LEŞ Mİ KESİLDİK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
LEŞ Mİ KESİLDİK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Ağustos 2016 Cuma

LEŞ Mİ KESİLDİK.?



LEŞ Mİ  KESİLDİK.?























ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ
23 ARALIK 2010



TBMM Genel Kurulu 23. Dönem 5. Yasama Yılı 40. Birleşim
( Bu konuşma 2011 Yılı Bütçesi görüşmeleri sırasında 14. Madde görüşülürken yapılmıştır. )
CHP GRUBU ADINA ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 14’üncü maddeyle ilgili olarak Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini sizlerle paylaşmak üzere söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bundan önce bu kürsüde yaptığım konuşmada, Sayın İçişleri Bakanımızla Sayın Dışişleri Bakanımızın da hazır bulundukları bir oturumda, Türkiye için yaşamsal nitelikteki tehditleri ele almış ve bu konularda neler yapılması gerektiği hususunda bazı telkinlerde bulunmuştum.
Bu tehditlerden birincisi, Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde Kuzey Irak’taki bölgesel Kürt devletine benzeyen bir siyasi yapılanma kurmak amacı ile başlatılan girişimdi. Açılım safsatası ile azdırılan terörist sözcüleri, artık hiç pervasız isyan bayrağını açmış ve “bağımsız özerk Kürdistan” modelini ilan etmişlerdi. Bu devletin bayrağı, öz savunma gücü, ayrı dili ve kendi meclisi olacak ve kendi kendisini yönetecekti. Bu devlet bölgenin ekonomik kaynaklarını kullanım ve tüketim hakkına sahip olacaktı. Türkiye Kürt halkıyla yeni bir sözleşme yapacak ve böylece esasta konfederal yani iki devletli bir sistem Türkiye’de uygulanacaktı.
BENGİ YILDIZ (Batman) – Hoş geldin Şükrü Bey!
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (Devamla) – Ama bu duruma, değerli arkadaşlarım, daha da vahamet kazandıran başka bir çarpıcı gelişme daha vuku buldu. Bu da devlete muhatap mertebesine çıkarılan Teröristbaşı Öcalan’ın devleti, Hükûmeti tehdit etmesi ve sanki bir ültimatom vermesiydi. Öcalan şunları vurgulamıştı, Öcalan diyordu ki: “ Önerimiz kabul edilmezse ve bu hususta bazı olumlu sinyaller bana gelmezse, o zaman ateşkese Mart ayında son veririm. Türkiye’de korkunç bir çatışma başlatırız; ölen ölür, kalan kalır. ” Öcalan, aynı zamanda, başlatılacak bu çatışmada kimsenin ölümden korunamayacağını, hatta bu tehdidinin Cumhurbaşkanını bile kapsadığını ima etmek cüret ve küstahlığını göstermişti. Bu arada güneydoğuda belediye başkanları Kürdistan bayrağını çektiler, yol tabelalarını Kürtçe yaptılar, iki dilli hayatı başlattılar ve böylece büyük Kürdistan’ın temellerini attılar.
Sayın İçişleri Bakanı Atalay benim açıklamalarımı dinledi fakat konuşma yapmak için bu kürsüye geldiği zaman, bu varoluşsal konuları doğrudan ele alıp bir görüş ortaya koymadı. O bir şey söylemediği gibi, Başkomutan konumundaki Sayın Cumhurbaşkanımız da bu konuda ses çıkarmadı ve böyle durumlarda yeri göğü inletmesini beklediğimiz Sayın Başbakan da bu konuda suspus oldu.
OSMAN ÖZÇELİK (Siirt) – Sen titret yeri göğü, sen!
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (Devamla) – Bu son derece vahim, Türkiye Cumhuriyeti’nin gücünü, varlığını, itibarını hiçe sayan tehdidi Türkiye’nin başındaki kişiler duymazdan geldiler. Burada bir sakatlık yok mu değerli arkadaşlarım? Hükûmet mensupları neden sessiz ve tepkisiz? Neden dilleri tutulmuş bir hâl içindeler? Bunun nedeni, seçimlerde bazı bölgelerde oy almak için eylemlerin durması zorunluluğundan mı ileri geliyor? Bunun için de PKK’yla yapılan pazarlığa uymak mı gerekiyor?
Değerli arkadaşlarım, bu tutum vatan sevgisiyle, ahlaki ilkelerle bağdaşıyor mu? Bu tutum ülkenin bölünmesine göz yummak değil mi? Bu tutum şeytanla ittifak değil mi? Bu tutum şu kürsüden ettiğimiz yemine ihanet değil mi?
Ülkemiz geçmişte böyle bir fetret devrini yaşarken bakın ünlü şairimiz Mehmet Âkif duygularını nasıl ifade etmişti:
“Ey dipdiri meyyit! ‘İki el bir baş içindir.’

