malatya, Adıyaman, Elazığ, Kahramanmaraş, gibi illeri kapsıyordu.) 

Örneğin, 1974-1977 arası Diyarbakır, Mardin, Siirt, Van, Tunceli, Hakkâri, Ağrı, Bitlis, Muş, Bingöl gibi illerde ufak tefek olaylar hariç tutulursa, önemli bir olay olmadı.

Çünkü bu bölgede, MHP ve Ülkücüler ya yoktu ya da çok zayıftı. Bir sağ-sol kavgası veya Alevi-Sünni kavgası yaratmak çok zordu. 

Bu bölgede ancak, sol örgütler ve Kürtçü örgütler arasında bir kavga ve mücadele çıkararak, anarşi ve terör ortamı yaratılabilirdi.

İşte PKK’nın kuruluş amacı tamamen buydu. “Böcek yiyen böcekler” üretilmiş ve ortalığa salınmıştı. O dönemi yaşayan herkes şunu kabul eder. 

PKK’nın uyguladığı mücadele yöntemleri, devrimci, ilerici mücadeleye ters ve aykırıydı. Bölgede faaliyet gösteren bütün örgütlerin lider takımına yönelik suikastlar ve saldırılar yaptılar. Türkiye İşçi Köylü Partisi’nin bölgedeki yöneticilerine de bu meyanda saldırılar yapılmış ve birçok yöneticileri şehid edilmiş veya yaralanmıştır. Antep İl başkanı Zeki Ön, Kahramanmaraş il yöneticisi Mehmet Ongan, Tunceli il yönetim kurulu üyesi Adil Turan Nazimiye İlçe Başkanı Hasan Erkılıç, PKK’nın uyguladığı suikastlar sonucu katledildiler. Batman’da Haluk Mıhalioğlu, Diyarbakır’da Koçak Aldemir ki daha sonra Koçak Aldemir’e Varto’da bir kere daha saldırıldı. Yine Diyarbakır’da, İl yöneticisi ve Aydınlık Gazetesi muhabiri Erdal Güran ile ağabeyi kamu çalışanı Aydın Güran ile Tunceli’de İmam Canpolat yaralandı. Bu satırların yazarı da öldürmek kastıyla iki defa silahlı saldırıya uğradı. 

Saldırılardan şans eseri yara almadan kurtuldu.

Tunceli’de Halkın Kurtuluşu grubunun önde gelenlerinden Hüseyin Sancar Mazgirt’te Apocular tarafından öldürüldü. Bunun üzerine Tunceli Apocularla 

Halkın Kurtuluşu grubu arasında savaş alanına döndü. Kızıltepe kırsalında KUK (Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları) ile girdikleri savaşta yüzlerce KUK’çu ve PKK’lı öldü.

1979 yılı temmuzunda yaptıkları toplantıda alınan kararlara göre, Öcalan’ın yurtdışına çıkması, Aydınlık gazetesinin bölgedeki muhabirlerine karşı suikastlar ile diğer Kürtçü gruplarla çatışmaya girişme kabul edildi. Aydınlık gazetesinin dağıtımını yapan şirketin kamyonları yakıldı. 

Gazeteyi bulunduran bayiler tehdit edildi.

***

       Yalnız bununla kalmayıp aşiretler arası düşmanlıkları, aileler arasındaki kan davalarını kışkırtarak, toplumu bir birleriyle çatışır hale getirdiler. 

Hilvan-Siverek yöresinde, Paydaşlar ve Kırvar aşiretiyle işbirliği yapıp Süleymanlar ve Bucaklara savaş açtılar. Viranşehir-Kızıltepe-Derik yöresinde ise, 

Türk’lerle anlaşıp, Necimoğullarına saldırdılar. Aşağı yukarı bütün bölgede buna benzer tavırlar aldılar.

Nihat Ali Özcan’ın iddia ettiği gibi, PKK’yı Sovyet veya Bulgar gizli servislerin kurduğu ve yönettiği bir örgüt değildi. Eğer öyle olsaydı, bölgede faaliyet 

gösteren ve Sovyetler tarafından açıkça desteklenen gruplara saldırmaz, onların örgütlenmesine engel olunmazdı. DDKD, Özgürlük YOLU grubu, 

KUK ve Ala Rızgari gibi grupları hedef almazdı. Ayrıca Rusya’nın Türkiye acentesi gibi çalışan o günkü Türkiye Komünist Partisinin bölgedeki örgütlerine de aynı sertlikle saldırdılar. Küçük bir örnek vererek bu konuyu kapatalım. Batman Lisesi’nde TKP’liler hâkimdi. PKK’lılar TKP’lilerin etkisini kırmak için okulu bastılar ve TKP’li öğrencileri duvarın dibine dizip taradılar ve gençleri bacaklarından yaraladılar. Bu saldırıdan bir sürü genç sakat kaldı. 

Böylece okul PKK’lıların eline geçti. Sovyetçi gruplarla da çatışan Apoculara TKP’liler, Diyarbakır’da dağıttıkları bildiri de onları Sovyetler Birliği düşmanı ve utangaç Maocular olarak ilan ettiler. Dolayısıyla Sovyet ya da Bulgar gizli servislerinin PKK’yı kurduğunu söylemek, 1974-1980 arası PKK’nın yürüttüğü mücadeleyi hiç anlamamak anlamına gelir. 

   1980 sonrası, daha doğrusu, Suriye’ye geçip El Muhaberrat ile çalışıncaya kadar bu doğru değildir.

https://www.aydinlik.com.tr/kose-yazilari/bayram-yurtcicek/2016-aralik/pkk-nasil-ve-hangi-amacla-kuruldu


***

20 Ağustos 2019 Salı

UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A BÖLÜM 46

UYUŞTURUCUDAN  SUSURLUK'A  BÖLÜM 46 



Mehmet Ali Yaprak,
12/2/2002 - 11:00 
Atin,



Uyuşturucudan Susurluk'a dizimizin 42.nci Bölümünde Çete tarafından para almak gayesi ile Gaziantep'te gasp edilerek Urfa Siverek'e kaçırılan 
Mehmet Ali Yaprak'ın TBMM Susurluk Komisyonu'ndaki ifadesine yer veriyoruz.


Mehmet Ali Yaprak
14 Ocak 1997

BAŞKAN - Sayın Yaprak, hoş geldiniz. Buraya niye çağırıldığınızı herhalde biliyorsunuz. Biz yasadışı örgütlerin devletle olan bağlantılarını Susurluk'ta meydana gelen kaza olayının arkasındaki ilişkilerin aydınlığa kavuşturulması amacıyla kurulan bir komisyonuz. Geçmişte siz de kaçırılmışsınız, niye kaçırdılar, nasıl kaçırdılar, kaçırdıktan sonra neler yaptılar, ne söylediler ve netice ne oldu, ondan sonraki gelişmeler ne? Bu konularda bilgi almak için çağırdık sizi. Söze başlamadan önce şöyle kısaca kendinizi şöyle bir tanıtınız. Ondan sonra bu konuyla bilgileri evveliyatıyla sırasıyla anlatın, ondan sonra da sorularımız olursa sorarız. Buyurun.
MEHMET ALİ YAPRAK - Sayın Başkan benim anlatacaklarım biraz uzun sürecek, zamanınızı alır.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Bizim zamanımız müsait.
BAŞKAN - Bütün detayını hiçbir şey saklamadan, gizlemeden...
MEHMET ALİ YAPRAK - Tabii, bir şey saklamıyorum...
BAŞKAN - Tamam. Elinde belgelerin filan varsa onlara bakabilirsin, onları bize vereceksin tabii, herhangi bir belge varsa şayet...
MEHMET ALİ YAPRAK - Benim belgelerimin tümü dosyamın içinde mevcut, ne, niçin, nerede oldu; onların hepsi dosyada. Ben Gaziantep Nizip 1949 doğumluyum, şu anda Gaziantep'te bir televizyon kuruluşunun yönetim kurulu başkanlığını yapıyorum. İlkokulu bitirdikten sonra ticarete başladım. Şimdi, benim kaçırılmam dan, niçin kaçırıldım ben... Sebep; yok ben eroin ticareti yapıyormuşum, efendim illegal yoldan para kazanıyorum, ama, şöyle kazanıyorum, böyle kazanıyorum gibi suçlamalarla karşı karşıya kaldım. Ha bunu nasıl suçladılar, niçin yaptılar, tabii, bir sonraki araştırma safhası. Şimdi, bir insanı yok edeceklerse önce bir etrafına başlıyorlar, bürokratla ilişkisini kesiyorlar. Nasıl yapıyorlar; işte bu kaçakçılık yapıyor veya rüşvetçidir veya benzeri böyle şeyler söylüyorlar. Politikacılardan uzaklaştırıyorlar, ondan sonra da emniyetten uzaklaştırıyorlar. En son bana yaptıkları şey, Gaziantep Emniyet Müdürüne ben bir Mercedes araba hediye etmişim, bunun için de Gaziantep Emniyet Müdürü beni koruyormuş. Şimdi, ben şuna inanıyorum, Allah'a inanan bir insanım, eminim herkes inanıyordur, ben evvel Allah, sonra da Gaziantep Emniyet teşkilatının sayesinde bugün buradayım. Bu nasıl oldu; şimdi başıma gelen hadiseden başlayayım sonradan da toparlamaya çalışayım. Şimdi, 24-25 Mayıs, yanılmıyorsam, kaçırıldığım gün, sabahına Cumhurbaşkanı, Başbakan o zaman yanılmıyorsam, 28 bakan Urfa ve Gaziantep arasındaki barajların açılışına gelecekler...
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - 1995'te...

Anadolu Basın Birliği Başkanıyım

 MEHMET ALİ YAPRAK - 1996. Anadolu Basın Birliğinin Başkanı olmam sıfatıyla oraya ben de davetliyim. Akşam 11.15 civarında televizyon kuruluşundan çıktım, evime gittim, yalnızdım. Evimin önüne geldiğimde, birden üç veya dört araba ışıklar patladı. Dedim ki, bana herhalde bir saldırı olacak, silahımı çektim, yani ne oluyor diye. Bir baktım üzerlerinde polis gömlekleri yazan şahıslar. O uygulama esnasında falan giyiyorlar, ama, çelik yelek değil, fosforlu bir yelek giyiyorlar. "Polis" dedi, o zaman biz gayri ihtiyari silahımızı yerine koyduk. Üzerimden silahımı aldılar, bir arabaya bindirildim, yalnız binerken sol taraftan bana ortaya geç dediler, ortaya geçtim. Elimi attığım zaman bir koli bantı elime geçti, koli bantını görür görmez bir tereddüde düştüm, ben acaba dedim bu defa öbür taraftan kapı açıldığında koli bantını dışarı attım. Yani, bir parmak izi bırakabilir miyim diye... Efendim, özür dilerim ben diyabet olduğum için, bir bardak su alabilir miyim?...
 BAŞKAN - Tabii...
 MEHMET ALİ YAPRAK - Beni bu arkadaşlar -iki kişi arkaya, iki kişi de önde olmak koşuluyla, -bir araba önde bir araba da arkada tahmin ediyorum- Nizip tarafına gidiyoruz. Dedim nereye gidiyoruz, dediler "Emniyete gideceğiz" ben "Emniyete gidecektiysek, ben gelirdim, niye böyle şey yaptınız' dedim, " Efendim, özel bir emir aldık, sizi götürmek için" peki. Bizim Gaziantep'in ipek yolu tabir edilen yoluna çıktık, Urfa'ya doğru gidiyoruz...
 BAŞKAN - Gözlerin falan açık değil mi?

