ABDALLARDAN KÜRTLERE AZINLIKLARIMIZIN KÖKENLERİ
İRAN KÖKENLİ AZINLIKLARIMIZ
Not:Bu yazım, adları geçen azınlıklar konusunda derin araştırma, tespit yazısı değildir. Sadece kaynak olduğu için alınmıştır. Kaynak olarak da kullanılabilir. Sadece Kürt konusunun güncelliği yüzünden eski derlemelerimi eklemiş bulunmaktayım.
Abdallar;
Kuzey Hindistan’da yaşayan Müslüman gruplardır. Fakir halk grubunun bir alt grubuna aittirler. (Abdal People Bihar Volume XVI Part One. Edited by S.Gopal&Hatukar Jha Pages 28-35 Seagull Books;Muslim People of İndia M.K.A. Sıddıki Pages 344-356)
Türkiye’deki Abdallarla, ‘her ikisinin de gezgin halklar olmaları” dışında benzerlikleri tespit edilememiştir. (İngvar Savanberg- Marjinal Groups page 602-612- Ento Groups of Turkish Rep.)
Abdallar, Sufi azizlerin öğretilerine göre, geleneksel olarak dilenerek geçinen yarı yörük Müslüman kabilelerdir. Domba toplumunun bir kolu oldukları kabul edilir. Abdal kelime olarak Arapça “Köle, mürit,takipçi” anlamına gelen Abdul kelimesinin çoğuludur.(Türkçe’de, çalan, söyleyen, bilgisiyle saygı gören kişidir.A.Yavuz) Abdal geleneklerine göre adlarını çeşitli Sufi azizlerin takipçileri olmalarıyla almışlardır.Diğer Abdalların, yaşadıkları yerdeki halkların dillerini konuşmayı tercih etmelerine rağmen, Bihar’lı, Purnea bölgesinde yaşayan Abdallar Maithili dili konuşurlar. Guajarat’taki, Abdal toplumu, Dafalis, Nagarchis adlarıyla bilinen dilencilerdir.
Geleneksel meşgaleleri Müslüman tarikatlarında davul çalmaktır. Daha çok Hindistan Ahmedabad şehrinde bulunurlar.
Batı Bengal’de yaşayan Abdal olarak anılan topluluklar, Tanrının gerçek köleleri olduklarına inanırlar ve Abdal adının “Allah’ın Hizmetçisi” anlamına geldiğini söylerler. Batı Bengal’de küçük bir azınlık olarak beliren Abdallar, Müslüman topluluklardan ayrılırlar. (M.K.A Sıddıki- Marjinal Muslim Communities P.344-356 )
Günümüzdeki Şartları;
Bihar’lı Abdallar, mülkiyet edinen tek Abdal toplumudur. Öne çıkan işleri arasında Nalbantlık, nal yapımı gelmektedir. Çok az sayıda olan köylerinde imamları da olan Sünni Müslümanlardır. Panchayat Haşima Toplumu, bunların çok iyi örgütlenmiş bir kast sistemi örneğidir.(People of India Gujarat Volume XXI Part One edited by R.B Lal, P.B.S.V Padmanabham, G Krishnan & M Azeez Mohideen pages 31-34)
Türkiye’nin Abdalları;
Abdallar, merkezi ve batı Anadolu’da göçer/gezgin yaşam şekline tabi olan temel sosyokültürel gruplardandır. Evlilik düğünlerinde müzik faaliyetlerini yürütürler.
Diğer faaliyetleri arasında sepet, kalbur örme işleri,kalaycılık vardır. Güney Asyalı Abdallarla alakalı görülmezler. Kürtler de Gavanda gibi Abdal adıyla anılırlar.(Peter Alford Andrews’ün 435-438 sayfalarında Abdallar etnik azınlıklar olarak tanımlanmışlardır’ Wiesbaden;Dr.Ludwig Reicherd 1989)
Etnik grup olan ve geniş bölgelee yayılmış olan Alevi tarikatıyla alakalı üç karakteristik gruptan bahsedilir. 16.yüzyılda tutulan ilk kayıtlara göre, merkezi Anadolu’da Aleviler Abdal adında birleştirilmişlerdir. Kendilerini dünyevi işlerden ayırmış, bekarlık çeken Alevi dervişlerine Abdalan-ı Rum denilmekteydi. Osmanlı otoritelerince yapılan baskılarda Ortodoks olmayan davranışları vardı. En azından bu günlerde Abdalların bu gruplardan geldiği bilinmektedir. Abdalların dilleri, İran Farsçası, eski Farsça, Roman dili ile Türk dili grameridir. Romanlarla olan bağlarının olması yanında İran Belucistan’ın Gurbet, Kara Domen, Ortadoğu Arapları arasında yaşayan Domlar ile bağları da görülmektedir.
Abdallara göre, kendilerinin kökenleri İran Horasan’dan gelmiş Tükmen kabileleridirler.
Güney batı Türkiye’de Abdalların bir grubu olan yörük Barak Türkmenleri ile benzer olarak sihirbazlık, mücevhercilik, ozanlık, müzisyenlik işlerinde özel bir rol oynarlar. Öne çıkan Kürt kabileleriyle benzer özellikler gösterirler. Ankara’nın kuzeyindeki yerleşim yerlerinde, süfli işler olarak görülen sünnetçilik, berberlik, nalınlık, tellaklık gibi işlerle geçinirler.
Kynk-Abdal by Peter Alford Andrews pages 435 to 438 in Ethnic groups in the Republic of Turkey / compiled and edited by Peter Alford Andrews, with the assistance of Rüdiger Benninghaus (Wiesbaden : Dr. Ludwig Reichert, 1989)
Loriler (Luriler);
Belücistan’ın yörük azınlıklarındandır. İran’ın Lurlarıyla karıştırılmamalıdırlar. Loriler, Göçer Loriler ve yerleşik loriler olarak iki gupturlar. Yeleşikler Sermes-Lori ve Zebgizgahi Loriler olarak ikiye ayrılmışlardır. Zebgizgahilerin köken olarak Hindistanlı oldıukları, Giçki Belucilerin Hindistandan göçlerine katılarak geldikleri söylenir. Hindistan sınırına yakın Panjgur şehrindeyaşarlar. Dom/Dum halkıyla akabalıkları oldukları sanılmaktadır.
Günümüzde yaşayan Beluci Lorileri, marangozluk, nalbantlık, altın işçiliği ile geçinmektedirler. Bunlardan bi grup eğlence sektöründe müzisyendirler.
Her Lori gurubundan marangozlukla geçinenlere Darı Bilge Lori, Nalbantlıkla geçinenlere Asinkar Lori, kuyumculukla geçinenlere Zargar Lori adları verilir.
Eğlence sektöründe çalışanlara da davulcular ve duhliler adları verilir.
