6-8 EKİM OLAYLARI AKP/HÜDA-PAR İLİŞKİSİ VE KÜRT SİYASETİNDE YENİ ARAYIŞLAR
Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
14.02.2015
Hüda-Par ve AKP’nin 6-8 Ekim Olayları ve Kobané’ye yaklaşımı birbirine benzemektedir. 6-8 Ekim Kobané’ye destek eylemleri, Kürtler açısından önceden planlanmış eylemler değildir. AKP Hükümetinin(İçişleri Bakanı Efkan Ala) IŞİD'e destek vererek, IŞİD'in Kobané'yi düşürmeye çalışması, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da "Kobané düştü, düşecek" demesinden sonra oluşan spontane bir tepkinin dışa vurumudur. Devlet ve Hüda-Par, Kürt halkından böyle bir tepkinin gelebileceğini tahmin ederek, önceden önlem alarak örgütlenmiş olabilirler. Ancak tepkinin kapsam ve derecesi hiç kimsenin ön göremeyeceği büyüklükte olunca bunun karşısında AKP de HDP de şaşkınlık yaşadı.(*)
Askeri birliklerin sokağa inmesinin dahi tansiyonu düşürmeye yeterli olmadığı görülünce, Davutoğlu’nun MİT’i devreye koyup, Öcalan’dan “eylemlere son verilmesi” çağrısını almış olması ve bu çağrının Demirtaş tarafından okunmasıyla tansiyon düşebilmiştir. Sanırım, Erdoğan ve Davutoğlu'nun "çözüm sürecine" yaklaşımları arasındaki ilk farklılık da bu konuda yaşandı.(Erdoğan'ın CB olduktan sonra verdiği resepsiyonda, Genel Kurmay Başkanı Necdet Özel'in çözüm sürecinden haberimiz yoktur anlamına gelen sözleri, Ergenekon hükümlüsü Doğu Perinçek ile Erdoğan'ın Kobané konusundaki yaklaşımlarındaki benzerlik vs.) Aslında, IŞİD’le iş yapma kararı veren AKP’nin bir çözüm süreci derdi olmadığı da biliniyordu. Kürt halkının sert tepkisi, Kobané’nin düşmesinin kolay olmadığını gösterdikçe, Türkiye çözüm sürecine sarılmaktan başka bir çıkış yolu görmeyince çözüm süreci görüşmelerine yeniden başlamaya karar verdi. Kobané ile ilgili olarak Öcalan’ın çözüm süreci ile Kobané bağlantısını kurmuş olması, Kobané düşerse, darbe olacağını söylemiş olması, IŞİD’in Ortadoğu’nun JİTEM’i olduğunu söylemiş olması, çözüm sürecinin neredeyse Öcalan’la dahi bittiğini gösteren bulgulardı. Kürtlerin, Türkiye'nin ve dünyanın dört bir yanında demokratik gösteri hakkı çerçevesinde tepkilerini ortaya koyması, dikkatlerin Kobane'ye yönelmesine, sınırlı da olsa Kobane'ye koridor açılması, hem Kobane'nin düşmesini önledi hem de çözüm sürecinin devamını sağladı. Aksi gerçekleşmiş olsaydı, Kobane'de IŞİD'in, Türkiye Kürdistan'ında Hizbullah'ın AKP'nin yedeğine girmesi anlamına gelecekti. Hizbullah'ın manipülatif bir şekilde kendisini Kürt-İslami kesimlerin temsilcisi olarak göstermesi bu şekilde görünür hale gelecekti. Böylece, Türkiye Kürdistan’ı ile Rojava arasındaki hayat bağları kesilmiş olacaktı. Üstüne üstlük Hizbullah/Hüda-Par, Bunu kendi gücüne dayanarak yapmak yerine devletin ve AKP’nin gücüne dayanmıştır. Diyarbakır’da Yasin Börü’nun öldürülmesi gündemde tutulup, bundan KSH sorumlu tutularak, KSH dışında kalan toplumsal kesimlere devleti veya Hüda-Par’ı adres olarak gösterilmiştir. Burada, devlet tarafından Hüda-Par o kadar ustaca kullanılıyor ki, çözüm sürecinde Kürt hak ve özgürlüklerinin