Yanımda Oturanlar Polis Gömlekli

MEHMET ALİ YAPRAK - O ana kadar açık. Dedim ki, yahu burası Gaziantep Emniyetine gitmiyor, biz nereye gidiyoruz. Dediler efendim, telefonla şimdi bize bir emir geldi. O arada telefonla konuşuyoruz şeyleri yapıyorlar. Sizi dediler, bizim daire başkanımız Diyarbakır'dan çıktı, sizi yolda konaklayacağız, belki sizi bırakma ihtimalleri varmış. Dedim, olsun yahu, burada Antep'te karşılaşalım biz bu adamla. Efendim, herhalde bu iş Antep'te sıkıntılı olacak, onun için" Gaziantep'ten bir 20 kilometre kadar çıkınca durdular sağda bir boşluk vardı, cep gibi bir yer var, orada durdular, beni bir Mercedes arabaya geçirdiler. Mercedes'e yine yanımızdaki insanlardan öndeki iki kişi değişti, arkadaki iki kişi yine aynı. O şahsın üzerinde polis gömlekleri, yanımda oturanın üzerinde.. 
BAŞKAN - Mercedesin plakasını alabildiniz mi?
MEHMET ALİ YAPRAK - 16 plakalı sonunu alamadım; kiremit renginde ya da kırmızı daha çok kiremite şey yapıyor gece karanlığında. Biz Urfa'ya doğru harekete başladık, gidiyoruz yahu dedim ne oluyor, dediler tamam sen sus, sizi yolda herhalde bırakacaklar. Böyle bir oyalama taktiğiyle falan filan... Urfa'nın girişine geldik, bu, tepeden aşağı gelirken orada polis kontrolü var. Polis kontrolden biz geçiyoruz. Bize dur diyen yok. Bu olay Hilvan'ı 20 kilometre kadar geçinceye kadar devam etti. 20 veya 25 kilometre kadar geçtikten sonra durdular ihtiyaç molası verdiler, ihtiyaçlarını giderdiler, benim de sıkıntım vardı. Bu arada bu insanların tariflerini yapmama gerek var mı, dosyada bunların hepsi belli, uzun boylu işte... Tarifleri dosyada var, yani aynı tarifler. Dediler ki, gözünü bağlayacağız, burada bir yerde bizim daire başkanıyla görüştüreceğiz" "peki" dedim. Tabii, bu arada ben hep tereddütler yaşıyorum. Yani, yahu ne oluyor, düşünüyorum, benim bir yanlış işim yok, bir şeyim yok, niçin bu böyle oluyor. Bu arada arabaya binip hareket ederken 2500 sayı saydım. Yani, ileride bir şey lazım olur, ne olur ne olmaz. 2500 sayı saydık, şöyle bir 5-6 dakikada bir patika yola girdik. Benim iki kişi koluma girdi, Üç katlı bir binâya çıkardılar, orada oturduk. Bu arada gözbağımı değiştirdiler...
BAŞKAN - Bu Hilvan'da mı?..

Seks Hapının Vergisi

MEHMET ALİ YAPRAK - Hilvan’ı 20 veya 25 kilometre geçtikten sonra 2500 sayı saydım, gideceğimiz noktaya vardık. Bu arada oturdum, bir de hatta sigara yaktılar, verdiler, gözbağım değişti. Elim arkadan kelepçelendi. Takriben 10-15 dakika bekledik, ondan sonra, bir vatandaş "hoş geldin Hacı" dedi. "Hoş bulduk" dedim. "Sen niye buradasın biliyor musun" dedi. "bilmiyorum"dedim. "Sen, kaçakçılık yapmışsın, seks hapı satmışsın, devlete vergi vermemişsin, vergi alacağız senden"
BAŞKAN - Orada da gözünü açmadılar değil mi?
MEHMET ALİ YAPRAK - Hayır hayır gözüm kapalı ondan sonra. Beni epey sorguladılar, 15 milyon mark fidye vereceksin, yani bu iş için sana ceza kestik dediler. Yahu dedim 15 milyon markın ne kadar lira olduğunu siz biliyor musunuz? "Biz bunu takdir ettik" Siz kafanızı, zihninizi bir yoklayın, geçenlerde epey oldu dedim, bir 500 milyar örtülü ödenek meselesi oldu, bu paranın ağırlığı 764 kilo geliyordu, sizin benden istediğiniz para bunun iki misli, ben bunu size, yani kamyonla taşımanız lazım. Bu parayı vermem mümkün değil. Siz akıllı gelin, akıl ve mantık içerisinde gelin, benim ödeyebileceğim bir rakam varsa, ben size bunu vereyim" İşte, "yok" dediler "biz kardeşine telefon açalım, kardeşlerinden isteyelim" dediler. Dedim, kardeşim, benim kardeşlerimle ihtilafım var, sizi polise ihbar ederler veya bir yere ihbar ederler, yakalatırlar veya başka şeyler olur, bunun sorumlusu kim olur" dedim. "Sen olursun" dediler. Dedim, "ben elimle yapmadığım bir işi, yani yetişemediğim bir işe kefil olmam, ben o sorumluluğun altına girmem" Bu konuşmaları, dönüp dolaşıp aynı noktalarda konuşuyoruz. Bu sefer ayağımı bağladılar, ayağımdan kelepçe, arkadan elime bağlandı. Beni bir kişi kaldırdı, küt diye yere koydu. Yani, adam öyle güçlü bir adam ki, beni rahatlıkla kaldırıyor böyle, betonun üzerine atıyor. Ben sabaha kadar orada kaldım, sabah olduğunu, sabah ezanından hoparlörden anladım. Bu arada bir ezan sesi daha gelmeye başladı. İyi dedim, demek ki, burası kalabalık bir yer, yani beni burada öldürmeleri mümkün değil...
BAŞKAN - Başka sesler de geliyor muydu?
MEHMET ALİ YAPRAK - Var efendim. Şimdi, ben orada ben ne düşündüm biliyor musunuz Sayın Başkan; bu insanlar beni öldürecekler, nasıl öldürecekler, işte kafama tabancayla sıkarlarsa 1 dakika, boğma teliyle boğarlarsa 1,5-2 dakika, beni koyun keser gibi öldürürlerse 3 dakikaya çıkar bu. Ben sürekli bunun hesabını yapıyordum. Biraz daha vakit geçti, kepenkler geçti, yani iş kepenkleri, aynen binanın altından geliyor sesler. Arabalar gelip geçmeye başladı, eh dedim tamam bugün beni burada öldürmeleri mümkün değil. Saat, tahminen epey geçtikten sonra sen insülin kullanıyorsun, ne marka istiyorsun, beni bir duvarın köşesine getirdiler, yazdırdılar. Verdim, gidip 5-10 dakika sonra getirdiler, biraz rahatladım. Arada çay da verdiler, o zaman sigara da verdiler içtim. Akşam gözüm yine kapalı, ayaklarım yalnız, bağlı da yalnız ayakla el birbirine bağlı değil. Epey vakit geçtikten sonra dediler, bizim, bu insülinden sonra, yemek yer misin dediler, yemek hazırladılar, yine böyle bir duvar köşesinde yemek yedirdiler. Ondan sonra akşam oldu tahmin ediyorum. Akşam, "Hacı gideceğiz" dediler. Olur dedim, tabii bu arada yine bu üç dakika, iki dakika bir buçuk dakika ve şuna şartlanmıştım: Yahu ne olacak Allah'ın verdiği bir can, vereceğimiz başka bir şey yok. İki kişi yine koluma girdi, o üç katlı merdivenden aşağıya indim, üzerime bir örtü örttüler. Bu arada dışarıda bir araba vardı, sesi geliyordu. Birisi dışarı çıktı, kontrole gitti. Dediler tamam, üzerimde örtüyle beraber, iki kişi kolumda bir arabanın içerisine girdim, "yat" dediler yattım. Bu arada yattığım zaman kafam birisinin dizine değdi, o arada kımıldama dediler, kımıldamadım tabii. O beni sorgulayan Erzurum şiveli ya da Kars şiveli olan şahıs, "Hacı, yanındaki adamın adı Ahmet, bundan sonra bir şey istersen ondan isteyeceksin, ne ihtiyacın varsa, o görecek seni" dedi, olur dedim. Orada bir 45 ya da 50 dakika veya 40 dakika bir yolculuk...
BAŞKAN - Yine o Mercedes’le mi...
MEHMET ALİ YAPRAK - Hayır efendim arabanın Mercedes veya Doğan veya Şahin mi olduğunu bilmiyorum, gözüm bağlı göremiyorum. Neyse bizi köye götürdüler veya mezra, artık onu tam olarak bilmiyorum o yeri. Beni iki kişi yine içeri götürdü, bir köy evinin içerisine soktular. Bu arada otur dediler oturdum, yerde bir minder vardı...
BAŞKAN - Köyü yolların kötülüğünden filan mı bildin?..

Sen Örgütmüşsün...!

MEHMET ALİ YAPRAK - Evet, köy yolu. Ana asfalta çıkıp 5 dakikalık veya 10 dakikalık yol ondan sonra tamamen köy yolu. Neyse bu arada o beni getirip oturttular oraya. Dışarıdaki adam diyor ki, gözünü açmayın diyor, köylü de diyor ki, içeride açsak ne olur, dışarı çıkarmayız diyor. İyi siz bilirsiniz deyip çekti gitti. Araba sesinden gittiklerini anladım. Köylü geldi, gözlerimi açtı, bir ocak, ekmek yapılan yerler, soba falan var. Köylü hoş geldin dedi, hoş bulduk dedim. Bu arada ne var, ne yok, kimsin ne değilsin. Dedim, yahu ben Gaziantep'te filan adamım. Çünkü benim bildiğim kadarıyla Hilvan'ın o taraflarda bizim yayınımız var, bu insanlar mutlaka beni tanırlar dedim. Ben dedim ki, kardeşim ben Mehmet Ali Yaprak'ım. Suçum neymiş daha onu da bilmiyorum, niye getirdiler beni buraya. Abi sen örgütmüşsün dedi. Allah Allah dedim, ne örgütü. Ee, kardeşim ben örgüt değilim, benim yayın akışım bellidir, yayın standardım bellidir. Açın Antep'te hiç mi tanıdığınız yok, Allah rızası için sorun. "Abi, olmaz" Peki. Biz orada iki bardak çay içtikten sonra dediler senin gözünü bağlayacağız. Bu gözün bağlanıp gitme esnasında her şeyi zaman içinde 1 ,5, 3 dakika hesabını her zaman yapıyordum. Bizi 100-150 adım bir yere götürdüler, yine bir odaya soktular, içeri girdik oturduk, gözümü açtılar, baktım bir televizyon var, bir minder var. Biz burada oturduk, o insanlar işte yanıma geldiler, herhalde oranın muhtarı mı veya başka bir sorumlusu mu, bunları gündeme getirdi. Dedim ki, beni bırakın veya beni askere teslim edin, bir kavga edin, dövüş edin beni hiç olmazsa askere teslim edin. "Abi bizi öldürürler, bunlar devlet" diyor adam. Neyse iki gün bu insanlarla konuştum, gelenler hep senin gibi abi, biz örgüt değiliz dediler. Şimdi, bu arada şu orada bir şey çıkıyor, kaç kişi geldi, kaç kişi gitti, sayı olarak bilmiyoruz ama, bu laf var ortada...
BAŞKAN - Bu arada sen pencereden falan bakmadın mı?..