Loriler Ortadoğu’da, geçmişte Hindistan’dan göçerek gelmiş çingene grupları arasında yaşarlar. Kendilerine has Beluci dilleri ve şiveleri yoktur.
Kynk- Coastal Makran as Corridor to the Indian Ocean World by Sabir Badalkhan in Eurasian Studies (2002): 1/2 pp 257-262
Jump up^ Coastal Makran as Corridor to the Indian Ocean World by Sabir Badalkhan in Eurasian Studies (2002): 1/2 pp 257-262</ref
Dom/Dum Halkı=ÇİNGENELER;
Doma/Domi/Dumi/Dumri, Arapça “Ala-lc,Mısır Arapçasında Hanaga adlarıyla bilinirler. Ortadoğu, Kuzey Afrika,Kafkasya, Merkezi Asya’da yaşarlar. Hint-Aryan ırkındandırlar ve Hindistan’ın Domba halkındandırlar.
Dile dayalı müzik, dans, şairlik gibi ağız kültürlerine sahiptirler. Romanlar olarak bilinen halkın bir kolu oldukları kabul edilir.
Altıncı yüzyılda Hindistan kıtasından göç etmişlerdir. Kendilerine Dum, Dumi, Er Rum/Rumi adlarını verirlerse de genel adları Çingenedir. Müzik ve dansta çok ünlü olan Gavazi adlı alt grupları vardır ki Mısır’da Şark Raksı/Dansı denilen tarzı batıda “Göbek Dansı” adıyla okullarda öğretirler.Tükiye’de 2,2 milyon nüfusa sahip olup,İrani Afganistan ve Irak’ta yaygın olarak yaşarlar.
Diğer alt grupları da Fas, Cezayir, Libya, Tunus, Mısır,Ürdün, Suriyede dağılmışlarsa da nüfus sayımlarında ayrıcalıklı bi azınlık grup olaak gösterilmediğinden sayıları hakkında bilgi mevcut değildir. Ürdün’de aşırı Arap milliyetçiliği yüzünden kimliklerini saklamaktadırlar.
İran ve Afganistan’da Dumari ve Gurbeti yani, “yabancılar” anlamına gelen adlarıyla anılırlar. Bir alt grupları güneydoğu İran’da Belucistan Lorileri dir. Ayrıca Pakistan’ın Gilgit Baltistan, Çitral, Svat, Kujhistan ve Ladik bölgelerinde de bulunmaktadırlar. Kaminler, Munlar ile evlenerek, müzisyenlik, nalbantlık gibi işlerle uğraşmaktadırlar.
Kynk-DOM Research Centre – Middle East and North Africa Gypsy Studies. Dom Research Center. Retrieved 26 December 2012.
Kurtler;
Kürtçenin Sümerce Akrabalığının Batının Dikkatini Çekmesi;
Henry Layard-Sümer-Ninova kazılarını başlatan,başarıları ile İngiltere dış işleri bakanlığına kadar yükselen,Osmanlı Bankasını da bu hazinelerle kuran,Nemrud harabelerini de keşfeden,bütün kazılarda hazinelerinizi tırtıklayan,Kürt meselesinin de babası sayılan arkeolog.
Batılı toplumların “Kürt” kimliği ile uğraşmaya başlamaları ise 19.yy. ortalarında,1842’de Sultan 1.Abdülaziz’den izin alarak başlatılan kazılara, daha sonra İngiliz Henry Layard (1817-1894) ‘ın İncil’in Tevrat olarak bilinen “İlk Ahit” bölümünde bahsi geçen “Şinar” diyarının Mezopotamya olduğunun bilinmesi Tevrat ve İncil’e ve önceki dönemlere dayanır.Tanrının İnsanları doğuya göçe sevk ettiği zaman,İnsanlar bu ovayı beğenirler ve yerleşerek ” Babil’i kurarlar.İnsanın Tufan öncesinde yaratıldığı kutsal yerin olduğunu da her halde atalarından öğrenmişlerdir.Hatta o zamanlarda ömürlerin uzunluğuna bakılırsa Tufandan arta kalıp hala sağ olanlar ve Tanrılarını göğe çıkaran araçları yapmayı bilenler bile belki aralarında vardı.
**(Tevrat-İncil’de Tanrı insan şeklindendir.Üstün güçleri olan insana benzeyen ölümsüz varlıklardır.Nefilimler olarak adlandırılırlar.C,Başkanı,Başbakan gibi meclisleri vardır. İnsanları da kendilerine hizmekar-Kul yaratmışlardır.Lütfen Kur’an ile karıştırmayınız.)
Layard’ın gezdiği bölge.Sümer tabletlerinin tercümesi sonunda,aşağıda haritası verilen Kutsal Bereket Hilali haritası Nil Nehri-Mezopotamya’dan İndus Nehrine kada ulaşır.Kürt sorunu bunun Kürtleri Sümerli sanmasıyla başlar.
Burada Göğe Ulaşan bir kule yapmaya başlamaları” üzerine Tanrılar yere inerek insanları bölerler ve kavimlere ayırırlar.Tanrı insanların ” göğe çıkmak istemelerini tehlikeli bulur.Baba oğlu-Ana kızı ile konuşamaz olur.Her bir dünyanın ayrı yerlerine sürülürler.(*Tevrat-Babilin Yokedilişi)
İlk önce Akad,Babil ve sonunda yaptığı kazılarda Sümer Medeniyetlerine ait tabletleri elde edip bunların tercümesi yapılmaya başlanınca bu zat Kürtlerin “bölgenin eski yerli halkı olduğunu düşünmeye başlaması ile ortaya çıkmıştır.Sümer tabletleri misyonerler tarafından her yerde kullanılmaktadır.
Burada yaşayan kürtleri de “Dağlara sürülmüş Sümerliler” zanneden bu arkeolog’un tanımından sonra bu bölgede kürtçülük hareketini yaratmışlardır.Ancak yine Amerikalı bir tarih araştırmacısı ve profesör – New York Senatörü olan Gore Vidal’ın,Sümerlilerin ve ardılı olan kavimler zamanında savaşı kaybeden milletin “küçükbaş hayvanlarına kadar bulaşıp dokundukları eşyalarına varıncaya kadar soykırıma uğratıldıklarını ve bu kavimlerden insanı bırak tavuklarının bile bırakılmadığı zamanda “Kürtlerin” sümerli olarak kalmaları imkansızdır.
Asur (Eski Suriye Kralı) Monarkı Tiglat Pilaser III.’ün (İ.Ö 745-727 ) dönemine kadar yaşayan Kralların ,fethettikleri şehir halklarına bu uygulamayı yaptığı yıkılan tablet kütüphanesinden öğrenildiği Rabbin Musa’ya emrettiği şekilde bunların yapıldığı (Tanrının Maskeleri-Batı Mitolojisi-S-180)anlatılır.Düşman bildikleri kavimlerindüşmanlıklarının hayvanlarına,eşyalarına bile geçebileceği korkusu ile dini inanca dayalı olarak bunu yaptıkları bilinir.Eski,şamanik,animist kökenli olan inançlarında da taş,toprak ve eşyaların da da ruh bulunduğuna dair inanışları vardır.