kolektif olarak tanınmasının önlenmesidir. Kürtleri, kendi içinde güvenlik/kamu düzeni ihtiyacı içinde bırakarak, kendi güvenlik aygıtını kalıcı hale getirmektir. Geçmişte, bu Hizbullah’la birlikte Köy Koruculuğu aracılığıyla yapılıyordu. Özellikle, köy koruculuğunun dayandırıldığı aşiretlerin toplumsal yapısından faydalanılarak, Kürt toplumu içinde asimetrik bir gücün Kürt örgütlülüğünün sınırlandırılmasında rol oynuyordu. Köy koruculuğunun eski önemi kalmamış olsa da bu kurumun tamamen kaldırılmaması nedeniyle her an eski işlevine dönüşümü kolaydır. Gerek Hizbullah’ın gerekse Köy Koruculuğunun dönüşümünün yapılmayışında KSH’nin bu konuda güven verebilecek politik adımların atılmayışının rolünün olduğu da göz önünde bulundurulmalıdır. Varlığını devlete borçlu olan kesimlerin, bu avantajlarını kaybetme korkusu, olası KSH’nin hegemonluğunda kendilerine zarar verebileceği kuşkusu devam ettiği müddetçe, onların devlet veya devletin paramiliterliğine dayanma ihtiyacı kendisini hissettirecektir. İşte, demokratik siyaset bunun için gereklidir. Bunların KSH’nin içinde temsili zorunlu değildir. Demokratik siyaset içinde kendi özgünlüğü içinde örgütlülüğünü yapmak onların en doğal hakkıdır.
Hüda-Par’ın amacı, sömürgeci gücün Kürdistan’da sökülüp atılması halinde, sömürgeci güçten geride kalan ve varlığını sömürgeci gücün varlığına bağlamış bulunan toplumsal kesimlere kendisin koruyucu olarak gösterip, Kürt toplumu içinde taban oluşturmaktır. Bu toplumsal kesimlere PKK’nin gelecekteki olası iktidarında “Eğer güç ve imkânları olursa İslami kesimler başta olmak üzere herkese karşı PKK’nin tutumunu daha ağır olabileceğini” ileri sürerek, kendilerini PKK karşısında koruyucu bir güç gibi gösteriyorlar. Bunu kendi başına yapmaktan çok AKP ve devletle beraber yapmaktadır. Devletin, buraları bırakıp gitmesi halinde, orada devleti kendi adlarına sürdürebilecek bir yapı haline getirmeye çalışıyorlar. Bunun önünde en büyük engel olarak da KSH’nin siyasal ve askeri gücünü görüyorlar. Hüda-Par’ın bu süreç zarfında, Köy korucuları, devlet yanlısı aşiret ve cemaatlere yönelik çağrı ve çalışmaları dikkatten kaçmıyor. Bu çalışma ve çağrılarda anormal bir durum yoktur. Ancak Hüda-Par’ın ileride oynayacağı role bakacak olursak, bunu Türk devlet gücünün yerini alma amaçlı olduğunu görebiliyoruz. Siyasi İslam’ın iktidarın kalbine yerleşmesiyle birlikte kendisi açısından bunun avantaj yaratacağını biliyor. Kürdistani bir perspektifi olmadığı için, siyasal İslam eksenli Türk politikasıyla çelişki yaşamayacağı açıktır.
Hüda-Par’ın gelecekte Kürdistan uluslaşması ve bağımsızlaşması önünde engel olacağı, Kobané’deki IŞİD saldırısını “PYD ile IŞİD’in alan hâkimiyeti mücadelesi” şeklinde niteleyişi, onların bu konudaki niyetlerini açığa çıkarmaktadır. Hüda-Par, AKP’yle paralel olarak PYD’yi İslam dışı, IŞİD’i İslami bir yapı olarak göstererek, IŞİD’ın Kürtlere saldırısını, “Kafirlere” karşı verdiği görüşünü paylaştıklarını ifade ediyorlar. IŞİD’in Kobani’deki İslami yaşama ne kadar yabancı olduğu ortadadır.