15 Milyon Mark'tan, 3 Milyona

MEHMET ALİ YAPRAK - Efendim, pencere, kalın bir pencere şeyi dışarıda, perdesi... Hatta affedersiniz tuvalete falan çıktığım zaman dahi gözümü bağlayıp çıkıyordum. Yani şimdi, o köyden görüntü olarak hiçbir şey yok. Yalnız sulu bir yer kurbağa sesleri geliyor. Yani neresi olduğunu bilemiyorum. İşte sen örgütsün, örgüt değilsin, iki gün bunun mücadelesini verdik ve devamlı bu insanlara şu telkini yaptım. Beni Allah için eğer siz dürüst insanlarsanız bir kavga edin yahut bir şey yapın beni askere teslim edin. "Abi olmaz".diyor "sen örgütsün ya" yahu kardeşim ben örgüt değilim. Neyse bu münakaşa iki gün devam etti. İki gün, üç gün sonra dediler senin yanına geliyorlar, gözünü bağlamamız lazım, elimi bağladılar. Neyse 3-5 dakika içerisinde kendileri geldiler. Yani dışarıda bekliyorlardı veya uzak bir yerden telefonla haber verdiler, geldiler "Hacı ne haber" dediler "iyi düşündün mü" dediler neyi dedim "15 milyon markı" Kardeşim yani ben bu parayı veremem, ne yaparsanız yapın, bende bu para yok, benim bu parayı vermem mümkün değil. Neyse, siz dedim "akılı, mantıklı olursanız, bunu düşeriz." Dedi "bizim arkadaşlar hakikaten çok gördüler, gel dedi bu işi 8 milyona bağlayalım." "Yahu kardeşim rakamları, hesapları matematiksel olarak bilmiyorsunuz, az bir para değil." "Peki, sen ne diyorsun." Dedim "kardeşim benim size vereceğim rakam 3 milyon markı geçmez". "Peki, nasıl ödeyeceksin" dedi. "Beni bırakacaksınız, bu iş bende başladı, bende bitecek, ben size bu parayı ödeyeceğim". "Olur mu?" dedi. "Neden olmasın, korkuyor musunuz?". "Niye korkalım?" dedi. "Ne bileyim tedirginsiniz, beni evimin önünden alacak kadar hepiniz yürekli ve cesaretli insanlarsınız, ben bu parayı ödemediğim zaman, mutlaka cesaretiniz vardır, benden bunun hesabını alabilirsiniz" dedim. "Doğru" dedi, bu arada köylü filan içeride oturuyor, ben bunu sesten anlıyorum, kalabalık bir grup var. Aşağı yukarı 10 dakika olurdu, olmazdı, "kardeşlerinden alalım". Dedim, benim kardeşlerime kefil olamam, sizi şikayet ederler, bu iş neticede benim başıma patlar. Bunun neticesi bende başlar, bende biter, beni bırakırsınız, ben bunu öderim. "Olmaz" dediler, çekip gittiler. Gittikten sonra köylü gözümü açtı, çok iyi hatırlıyorum. Aşağı yukarı 65-70 yaşında bir adam vardı, daha önceden görmüştüm o adamı, adam ağlıyordu "Bu pis işe nasıl bulaştık" diye. Biz iki gün yine o adamlara rica minnet, yahu işte siz de gördünüz bunu para için yapıyorlar. "Abi vallahi bunlar devlet, biz bu hatayı yaptığımızda mümkün değil,bizi öldürürler, hepimizi, ailece yok ederler" "yahu" dedim "ikiniz aranızda kavga edin, asker gelsin, jandarma gelsin bu kavga niye" diye. Hiç olmazsa onlar beni bulurlar, siz de bir sorumluluğa girmezsiniz. Altıncı gün bu şahıslar yine geliyorlar dediler, gözümü bağladılar. Geldiler, biz 3 milyonu kabul ettik, ama, bunu peşin versen iyi olur, sıkıntı var, arkadaşlar itiraz ediyorlar. Dedim kardeşim bu işi beni bırakacaksınız ben gideceğim 1 milyon markı 15 gün içinde vereceğim size, 2 milyon markı da 1'er milyon iki ay sonra, 1 milyonu da ondan sonraki ayda size vereceğim, yani üç ayda size vereceğim. Dediler, "tamam" dediler, biz akşam seni bırakacağız dediler, köylüye talimat verdiler, bu arada bir tek silahım geldi, bu arada Hilvan'da gözüm bağlandıktan sonra cebimdeki paraları aldılar, kolumdaki saati aldılar, cep telefonumu aldılar, kredi kartlarım vardı, ehliyetim vardı, hepsini aldılar...
BAŞKAN - Cep telefonunun numarası?..
MEHMET ALİ YAPRAK - Şu anda aklımda değil.
BAŞKAN - Onu bize sonra bilahare ver.
MEHMET ALİ YAPRAK - Biz sonra o numarayı kaybettik diye, yeniledik ve değiştirdik, yazı aldık emniyetten, bize yeni bir kart verdiler. Yalnız bir silahımı getirmişlerdi, Beretta marka silahım vardı onu verdiler. Akşam saat 8-8:30 sularıydı, köylüye dediler ki, bunu Hilvan yolu üzerinde bırakın...
BAŞKAN - Ne kadar paran vardı?
MEHMET ALİ YAPRAK - 65-70 bin mark civarında bir param vardı, mark olarak, 20-30 milyon da Türk param vardı üzerimde, kolumda saatimi aldılar. Saat 8 sıralarında köylü beni bir arabaya bindirdi, köyü çıkana kadar gözüm bağlıydı, yani çıktıktan sonra gözümü açtılar. Dakika olarak yine bir 40 dakika geldik, Hilvan'ın girişi var, orada Van Tur mu, Diyarbakır İtimat mı diye bir otobüs firması var, onun orada beni bıraktılar, gittiler. Van Turun otobüsü geldi, ona bindim, otobüste araç telefonu vardı, ben geliyorum dedim ve bizi karşıladılar. Şimdi, ben yokken olan bir safha var. Benim kardeşlerim araştırmalar yapıyorlar, emniyet de yapıyor. Emniyet fevkalade çalışıyor. Bazı insanlar, şimdi o insanlar nasıl ele geçiriliyor? Şimdi bizim televizyon kuruluşuna sürekli istihbarat geliyor Gaziantep'te böyle böyle insanlar var, bir çete kurma, kafa koparma tabir ettikleri sistemi uygulamaya çalışıyorlar.
BAŞKAN - Bunlar kimdir, bilinen insanlar mı?
MEHMET ALİ YAPRAK - Bunlar daha yeni yeni çörekleniyor oraya. Bir tanesi dedi ki, Yahya Efe de burada. Ben Yahya Efe'yi bir altı sene önce filan tanıyordum.
BAŞKAN - Kimdir?

