HUKUK DEVLETİNİN SONU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
HUKUK DEVLETİNİN SONU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Aralık 2014 Salı

HUKUK DEVLETİNİN SONU ( POLİS GİBİ DÜŞÜNÜNÜZ )




HUKUK DEVLETİNİN SONU

03 Şubat 2014 Pazartesi
HUKUK DEVLETİNİN SONU 
Mustafa ÖZTÜRK
bilgiyurdu@hotmail.com





Anayasa’ya göre Türkiye, bir hukuk devletidir. Hukuk devleti, yargı erkinin bağımsızlığı ilkesine dayanır. Bu da, yanlış anlamaya meydan vermeyecek şekilde, 138’inci maddede apaçık belirtilmiştir.
Anayasa’nın “yargı” yı düzenleyen maddelerine riayet edilmesi halinde, elbette bir sorun çıkmayacak, hukuk devleti varlığını koruyacaktır. Bütün tedbirlere rağmen sorun çıkmış ise bu sorun da yine hukuk içinde kalınarak çözülecektir. Doğru mantık budur.
Yanlış olan, “kuvvetler ayrılığı” dengesini yozlaştırarak “yargı”yı “yürütme”nin emrine sokmaya çalışmaktır. Hukuk devletini öldüren temel problem budur ve AKP Hükümetlerinin bu mutlak iktidar olma çabasıdır.
2010 Anayasa referandumu mutlak iktidar için yapılmıştı. Bunun yeterli olmadığını gördüklerinden, bugün Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısını tekrar değiştirmeye çalışıyorlar. Önerdikleri yapılanmanın Anayasa’ya aykırı olması, hiç umurlarında değil. Herşeyi parmak kaldırarak hallediveriyorlar.
TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek tarafından ölümü ilan edilen “hukuk devleti” bugün sadece kağıt üzerinde yaşıyor. 17 Aralık 2013’ten bu yana Türkiye’de ceyran eden olaylar, ölümün nasıl gerçekleştiğini gözü olan herkese gösterdi:
17Aralık 2013’te İstanbul Cumhuriyet Savcılığı, büyük bir “Rüşvet ve Yolsuzluk” operasyonu başlattı. Operasyonda AKP Hükümetinde yer alan 3 bakanın oğlunun gözaltına alınması, Sayın Başbakan’ı çileden çıkardı: “Bunu nasıl yaparlar. Neden haberdar edilmedik?”
Oysa dünyanın her yerinde ve örgütlü suçlarda soruşturma gizlidir. Çünkü, delillerin karartılması, iktidar gücünün devreye girip suçluları koruması her zaman mümkündür. Bu gizlilik tedbirini alıp yasaya uydukları için kimse suçlanmamalıydı, tehdit edilmemeliydi ama bunlar yapıldı:
Dava savcıları tehdit edildi.
Dava dosyası, operasyonu yürüten savcıdan alınıp başkasına verildi.
Soruşturmada gizlilik ilkesine son verilip Adli Kolluk Yönetmeliği değiştirildi.
Operasyonu yürüten bütün polis müdürleri, başta İstanbul Emniyet Müdürü olmak üzere görevden alındı. Yandaşlık yapmadıkları için Türkiye çapında büyük bir polis kıyımı başlatılarak 3 bin polis memuru başka yerlere sürgün edildi.
Gazete ve TV muhabirlerinin emniyet müdürlüklerine girişi yasaklandı, halkın haber alma hakkı engellendi.
25 Aralık 2013 tarihli 2’nci Rüşvet ve Yolsuzluk operasyonu, Savcı Muammer Akkaş’ın anında görevden alınmasıyla durduruldu. Mahkeme kararı uygulanamadığı için“suçluların kaçması ve delillerin karartılmasına olanak sağlandı.” Dava akamete uğratıldı. Adaletin gerçekleşmesine mani olundu. Aynı şekilde 16 Ocak 2014 tarihinde 3’ncü dalga operasyonu polis tarafından engellendi. Anayasa’nın 138’inci maddesi hükümet tarafından askıya alınmış oldu.
Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonlarını yürüten bütün savcılar, Deniz Feneri davasında olduğu gibi görevden alınıp başka yerlere sürgün edildiler.
Bu gelişmeler üzerine HSYK, “Rüşvet ve Yolsuzluk” soruşturmasını yürüten savcılara yapılan baskıları kınadı; Adli Kolluk Yönetmeliğinde Hükümet’in yaptığı değişikliğin“yargı bağımsızlığı”, “kuvvetler ayrılığı” ilkeleri ile Anayasa’nın ilgili maddelerine aykırı olduğunu açıkladı. Sen misin bunu yapan? HSYK da Başbakan ve diğer Hükümet üyelerinden nasibini aldı, fırçayı yedi.