Hüda-Par, PKK'nin yönetime gelmesi halinde devletten oluşacak boşluğun PKK tarafından doldurulacağını söyleyerek İslami kesimleri kendi tarafına çekmek için PKK karşısında yoğun ideolojik propaganda yapıyor. Bir yandan elindeki bilgileri hükümete verip, KSH'ni hükümete şikayet etmekte öte yandan PKK ile AKP'nin anlaşıp Kuzey Kürdistan'da yönetimin PKK'ye bıraktığı propagandası yapılarak İslami kesimleri kendisine doğru çekmeye çalışmaktadır. Bunu en yoğun olarak da KSH'nin en etkili olduğu yerlerde yapmaktadır. KSH'nin zayıf olduğu, Ş.Urfa gibi yerlerde ise meydanı AKP'ye bırakıyor. Hedefinde AKP yoktur. Olmuş olsa islamiyet hassasiyetinin en yoğun olduğu yerlerde örgütleme yapması gerekirdi. KSH'nin ezici üstünlüğü olan Dargeçit ve Bulanık'ta Kobani protestocularının üstüne devletle birlikte ateş açtılar. Bir kere Hüda-Par PKK'yi din ve İslam dışı olarak nitelediği için mevcut zayıf durumunda dahi onun meşruluğunu kabul etmiyor. Etkin olması durumunda ne yapacağı tahmin edilebilir.
Kürdistan'da AKP biterse AKP'ye oy veren milyonlar hangi partiye yönelecekler.
Bu tabanın ihtiyaçlarını ne PKK ne de Hizbullah karşılayabilir. Bunların Kürtlük paydasında kendisine özgü yapılamaları oluşturmaları gerekmektedir. Aksi durumda bu kitle üzerinden PKK ve Hizbullah büyük çatışma içine girebilirler. Bunlar kendi demokratik örgütlemelerini sağlarlarsa her iki parti arasında dengeyi de sağlayıp, onların demokratik siyasete uyumunu sağlayabilirler. Bunların bu dengeyi sağlama gücü vardır.
Suriye ve Irak örneklerine bakalım. Kısa bir süre önce olması bakımından Suriye ve Rojava'nın durumu bir çok derslerle doludur. 2012'de Esad, Şam'da sıkıştığı anda Kuzey Suriye'den güçlerini çekti. Kürtlerin yoğun olduğu yerlerde yönetim Kürtlere, İsyancıların yoğun olduğu yerlerde ise isyancılar yönetimleri ele aldı. Yönetimi eline alanlar kim olursa olsun olaya askeri yönden baktılar. Silahlı olanlar politika üzerinde etkili olarak farklılıkları ya kendileri gibi davranmaya ya da orayı terk etmeye zorladılar. Farklılıklar özellikle orta sınıfları teşkil eden silahsız savunmasız toplumsal kesimler topraklarını terk etmek zorunda kaldılar. Kimisi rejimin etkili olduğu yerlere kimisi de komşu veya Avrupa ülkelerine gitmeyi tercih ettiler. Orta sınıfların savaş ortamında yok oluşu bu şekilde ortaya çıktıkça meydan sadece savaşları düşünenlere kalınca savaş kısa zamanda oradakilerin yaşam biçimi haline gelir. Hayatında eli silaha değmemiş insanlar bir anda savaş makinelerine dönüşürler. Suriye'nin kuzeyinde yaşanan buydu. Bu nedenle toplumsal dinamikler yok oldular. Kim olursa olsun radikaller ve fanatikler etkili oldular.
Irak Kürdistan'ı açısından bakıldığında, Rojava'dakine benzer bir durum olmadı. Saddam öncesinde Kürt toplumu farklı siyasal renkleriyle birlikte yaşıyorlardı. Serbest seçimler yapılıyor, YNK, PDK ve İslami partiler demokratik siyasette yerini alabiliyorlardı. Aynı durum Irak diğer bölümleri ve özellikle Sünni bölgeleri için geçerli değildi. Bu nedenle bu bölgeler tıpkı Afganistan'da olduğu gibi sonsuz savaşın merkezi haline gelerek hem Irak'ın geneli hem de Irak Kürdistan'ının istikrarını tehlikeye koymaya devam ediyorlar.