Çatlı'nın Adamları

MEHMET ALİ YAPRAK - Bu Yahya Efe, Halfeti doğumlu, bir müddet Gaziantep'te kaldı, şu anda da İstanbul'da, bildiğim kadarıyla Abdullah Çatlı'nın adamı.
BAŞKAN - İstanbul'da yerini biliyor musun.
MEHMET ALİ YAPRAK - Efendim, İstanbul'da Zeytinburnu'nda halı sahaları falan var diye biliyorum, ama, tam yerini bilemiyorum.
BAŞKAN - Peki, Abdullah Çatlı'nın adamı olduğunu nereden biliyorsun?
MEHMET ALİ YAPRAK - Oraya geliyorum efendim. Bu Yahya Efe adını duyduğum gibi, tabii bir araştırın, niçin gelmiş, hatta bir bilardo salonu kurmuşlar, birileriyle ortak bir şeyler yapıyorlar. Bu arada benim oğlum bana telefon etti dedi ki "Ejder abi var burada, gelmiş, seninle bir görüşmek istiyor baba"dedi, "peki, al da gel" dedim. Saat, 10-10.30 civarında oluyor bu. Kaçırıldığım gün olan olayı anlatıyorum. İsim nereden çıktı, onu anlatıyorum. Neyse Ejder geldi, daha önce yanımda çalıştığı için, bir defa ya da iki defa da Yahya Efe'yi görmüştü yanımda, bizim yanımızda değil, Antep'te bu silah filan sıkmıştı, bize bir telefon açmıştı, acele bir avukat gönderin diye, gönderdik. Hatta, Ejder'e dedim, bu pislik burada dolaşıyor, birine zarar verecek, kime zarar verecek senin de kulağın delik olsun, kimin kafasını koparacaklar. Daha doğrusu bize yakın biriyse sahip çıkalım. Tabii, akşam ben kaçırıldım, kafası kopacak adam benmişim. Bu ismi zikretmemden dolayı, emniyet bunun üzerinde çalışma yapıyor, emniyet teşkilatı bunun kardeşini alıyor, bu arada Turgay Maraşlı meydana çıkıyor, Müfit Sement meydana çıkıyor, onu havaalanından alıyorlar, nokta nokta olayı, Turgay Maraşlı'nın evinde misafir oluyor. Turgay Maraşlı'ya bir bakıyorsunuz Abdullah Çatlı'nın bilmem ne teks'te ortağı, İstanbul'da. Şu anda Abdullah, Mehmet Özbay adına kayıtlı olan Botaş'ın da sevk ve idaresini bunlar yapıyorlar. Botaş petrolün de şeylerini bunlar yapıyorlar.
BAŞKAN - Müfit'le beraber...
MEHMET ALİ YAPRAK - Müfit değil, Turgay Maraşlı, Yahya Efe yapıyor. Müfit'i nasıl kullanıyorlar, Müfit'i işte bu gibi kaçırma olaylarına filan ağzı sağlam diye destek olarak kullanıyorlar. Tabii, bizi kaçıranlar, 11 kişi vardı; bu 11 kişinin hiçbiri Antep'ten değil. Hepsi İstanbul tarafından gelmiş, Antep'ten kimse müdahil olmamış. Yalnız bu çetelerin çalışma tekniği nasıl oluyor...
BAŞKAN - Bu 11 kişiyi nasıl tespit ettiniz, siz mi tespit ettiniz, emniyet mi, duyum mu?..
MEHMET ALİ YAPRAK - Bunun 9 tanesi zaten belli, diğer belli olmayan da...
BAŞKAN - Kim mesela bu 11 kişi, bana say.
MEHMET ALİ YAPRAK - Yahya Efe, Turgay Maraşlı, Turgay Maraşlı'nın kardeşi Tuncay Maraşlı, Müfit Sement, Yahya Efe'nin babası var, bilmem nesi var ama, bu adamlar bu üç kişinin haricinde öteki insanların hiçbiri bu ise bulaşmamışlar...
BAŞKAN - Yani o üç kişi dediğin...
MEHMET ALİ YAPRAK - Yahya, Turgay, Müfit. Bunlar Antep'te oturmuyorlar, Antep dışından geldikleri için bu işi yapıyorlar. Şimdi, Antep'te bize göre bu işi pazarlayan üç kişi var; ama, bu üç kişi belki de on üç kişi, ama, bizim bildiğimiz üç kişi var. Bu üç kişi, kafası kopacak olan insanları, bu insanlara lanse ediyorlar.
BAŞKAN - Kim o üç kişi?
MEHMET ALİ YAPRAK - Şimdi, bunun benim elimde belge olarak isterseniz belgesi yok, ama, ben bunu Allah rızası için de yeminle söylerim, Allah rızası için de söylerim. Biri, Abdullah Sabri Kocaman, gazeteci; emniyet bacağını teşkil ediyor. Bir tanesi Mehmet Öztürk, Anavatan Partisinde yönetim kurulu üyesi, avukat, adliye bacağını temsil ediyor. Yani şöyle bir şey de söyleyebilirim: Mehmet Öztürk'ü araştırırsanız, geçen Bolu'da Uğur Gür'le epey bir problemleri oldu, buradan milletvekilleri filan araya girdiler, uyuşturucu trafiğine de karışmış bir adam, avukatlık da yapıyor şu anda.
BAŞKAN - Uğur Gür, emniyet müdürü oluyor, nasıl bir problemleri oldu?
MEHMET ALİ YAPRAK - Tahkikat bitti, kapandı dosya ama, nasıl kapandı bilmiyorum.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Avukatlığa devam ediyor...
MEHMET ALİ YAPRAK - Evet, devam ediyor. Bir de Mehmet Öztekin var; Mehmet Öztekin, Yahya Efe'nin şu andaki bilardo salonunun ortağı, aynı zamanda da bana da uzaktan akraba olur. Bunlar sistemi pazarlıyorlar, nasıl pazarlıyorlar; işte kafası kopacak adam bu adam. Şimdi bunların hepsinin hesabı, İstanbul'da bunu uyguluyorlar, mevcutta uyguluyorlar, Gaziantep'te de bunu uygulamaya çalışıyorlar. Yani, sistemleri şu: Mehmet Ali Yaprak ne para kazanıyor yılda, 30 milyar para kazanıyor. Birileri tahrik eder, yani birileri tehdit eder, bunlar gider sahip çıkar ve Mehmet Ali Yaprak'ın kazandığı 30 milyardan 10 milyarlık bir bölümünü isterler, ama, yarısını istemezler, ya da hepsini istemezler. Niye 10 milyar isterler; Mehmet Ali Yaprak şunu düşünmeli ki, yahu ben belaya gireceğime senede 30 milyar para kazanıyorum, 10 milyarını kendi güvenliğim için versem ne olacak, kendi güvenliği için bu insanlara para verir. Antep'te de bu çeteyi oluşturdular şu anda. Şu anda da mevcut, yine faaliyetteler yani. Şimdi, Yahya Efe, Müfit Sement, -Müfit Sement bana göre yine devlete çalışıyor- Yahya Efe, Çatlı'yla beraber devlete çalışıyor, çünkü orada ifadeleri takip ederseniz, 
Müfit Sement'in parmak izi var, sabıkaları var, iyi bir sabıkası var, bir bakıyorsun Tuncay Maraşlı diyor ki, ben Müfit Sement'i almaya gittiğimde Yahya Efe'nin 
kardeşiyle, orada biraz bekledik, çünkü, silahını polisten aldı diyor. Silahını polisten aldı; demek ki, bu adam silah taşıyor ve ruhsatlı bir silah taşıyor, 
bana göre de ruhsat alması mümkün değil. Bunlar bu şekilde bir çalışmayla... Ha, Mehmet Ali Yaprak'ın hedef haline gelmesi, Mehmet Ali Yaprak orada bir 
yayın kuruluşu, çünkü çok ses gelecektir ve en büyük... Mesela şu anda hanımların kabullerinin içerisinde, çok yerde sizi de Mehmet Ali Yaprak'a benzeteceğiz, kocanızı da Mehmet Ali Yaprak'a benzeteceğiz diye tehdit telefonları alan insanlar var. Bunun üzerine bu insanlar bu şekilde de bana göre altı kişiydi, ben o gün bir taziyeye gittim, 11 kişinin bu şekilde kafasını koparmışlar, kendi ifadelerine göre.
BAŞKAN - Kim onlar?
MEHMET ALİ YAPRAK - Ben isimlerini bilmiyorum, o insanlar... Şimdi bakın o insanlar çıkıp kendileri anlatamazsa bu medyada veya...
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Bu 11 kişi Gaziantep'te mi?
MEHMET ALİ YAPRAK - Gaziantep'te ve hepsi de işadamı ve sanayici. Üç yılla yargılanacak bu insanlar derlerse, bu insanların hiçbirisi çıkıp da bu konuyu 
aydınlatmazlar. Gazeteler bas bas yazıyor, bilmem kim üç yıldan yargılanacak... Üç yıl yargılanacaksa bu adam, hiç kimse çıkıp bunu söylemez, çünkü üç yıl 
sonra çıkıp karşıma gelecektir diye bu adamlar, kimse çıkıp da benim böyle bir konum oldu diye söylemez. Bize göre tabi gazetelerin yazdığı, medyanın yazdığı...
BAŞKAN - Gazetelere bakma, onlar bazı şeyler yazarlar.
MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Efendim, bütün mesele, ben bu işten...
BAŞKAN - Adam öldürmenin cezası, biliyorsun, idamdan, en asgarisi 24 yıla kadar.
MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Onların tabiriyle kafa koparmanın cezası hiçbir şey değil.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Kastın cezası 20 yıldır, idama kadar gider.
MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Tabiî, zaman zaman biz tehdit telefonları alıyoruz bu konuda konuşmamamız için. Biz bu konuda konuşuyoruz, her yerde de konuşuyoruz ve buraya da bu konuda hiç çekinmeden geldik. Şimdi, sistemi, bu insanlar bu şekilde çalıştırdıkları sürece, sistem yürür. Mesela, bana bir telefon geliyor; bir vatandaş diyor ki, biz Abdullah Çatlı'ya rica etmeseydik, sen ölecektin.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Nasıl dediniz?..
MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - İsimsiz bir telefon geliyor; ben Abdullah Çatlı'ya ricacı olmasaydım ölecektiniz diyor. Bir gün önce, o Yahya Efe ve Turgay Maraşlı, Müfit Sement isminin çıkması, Emniyetin bu iş üzerine çalışması, bu insanlara, bana göre de o bölgeden tek sağ gelen insan benim. Durum bu; bana soracağınız bir şeyler varsa...
BAŞKAN - Emniyet bu konuları araştırıp bir rapor haline getirmiş mi; dava açıldı mı?

Takipsizlik Kararı

MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Efendim, ona da geleyim. Şimdi, Emniyet Teşkilatı, tabiî, belki hataları vardır; ben demiyorum; ama, ben şuna inanıyorum ve benim kardeşlerim ve benim ailemin bana şeyi, Emniyet Müdürü için bunu bana söylüyorlar, çok çalıştı diyorlar. Emniyet Teşkilatının içerisindeki insanlar, 
gece gündüz, operasyon düzenliyorlar. Vali bunların başında, bilmem ne başında; nedir, niye bunu böyle yaptılar; bana göre, bizim ailenin baskısıdır, 
televizyonun baskısıdır, medyanın baskısıdır veya kendi çabalarıdır. Şimdi, hal böyle olduğu zaman, Emniyet Teşkilatı dosyayı hazırladı ve güzel bir dosya 
hazırlamış, çalışma da güzel olmuş ve sistem de hepsi yerine varmış. Bunu savcılığa sevk ettiler. Savcılığa sevk ettiklerinde, ben ifade vermeye gitmedim 
savcıya; bir ara o stresten çıkamıyordum, gitmiyordum. Tabiî, bu arada istihbaratımıza başladık; kim ne değil, niçin bu işe bu kadar bulaşmış, ne olmuş ne olmamış filan. Bana dediler ki, bu dosya kapanacak; nasıl kapanacak bu dosya, bu dosyanın kapanması mümkün değil. Bize gelen şeylere göre, senin, 
talimatla ifadeni alacaklar, ondan sonra da bu insanların talimatla ifadeleri alınacak; ondan sonra dosya kapanacak. Tabiî, biz bunu duyunca biraz daha 
araştırmaya girdik; doğru mu yalan mı; doğru. Biz, ifade vermeye gitmedik. Belirli bir zaman sonra, Akın İnan denilen bir savcı, polise yazı yazıyor. Polisin 
şeyiyle beni oraya istiyor. Baktık ki, şey değil, akşamüstü gittik ifade vermeye; bugün git sabah gel dedi; sabah gittik. Oturduk, ama, emrivaki oturduk yani; 
dedim ki, daha lafa başlamadan önce, daktiloyu da getirdiler oraya koydular; efendim, bize bazı duyumlar geliyor; bu dosya kapanacak diye. Nasıl kapanacak 
diye duyumlar geliyor dedi; efendim, siz benim ifademi alacakmışsınız, bu dosyayı da talimatla İstanbul'dan ifade alınacakmış ve olaylar bu şekilde 
kapanacakmış dedim. Ben şunu söyledim; aynısını anlatıyorum, bu dosyayı kim kapatırsa, eli yanar ilerde, buna inanıyorum dedim. Yok yahu, ne münasebet 
dedi; ben hatta o zaman onu da söyledim; siz buna lütfen, tavassut olun, yardımcı olun, bu dosya kapanmasın dedim; tamam, sen hiç merak etme dedi. 

