Canberk BEYGOVA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Canberk BEYGOVA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Mart 2015 Cumartesi

Bir Kürt Aydınından İsmet İnönü’ye Mektup, Dünden Birkaç Mektup,





Bir Kürt Aydınından İsmet İnönü’ye Mektup, Dünden Birkaç Mektup,



“Bir Kürt Aydınından İsmet İnönü’ye Mektup” adıyla 1991’de yayınlanan ve Mustafa Remzi Bucak’ın İnönü’ye yazdığı mektupların toplandığı  kitap, bugünlere nasıl gelindiğine ışık tutuyor. Canberk Beygova, sahaflarda bulduğu ve güncel baskısı bulunmayan kitabı anlatıyor.

Canberk BEYGOVA
Şimdi neredeyiz tam bilemesek de “çözüm süreci”ni en son Megri Megri’de bırakmıştık. Bu “unutulmayacak” düet dışında kamuoyunun bildiği pek bir şey yok. Geçtiğimiz yıl hasbelkader Milliyet’te yayımlanabilen İmralı tutanakları da olmasa, tarafların düşüncelerini tahmin dahi edemeyeceğiz. Oysa bu mesele yeni değil, cumhuriyetin kuruluşundan beri var. O halde bugünün bilinmezlerini en azından tahmin etmek için, Erdoğan yerine şimdilerde sürekli yuhalattığı İnönü’yü koyabiliriz, peki dönemin Kürtlerinin talepleri nelerdi?

Bu soruya çok net bir cevap verebilmek oldukça zor. Ancak Mustafa Remzi Bucak’ın İnönü’ye yazdığı mektup bize bir şeyler anlatabilir. “Bir Kürt Aydınından İsmet İnönü’ye Mektup” adıyla Doz Yayınları’ndan 1991’de yayımlanan ve maalesef güncel baskısı olmayan kitap, Bucak’ın yazmış olduğu beş mektubu içeriyor ve kitaba adını veren açık mektup dönemin başbakanı İsmet İnönü’ye gidiyor, kısa bir süre sonra İnönü’nün ardından göreve gelen Suat Ürgüplü’ye tekrar gönderiliyor, amaç net: “Devletin istikbali adına.”

Mustafa Remzi Bucak, soyadını taşıdığı aşiretten siyasete giren ilk isim: 1950-54 yılları arasında Demokrat Parti’den Diyarbakır milletvekili olarak görev yapan Bucak, eğitimiyle, örgütçülüğüyle ve görüşleriyle öne çıkıyor. 27 Mayıs’tan hemen önce yurtdışına çıkan ve ölene kadar dönemeyecek olan Bucak’ın 1940’ta kurduğu Dicle Talebe Yurdu da 60’lı yıllarda sivrilecek Kürt siyasetçilerinin yetiştiği yer oluyor. Bütün bu bağlantılar ve birikim, Bucak’ın mektuplarının tarihi değerini anlayabilmek için önemli.

Kürt hareketinin günümüzdeki talebi olan “demokratik özerklik”, Bucak’ın satırlarında “federasyon”la karşılanıyor, dönemin Maliye Bakanı’na yazılan, kitabın da ilk mektubundaki örnek İsviçre. Bucak’ı farklı kılan federasyon önerisi değil, Kürtlerin 60larda yaşadıkları yok sayılmaya verdiği tepki: Sadece “Kürt yoktur” diyen resmi söylemi değil, bu değirmene su taşıyan Türk aydınlarını ve politikacıları eleştiriyor, yanıltılan ve neyin ne olduğunu bilemeyen Türklere üzülüyor. Cemal Gürsel’in “Türkiye’de ne Kürt var ne de Kürtçülük” sözünün Kürt’ten çok gerçekten bihaber kalan Türk’e zararı olacağı iddiası var: Doğu’da ne olup bittiğini televizyonlardan öğrenen Batı’dakiler, yanıltıldıklarını kendileri sokaktayken televizyonda penguen gördüklerinde anladıklarında çok geç olmamış mıydı?

Mektuplardan biri, Meclis’te iktidarın Doğu-Batı ayrımı yaptığını ima eden vekili tehlikeli konuştuğu gerekçesiyle susturmaya çalışan Adalet Partisi milletvekili İlhami Erten’e hitaben yazılmış. Dalga geçer bir halde saygıyı da kaybetmeden yazılan mektupta “tehlikeli” diye fikirlerin beyan edilemediği bir meclisin ve olayları başka türlü ve kendi menfaatına göre tefsir ve izah eden, hadiseleri gizleyen kendi (Türk) münevverinin de niteliği sorgulanıyor. Bugünü anlamaya yeter mi? Yetmez ama evet.

Bucak’ın mektuplarında değindiği anıları, devletin Kürt siyasasının da ipuçlarını sunuyor. “Ziraat vekaleti erkanından dost”un söylemi, ağalığın bugünlere kadar gelmesinin arkasındaki sebeplerden birini anlatıyor: “Doğu’da köylüye toprak dağıtılır. O vakıt her Kürd’ün karşısına bir Mehmetçik dikmek gerekecektir.” İnönü’ye yazılan mektupta, Bucak akşam yemeğine davet edildiği Çankaya Köşkü’nde Celal Bayar’dan aldığı ölüm tehditini de anlatıyor: “Unutmaki, Kürt meselesi bizim için Ermeni meselesinden çok, pek çok daha önemlidir. Aynı akıbetin başınıza gelmesini istemiyorsan, bu kadar muamele ve musamaha size çoktur bile..”

İnönü’nün Kıbrıs için federasyon önermesi, Bucak’ın açık mektubuna sebep oluyor, soru açık: Aynısını Türkiye için de düşünür mü İnönü? Bucak tarafından Prens Sabahattin’in Osmanlı için önerdiği teze yapılan atıf, bugün hala demokratik özerklik taraftarları ve karşıtlarınca dillendiriliyor. Kürt hareketinin solla kesiştiği 60lardan sonra dile gelmeye başlayan ve hareketin radikalleşmesiyle kesinleşen, Kürdistan’ın sömürge olduğu okuması, Bucak’ta da var: Hem de Fransa-Cezayir örneğiyle. Meselenin çözümünün silahta olmadığını geçmiş isyanlara referansla anlatıp Mehmetçiğin kanını boşa dökmeyin diyor, “Kürt yok” söyleminden ekmek yiyenlerin kendisine neler diyeceğini de tahmin ederek. Kürt tarihinde önemli yer tutan sürgünlerin de beklenen sonucu vermediğini, tehcir sayesinde Kürt olduğunu “idrak eden” Zülfikar Ağa üzerinden anlatıyor Bucak: 90larda boşaltılan köylerden gelen Kürtler, kim olduklarının herkesten çok farkında değil mi?

Realiteleri görmezden gelerek yapılan politikaların tutmazlığını anlatmaya çalışan mektup, 1965 tarihli. PKK’nın kuruluşunun 1978 olduğunu aklınızda tutarak şurayı okuyalım beraber: “…bütün korkunç ve şeni tedbirlerinize rağmen, yok edemediğiniz ve edemiyeceğiniz milletini tutulan bu idare devam ettiği müddetçe, eninde sonunda şahlanmaktan kimse menedemiyecektir” Bugünlere göz göre göre nasıl gelindiğini görmek için Bucak’ın perspektifinden de bakmaya ihtiyaç var. Bir de bu kitabın yeni baskısını yapacak hayırsever bir yayınevine.

Bir Kürt Aydınından İsmet İnönü’ye Mektup, Mustafa Remzi Bucak, Doz Yayınları, Kasım 1991

http://zete.com/dunden-birkac-mektup/