İlk defa Tiglat Pilaser III.’ün 745 Babilin işgali sonrası aynı kral insanları topraklarından alıp başka yerleri sürme kararı alır ve sadece Babil’den 35 ayrı halkın sürüldüğü bölge halkından en az bu kadar halkın güneyden getirilien Aramilerle değiştirildikleri ,halkların,kuzeyden güneye,doğudan batıya ,eskiden eser kalmayıp,ulusal sürekliliğin toprak temeli kalmayıncaya kadar sürüldükleri bu tabletlerde kayıtlıdır.
Dünyanın en işlek,en eski göç bölgesi olan bu bölgede “saf kan bir halk” olarak kalmak imkansızdır.İngilizler ve Japonlar bile bu iddiayı savunmazlarken Kürtlerin safkan milliyetçilik yapmaları Dante’nin İlahi Komedyasına benzemektedir.
Ama bölge halkını birbirne yedirip kendilerine yer açmak isteyen bu inanç mensupları bölge halkının cahilliklerini kullanmaktan vazgeçmelerini beklemek de ahmaklık olacaktır.
Delil olarak da Kürtlerin dillerinin Sümer tabletlerinde kullanılan dille olan akrabalığını da görmesini eklemek gerekir.Ancak bu sadece bir aldanma ile başlayıp aldatmacaya dönüşen bir olaydır. (Alaeddin Yavuz- Kürt Meselesi 21.8.2007-“keykubat.blogspot.com)
Kürt Adı ve Dilinin Özellikleri;
Batılı sömürgeci devletlerin, Ortadoğu ülkelerindeki çıkarlarını korumak için bölgede İsrail’den başka üslenecekleri topraklara ihtiyaçları vardır. Kuracakları üsler öyle bir yerde olmalı ki, hem Ortadoğuya hem de Orta Asya içlerine kadar asskeri müdahale olanağına elverişli bir yer olsun.
İran, Türkiye, Irak ve Suriye’den ibaret dört devlette de yaşayan, kendileriyle en az “800” yıldır işbirliğinde olan Küt bölgelerinden daha elverişli bir alanı da tespit edememişlerdir.
Bu amaçla, Sümer dili benzerliklerine dayanarak, daha önce tarihi bir kökenleri olmayan bu karma eşkiya topluluklarından millet yaratmayı da iş edinmişlerdir.
Bu gerekçe ile başta Fransa, İsveç, Belçika, İngiltere, Amerika, Almanya üniversiteleri Kürt Enstitüleri açarak bu güne kadar tarihin yazmadığı bir Kürt Tarihi yazmaya başlamışlardır.
Aslında Kürt adı, İran merkezli, farklı kavimlerden oluşan, faklı dil gruplarına sahip, tek bir millet özelliği göstermeyen, göçer, çadırlarda oturan, dağlarda çobanlıkla geçinen kavimlerin ortak adıdır.
Kürt adı İran dillerinden olan Orta Farsça’da “Kürd” adının (Kwrt) kökeninden geldiği ve İran’da “çadırda oturan, yörük/göçer kavim” yani medeni olmayan toplum anlamında kullanıldığı görülmektedir. Bu kelime, belirli bir etnik grup için değil daha çok göçer yaşayan bütün yörük kabileleri için kullanılan bir terimdir.
İslam Emevi işgali döneminde Arapçaya geçen bu terim, bütün “İranlı ve İranlılaştırılmış kavimleri” içeren halkları ifade eden “Akrad” kelimesinin çoğulu olarak “Kürd” haline dönüşmüştür.
Karnamak Ardashir Papakan and the Matadakan i Hazar Dastan. G. Asatrian, Prolegomena to the Study of the Kurds, Iran and the Caucasus, Vol.13, pp. 1–58, 2009.
Bunun böyle olduğu İran ve İslam kaynaklarında açıkken, yukarıda açıkladığım Sümer dili benzerliklerinden esinlenerek başlanılan çalışmalar sonucunda, “4000” yıllık Ortadoğu tarihi alt üst edilmiş ve aşağıda okuyacağınız akıldan yoksun çıkarımlar, Kürt adı ve dilinin temeli sayılmıştır. 04.Mart 2009 tarihinde, “adilyagic.blogspot.com” blogumda, Wikipediya’dan dilimize çevirip,yorumladığım yazımı Okuyalım;
KÜRT YURDUNUN ETİMOLOJİSİ
Tarihte Geçen Kürt Yurduna Verilen Adların Etimolojisi
Son zamanlarda Avrupa’dan yayın yapan bazı bölücü televizyonlarda ve “fikir özgürlüğü” kapsamında ulusal yayın yapan televizyonlarda, Kürdistan adı ile bir devlet kurarak Ortadoğu’ya iyice yerleşmek isteyen ABD-AB koalisyonunun ,“Alevi-Sünni görünümlü dönme Ermenilerden oluşan” sözcüleri ,yeni bir millet ve milliyetçilik yaratmak için, Kürt vatandaşlarımızın kökenleri ile ilgili aşağıda geçen bir takım adları ve kaynakları bu amaçlarına alet etmektedirler.
Ben de bunlar neymiş diye şöyle bir araştırdım.Size ,okuduklarımdan naçizane çıkarımlarımı da sunuyorum.;
Zenefon’da Kardukoy
Şimdi de,İran Şahı Atrakzerkses’i Küçük Krus’un verdiği para için, 10.000.askerle İran’a gidip,askerlerini İran askerlerine kıydıran, canını zor kurtaran,kaçarken de bizim “Kurt İni “ sakinlerinden de bir güzel zılgıt yiyen,Yunanistan yerine Trabzon’a varıp “Deniz Deniz” diye bağırırken bir de oradan yediği sıkılcımla ,10.000 askerlik ordusundan üç beş askerle zor kurtulan İÖ 401 yıllarında Osmanlı’daki “Başıbozukların Yunan tarihindeki karşılığı olan Zenefon’un maceralarına bir göz atalım.
Xenephon veya Zenefon,yukarıdaki olaydaki başarısızlıklarını “Anabasis” adlı anı kitabında toplamış ve Dicle’nin kuzeyindeki dağlarda,çok iyi korunmuş köylerde yaşayan “Carduchoi-Kardıçoy veya Kardukoy” halkından bahsetmiş.