Biz ifademizi verdik; elinizde belgeler var mı bilmiyorum efendim; 23'ü, 24'ü, 25'i, bir gün Müfit geliyor, bir gün Turgay Maraşlı geliyor, bir gün Yahya Efe 
geliyor; ifadeler geliyor, buradan da takipsizlik kararı veriliyor ve takipsizlik kararı bana karar verildikten 45 veya 50 gün sonra gönderiliyor. Niye; bizim itiraz süremizin geçirilmesi için. Bunun üzerine, biz, kaderimize razı olduk, demek ki, bizim gücümüz yetmeyecek bu işlere dedik. Bu Susurluk davası çıktı; Susurluk davasından sonra, bu işler böyle sürgün etti geldi. Geçen sayın başsavcıya gittim ifade verdim; yine benim hakkımda gazetelerin yazdığı yazılardan mütevellit, Akyol Karakolu denilen karakoldan bize yazı geldi ki, efendim, savcılık sizi istiyor; iki polis benimle savcılığa gidecek. Suçum ne; gazetelere beyanat vermişim ki.  Savcı Akın İnan, rüşvet yedi filan diye. Ben, böyle bir şey söylemedim; ama, böyle, dosyanın kapanacağını da her yerde zikrettim. Bunun, üzerine ben, Sayın Şevket Kazan'ı aradım; efendim, dedim, böyle böyle bir durum var; ne yapayım? Peki, dedi, orada kime güveniyorsun; dedim ki, başsavcıya güveniyorum; tamam dedi, sen git başsavcıya ifadeni ver, boş ver öbürlerini. Başsavcıyı aramışlar; biz de gittik, Sayın Şevket Kazan'ın...
BAŞKAN - Şevket Kazan aramış mı başsavcıyı?
MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Aramış efendim. Hatta, ben şunu da söylerim; savcı beye demiş ki, nerede istiyorsa, oraya gidin; güvenlik sıkıntısı var, kendisi nereyi istiyorsa gidin orada ifadesini alın. Tabiî, biz, bu saygısızlık olur diye, kendimiz gittik. Orada ifademizi verdik. Hatta, şunu da söyleyebilirim; savcı bey ifademi alırken, Sayın Şevket Kazan bir daha aradı; bir sıkıntın var mı, bir problemin var mı diye; yok efendim, sağ olun, teşekkür ederim dedim.
BAŞKAN - Savcının yanından mı aradı?
MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Evet, savcının yanında aradı. Ondan sonra, işte, dosyalar yeniden tanzim edildi; herhalde, yargıya da intikal etti.
BAŞKAN - Şu anda, o dosya, Gaziantep'te devam edecek; öyle mi?
MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Bilmiyorum, ben takip etmiyorum; dosyayı bilmiyorum; ama, Ankara'ya istendiğini biliyorum; Devlet Güvenlikten mi istendi, Antep'te mi takip edilecek; onu bilmiyorum.
BAŞKAN - Başka, bildiğin var mı?
MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Şu anda aklımda olan bir şey yok. Bana bu arada sorarsanız, ben cevaplarım, aklıma gelen bir şeyi de anlatırım efendim.

3 Milyon Mark'ı Ödemedim

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - 3 milyon markı ödediniz mi?
MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Hayır efendim, ödemedim.
BAŞKAN - Şöyle bir durum var; sizi bunlar sorgularken, yani, kaçıranlar sorgularken. sizin sesinizi banta veya kameraya filan çektiler mi?
MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Ona geleyim efendim. O anda gözüm bağlı görmedim; yalnız, bırakacakları son gün, bana dediler ki, seni kasete çekeceğiz. Nasıl kaset yapacaksınız dedim; seni videoya alacağız, konuş videoya. Ne konuşacağım dedim; elime bir yazı verildi, kendileri dışarı çıktılar; yazıya baktım, ben kaçakçıyım de dediler. Ben de dedim ki, ben Türkiye'nin değil, dünyanın en büyük kaçakçısıyım; ne istiyorsanız, bende her türlü kaçakçılık var kardeşim. Ondan sonra, gözüm bağlı, zaten bu kaseti de yaparken gözüm bağlı yaptılar, açıkta filan değil; gözüm bağlı, elim bağlı.
BAŞKAN - Peki, nasıl okudun o şeyi?..
MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Daha önce okudum; ondan sonra tekrarladım: yani, bu yarım dakika, bir dakika var veya yoktur bunun hepsi.
BAŞKAN - Peki, daha evvel de sizi kaçırdılar mıydı?
MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Hayır efendim.
BAŞKAN - Bir de, siz daire başkanımızla görüşeceksiniz falan gibi bir şeyler söylediler mi; bu daire başkanı kimdir?
MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Daire başkanıyla görüştüreceğiz seni dediler, yolda karşılaşacaksınız, orada görüştükten sonra, belki daire başkanı sizi bırakacak dediler.
BAŞKAN - Kimmiş daire başkanı, onu da söylediler mi?
MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Şimdi, bana, onların lafı, biz kaçakçılık daire başkanlığından geliyoruz diye beni götürdüler; ama, hangisi doğru, hangisi yalan onu bilmiyorum.
BAŞKAN - Bir de, bu Vantur'un sahibini de kaçırdılar biliyorsun. Onu filan da gördün mü veya seni kaçırdıklarında onun lafını filan de ettiler mi?

Senden Önce Gelenler

 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Hayır efendim, bana isim zikredilmeden, yalnız köylüyle fidye meselesinden önce konuşurken "sen örgütsün" dediler; ben örgüt değilim dedim; o arada, gaf yaparak bana söylediğine inanıyorum; senden önce gelenler de böyle söyledi dedi bana.
 BAŞKAN - Şimdi, bu Vantur'un sahibi hakkında, oğlu, belki bilebilir dedi de onun için soruyorum.
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Hayır efendim; ben yalnızdım orada.
 BAŞKAN - Bu adamın da lafı edilmedi orada.
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Yok, isim zikredilmedi.
 BAŞKAN - Peki, daha evvel, senin herhangi bir sabıkan var mıydı; böyle bir iddia da var.
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Ben, onu izah edeyim. Şimdi, ben, Gaziantep'te, 1973 yılından beri tıbbî malzeme satıyorum; yani, bisturi ucundan tutun ameliyat ipliğine ve 18 bin çeşit de kimya madde satıyorum. Şimdi, sattığımız kimya maddeleri, gebelik testinden tutunuz, kandaki şeker tahlillerine kadar ve İç Anadolu, Karadeniz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesine 22 servis arabasıyla satıyoruz bunu. O dönemde, Diyarbakır'da, bir ecza deposuna verdiğimiz eter ve aseton; bunlar da yine hastanelerde ve tıp fakültesinde kullanılıyor. Bizim verdiğimiz şahıslar, bunu birilerine veriyor, o insanlar yakalanıyor; nereden aldın diyorlar, o ecza deposuna geliniyor, ecza deposuna kimden aldın diyor, faturasını çıkarıyor, ben Yaprak'tan aldım efendim diyor; Yaprak'a geliyorlar, bize soruyorlar, biz de faturamız burada diyoruz; buyurun gideceğiz diyorlar. Biz faturalarımızı alıyoruz; Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü’ne giriyoruz; daha girer girmez, o dönemde hemen parmağımızı fişliyorlar, ondan sonra biz savcıya çıkıyoruz.
 SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Sene kaç?..
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Sene 1984-1985, o civar. Ben savcıya gidiyorum; o zaman faks da yok, teleksle bunun hemen Ankara'dan ve İstanbul'dan şeyini alın diyorlar. Zaten sattığımız malın bir kısmı da Makine-Kimya'nın mamulü yani. Teleksle, bu malı siz buraya sattınız mı diyorlar, sattık diyorlar. Bize, kusura bakmayın kardeşim diyor, takipsizlik kararı veriyorlar.
 BAŞKAN - O takipsizlik kararı suç değil tabiî.
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Bunun haricinde...
 BAŞKAN - Basında geçti, o bakımdan soruyorum.
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Efendim, basına bakarsak, bizden şeyi yok.
 BAŞKAN - Bu Kaptagon hapı diyorlar, ne diyorlar, onu burada mı imal ediyorsunuz, Bulgaristan'da mı; bir de öyle bir laf var.
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Şimdi, efendim, bunlar benim savcılıkta sabıka kayıtlarımın olmadığına dair, birisi 1994 yılı, birisi de şey...
 HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Ruhsatsız silah bulundurmak diye bir sabıkanız oldu mu geçmişte.
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Şimdi, ben, ruhsatsız silah bulundurmadım efendim. 1974 yılında, bir arabadaydık, iki arkadaşla geliyorduk; arkadaşın üzerinde 1994 yılında yanılmıyorsam, yanımdaki arkadaşta silah yakalandı, yani, ruhsatsız bir silahı vardı, 7.65 mı ne bir silahı çıktı o zaman. Benim silahlarım da ruhsatlıdır.
 HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Bu arkadaşınızı mahkûm ettiler, sizin sicilinize mi geçmiş?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Hayır, o zaman beraber yakalandık; bu 12 Eylül’den önceki hadiseler olduğu için, o zaman beni de aldılar götürdüler oraya.
 HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Yani, orada mahkûmiyetiniz var diyorsunuz.

Mahkumiyet ve Sabıkam Yok

 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Benim bildiğim kadarıyla mahkumiyetim yok; benim hiçbir şeyimde de çıkmıyor. Ne hikmetse, bu son zamanlarda böyle bir fiş çıktı; daha elime geçmiş de değil. Benim sabıka kayıtlarım burada veya 1984'ü de sorabilirsiniz, 1982'yi de sorabilirsiniz, 1972'ye de gidebiliriz; benim sabıkam olmuş mu olmamış mı, Cumhuriyet Savcılıklarında fişim, yani, sabıkam var mı yok mu burada belli.
 HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Sabıkaları belli bir sene sonra çıkarırlar, silerler.
 BAŞKAN - Hap imal ediyor diyorlar...
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Hayır efendim, bunların hepsi iftiradır; başka bir şey değil.
 BAŞKAN - Peki, bize verebileceğin başka bilgi, belge filan var mı yanında veya unuttuğun, şimdi hatırladığın bir konu?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Şu anda hatırladığım yok; sorular esnasında hatırlarsam söylerim.
 BAŞKAN - Evet, sorulara geçeceğiz; buyurun Sema Hanım.
 SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Biraz önce, Abdullah Sabri Kocaman diye bir isimden bahsettiniz; onun yakınlarını veya çevresinden birisini...
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Yahya Efe'nin akrabası aynı zamanda.
 SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Yahya Efe'nin akrabası. Peki, onun kardeşlerinden tanıdığınız var mı?..
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Onun kardeşleri bu işte müdahil değiller.
 SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Mesela, kim var onun kardeşlerinden tanıdığınız?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Abdullah Sabri Kocaman'ın kardeşlerinden diyorsunuz; tanımıyorum.
 SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Rıdvan Kocaman diye bir isim tanıyor musunuz?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Hatırlamıyorum, ben Abdullah Sabri Kocaman'ın o şekilde bir kardeşi var mı yok mu onu da bilmiyorum.
 SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Biraz önceki o dosyalarda, en son kapatılarak takipsizlik kararı verildi dediniz ve 45-50 gün sonra size ulaştı. Takipsizlik kararına sebep nedir; delil yetmezliği mi?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Delil yetmezliğinden verdiler.
 SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Peki, bu olayların içerisinde, o konuşulan isimlerde veya ilişkili olarak hiç Haluk Kırcı ismi geçti mi?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Şimdi, Haluk Kırcı şöyle geçiyor; Tuncay Maraşlı, ben yokken olan hadise, benim kaçırıldığını dönemdeki hadise bu. Tuncay Maraşlı'yı polis ifadeye alıyor. Bu arada, bilmiyorum efendim, eğer o dosyayı okuyabildinizse..
 SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Dosya daha bize gelmedi.
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Şimdi, dosyada diyor ki "ağabeyimin evinde yani. Babam gilde, ağabeyimin misafiri vardı, Haluk diye biri" diyor.
 BAŞKAN - Tuncay diyor bunu...
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Turgay diyor; Tuncay'ın misafiri olduğunu söylüyor; hanımıyla beraber, babam gildelerdi diyor. Polis, tabiî, bunu öğrenince, benim kaçırıldığımın ertesi günü hepsi ortadan kayboluyor.
 BAŞKAN - Şimdi, bu şu; yani, Tuncay'ın veya Turgay'ın ifadesini anlatıyorsun sen.
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Tabiî, Turgay'ın ifadesini. Haluk Kırcı meselesi, Haluk ismi oradan çıkıyor; onu anlatıyorum. Şimdi, polis sorgulama esnasında bunu Haluk diye öğrenince, soyadı ne diyor, soyadını bilmiyorlar; çünkü, soyadını ağabeyim biliyor, ağabeyimin arkadaşı, ben bilmiyorum diyor.
 SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Yani, Tuncay Maraşlı biliyor.
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Tuncay Maraşlı biliyor. Tuncay Maraşlı, ele geçmediği için, ifade veremediği için, polis mecburen Haluk .... yazıyor. Tabiî, bu, insanlar arasında yanlış telakki edildi; Haluk Kırcı'nın adı saklanıyor filan diye bir şey çıktı. Bunun üzerine, Haluk .... Haluk Kırcı'ya bağlandı. Şimdi, bana, Haluk Kırcı'nın bir resmini gösterdiler, gazetelerdeki çok eski bir resmini.
 BAŞKAN - Emniyette mi gösterdiler; savcılıkta mı?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Sonradan efendim; bu yeni, başsavcıya ifade vermeye gittim, orada gösterdiler.
 BAŞKAN - Yani, başsavcı gösterdi bunu değil mi?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Başsavcı da sordu, emniyet de sordu; bu insan Haluk Kırcı mı diye. Şimdi, Haluk Kırcı'nın orada, bana göre, on beş sene önceki bir resmi. Beni kaçıran ve arabayı kullananlardan bir tanesini bin kişinin arasına bağla çıkarırım; böyle bir tipsiz adam yani. Haluk Kırcı da o şekilde tarif ediliyor; ama, gençlik resmindeki Haluk Kırcı o değil, onu bilelim. Ancak Haluk Kırcı ile karşı karşıya gelmeliyim, öyle tanırım.
 BAŞKAN - Ama, resimdeki değil diyorsun.

