KÜRTÇE BİLİM DİLİ İDİ DE.., 90 YILLIK CUMHURİYETİMİ ONU YOK ETTİ.?
Prof. Dr. Özer OZANKAYA
of.ozankaya@isnet.net.tr
13 Mart 2014, 12:57
«Kürtçe tıp kongesi», PKK terörüne, yani silahlı zorbalığına yapay gerekçe sağlamak üzere ulusal birliğe yönelmiş «tâcizci» eylemlerden biridir.
Bu zorbalığa şimdiye dek en sık gösterilen bahane, «yerel kütürün» gelişmekten alıkonulmasıdır.
«Yerel kültür» olgusunun gerçek niteliğini bilimsel olarak ortaya koymak, silahlı zorbalıkla ulusumuzu ve yurdumuzu parçalamak isteyen sömürgecinin ahlaksız oyununu bozmak için gereklidir:
Biliyoruz ki, Anadolu'muzun son bin yıllık tarihinin 300 yılını alan Selçuklu yönetimi Arapça ve Farsçayı resmi dil olarak kullanmıştı; yani Türk'e ayrı calık tanıdığının öne sürülmesine olanak yoktur. Ondan sonraki 600 yıllık Os manlı yönetiminin de hiç bir etnik grubu ne dilini işlemekten, ne okul ya da medrese açıp bilim geliştirmekten, ne kent kurup bayındır kıl maktan, ...... alıkoyan hiç bir ayrım-gözetici davranışı olmadığı, tam tersi ne bu etnik kümeler içinde Türkü hep horladığı ve harcadığı tarihsel bir gerçektir.
Demek ki ülkemizde herhangi bir alt kültür kesimi son 900-1000 yılda yazın (literature) dili ve bilim, sanat, edebiyat, felsefe, inanç sistemleri.. geliştire memiş, kent yaşamı ve kent kültürü oluşturamamış ... ise, bunu herhangi bir ırk ya da kültür şövenizminin sonucu gibi göstermenin doğru olmayacağı orta dadır. Tam tersine Selçuklu ve Osmanlı'nın belirttiğimiz niteliklerine karşın Türk kültürü tüm Güneydoğu Anadolu'daki kent kültürünün başat kurucusu olmuş, bölgedeki bütün öteki «yerel» kültür kesimleri bin yıldanberi bu Türk kültür ortamı içinde bütünleşmiş, biribirleriyle de hep Türkçe aracılığıyla kucaklaşmış, kaynaşmışlardır. Bugün de Cumhuriyet'le kurulan çağdaş Türk ulusal toplumu içinde eşit hakla ra sahip yurttaşlar olarak, ulusal kültüre kendi yerel özellik leriyle renk, çeşni ve tad katarak bütünleşmek, Kürt, Zaza, Arap, Süryani, Ermeni ... yerel toplulukları için de, bu toprakları yurdu sayma hakkı onların hiçbirininkinden daha az olmayan Türk öge için olduğu kadar özgürlüğün, onurun ve gönencin gereğidir.
Buna karşılık yabancı -özellikle de Batı- sömürgeciliğinin Doğu ve Güneydoğu A nadoluyu, Mustafa Kemal'in haykırdığı «Tarih bir ulusun haklarını aslâ inkâr etmez!» gerçeğini hiçe sayarak, öncelikle ve ağırlıkla Ermenistan (Ermenistan resmi politikası, daha geçen hafta Van'ı Ermenistan'ın parçası saydığını yineledi!), birazcık da -ayıp olmasın gibisinden- kendilerine bağımlı ve hiç bir za man çobanlıktan daha yüksek düzeye çıkmasına olanak verilmeyecek, aşiret düzeyinde bir sözde «Kürdistan» yapmak gibi hain (çünkü Türk ve Türkiye düşmanlığına da yalı) planları olduğu ortadadır.
«Çobanlıktan daha yüksek bir düzeye çıkmaya olanak bırakmaya cağı»yargımı açıklamak isterim:
Sömürgeciliğin temelinde yatan güdü, sömürdüğü ülkenin doğal kaynaklarını«hammadde», işgücünü «ucuz e mek», pazarını da «serbest pazar» olarak kullanmak, bunun için de onu kendisiyle yarışabilecek bir toplumsal, siyasal, bilimsel ve teknolojik ge lişmeden alıkoymaktır. Bu amacını gerçekleştirebilmek için ezdiği halkı aşağılamak, o halkın kendi kendisini aşağılık görmesini sağlamak zorundadır.«Zalimliğin psikolojisi ve sosyal psikolojisi» nde bu mekanizma yer almaktadır:«İnsan sövüldüğü yere, köpek dövüldügü yere gider!» der zalimler.