Biraz daha çalışsaymış “Kurt Köy” diyecekmiş ama becerememiş.:))
Roma Kaynaklarında Kurdini;
Roma’lı tarihçi Strabo’ya göre Gorduene-Gurdini bölgesi,”Gordyaean Mounts-Gurdiyan Dağları” Diyarbakır ile Muş arasındaki dağlardır.
Ermeni Kaynakları;
Pompeius’un Partlılardan zabt etmiş olduğu Nisibis veya Gordene-Gurdini Tigran tarafından ele geçirildi.
İngiliz Kaynakları
1911 basımı Britanika Ansiklopedisine göre,”Gordyene-Gurd-ini” Dicle’nin batı kıyısında,”Courduene-Kurdini” olarak da bilinen çağdaş Türkiye’nin Van Gölü’nün güney bölgesindeki dağlık arazide,İran ve Ermenistan arasında küçük,uyruk bir devlet olarak tanımlanmakta ve Suriye kaynaklarında da “Beth Qardu-“Bes Kardu” olarak bahsedilmiş olan şimdiki Şırnak ili bölgesinde eski adı “Bothan-Botan” olan yerdir.
Corduene (also known as Gorduene, Cordyene, Cardyene, Carduene, Gordyene, Gordyaea, Korduene, Korchayk, Gordian, was an ancient region located in northern, Mesopotamia present-day southeastern Turkey)
Corduene (Gorduene, Cordyene, Cardyene, Carduene, Gordyene, Gordyaea, Korduene, Korchayk, Gordian,olarak da bilinen “Corduene” bu günün kuzeydoğu Türkiye’sinde kuzey Mezopotamya’da konuşlanmış es ki bir bölgedir.
Şimdi yukarıdaki cümlede geçen ve Kürt Ülkesi-Kürdistan anlamına gelen bu kelimeleri bir bir okuyup söyleyelim.
Önce,bu adların İngiliz dili yazılış ve söyleyiş özelliklerine göre yazıldığını bilmemizde fayda vardır.
İngilizce de Hint-Avrupa Dil Grubu adı ile bildiğimiz dil gruplarından biridir.Bu da şu demektir.
Kökeni,Hint,Fars (İran),Kafkas dillerinden oluşan diller anlamına gelir.
Şimdi adları okuyup söyleyelim;
Corduene=
Kelimeye ses verebilmek için ilk önce sesli harflerin telaffuzuna dikkat etmek gerekir.
“C” harfi de önünde kalın sesli (aou) gibi harfler ve sesiz harf (Clan-Kabile) gibi olduğunda Türkçe’deki “K” sesine karşılık gelir.Genelde bütün Avrupa dillerinde de durum böyledir.
”O” harfi “OU” harflerinin birlikte çıkarılması ile söylenir.Daha çok “u” sesi verir.
“E” harfi de İngiliz dilinde “Eİ” sesinin birlikte çıkarılması ile elde edilirse de Türkçe’de “İ” harfine karşılık gelir.
“D” harfi de günümüzde bile çok yerde “T” yerine bazen her iki harf de diğerinin yerine söyleyenin şivesine göre değişmektedir.
“U” harfi de kural olarak “Yu” olarak okunsa da kelime içinde kendisinden sonra gelen sessiz harfin gerçek sesinde okunması için konulur ve böyle durumda okunmaz.
Aşağıdaki İspanyol dilinden verilen örnek gibi;
Quien (kien)=kim
Que (Ke) =Ne
Şimdi harfleri Türkçe’deki seslerine göre dizdiğimizde aldığımız sonucu görelim;
C(K)o(u)rdue(i)ne(i)=K-u-rd-t–i-n-i “Kurdini”
“Kurdini” ni böldüğümüzde alacağımız sonuç “Kurd İni” Günümüz Türkçe’si ile de “Kurt İni”
“İn “ kelimesinin de “mağara” olduğunu bilmeyeniniz var mı bilmem.
Diğer (9) dokuz ad da değişik dil ve lehçelerde has Türkçe olan bu kelimenin telaffuz farklarından başka bir şey değildir.
Şimdi sıra ile telaffuzlarını parantez içinde yazacağım;
Gorduene (Gurdini), Cordyene(Kurdini), Cardyene(Kardini-buşive kelimeyi iyice bozmuş), Carduene(Kardini-bu da öyle), Gordyene(Gurdini), Gordyaea(Gurdiya-Bu Arapça-İtalyanca-Yunanca gibi), Korduene(Kurdini-Bu en güzeli), Korchayk (Kurçak-Bu Kafkas dili veya Ermenice olsa gerek), Gordian- (Gurdiyan).
Bu, “Kurt İni” veya Kurdini” neresidir?
Tarif edildiği gibi mağaraları ile ünlü Hakkari ve civarı değil mi?
O mağaralar ki bir ucu Türkiye’de diğer ucu Suriye,Irak ve İran’a ulaşan esrarlı mağaralar.
Asırların eşkıya yatağı.
Rusya’nın Kafkas dağları-Afganistan üzerinden Hint okyanusuna inmesini engellemek hem de Ortadoğu kaynaklarına üzerinde oturarak hükmetmek isteyen ABD-AB içimizde kiraladıkları işbirlikçilere yukarıdaki kayıtları ne şekilde okuturlarsa okutsunlar,onları halkı yanıltmak için ne tür sesler çıkararak söylerlerse söylesinler işin aslı budur.
Kürtler,2500 yıldır aynı kelime ile anılmaktadırlar.
“KURT İNİ”
Keykubat
Görüldüğü gibi, bir kaç bin yıl önce varlığı unutulmuş ve hatta tartışılır bazı kabile, toplum adlarına dayanılarak kökeni olmayan bir millet yaratılmaya çalışılmaktadır.
Şimdi, İkinci Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü’nün talimatlarıyla Dersim kökenli, Kızılbaş Abdallardan olan Şevket Süreyya Aydemir’e hazırlatılan Mustafa Kemal Atatürk’ü anlatan “Tek Adam” adlı kitaptan, “Kürt Dili” hakkında bazı “fililojik tespitleri” de ekleyelim ki,bu Kürt dilinin neme nem bir şey olduğu daha iyi anlaşılsın;
“”Kürtler kendi aralarında büyük farklılıklar gösteren kollara bölünmüşlerdir.Bu bölüntüler arasında dil birliği yoktur.