Botaş'ta Petrol Olayları

 SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Peki, biraz önceki o iş sahaları içerisinde, İstanbul'da tekstil işi dışında bu Abdullah Çatlı'ların...
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Botaş'ta petrol olayları var.
 SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Başka?..
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Şimdi, bakın, Botaş'ta petrol var; boru hattından da petrol çalıyor bunlar. Bu boru hattından çaldıkları petrolü veya Botaş'ta fuel oilleri karıştırıp bugün şu anda da satıyorlar. Bunun saklı gizlisi de yok.
 SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Tekstilde ne yapıyorlar?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Tekstilde de hayalî ihracat yapıyorlar.
 SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Peki, siz uzun zamandır tıbbî malzemeyle ilgili çalışıyorsunuz. Zaman zaman Ankara'yla olan ilişkilerinizde, özellikle ihale almada, hiç isimler çıktı mı karşınıza?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Hayır. Şimdi, bizim ekseri ihalelerimiz doğu ve güneydoğuda; çünkü, doğu ve güneydoğuya çok insan gitmediği için, biz de o bölgeyi çok iyi tanıdığımız için, zaten bunlarda bizim kendi personelimiz var, yetki belgeleri var, onlar gidiyorlar. Zaten, bizim sattığımız malzemeler, şu anda, Modern Çarşıda da mevcut. Modern Çarşı da aynı ihaleye giriyor, bizler de giriyoruz veya İstanbul'daki esnaf da aynı şekilde ihale giriyor.
 SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Devlet hastanelerine ihaleye giriyor musunuz?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Devlet hastanelerine, doktorlara; mesela, röntgen cihazları, şu anda, zaten biz 7-8 yıldır kimya madde olayını, başımıza gelen bu hadiselerden sonra, yani, bu kaçakçılık unvanını aldıktan sonra, biz o kimya maddesi işlerini bıraktık. Ondan sonra, tıbbî malzeme üzerine çalışıyoruz; kendim için konuşuyorum.
 SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Gaziantep'te sizin gibi kaç tane tıbbî malzeme firması var?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Şu anda, bizim yanımızda yetişip ayrılan, bu işi yapan 6-7 kişi var.
 SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Toplam 6-7 kişi var. Peki, zaman zaman ihale girişlerinde, milletvekili tavassutu veya Ankara'daki Sağlık Bakanlığıyla ilgili görüşmeniz olmuyor mu hiç; yani, öyle ihalelerde, döner sermaye saymanlığında konuşma olmadan ihale olmaz; nasıl yapıyorsunuz? O 6-7 kişi hep beraber mi giriyorsunuz, tek mi girersiniz?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Şimdi, ihaleler, resmî ilanla, bir de teklif usulüyle olur; bu şekilde çalışıyor çocuklar; ama, şu anda biz zaten yapmıyoruz, bıraktık.
 SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Ne kadar zamandır yapmıyorsunuz?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Aşağı yukarı, 1986'dan, 1987'den beri yapmıyoruz. 
 SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Biraz önceki saydığınız isimlerden, Anavatan'la ilgili avukat beyle...

 ANAP Gaziantep Yönetim Kurulu Üyesi

 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Anavatan Partisinin Gaziantep yönetim kurulu üyesi bu vatandaş.
 SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Peki, o isimle beraber hiç iş yaptığınız oldu mu sizin daha önce; o ismini bahsettiğimiz Mehmet Öztürk, onunla daha önce iş ilişkiniz oldu mu?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Hayır, olmadı.
 SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Peki, bu isimlerin, oradaki konuşmalar içerisinde, sizin de tıbbî malzemeci olmanız dolayısıyla, İstanbul'daki tıbbî malzemelerle bir ilişkileri var mı?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Yok.
 SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Veya siz duymadınız.

 Haluk Kırcı Tıbbi Malzeme İşinde

 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Şimdi, yalnız, bu ne kadar doğru, yalan; onu bilmiyoruz. İstanbul'da, Fındıkzade Karagül iş merkezinde, Haluk Kırcı'yı tarif eden insanlar var; yani, bundan, işte, tam zamanını da bilemiyorum, iki üç sene önce bu işi yapıyordu, burada bir dükkan açtı diye bir şeyler...
 SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Tıbbî malzeme mi yapıyordu?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Evet, tıbbî malzeme.
 MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Haluk Kırcı mı?..
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Evet.
 DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Nerede?..
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - İstanbul'da, Fırıdıkzade Karagül iş merkezinde.
 SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Peki, Haluk Kırcı'yı, Haluk Kırcı ismiyle mi tanıyıp iş yapıyor diye söylediler.
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Onu bilmiyorum.
 SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Bu konuşma nerede geçti?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Bu konuşma Karagül iş merkezinde geçti.
 SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Siz oraya malzeme mi almaya gitmiştiniz.
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Biz, orada Urfalı Mahmut Oturakçı var; Mahmut Oturakçı, şu anda da bu işi yapıyor. Ondan öğrenilebilir Haluk Kırcı'nın orada olup olmadığı, doğru söyler yalan söyler, onu bilmiyorum.
 SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Urfalı Mahmut Oturakçının firmasının adı var mı?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Onu bilmiyorum.
 SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Gene aynı yerde, aynı işi yapıyor. Peki, sizin Sağlık Bakanlığı üst düzeyindeki müsteşar veya teftişte falan hiç tanıdığınız yok mu; hiçbir ilişkiniz olmadı mı?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Hayır olmadı.
 SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Sizinle birlikte çalışan bu altı yedi kişinin veya sizin insanlarınızın orada hiçbir ilişkisi olmaz...
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Olmaz; bu ihaleler açık eksiltme sistemiyle gidiyor, teklif usulüyle gidiyor; o şekilde, böyle bir tavassuta gerek duymadık.
 SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Yakın tanıdıklarınızla birlikte yine aynı Gaziantep ve o çevrede inşaat firmalarıyla ilişkileri olan var mı; inşaat işi alan var mı?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Yani, devlet inşaatı mı, özel inşaat mı?
 SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Özel, devlet...
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Benim özel inşaatlarım var; ama, devlet inşaatlarım yok.
 SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Köy Hizmetlerinden, Bayındırlıktan hiç almadınız.
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) -Yok, almadım.
 SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Teşekkür ederim.
 BAŞKAN - Sayın Sağlar...
 DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Sayın Yaprak, sizin ruhsatlı silahınız var mı?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Var efendim.
 DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Nasıl ruhsat aldınız?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Benim ruhsat almamam için bir gerekçe yok bize göre.
 DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Şimdi, benim elimde bir belge var; Emniyet Genel Müdürlüğünden 1993 tarihinde verilmiş bir belge. Rıza Akdemir, Müsteşar Yardımcısı imzasıyla, sizin silah ruhsatı alamayacağınıza dair bir açıklama var.
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Bu fişlerimden dolayı söylediler; az önce izah ettiğim parmak izlerim var ya benim, ondan dolayı alamayacağımı bildirdiler. Biz, bunun üzerine, mahkemeye müracaat ettik ve haklarımızı geri aldık; bizim bu işlerle alakamız yoktur. Bir de beş yıl mı, altı yıl mı doldurduktan sonra zaman aşımına uğruyor diye, mahkeme kararıyla biz fişlerimizi kaldırdık. Benim fişim, sabıka olarak değil, fiş olarak var yalnız.
 DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Şimdi, diyor ki, burada "23.5.1976 tarihinde ruhsatsız tabanca ve mermi bulundurmak suçundan dolayı Bakırköy İkinci Asliye Ceza Mahkemesinin 81308 sayılı kararıyla 10 ay hapis ve ağır para cezasıyla cezalandırıldığı..." Böyle bir ceza aldınız mı?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Ben ceza aldığımı hatırlamıyorum. Ben yapmadım ki, bu konuda yatmadım da...
 HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Tecil edilmiş ceza.
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Şimdi, aynı şekilde, Maraş'ta da bir Mehmet Ali Yaprak var. Geçen gün bizim ekip gidiyor, orada tesadüfen Emniyet Müdürünün, Valinin yanında karşılaşıyor. Getirsinler, benim parmak izim veya başka bir şeyim varsa onu kabul ediyorum.
 DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Yani, anlıyorum da, ben, bu belgeyi aynı zamanda okuyorum, kayda da geçsin diye söylüyorum. "12.7.1988 tarihinde uyuşturucu madde imaline teşebbüs suçundan dolayı, Diyarbakır Üçüncü Ağır Ceza Mahkemesinin 88182 sayılı kararıyla delil yetersizliğinden beraatine; 9.9.1985 tarihinde müessir fiil suçundan Gaziantep savcılığının 854457 sayılı kararıyla takipsizlik kararına..."