Davransana…Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok…Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana…Sen böyle değildin.”

Evet değerli arkadaşlarım, hepimiz AKP’nin şu sorusunu yanıtlamamız lazım: Leş mi kesildik? Leş mi kesildik?
BENGİ YILDIZ (Batman) – Mehmet Akif’i sizin zihniyetiniz Mısır’a gönderdi. Şimdi, Mehmet Akif’e sahip çıkıyorsunuz.
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (Devamla) – Dışişleri bütçesinin tartışılması sırasında Sayın Dışişleri Bakanına bazı sorular yönelttim fakat Sayın Bakan işine gelmediği için hiçbir sorumu yanıtlamadı. Amerika ile gayet iyi dostluk ve ittifak ilişkilerimiz bulunduğu mealinde birkaç üstün körü sözle konuyu geçiştirmeye çalıştı. Oysa, bu devleti yöneten herkes biliyor ki, PKK örgütünün Kuzey Irak’taki vurucu gücünün ayakta kalmasını temin eden şartları yaratan ve örgüte Barzani vasıtasıyla moral ve maddi destek sağlayan Amerika Birleşik Devletleri’dir.

Bunun sebebini anlamak için biraz geriye gitmemiz zorunlu oluyor değerli arkadaşlarım.

BENGİ YILDIZ (Batman) – Yeterince geridesin zaten.
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (Devamla) – 2003 Martında Amerika’nın Irak’ı işgaline kadar Batı dünyasında iki ayrı Kürdistan projesi mevcuttu. Bunlardan birincisinin temellerini, Amerika, Birinci Körfez Savaşı sonrasında Saddam’a karşı Kuzey Irak’taki Kürt aşiretlerini Türkiye’de konuşlanan Çekiç Güç kuvvetiyle himaye ve denetimine alarak atmıştı. İkinci proje ise: Avrupa’nın PKK’yı himaye ederek kurmayı tasarladığı Kürt devleti idi. Amerika, Irak’ı işgalinden sonra kendi projesinin gerçekleşmesi için elinden geleni yaptı. Bugün Kuzey Irak’ta tüm organlarıyla fiilen oluşmuş fakat resmen ilan edilmemiş bir Kürt devleti var.
Bu gelişme, Avrupa merkezli bir hareket olan PKK’yı etkiledi ve onlar da kendilerine destekte pasif kalan Avrupa yerine kaderlerini Amerika’ya bağlama kararını aldılar. Esasında PKK’nın silahlı gücü Kuzey Irak’ta bulunduğundan böyle bir yöneliş kaçınılmazdı. PKK yok olmamak için Amerika’ya biat etti ve onun vereceği her göreve razı oldu.
Bu şekilde değerli arkadaşlarım, tarihte ilk defa olarak, Amerika’nın denetim ve koordinasyonuyla tüm Kürt örgüt ve faaliyetleri arasında uzlaşma sağlandı. Kısa süre önceye kadar kendi aralarında iç savaş veren Kürt örgütleri, son üç yıldır rakip değil, soydaş ve kardeş gibi hareket etmeye başladılar. Bugüne kadar büyük Kürdistan’ı kurmayı kendi görevleri bilen Kürt kuruluşlar, artık ayrı cepheler kurmaktan ve kendi aralarında dalaşmaktan vazgeçmişlerdir çünkü artık bu hedefin ancak Amerika’nın öncülüğüyle gerçekleştirilebileceğine inanmışlardır.