Dr.Friç’in Kürtler eserinde Prof.Veber’den nakledilen şu cümle çok ilgi çekicidir.”Kürt dili bir dil karışımı değildir.Belki bir kelime karışımıdır.”Anlaşıldığına göre Kürt dili tam bir millet dili olmaktan ziyade şekli kaybolmuş,istilaların ve göçlerin etkisi altında ve zaman içinde teşekkül etmiş fakat bu teşekkül tarzında da bir etimolojik birlik sağlayamamış daha çok Fars kaidelerine yatkın bir dil karışımıdır.Ama o kadar yetersiz şekillenmiştir ki,Dr.Friç’e göre fiiller ve tasrifler bile teşekkül edememiştir.Kürtçe’de fiiller daha çok isim sayılabilir.Hatta bu dil karışıklığının aslı hangi dil ise onunla bağlar da kaybolmuştur.Mesela Kürt kabileleri arasında müşterek olan kelimelerKürt,Pehlevi,Zend,eski Farsça gibi Kürtlerin öz vatanı sayılan İran Yaylasına veya yukarı Asur Ovalarına ait kelimeler olmayıp Türk,Arap,Yeni Fars gibi Kürtlerin daha çok yerleştikleri bölgelerden veya karıştıkları milletlerden derlenmiş yabancı kelimelerdir.
Dr.Friç’in Birinci Dünya Harbinden önce Petersburg akademisi tarafından neşredilen “Kürtçe –FarsçaAlmanca” sözlükten naklettiğine göre bu sözlükte derlenen 8307 kelimeden 3080’i Türkçe ve eski Türkmen,2000’iyeni Arapça,1030’u yeni Farsça,1240’ı Zend (eski Farsça)370’i Pehlevi (eski İran dili),220’si Ermeni,108’i Keldani,ve ancak 30’u asıl Kürtçe’dir.
Şu halde,8307 kelimeden 3080’i Türk,2640’ı Fars dil şubelerine ait oluyor demektir.Dilin kaidesine gelince daha önce de değinildiği gibi Kürt lehçelerinde kaide yetersiz olmakla beraber Fars dilinin bozulmuş bir şubesidir.
Özet olarak,Kürt dilinde kelimelerle kaideler arasında bir bağıntı yoktur.Ancak bu durum da Kürt dilini teşkil eden gruplar,kollar,veya lehçeler arasında değişir.Bu arada Kürtçe’deki Arap kelimelerinin de önemli bir kısmının Osmanlıca yolundan ve Osmanlı şivesinden alındıklarını kaydetmelidir.
Dr.Friç’in Kürtler isimli eserinde Kürt Dil grubu 1-Kermenç 2-Lur (lor) 3-Gölhur (lek) 4-Guran olarak dört kolda toplanır.
(Yazarın notu:Sayıları Farsça yani İran dilidir;
1=Yek, 2=dü, 3=se, 4=Car, 5=penc ,6=şeş” gibi devam eder.Tavla oynarken kullanılan bu rakamlar Kürtçe değil Farsça’dır.bilginiz olsun.)
Genel olarak başlıca iki dil grubu seçilmektedir.:Kermanç ve Zaza.
Kermançça konuşanlara Baba Kürdi deniliyor.Gerek Kermanç dili gerek Zazaca daha önce işaret ettiğimiz gibi Farsça temele dayanan bir kelimeler karışımıdır.Her iki dil grubu kendi içinde çeşitli lehçelere ayrılır.
Van’ın Muradiye ilçesinde Patnos,Saray ilçelerinde Ağrı Karaköse Eleşkirt,Erciş, Malazgirt havalisinde,Bulanık,Hınıs,Karlıova,Karayazı,Viranşehir, Urfa, Suruç bölgelerinde Hakkari,Garzan,Beşiri, Hizan,Bitlis,Muş,Cizre,Midyat,Şemdinli,il ve ilçelerinde hemen hemen kırmanç dili hakimdir.
Sason,Mutki kısmen Muş,Bitlis dağlık yerlerinde ,Lice,Farkin,Hazo,Diyarbakır, havalisi ve bu bölgelerin özellikle dağlık yerlerinde,Genç,Solhan,Çapakçur,Palu bölgeleri ile Ergani,Elazığ,Mardin’in bir çoık köylerinde Zaza’ca konuşulur.
Varto kazasının Kasman köyünden olup “Doğu illeri ve Varto tarihi” ismi altında 1945’te bir eser yayınlayan,Kürtlerin Türk olduklarını savunan fakat bunun hemen ardından bilinmeyen caniler tarafından öldürülüp mezarı dahi bulunamayan ve eseri ortadan kaldırılan öğretmen M.Şerif FIRAT eserinde Kürtleri çeşitli yönlerden inceler.(Bu eser,27 Mayıs İhtilalinden sonra ve Cemal Gürsel’in bir önsözü ile Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanmıştır.)””
Almanya Berlin Üniversitesi, İran Araştımaları Enstitüsü Tarih ve Kültürel Çalışmalar Bölümünden Prof. Feryad Fazıl Ömer’in yayınladığı makalede de Kürt dili, “Kuzey batı İran dilleri grubuna aittir. Sözlük ve dilbilgisi olarak üç guba bölünmüştür.
1-Kuzey Kürtçesi (Kırmançça);Türkiye, Irak, Suriye, Ermenistan, Azerbaycan ve İran Urmiye gölü çevresinde konululur.
2-Merkezi Kürtçe (Soranice) Irak ve İran’da konuşulur.
3-Güney Kürtçesi, İran ve Irak’ta konuşlulur. Kürt edebiyatında Arapça ve Latince metinler ikisi birlikte kullanılır. Denilerek, Kürtlerin ve Kürtçe’nin İran coğrafyasına ait olduğu belirtilmektedir.
Kaynaklarda da görüldüğü gibi belli bir fiil çekim düzeni olmayan ve sadece “30” menşei belli olmayan kelimeyi “Kürt Dili” kabul ederek bir millet yaratılır mı? Yaratılıyor işte.Amaç “böl-parçala-yönet” ise güçlü isen ve kendi çıkarını halkın çıkarından üstün tutan işbirlikçilerin var ise bunu bu günkü gibi yapabiliyorsunuz.
Bu gün de yapılan uydurma Kürtçülük mücadeleleri yine aynı amaçla yapılmaktadır ve kardeş kanı akmasına yaramaktadır.
Bunlar da başarıya ulaşamayacaklardır.Hep birlikte göreceğiz.
Kürtçülük İçin Kürt Dini Yaratılıyor;
İranlılar “Pers olan adlarını din kitapları Avesta’dan, Hintliler Ramayana’dan, Araplar Ra Dininden, Grekler (Hileciler demektir), İran Mitracılığının bozulmuşu olan uydurma Grek dininden alırlar.
Kürtlere de bir ad vermek için elbette din de yazmak gerekirdi. Bizans’ın elinden çok önemli olan İpek ve Baharat yollarını alan, ticari faaliyetlerini yani ekmeklerini kesen Müslüman Türk yayılmacılığı, İspanya’da Endülüs İslam devletinin, Mısır’da Devlet-ül Türkiye adlı bir Türk hakimiyetinin (Memluklular da denilir) oluşu Avrupalıları, Balkanların arkası ile Atlantik okyanusu arasına sıkıştırıvermişti.