İslamî Cihad Diye Yargılanma

 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Bir cevap verebilir miyim. O dediğiniz darp ve İslamî Cihad diye yargılandın diyor; ben, İslamî Cihad hareketi içerisinde gidip öz kardeşimden şey istiyorum.
 DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - O, sonunda söyleniyor.
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - O sonunda mı, ben bu zannettim.
 DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - O değil; bu, Diyarbakır'da uyuşturucu maddeyle ilgili müessir fiil diyor. "Diyarbakır Emniyet Müdürlüğünün Narkotik Şube Müdürlüğü’nde 17.1988 tarihinde 2313 sayılı Kanuna muhalefet, eroin yapımında kullanılan madde kaçakçılığı suçundan, 88-C44 sayılı turuncu renkle yakalandığı, kaşeli örnek fişinin mevcut olduğu; Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Narkotik Şube Müdürlüğürıden 22.8.1988 tarihinde eroin imal etmek suçundan 89-C35 sayılı yakalandı kaşeli örnek üç fişinin olduğu; Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Narkotik Şube Müdürlüğü’nün 25.11.1988 gün ve 88-C62 sayılı örnek üç fişine istinaden açılmış yakandı kaşeli örnek iki turuncu renkli eroin imal etmek ve satmak suçundan fişinin mevcut olduğu; Gazianiep Emniyet Müdürlüğü’nün 16.9.1985 gün ve 85- C41 sayılı örnek üç fişine istinaden açılmış yakalandı kaşeli İslamî Cihad örgütüne tehditle para toplamak suçundan turuncu renk örnek iki fişinin mevcut olduğu belirtildiği; ancak, bu olaylarla ilgili mahkeme kararlarının ibraz edilemediği bi ldirilmektedir. Adı geçen şahsın durumu 1.6.1991 gün ve 20883 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 91779 karar sayılı yönetmeliğin 16 ncı maddesinin A bendi kapsamına girdiği anlaşıldığından, söz konusu şahsa silah satın alınarak taşıma veya bulundurma ruhsatı verilmesi mümkün değildir."
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Şimdi, efendim, biz bunların hepsinden tamamen...
 DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Var mı mahkeme şeyleri sizde?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Tabiî, bunları bizzat emniyete verdik; bir de, avukatlarımız götürdüler verdiler ve benim bu fişlerimin zaman aşımına uğradığından dolayı, yani, beş yıl mı altı yıl mı bir zaman aşımı var, bundan dolayı da benim şu anda hiçbir emniyette fişim olmaması lazım. Bu yazıyı da...
 DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ama, bu 1993 yılında yazılmış bir yazı; yani, zaman aşımı, ben bilemiyorum, savcı arkadaşımız burada, üç yıl için zaman aşımı olmaz. Burada ruhsat verilemez.
 HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Sayın Bakan, yalnız, hadisede şu var; bir memnu hakların iadesi için mahkemeye müracaat ettik dedi; bu belli süre sonra sabıka kaydından çıkarılır; kendisinin talebiyle, aslında resen çıkarmak lazım ama, onu çıkarmazlar.
 BAŞKAN - Fakat, ruhsatta şey olmaz.
 HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Ruhsatta önemlidir. Sabıka kaydım yok diyor, belgeler var.
 BAŞKAN - Önemli olan Emniyetin mütalaasıdır.
 HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Anladım da, o noktada 1976'da alınmış, en son fişlenme tarihi de 1988. Siz tabanca ruhsatınızı ne zaman aldınız?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - 1996'da.
 HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Dokuz sene geçmiş, bu dokuz sene içerisirıde, emniyette hiçbir vukuatı olmayan bir şahsa da bu olaylardan sonra silah ruhsatı vermemek bence yanlıştır yani.
 DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Bunun içerisinde yorum yapmak istemiyorum ben, niye aldı, niye vermedi demiyorum da, eğer böyle varsa, yani, haklarınızı iade alabilmek için elde ettiğiniz mahkeme kararınızdan bir kopya bize gönderirseniz...
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Ben onu göndereyim. Şu anda, emniyetten bu yazıları alırsanız, benim sabıkamın olup olmadığını görürsünüz. Bunlar, hep, kaldırıldığına dair yazılardır.
 BAŞKAN - Tabanca ruhsatını ne zaman aldınız, tam tarih olarak?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Efendim, burada yazması lazım.
 NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) -  Bir tane mi tabancan var?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Var efendim, iki üç tane var. 1996'nın üçüncü ayından 2001 yılına kadar geçerli olan...
 DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - 1996'nın hangi ayında aldınız?
 BAŞKAN - Üçünü birden mi aldın, ayrı ayrı zamanlarda mı? Babadan filan da kalmış olur.
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Hayır, bir tane aldım; bir tane de arkasından getirdiler, o hoşuma gitti, onu da aldım; iki üç gün arayla.
 DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Yani, siz, kaçırılmadan önce mi ruhsatı aldınız. kaçırıldıktan sonra mı?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Kaçırılmadan önce aldım efendim.
 BAŞKAN - Tarihleri ne, orada belli mi tarihleri?
 DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - 30.3.1996. Sayın Yaprak, bu altı günlük geçen serüven içerisinde, sizin Hilvan'a kadar, Hilvan'dan sonra 20 kilometre gittiğinizi söylediniz. 20 kilometre gittikten sonra bir mezra veya köye geldiğinizi söylediniz; ama, sonradan baktık ki, bir çarşı içerisinde ezanların çokça olduğu, arabaların açıldığı bir yer olarak aktardınız. Aradan geçen bu kadar zaman içerisinde, mutlaka, siz de düşünüyorsunuz, araştırıyorsunuz, sizi kaçıranların kimler, çocuklarınızı kaçırmaya hazırlanıyorlar.
 MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Nereden biliyorsunuz?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Hayır efendim istihbaratı bu şekilde geliyor.
 MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Yani, çocuklarınızın kaçırılacağına dair...
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Evet, evet; çocuklarımın kaçırılma istihbaratları geliyor.
 DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Kimlerin kaçıracağı doğrultusunda?..

 Müfit Sement MİT'de Çalışıyor

 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Efendim, bunların içerisinde iki kişilik özel harekâttan memur var diyorlar mesela; ama, doğru ama yalan; bilmiyorum ikisini de. Ama, kimse de demiyor ki, ya ben bunu hakikaten kaçıracağım Ali Bey kusura bakma. Ama, araştırıyorsun, neticede gelip dayanabiliyorsun, tıkanıp kalıyorsun; ama, ona göre de tedbirini almak mecburiyetinde kalıyorsun. Şimdi, beni bırakmalarının tek sebebi Yahya Efe isminin konuşulması, Yahya Efe ile beraber Müfit Sement isminin isme gelmesi, Müfit Sement benim bildiğim kadarıyla şu anda da MİT'e çalışıyor.
 DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Yahya Efe ismini, Müfit Sement ismini kim konuştu?
 MEHMET ALİ YAPRAK - Efendim Yahya Efe ile epey konuştuk. Yahya Efe'yi polis aldı, yani, Yahya Efe'yi araştırmaya başladık hemen,Yahya'nın kardeşini alıyorlar, babasına soruyorlar, babasıyla beraber Hüseyin Efe diye kardeşi çıkıyor. Kardeşi "abim yok şimdi burada, dün de gittim misafirini havaalanından aldım geldim" diyor. "Kimden aldın geldin?" soruluyor, "Turgay Maraşlı'dan aldım geldim" diyor. Ondan sonra olay sükûn ediyor. Bu Müfit Sement'e, ben kaçırıldığım gün, o Hilvan'da, tarif ediyorum emniyet ifadelerimde, diyorum ki, uzun boylu şöyle bir insan, şöyle şöyle, kot pantolan var üzerinde, gömleği şu şekilde diyorum. Bu arada havaalanından inen Müfit Sement'i, Turgay Maraşlı veya Tuncay Maraşlı kardeşi anlatıyor; o da aynı şahıs, o da aynı tarifi yapıyor.
 DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Yani, sizi kaçıranlardan bir tanesi o?..
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - O diyoruz.
 DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Müfit Sement?..
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Tabiî, tabiî.
 DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) -Bu neci Müfit Sement Antep'te?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Antep'te değil bu adam, İstanbul'da kalıyor.
 BAŞKAN - Peki, bu Müfit Sement'i sen gözün açık olduğu zaman gördün mü?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Şimdi gözüm bağlanmadan önce arkadan bir araba geldi geçti önümüze, beyaz Doğan veya Şahin; o arada bir 15 metre filan var mesafe, arabayı açtı, içinde bir bont çantası var, bir de montu vardı, aldı koluna koydu,orada öpüştüler orada ayrıldı geldi, ben orada gördüm adamı.
 BAŞKAN - Yani Müfit'i gördün? Evvelden de tanıyor muydun?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Hayır tanımıyordum efendim.
 BAŞKAN - Peki, nereden biliyordun onun Müfit olduğunu?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Onu bilmiyorum ki efendim, ben tarif ediyorum, Müfit olduğunu sonradan öğreniyorum. Yani dosyaları incelerseniz Turgay Maraşlı onu tarif ediyor, ben de aynı insanı tarif ediyorum ve bu Müfit çıkıyor diyorum.
 BAŞKAN - Tahmin tabiî. Peki, bu Haluk Koral diye biri varmış, onu tanıyor musunuz?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla ) - Haluk Koral, bizim yanımızda mimar bir arkadaş; böyle şeylerle alakası olmayan birisi.
 BAŞKAN - Peki, senin yanında mı çalıştı bu arkadaş?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) -Yanımda çalıştı.
 BAŞKAN - Peki, bu, siz kaçırıldıktan sonra güvenlik görevlileriyle veya istihbarat görevlileriyle sizin için bir görüşme filan yaptı mı?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Yaptı.
 BAŞKAN - Nasıl bir görüşme?