Bu şekilde Barzani de, PKK da, PJAK da, Öcalan da Amerika’nın piyonları hâline dönüşmüşlerdir. Amerika’nın kendileri için çizmiş olduğu senaryonun dışına çıkamazlar. Barzani’nin de, PKK’nın da, PJAK’ın da dizginleri Amerika’nın elindedir.
Tekrar ediyorum: Tarihte ilk defa olarak Orta Doğu bölgesinde tüm Kürt örgütlü faaliyetleri Amerika’nın denetimi ve kontrolü altındadır. Bu şekilde, Washington, icabında bölge jeopolitiğinin dizaynında kullanabileceği müthiş bir diplomatik levyeye sahip olmuştur. Washington, PKK’dan Amerika’nın Orta Doğu stratejisinde bir manipülasyon aracı olarak yararlanıyor, PKK’ın uzantısı olan PJAK’ı İran’da rejimi çökertmek için kullanıyor, PKK içindeki Suriyeli elemanları Suriye’ye karşı kullanmayı tasarlıyor. İşte bu nedenlerle, Amerika, PKK’nın tasfiyesini arzu etmiyor, onu silahlı bir örgüt olarak elinin altında tutmak istiyor.
Fakat değerli arkadaşlarım, Amerika’nın Türkiye’ye karşı Kürt kartını oynamasının bir nedeni daha var. Bu da Obama yönetiminin Amerika’nın baş düşmanı olarak gördüğü İran’a AKP İktidarının destek olduğuna inanmasıdır. Washington, Ankara’nın İran’a yönelik politikasının ulusal çıkarlarına zarar verdiği kanısındadır. Türkiye’nin tutumunu İran’a uygulanan siyasi ve ekonomik baskı ve yaptırımları zayıflattığı ve İran’ın nükleer silah üretmesine yardımcı olduğu şeklinde değerlendiriyor.
Burada önemli bir nokta daha var değerli arkadaşlarım. Bu da Başkan Obama’nın kamuoyunda popülaritesini bir hayli yitirmiş olması nedeniyle İran’ı dize getirerek sağlayacağı başarının 2012’de yapılacak başkanlık seçimlerini kazanmasını garanti edeceği yolundaki görüşün Amerika’daki siyaset kulislerinde genellikle paylaşıldığıdır.

Başta Amerika olmak üzere, tüm Batı dünyası, İran’ın nükleer silah yapmak hususunda kararlı olduğu ve Orta Doğu’nun bir cehenneme dönüşmemesi için İran’ın bu ihtirasının muhakkak önlenmesinin zorunlu olduğu hususunda anlaşmışlardır. İlginç olan, değerli arkadaşlarım, Arap dünyasının da aynı görüşte olmasıdır. O kadar ki Suudi Arabistan Kralı’nın WikiLeaks ifşaatı yoluyla öğrendiğimiz ABD yetkililerine yaptığı açıklamalar son derece çarpıcıdır. Kral, Amerika’dan -tırnak- “Yılanın başının kesilmesini” -tırnağı kapat- istiyor.

NURİ YAMAN (Muş) – Tırnağı açık bırak, açık. Tırnak aç, tırnak kapat…
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (Devamla) – Mısır Cumhurbaşkanı Mübarek, Ürdün Kralı ve diğer Arap devletleri aynı şeyi söylüyorlar. Suudi Arabistan Kralı’nın bu şedit ifadelerinden, İsrail İran’a bir hava saldırısı düzenlediği takdirde, Suudi Arabistan’ın İsrail’e hava sahasını açabileceği gibi bir sonuç çıkarmak dahi kabil görülüyor artık.