Bu durum da batının kendileriyle işbirliği yapan Emevileri, Süryanileri, Gürcüleri hoş tutmasını ve mümkün ise, bu Müslüman işgalinde çatlaklar yaratmalarını gerektiriyordu.
Zaten, 15.yy. sonlarında Ümit Burnu dönülerek Hindistan’ın bazı şehirleri Portekizliler, İspanyollarca işgal edilmiş, Hürmüz körfezi ile Hint okyanusunda sömürgeler edinmeleriyle biraz olsun aşılmıştı.
Buna rağmen karadan ticaret yapılan eski iki ticaret yolunun elden çıkması da hoşlarına gitmiyordu. Ve fırsat ayaklarına gelmişti.
Abbasilerden, iktidarı alabilmek için Katolik Vatikan, Ortodoks İstanbul kiliseleriyle ortak hareket eden Emevilerden olan Mervani Şeyh Adi birden Suriye’den Kürtlerin yerleşmeye başladığı Sincar dağlarına, Hakkari’ye göç etmesiyle Kürtleri, Müslümanlardan ayırma hareketinin ilk hamlesi başlamıştı.
Özellikle, 12. yy. sonlarında Mervanilerden şeyh Adi bin Musafir’in İslam öncesi Emevi Mecusiliğinden üreterek yazdığı “Mushaf-ı Reş (Kara Kitap)” ve “Kitab-ül Cilve veya Cilvename” adlı iki din kitabıyla ilk adım atılmış, bazı Kürt aşiret reislerinin bunu kabul etmesiyle ikinci aşama da gerçekleşmişti.
Kürtçülük, Pers, Türk, Hint, Arap soyu ve dilleri harmanı olan dağ eşkiyalarından, bu iki kitapla yaratılmış, batılılar yeni bir müttefik daha kazanmış oluyordu.
Kürtlerin çeşitlilikleri inanç konusunda da onları farklı kılmış, Kürt Yezidilik dininden başka, Şafi, Sünni, Şiilik gibi Müslüman mezheplerine girenlerinden başka, Ortodoks Hristiyanlığı, Ortodoks Yahudi mezhepleri, Zerdüştlük gibi dinlere de dağılmışlardır.
Karışık dil ve dinler içinde dağıldıklarından ortak bir millet özelliği göstermemelerine rağmen, onlardan millet yaratmaya kalkan ilk kişi Bitlis’li İdris’tir (1457-1520).
Şeyh Adi’nin Kürt Yezidilik Dinini kurması ve bazı Yezidi Kürt aşiretlerine benimsetmesinin ardında, aslında İran Sünniliğinin, İslam-Zerdüştlük/Mecusilik harmanı bir inanış olmasından kaynaklanmıştır.
Bu günkü, İmam Ebu Hanife’nin Sünniliği ise köken olarak akraba olduğu Türkmenistan, yaşadığı Irak Arapları ve Türkleri arasındaki topluluklarca yaşanmaktaydı. Osmanlı da Emevi Yezidi olarak İslam’ı kabul etmiş Türk toplumu olduğundan, günümüz Sünniliği I.Selim ile 16.yy.da yaşanmaya başlayacaktı.
Kısaca, ne Osmanlı, ne İran ne de Kürtler İmam-ı Azam Ebu Hanife Sünni’si değillerdi. Bunlara kısaca Alevilerin dediği gibi Yezidi Müslümanlar diyebiliriz. Yezidi Müslüman olan Kürtlerin de Haçlı İşbilikçisi Mervani Şeyh Adi’nin kendileri için yazdığı dini “milet olmak uğruna” havada kapmaları da gayet doğaldı.
Zira, hem İranlılar hem de Araplarca “Kürd/göçer, ilkel,sapkın topluluk” olarak aşağılanmak kimsenin hoşuna gitmezdi, Kürtlerin de gitmiyordu.
Buna rağmen, Kürt Yezidileri, diğer Kürtlerin Şafi, Nakşibendi, Alevilik gibi İslami mezhep ve tarikatlara bağlılıkları yüzünden 19.yüzyıla kadar Kürtler arasında etkili olamayacaklardı.
Timur sonrası ortaya çıkan egemenlik boşluğundan doğan Osmanlı-İran hakimiyet çekişmesi de onları yer yurt sahibi edecekti.
Osmanlıların İran’da egemen olan Türk Akkoyunlu hanedanını zayıflatması üzerine1478 de Uzun Hasan’ın ölümünü takiben, taht kavgasına düşen kardeşlerin çekişmesinden doğan boşlukta iktidar Safevilerin eline geçti.
.Safevi devletini kuran Şah İsmail, Şiilik mezhebini İran’da resmileştirmeye başlayınca, Sünnileri de tasfiyeye başladı. Aynı dönemde de Osmanlının de resmi mezhep belirleme sorunu vardı.
Şah İsmail, Sünnileri, Yezidileri ve onlarla birlikte aynı inanç gruplarında olan Kürtleri Horasan’a, Zağros dağlarına, Afganistan Himalayalara, Pamir dağlarına sürmeye başladı. Bu da Kürtler ile İran devleti arasında ayrılmalara sebep oldu.
Trabzon valisiyken İrandaki zayıflığı değerlendirerek, Hürmüz körfezinde etkili olan Portekizlileri de durdurmak isteyen I.Selim de kansız bir darbe ile padişah olur olmaz, Akkoyunlu sarayında yetişmiş İdris-i Bitlisi ile bağlantı kurdu. Onu sarayına davet etti, iltifatlarda bulundu, İran-Osmanlı sınır bölgesine gönderdi.
İran Şiilerinden olan Amasya’dan Diyarbakır’a olan coğrafyada yayılmış, Akkoyunlu, Karakoyunlu Şii/Alevi Türk boylarını “İran yanlısı” oldukları için İran’a sürdü. Kendisine karşı savaşan ve Hürmüz körfezinde bulunan Portekiz, İngiliz donanmalarından destek alarak silahlanmış olan Şah İsmail’in ordusunu Çaldıran savaşıyla yendi. İran Tebriz’e kadar ilerledi. İran’daki Sünni Küt aşiretlerini ve hoşnut olmayan Sünni tarikatlarına inananları da getirerek doğu Anadoluya yerleştirdi.
Bitlis’li İdris’i de Hicaz seferinden sonra doğu Anadolu, Hicaz valisi tayin etti ve ona Kazasker rütbesi verdi. Kürt aşiret beylerine de babadan oğula geçen beylik hakkı verdi.
Sünni – Şafii Kürt beylerini birleştirmeyi başaran Bitlis’li İdris, Farsça yazdığı Selimname adlı eserinde, Kürtleri Kızılbaşlarla savaşa teşvik ettiğini, Anadolu’yu Kızılbaşlardan temizlemeye yemin ettiklerini, bu uğurda “40.000” Kızılbaşın öldürüldüğünü yazmıştır.