 Siverek'te Olabileceğimi Söylemişler

 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Bir yerlen yapmış, ben sonradan öğreniyorum. O şahıslar kendine Siverek'te olabileceğimi söylemişler.
 BAŞKAN - Kimle yapmış? Yani açıkça bir şey demedi mi?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) -Ben detayına inmedim.
 BAŞKAN - Şimdi kaçırıldın, sonra serbest bırakıldın, yani, ondan sonra bu işi öğrendin; "yahu Haluk kimmiş, bu işin aslı neymiş?" diye insan merakından sorar; yani, bu kadar da ilgileniyorsun; ki, doğrudur, ilgilenmen gerekir.
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) -MİT'ten, bir yerden aldım dedi.
 MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Haluk Koral kim, yabancı gelmedi bana?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) -Avukat Handan Koral'ın ağabeyisi. O da mimar yani.
 BAŞKAN - MİT'le mi konuşmuş bu arkadaş?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - MİT'ten bir arkadaştan aldım dedi.
 BAŞKAN - Ne almış?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) -Yani, benim Siverek’te olduğumun haberini almış.
 DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ben bir şey sormuştum. Bu Siverek civarlarında siz yani Bucakların ailesinin içinde bulunduğu yerlerde mi dolaştınız?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) -Şimdi efendim bakın, ben sonradan sayıyorum, 2500 sayıda Siverek'e vardırıyorsunuz,
 DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - 2500 sayı?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) -Siverek'in içerisine giriyoruz.
 BAŞKAN - Gözünüz kapandığı andan itibaren?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Evet, gözüm kapandığı andan itibaren.
 SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Sonra bir daha sayıp gittiniz mi o yolu denemek için?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Evet, bunu yaptırdık, hepsini yaptırdık, 2500 sayı bizi oraya götürüyor. Yani, benimle sizin aranızda 30 sayı 40 sayı oynuyor, fazla bir şey oynamıyor. Şimdi, oradan sonraki gittiğimiz yer Bucak köyüne, bir başkasının köyüne veya başka birinin evi mi mezrası mı bilmiyorum.
 DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Peki, gözünüzü açtığınız zaman karşı karşıya geldiğiniz köylüyü tanıyabilir misiniz?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Köylüyü tanırım.
 DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - İsmini filan sormadın mı?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) -İsmi Ahmet işte, o, Ahmet diye seslen dedi...
 BAŞKAN - Yardımcı olacak.
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Bir adam.
 BAŞKAN - Peki, orada uzunca zaman kaldın, gözün de açıktı, seni kaçıranlar gelirken bağlıyorlardı; şimdi sen orada adamla sohbet ediyorsun, başkaları da var, yahu arkadaş ben neredeyim şimdi?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Söylemedi.
 BAŞKAN - Yani sordun? Siz kimsiniz falan?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) -Çok sordum; söylemediler. Bir de şu var Sayın Başkan; bu iş benim başıma geldikten sonra orada şunu öğrendim, bu insanları tedirgin etmemeyi öğrendim. Yani, mesela o gözüm açıldığı zaman belki evin içerisine her yere bakabilirdim evde yemek yerken; ama, o insanları tedirgin etmemeyi yeğledim yani orada; çünkü, bir şansım vardı, o şansımı da kullanmam gerekiyordu. Ancak, gözümün ucuyla görebildiğim, beyaz mozayik, kahverengi mozayik, siyah mozayik. Şimdi evin içerisine girsem o mozayikten tanırım; ama, bulamıyorum, evi bulamıyorum.
 DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Sayın Yaprak, 3 milyon Markı ya da onların istediği gibi 15 milyon Markı verebilecek durumda mısınız?

 Ödemeyi Taksitle Yapacaktım

 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Efendim 15 milyon Markı vermem mümkün değil. 3 milyon Markı şöyle verebilirim:Benim kendi arazilerim var, satar,l5 gün içinde; yani, bana bunu nakit verin dediler, dedim kardeşim bunu ben nakit veremem,"kardeşlerinden iste" kardeşlerim, kardeşlerim de bu işe çıktığı zaman, ancak bana 15 gün izin verirseniz, benim birkaç parça arazim var -yani, arazim var- arazimi satayım size vereyim; 1 milyon markını, 2 milyon markını da iki ay sonra birinci ayda 1 milyon markı, ondan sonraki ayda 1 milyonunu ödeyeyim. O şekilde konuştuk yani. Yani, üzerimde giderken aldıkları paranın haricinde ben para vermedim. İki defa da aradılar...
 DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - İnandılar.
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - İki defa da aradılar, bıraktıktan sonra, bizde hatta şu anda kasetleri de var...
 DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) -Keşke getirseydiniz kasetleri?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) -Şöyle efendim; biz orada şöyle konuştuk o insanlarla. Ben dedim işte nasıl senaryo yapacağız; ben dedim ki beni aramayın direkt, ne olur ne olmaz, polis benim telefonumu dinler. Ne yapalım; Esin Hanıma verin gelen parayı, o size bir numara versin, ondan arayın. Yani, onlara güven duygusu vermeye çalıştım.
 MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Aramadılar mı?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - İki defa aradılar, işte birinde Hacı Bey burada yok dedirttik, Esin Hanımı aradılar; birinde de bir numara verdik benim oğlumun cep telefon numarasını verdim, o şekilde ondan sonra da aramadılar.
 BAŞKAN - Peki, seni telefonla arıyorlar tabiî; o anda saatini, gününü ve
 hangi tarihte hangi telefondan aradıklarını?..
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Tabiî, bizde var efendim, Esin Hanımın, genel müdür hanımın özel hattından aranıyor.
 BAŞKAN - Saatini de tespit ettiniz mi dakikası dakikasına?
 DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Peki, sonradan oğlunuzun cep telefonundan aradılar mı?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Hayır, biz cep telefonunu hemen kapattık. Onu da hasbelkader kazayla verdik, yani, çocuğun telefonunu vermezdik, o anda o aklırnıza geldi; sonradan dedik ki, aman bu cep telefonu çocuğun elinde.
 DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Niye yani, görüşmek istemediniz mi?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Tabiî, efendim, şimdi görüştüğüm zaman ya "he" diyeceğim ya "yok" diyeceğim; iki yoldan birisi var; bence en iyisi zamana bırakmak, oyalamak.
 DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Peki, bu olay mayısta geçiyor, Mayıs'tan bugüne kadar geçen süre, nereden bakarsanız bakın 7 ay olmuş...

Bunların Ajanları Var

 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - İki defa aradılar. Tabiî, bunu da biz şimdi emniyete bildireceğiz. Efendim bunların öyle bir çalışmaları var ki Sayın Bakanım, mesela 10 kişilik bir grup veya 30 kişilik, mesela yayın için sizin televizyonunuza geliyorlar, ister istemez bu laf gündeme geliyor ve bunlar söyleniliyor; bu 10 kişiden bir kişisi yüzde 85 ihtimalle kendilerinin ajanları; yani, ne konuşuyorsun, yapmak istediğin nedir onu öğreniyorlar. Biz, onun için, son zamanlarda hiçbir şey konuşmuyorduk, kimseyle bir şey konuşmuyorduk.
 DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Yanlış hatırlamıyorsam Arena Programında siz dediniz ki, ben 3 milyon markı ödedim diye çıkan, bu bir yalan özellikle ...
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Onu şöyle söyleyeyim efendim bakın, onu anlatayım. Ben 3 milyon markı ödemedim, dedim ki biz şöyle bir blöf yaptık, biz bunlara 1 milyon mark ödedik diye dedikodu çıkardık. Bu dedikodunun neticesinde zaten birçok olaylarda, yani biz bu insanların bu kadar irtibâtla bağlantılarını oradan öğrenmiştik; bunları da birbirlerine düşürmek için; para aldık, kime verdiğimizi de söylemedik; kim kimden aldı, kim aldı diye onu araştırmaya kalktılar, araştırma neticesinde de bazıları kendiliğinden çıktı.
 DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Yani, siz buldunuz bir yerlere kadar geldiniz bu dedikodudan sonra.
 NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) -  Böyle bir organizasyon bu kadar zaman içerisinde sizi götürüyorlar getiriyorlar hiç bir şey almadan nasıl bıraktılar? Yani, fevkalade basit bir şey gibi geliyor bana; bu işin bir garantisi mi kontr garantisi mi veyahut hemen bir ödemesini yapmadan eğer, bu adamların niyeti sizden belli bir miktar para almaksa yani, hiçbir çete böyle bir garantiyi veya böyle bir peşin ödemeyi almadan sizi böyle hemen bırakmaz gibi geliyor; yani, pek inandırıcılığı yok.
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Size göre öyle efendim.
 NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) - Yani, 1 milyon dolar ödedik demeniz, sonradan mı vazgeçiyorsunuz acaba böyle bir şeyden?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Hayır. Şimdi biz bu adamların isimlerini tespit ettikten sonra araştırmalarımız hep bu parmağımızı bastığımız insanların gerçek insanlar. Yani, benim az önce zikrettiğim bunların pazarlamacıları diye zikrettiğim insanlar da bunların kendi insanları. Ha bunun belgesi; belgesi yok, belgesi kim olacaktır; Yahya Efe olacaktır. Yahya Efe ifadelerinde konuşturulursa, Yahya Efe belgesi... Benim elimde belge yok.
 DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - İfade verdi mi?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Hayır. İşte, takipsizlik verildi; o ifade verdi İstanbul'daki savcıya birer gün arayla; Yahya Efe, Turgay Maraşlı, Müfit Sement birer gün arayla ifade verdiler,hemen burası takipsizlik verdi, ondan sonra da onlar elleri kolları serbest gezdi. Son bu başsavcıya benim verdiğim ifadeden sonra yanılmıyorsam bunların aranmalarına tekrar başlandı ve savcı beyin Akın İnan'ın ifadesinde, yani , takipsizlik vermeden önce, oradaki ağır suç masasının ben o gün bir yazısını gördüm, diyor ki, bunların suçlu olduğunu ve bunların mutlaka ifadelerinin alınması gerektiği üzerinde, doğrultusunda da yazı var.
 NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) -  İnan'ın yazısı mı?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Hayır, emniyetin yazısı.
 NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) -  Peki, bunlardan bir tanesinin MİT'le irtibatlı olduğuna dair, yani bu Müfit Sement'i nasıl tespit edebiliyorsun? Yani, bu sonradan çıktı mı meydana MİT'in bir ajanı olduğu veya?..
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Şimdi bende belgeleri yok; ben bunları araştırmalarım neticesinde anlatıyorum. Benim araştırmalarımın neticesi, mesela, az önce Abdullah Sabri Kocaman ismini zikrettim, bu ismin yanında çalışan insaniar var, kendi kendisini mafya bozuntusu gören insanlar da var; ama, eziyorum,eziyorum sigara paketinin içine bu adamlar girmiyor, girenler belli; yani, biz parmağımızı bastığımız insanlar girmişler yani. Ha, bunu beni, yazılı bir kâğıda kimse beni kaçırdım diye, ben de bu işe bulaştım deyince vermiyor. Yani, sistem, bu adamların üzerine kurulmuş, pazarlama artı kaçırmak, fidye koparmak. Mesela bana adam diyor ki, Çatlı'ya ben çok rica ettim seni bıraktırması için, onu da söylüyor, adam açıyor telefonu söylüyor. Mesela, benim kardeşim ikinci günü İstanbul'u arıyor, İstanbul'da kimi arıyor, birilerini arıyor, diyor ki benim burada bir arkadaşın ağabeysini kaçırdılar, bize yardımcı olun. "Ağabey bir saat sonra beni ara" diyor, bir saat sonra bizim kardeş arıyor, "Ağabey orada bir PKK'l ıyı kaçırmışlar" diyor “yahu nasıl PKK'lıyı kaçırmışlar?" diyor, "istersen sana resmini fakslayayım" diyor; bir bakıyorsunuz benim resmim fakslı olarak PKK'lı olarak benim resmim fakslanıyor.
 DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Peki, bu ismi söylemenizde bir sakınca var mı?
 BAŞKAN - O faks yok mu numarası?..
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Efendim bunların hepsi inanın bunları bulma...
 DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Olsun ama, kardeşiniz bulmuş nasıl bulmuş...
 BAŞKAN - O fakş en azından var mı?
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Bu faksın üzerindeki numaralara baktık, silinmiş fakstan çıkmıştı, yani üzerinde numara yoktu, yani biz o kadarına gittik efendim, gitmeye çalıştık.
 BAŞKAN - Ama, kardeşin biliyor kiminle konuştuğunu.. .
 MEHMET ALİ YAPRAK (Devamla) - Onu bir öğreneyim efendim. 
 DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Yani, o "Çatlı'ya çok rica ettim" diyen kişi de bizim için çok önemli, kim?


http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=393

47. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***