Değerli arkadaşlarım, Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarı İran’a karşı yapılan bu değerlendirmeleri ve Tahran’ın dünya barışı için bir tehdit oluşturduğu görüşünü benimsemeyebilir. Ancak, bu konuda Amerika’ya karşı izlediği politikanın Türkiye’ye çıkardığı ve çıkaracağı ağır faturanın hesabını gerçekçi bir şekilde yaptığı söylenebilir mi? Bu soruyu bir kere, daha önce bu kürsüden dile getirmiştim. Evet, bu konuda Hükûmetin Amerika’ya karşı izlediği politikanın Türkiye’ye çıkardığı ve çıkaracağı ağır faturanın hesabını gerçekçi bir şekilde -acaba- yaptığı söylenebilir mi?

Şunu iyi biliyoruz, o da Türk Hükûmetinin İran politikasının Obama yönetiminin tüylerini diken diken ettiğidir. Bu rahatsızlık nedeniyle şöyle bir görüş ileri sürülüyor Washington’da: “Türkler Amerika’nın baş düşmanına ve maruz kaldığı tehdide açıktan destek veriyorlarsa, biz neden onların karşılaştığı PKK tehdidine duyarlı olalım?” Evet, tepki bu Washington’da değerli arkadaşlarım. Bu tepkinin fiiliyata da nasıl intikal ettiğini biliyoruz. Washington, PKK örgütünün Kuzey Irak’taki vurucu gücünün ayakta kalmasını temin ediyor, bu şartları yaratıyor ve örgüte, aynı zamanda Barzani vasıtasıyla moral ve maddi destek verilmesine de yeşil ışık yakıyor. Tabii, Amerika’nın bu tutumu, bu davranışı, ittifak ilişkilerimizle ve dostlukla bağdaşmıyor ama her hâlükârda bu durumu Amerika’yla görüşmemiz gerekiyor, dış politikamızın enine boyuna bir sorgulanmaya tabi tutulması icap ediyor.
Evet, değerli arkadaşlarım, bu söylediklerim, Türkiye ile Amerika’nın ilişkilerini ortaklaşa masaya yatırarak etraflı bir değerlendirme ve karşılıklı ayarlamalara tabi tutmalarının çok acil ve ciddi bir ihtiyaç olarak ortaya çıktığını gösteriyor. Tabiatıyla bu ortak değerlendirmenin amacı, Amerika’nın da görüş ve duyarlılıklarının özenle dikkate alınması suretiyle, ilişkilerin müttefik ilişkilerine ve iş birliğine yaraşır şekilde karşılıklı çıkar ve yarar dengesine oturtulması olacaktır.
Sayın Davutoğlu’nun, bu yolda belirttiğim fakat daha özetle belirttiğim görüşler hakkında bir yorum yapması gerekmez miydi değerli arkadaşlarım? Genellikle çok konuşkan olan ve konuşmayı seven Sayın Davutoğlu’nun bu değerlendirmelerim hakkında bir şey söyleyememesini “Sükût ikrardan gelir.” deyimiyle izah ediyorum.

Sözlerime son verirken, açıklanan WikiLeaks belgeleri arasında bulunan, Almanya’daki Amerikan Büyükelçisi tarafından Washington’a gönderilen 12 Kasım 2009 tarihli gizli rapora da temas edeceğim. Bu konuyu daha önce ele almıştım fakat zaman darlığı nedeniyle bu konudaki görüşlerimi tam anlamıyla izah etmek imkânını bulamadım.

Değerli arkadaşlarım, raporda Avrupa’daki Amerikan kontrolündeki taktik nükleer silahların görüşme konusu olduğu belirtildikten sonra, Amerikan Dışişleri Bakanlığı Bakan Yardımcısı Philip Gordon’un Almanya Ulusal Güvenlik Danışmanı Christoph Heusgen’e şu ifadelerde bulunduğu yer alıyor…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Elekdağ.
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.