Günümüz tarihçilerinden Erhan Afyoncu, bu bilginin sadece Bitlis’li İdris’in kitabında yer aldığını tespit ettiğini yazmaktadır.(Doç. Dr. Erhan Afyoncu. Sorularla Osmanlı İmparatorluğu. 2004.)
Belirgin millet özelliği taşımayan halklar grubundan Kürt adlı kabilelerin, iki Türk devletinin mezhep ve iktidar çekişmeleriyle doğan ballı ortam, İşbirlikçi Emevi Şeyh Adi, Vatikan-Bizans destekleriyle Kürt milletinin ilk temellerinin böyle oluştuğuna tanık olmuş olduk.
Her ne olduysa olmuş, ama Kürtlerin ilk defa sürekli konakladıkları bir toprak olmuş, Kürtler yer, yurt sahibi olmayı başarmışlardı hem de “babadan oğla saltanat hakkını içeren oldukça ayrıcalıklı şartlarda. Bu yüzden I.Selim’e ne kadar şükür etseler azdır.
Ama, tarih, bunun aksini yazmaktadır. Zira, Kürtler, kendi çıkarlarını takip etmeye başlamışlar, gerek Hürmüz körfezindeki haçlılardan, gerek İranlılardan ya da Bizanslılardan aldıkları teşviklerle şımarmışlar, kendilerini yer, yurt sahibi yapan Osmanlılara dikilmeye başlamışlardı. 1658’lerde bölgeyi gezen Osmanlı’nın meşhur gezgini Evliya Çelebi de Seyahatnamesinde, Yavuz Sultan Selim’in bunları bölgede otorite sahibi yapmasına rağmen, II.Selim tahta geçtiğinde bağlılıklarını göstermediklerini, bunun öcünün alınmasını vasiyet ettiğini yazar. O dönemde de IV.Mehmet’in vazirlerinden Melek Ahmet paşa, Bitlis Hanı Abdal Han’ın isyanını bastırmakla meşguldür.
Özellikle, daha Osmanlı’nın bölgeye gelmeyi hesaplamadığı 1507’lerde Portekizlilerin Hürmüz körfezinde etkili olmalarından sonra, kendilerine yapılan Sünni ve Şii mezhebi baskılarından kutulmak için Tevrat ve İncil okuduklarını, Hristiyan olduklarını da açıklamalarından sonra, zamanla Ortodoks Hristiyan mezheplerinden Süyani ve Ermeni Gregoryen Hristiyanlıklarına geçmişlerdir.O zamanlardan başlayarak, batılı Haçlı devletleri, Gürcistan, Rusya ile ilişkiler kurmuşlar, Evliya Çelebinin tespitlerine göre Kürt beyleri Gürcü köleler almakta, karşılıklı kız alıp verilmekte, fırsat bulduklarında bölgedeki bütün Müslüman devletlerin zayıflamalarında etkili roller oynamışlardır.1658erde başlattıkları Bitlis Abdal Han Kürt isyanının bastırılmasını takiben, Arami/Haramilerle birlikte yaşadıkları Zağroslardan Amanos dağlarına kadar olan çizgide sürekli küçük çaplı başkaldırılarda bulunmuşlardır. Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde bunları tek tek anlatmaktadır.
Osmanlı’nın yıkılış sürecine kadar Kürt isyanları gelişememiş, daha çok, 15.yy. sonlarında haçlı işgalleriyle yıkılan Endülüs Emevi Devletinin yıkılmasını takiben soykırıma tutulan Yahudileri gemilerle ülkeye taşımış olan II.Bayezit’İn getirttiği Yahudiler bürokraside yer etmeye başlayınca, Kızılbaşları Müslüman saymayan Arap ve Süryani devşirmesi din adamlarının düşmanlıkları da buna eklenince çıkarları zedelenen tebayı sadıka olan Ermenilerin, Kızılbaş Alevi görünen kriptoları tahrik etmeleriyle Celali ayaklanmalarını başlatmışlardır.
Duraklama devri bunlarla geçmiştir. Kürtlerden de, Anadolu Abdallarından da, I.Selim zamanında İran’a sürülenlerden Kürtlerin arasında saklanmış Akkoyunlu ve Karakoyunlu Alevi Türklerinden de bu isyanlara katılanlar olmuştur.
Sünni Kürtlerin I.Selim ile sağladıkları imtyazlı konmları, bir padişahın verdiği imtiyazı sonraki padişahların kaldıramamaları sayesinde, Yezidi Kürtler, Ortodoks Süryani Hrisityanı ve Ortodoks Gregoryen Ermeni Hristiyanı, Zervani Ermenilerin de “Kürtüz” diyerek bu imtiyaza ortak olduklarını görmekteyiz.
Sünni Kürtleri Osmanlı’ya karşı isyana teşvik eden bu din ve etnik köken gruplarından gelen katılımlardır.
Misyoner batılı rahip ajanların Osmanlıyı zayıflatmak, yıkmak, kendilerine itaat eden Ortodoks Hristiyanların hakimiyetinde üs devletçikleri kurmak için, “Müslüman Türklerce katledilen Hristiyanlara yardım” adı altında ülkelerinde kiliselerden topladıkları yardımları dağıtmaya başlamarıyla doğan zenginlikten pay almak isteyen herkes kendisini Hristiyan ve isyancı saflarında bulmaya başlamıştı.
İçeriden zayıflatılan Osmanlı’nın da çöküşü 18. yy. sonlarında Osmanlı-Rus savaşlarında alınan ilk yenilgilerle başlamıştı.
Karlofça Antlaşmasıyla (1699) başlayan toprak ve otorite kaybı 1768-1774 yılları arasında altı yıl süren Osmanlı-Rus savaşından Osmanlı’nın yenilmesiyle, Ruslara tanıdığı “gayrimüslüm azınlıklar üzerinde koruyuculuk yapma hakkı” vermesiyle doruğa ulaşmıştı.
Kızılbaş Alevi görünen kripto Ermeniler, Abdallar, Alevi Türkmenler ile açık kimlikleriyle yaşayan gayrimüslümler devlete vergi, asker vermeyi kesmişlerdi. Bu da onların nüfus ve zenginlik olarak büyümelerini sağlamıştı.
Osmanlı üzerine gelen sürekli haçlı saldırıları sayesinde boş kalan Türk ve Müslüman köylerini yağmalamaya, mallarına el koymaya ve toplu soykırımlara da başlamışlardı.
Ermenilerin, Alevilerin, Süryanilerin, Rumların olur olmaz nedenlerle çıkarttıkları isyanları bastıran Osmanlı, Ruslardan sonra hamilik alan İngiliz, Fransızların denizden işgal tehditleriyle isyancıları serbest bırakıyordu. Onlardan askeri, siyasi, mali destek aldıkça da bitleri kanlanan isyancılar devlet içinde devlet olmuşlardı ve Anadolu’da Ankara’dan doğuya Osmanlı askeri giremiyordu.