Suriye ve Irak örneklerine bakalım. Kısa bir süre önce olması bakımından Suriye ve Rojava'nın durumu bir çok derslerle doludur. 2012'de Esad, Şam'da sıkıştığı anda Kuzey Suriye'den güçlerini çekti. Kürtlerin yoğun olduğu yerlerde yönetim Kürtlere, İsyancıların yoğun olduğu yerlerde ise isyancılar yönetimleri ele aldı. Yönetimi eline alanlar kim olursa olsun olaya askeri yönden baktılar. Silahlı olanlar politika üzerinde etkili olarak farklılıkları ya kendileri gibi davranmaya ya da orayı terk etmeye zorladılar. Farklılıklar özellikle orta sınıfları teşkil eden silahsız savunmasız toplumsal kesimler topraklarını terk etmek zorunda kaldılar. Kimisi rejimin etkili olduğu yerlere kimisi de komşu veya Avrupa ülkelerine gitmeyi tercih ettiler. Orta sınıfların savaş ortamında yok oluşu bu şekilde ortaya çıktıkça meydan sadece savaşları düşünenlere kalınca savaş kısa zamanda oradakilerin yaşam biçimi haline gelir. Hayatında eli silaha değmemiş insanlar bir anda savaş makinelerine dönüşürler. Suriye'nin kuzeyinde yaşanan buydu. Bu nedenle toplumsal dinamikler yok oldular. Kim olursa olsun radikaller ve fanatikler etkili oldular.
Irak Kürdistan'ı açısından bakıldığında, Rojava'dakine benzer bir durum olmadı. Saddam öncesinde Kürt toplumu farklı siyasal renkleriyle birlikte yaşıyorlardı. Serbest seçimler yapılıyor, YNK, PDK ve İslami partiler demokratik siyasette yerini alabiliyorlardı. Aynı durum Irak diğer bölümleri ve özellikle Sünni bölgeleri için geçerli değildi. Bu nedenle bu bölgeler tıpkı Afganistan'da olduğu gibi sonsuz savaşın merkezi haline gelerek hem Irak'ın geneli hem de Irak Kürdistan'ının istikrarını tehlikeye koymaya devam ediyorlar.
Sömürgeci ve işgalciler er geç gideceklerdir. Önemli olan onlar gittikten sonra geri kalanların çatışmamasıdır. Aksi durumda sömürgeci ve işgalciler yeniden geri döneceklerdir. Hem de bir kurtarıcı gibi.
İslamiyet, Kürdistan’ın bir gerçeğidir. Geçmişte, nasıl rol oynadıysa gelecekte de bu rolünü oynamaya devam edecektir. Kürtlerin, İslam’la ilişkisi, devletle birlikte var olan bir ilişki değildir. Bu nedenle, Kürtlerde iktidar hırsıyla dinin siyasallaşması, devletli toplumlardan farklı olarak gelişmiştir. Bunun sonucunda, Kürt ulusal kimliğinin oluşumunda İslam’ın önemli bir yeri vardır. Temelinde sekülerlik olsa da PKK’nin İslam’a yaklaşımındaki bakış açısı benzer hareketlerden oldukça farklıdır. Hüda-Par, PKK’nin bu bakış açısını bilmesine rağmen, kendisini Kürdistan’daki Müslümanların temsilcisi sayarak, kendisini Kürt sorunu ve çözümünde PKK’den daha fazla yetkili olduğunu göstermeye çalışmaktadır. Siyasal anlamda, bir hareketin varlığı, kendi benzerleri üzerinden değil de asıl mücadele etmesi gereken güç karşısındaki konumuna göre belirlenir. Hizbullah ve Hüda-Par’a bakıldığında, bunların kendilerinden doğmuş bulunan sömürgeci güç karşısında herhangi bir duruşu ve çatışması yoktur. Duruş ve çatışmasının ana ekseni, kendi içindeki İslami Kürt kesimleriyle, PKK’ye yakın duranlara karşı duruş ve çatışmasına dayanmaktadır. İslam eksenli politika yapmak doğru bir tutum olmasa da, ilahi yapılması gerekiyorsa, bu konuda bir boşluk olduğu kabul edilmelidir. Bu boşluğu doldurması gerekenin Hüda-Par olmayacağı da bilinmelidir. AKP’yi yanına alıp, kendisini buna monte etmek ahlaki olmadığı gibi siyaseten de yanlıştır.
***