Yandaş olmayan herkes ve her kurum ya azarlanıyor ya tehdit ediliyor. Talep edilen, mutlak itaat yani biattir. Ancak bunun demokrasilerde yeri yoktur. Demokratik ülkelerde kurumlar vardır ve bunların yetkileri sınırsız değildir. Türkiye’de de yasama, yürütme, yargı erklerinin görev ve yetkileri Anayasa’da belirtilmiş ve sınırlandırılmıştır.
Herkes haddini bilmeli. Kimse yasaların üzerinde ve yasalardan büyük değildir. Bırakınız da herkes görevini yapsın. Savcılar, “Dur daha seninle işimiz var.” diye tehdit edilmemeli.
Herkes haddini bilmeli! Kimse yasaların üzerinde ve yasalardan büyük değildir. Bırakınız da herkes görevini yapsın. Savcılar, “Dur daha seninle işimiz var.” diye tehdit edilmemeli!
Bir savcı görevi gereği suçlu ve suçluyu tespit etmişse, onu alkışlamak, ödüllendirmek gerekir. Daha ne istiyorsunuz. Alkışlamak yerine onu engelliyorsanız, ya suça iştirakiniz vardır ya bir korkunuz veya kininiz. Suçüstü yakalanmış sanıkları niçin koruyorsunuz? Allah’ın emrettiği adaleti engellemek Müslümana yakışır mı?
Sayın Başbakan “Hükümet’e bir komplo kurulduğunu” söylüyor. Böyle bir şey var ise, komplonun somut delillerini göstermesi gerekir. Para kasalarını, para sayma makinesini, içi para dolu ayakkabı kutularını suç mahallerine hangi komplocular koyduysa ispatlamak zorundadır. Aksi halde, düşünme, aklını kullanma yetisini kaybetmiş olanlar dışında hiçbir kimse kendisine inanmayacaktır. Çünkü, pusulası hukuk olanlar, komplo teorilerine değil önlerinde duran verilere, yani somut belgelere bakarlar.
“Paralel devlet” iddiasının da irdelenmesi gerekir. Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu başlayana kadar böyle bir söz yoktu. Paralel devlet, galiba o gün keşfedildi. Daha önce “derin devlet” vardı ve tüm suçlar ona yüklenirdi. Şimdi ise bair paralel devletimiz oldu. Artık bu varsayım üzerinden yapılacak tüm operasyonlar.
Evet! Türkiye Cumhuriyeti Devleti dışında ama Türkiye toprakları üzerinde ayrı devlet kurmayı amaçlayan yapılanmalar vardır. Bunların başında PKK-KCK yapılanması yer alır. Türkiye’nin bazı bölgelerinde iyice örgütlendiler, halktan vergi bile topluyorlar. Sayın Başbakan bunları hiç görmüyor.
Paralel devlet konusunda şu iddiada bulunmak da mümkün ve daha akla yatkındır. 11 yıldır biat esasına göre devlet kurumlarında kadrolaşma yapılıyor, devleti ele geçirme mantığıyla hareket ediliyor. Devletin temel ilkeleri erozyona uğratılmış. Atatürk, Türk milliyetçiliği, laiklik ayaklar altına alınmış. Devletin adı olan TC devlet kurumlarından silinmiş. Ordu operasyonlarla susturulmuş. Görünürde Anayasa var, kurumlar var ama içleri boşaltılmış. Var olan devlet, Atatürk’ün kurduğu devlete benzemiyor. Bir parti devletidir ayakta duran. Bu yüzdendir ki Sayın Başbakan iradesine boyun eğmeyen herkes ve her kuruma savaş açmaktadır. Asıl tehlikeli yapılanma budur.
Temel yanlışlık, millî irade kavramının yanlış yorumlanmasından geliyor. “Sandıktan çıktım, her şeyi yapmaya muktedirim.” diyemezsiniz. Çünkü, millî irade, iktidar veya iktidar milletvekillerinden ibaret değildir. Bir de muhalefet ve onun aldığı oy vardır. Bunun dikkate alınmaması, muhalefetin arkasındaki halkı önemsememek anlamına gelir ve ülkede parti diktatörlüğüne yol açar.
Bugün ülkemizde AKP Hükümetinin mutlak iktidar arzusunun sebep olduğu bir kriz vardır. Bu krizin derinleşeceği, AKP’nin yeni HSYK yasa teklifi ile anlaşılmıştır. Çünkü, Meclis ’teki parmak hesabına güvenip Anayasa’ya aykırı yeni düzenlemeler yapmak krizi ortadan kaldırmaz, daha da derinleştirir.
Böyle kriz dönmelerinde yapılacak en akılcı iş, hukuk devletini işleterek yolsuzlukların üzerine gitmektir. Türk halkı, mesnetsiz iddia ve söylemlerle suçların üzerinin örtülmesini istemiyor. Türk halkı, adında adalet sözcüğü bulunan iktidar partisinden adalet bekliyor.

http://www.bilgiyurdu.org.tr/news_detail.asp?newID=159&newTitle=HUKUK%20DEVLET%DDN%DDN%20SONU
..