Bütün bunların çoğu “Alevi Kürt Kimliği” altında yapılıyordu. Bu durum 1861’de tahta geçen Sulatan Abdülaziz’e kadar sürdü.
Annesi Fransız olan Sultan Abdülaziz,Fransızlardan aldığı yardımlarla, orduda reform başlattı ve ilk işi de bu karışıklığa son vermek oldu.
1864 yılında bütün kripto Ermenileri önce Mersin oradan da Kıbrıs’a sürdü. Elbette bu da yanına kalmadı ve bir darbeyle devrildi, Çırağan sarayı zindanlarında bilekleri kesilerek 04.Haziran 1876’da öldürüldü ve son 20 yıla kadar da “intihar ettiği yazıldı.
1806’da Irak, Süleymaniye’de Babanzade Abdurrahman paşa’nın başlattığı isyanla yeniden hortlayan Kürt isyanları, İran ve Osmanlı ülkesinde batılılarca teşvik edilerek azdırıldı, sayılan azınlıklar da bu isyanlarda birlikte oldular. Bu isyanların toplamı cumhuriyet dönemi dahil 48’i bulmaktadır.
II.Sultan Abdülhamit döneminde, Sünni de denilen Şafi Kürtleri Ermeni isyanlarının bastırılmasında önemli rol oynamışlar, Ermeni isyanlarını durdurmuşlardır. Bu hizmetleriyle devletin bakanlık görevlerine getirilmişler, zamanla işbirlikçilikleriyle devletin yıkılmasına da sebep olmuşlardır.
Bu ihanetlerde en önemli rolü de Yezidi, Süryani, Şafi Kürt inanışlarını birleştiren İngilizlerin Nurculuk tarikatını kurarak, Kürtler arasında yaymaları, Nurculuğu “Kürt İslam’ı” olarak tanıtmaları oynamıştır.
1915 Ermeni tahcirinden kurtulmak için “Müslüman olduk diyen, Allah’a inanan Gregoryen Ermenilerin kurduğu Işıkçılık tarikatı, Rumlar, Süryaniler, Sabiler d bunlarla birleşmiş, cumhuriyet döneminin bütün Kürt ve gerici isyanlarını çıkartarak, Türkiye Cumhuriyetinin İngiliz etkisinden çıkmasını ve cumhuriyet rejiminin devrimlerini engellemişlerdir.
10 Kasım 1938’de Mustafa Kemal’in öldürülmesine neden olan İsmet İnönü-Fajrettin Altay askeri darbbesinden “5,5” ay sonra 12 Mayıs 1939’da devlet İngiliz-Türk Kredi anlaşmasıyla İngiliz idaresine sokulmuştur.
14 Mayıs 1950 seçimleriyle iktidar olam DP döneminde Sünni Müslüman görünen Nurcu/İngilizci Kürtler devletin içine doluşmaya başlamışlar ve bütün devlet bürokrasisini ele geçirmişlerdir.
Irak’ta 1940’lı yıllarda başlayan Türkmen soykıırımlarını, Mahabat Kürt devleti kurulmasını bu yüzden engelleyecek bir güç çıkmamıştır. 27 Mayıs 1960 Amerikancı askeri darbeden sonra kısmen temizlenen Nurcu tayfası, 1960’ların ikinci yarısında Süleyman Demirel hükumetleriyle devletin içine tekrar sızmıştır.
Tevrat’ın yolundan Sabi Putperestliğine geçmiş, bozuk OrtodoksYahudi mezhebine girmiş Musevi Barzani ve diğer Kürt aşiretlerinin soğuk savaş yıllarında İran, SCCB, Amerika, Almanya, Fransa, İngiltere istihbarat örgütleriyle çok sıkı işbirlikleri içinde oldukları bu gün yayınlanmaktadır. Barzani ailesinin Irak’a Irak’taki Amerikan-İngiliz/Batı yanlısı siyaset izleyen Kasım rejimini yıkmak, ABD’nin yerleşmesini engellemek için gönderildiği geçmektedir. O dönemde SSCB’nin Mısır’daki Nasır rejimini “Üçüncü Dünya Ülkelerinin Önderi olarak desteklediğini, Kürtlerin birlikte hareket ettiği tespitlerine yer vermektedir.
Kürt yazarlardan Dr. Kemal Said Kadir, “Kurds and KGB-The Secret History of Barzani Dynasty” adlı makalesinde (31.Agu.2006- http://www.antiwar.com/orig/qadir.php?articleid=9629), KGB’den Savak’a, C.I.A’dan Mossad’a olan ilişkilerini 1946’dan 2005’e kadar yukarıdaki paragrafta geçtiklerimi özetlemiştir. Mustafa Barzani’nin Reis kod adıyla KGB’den yıllarca eğitim aldığının altını çizmiştir.
1961’lerde Almanya ve diğer Avrupa ülkelerine gönderilen işçiler, Kürtler ve kripto Ermenilerden özellikle seçilmiş, daha ileride Türkler de bu kervana eklenmiştir. Bu ülkelerde eğitilerek geri gönderilenler, önce 1968-1980 arası yaşanan sağ-sol çatışmalarını, Ortodok Hristiyanlığa devşirilmiş Nurculuk, Gülencilik v.b. sahte İslami tarikatların güçlenmesini sağlamıştır.
Bu dönemde tasfiye edilen Türk solu yerini Kürt soluna bırakmış, Mustafa Kemal’İn kurduğu CHP, kripto Kızılbaş Alevi görünen Ermenilerin eline geçmiştir.
Bu kadro, önce ASALA ve diğer Kürtçü Sol örgütler içinde silahlı eğitim alan militanları yetşitirmiş, sağ-sol olaylarının 1980 Amerikancı darbesiyle bastırılmasının dardında serbest bırakıldıklarında, ABD-ÖZAL-EVREN anlaşmasıyla 21. yy. Ortadoğu B.O.P projesi gereğince kurulan PKK terör örgütüne katılmışlar, bu örgütün kurucuları olmuşlardır.
03 Kasım 2002 genel seçimleriyle iktidar olan AKP hükumetinin bütün kadrolarını oluşturmuşlar, hareket tarzını, siyasetini belirlemişler,günümüzde emperyalizmin gayretleriyle
Ortadoğu coğrafyasına sömürgeci güçlerin davet edilmesinde, haçlıların yaptığı Müslüman soykırımında baş rol oynamışlardır.
Halen, Türkiye Cumhuriyetinin yıkılması için her türlü gizli-açık faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Hükumet de onların yanında saf tutmakta, bütün millet de devletin tasfiyesini sadece seyretmektedir.
Dilimize çeviren ve derleyen
..