İngiliz sömürgeciliğinin saldırgan açgözlülüğü yüzünden Misak-ı Milli sınırları içindeki yerini alamayan Musul ve Kerkük'te özellikle Kürtler, 100 yıldanberi İngiliz veAmerikan sömürgecilerinin Araplara, fırsat bulur bulmaz da Türklere karşı vurucu güç olarak kullanılmak üzere, Barzani, Talabani vb. güdümünde, insanlık onuruna yabancı, aşiret derbederliği koşullarında yaşatılagelmişlerdir.
Oysa petrol açgözlülüğü ile Misak-ı Milli'ye engel olunmamış olsaydı -İngiliz para, silah ve kışkırtmasının ürünü olduğu kanıtlanmış bulunan Şeyh Sait vb. ayaklanmalar da söz konusu olamayacağı için- Irak'ın kuzeyindeki tüm halk da, Güneydoğu Anadolu da, tüm Türkiye de Atatürk devrim ve kalkınma atılımlarının toplumsal, ekonomik, kültürel verimlerinden tam olarak yararlanabilecekti.
Bugün de bölgenin tüm halkının onuru, yani özgürlük ve gönenci, Atatürkçü doğrultudaki bir Türkiye'nin bütünlenmiş parçası olmakta, yani Misak-ı Milli'de yatmaktadır; Amerika ve Batı Avrupa'nın maşası olmakta ve onların çizmeleri altında ezilmekte değil!
Gelelim «yerel kültür» kavramının toplumbilimsel niteliğine:
Bugün yer yüzünün hemen her ülkesinde, yerel kültür özellikleriyle ülkenin başka yörelerinden ya da hatta genelinden irili-ufaklı farklılıklarla ayrılan ke simler vardır. Toplumbilimde «alt-kültür-» ya da «kıyı-kültür-kümeleri» terimle riyle adlandırılan bu olgu, sanayi-kent koşullarına dayalı çağdaş toplumların ortaya çıkışına değin, doğal yapı ve kaynaklar, iklim fark lılıkları gibi coğrafya koşullarından, tarihsel olaylardan, değişik ekono mik etkinliklerin daha başat yer tutmuş olmasından vb. ileri gelen bir durumdu. Ancak sanayiye ve dolayısıyla ileri boyutlarda işbölümüne dayalı ekonomi, kent biçimindeki yerleşim düzeni, yığın iletişimi ve u laştırması, bilimin ve uygulayımın yaygınlaşması.., ölçeği büyümüş, başka deyişle her yöresi arasındaki ilişkileri yoğunlaşıp bütünleşmiş bü yük çaplı siyasal yapılaşmayı, yani ulus-devleti zorunlu kılmış, böylece benzeşme, bütünleşme ve kaynaşmayı arttırmıştır. Bu ortamda asıl ola rak folklor düzeyinde olan yerel kültür, ulusal kültür potasını zenginleş tirmek, ona renk ve çeşni katmak üzere korunması ve geliştirilmesi iste nen değerler durumundadır.
Nitekim Türk Devriminin Halkevleri etkinlikleri, bu bakımdan tüm uygar top lumlara örnek olacak çağdaş girişimlerdi. Gerçekten de amacı, Osmanlı'nın geçen üçyüz yıllık çağdışılığına son verip, bilim, sanat ve teknoloji düzeyinde bir çağdaş ulusal kültürü geliştirmek üzere yerel kültür değerlerini araştır mak ve tanıtmaktı. Yoksa ne kültür ayrımcılığı yapıp bir kesimi öbürüne karşı soğutmak, ne de yerel kültür ögelerini folklor düzeyinde tutup her birini ilkel, kısır, verimsiz durumda tut mak değildi.
Türkiye'nin özellikle Güneydoğu bölgesinde ayrılıkçılık hareketi oluş turup desteklemeğe pek teşne olan devletlerden örneğin Fransa'nın kendi alt-kültür kesimlerine karşı oluşturup yerleştirdiği politikasına baÂÂkalım: «Kültürel özellikleri korumaya evet, ama kültür ayrımcılığına hayır!» (Particularités culturelles, oui; mais particularisme culturel, non!). Fran sa'da örneğin Basklının «Ben Basklıyım, ama Fransız kültürümle övünü yorum; Fransız kültürüme çok şey borçluyum.» demesi beklenir ve der.
Çünkü yerel kültürün folklor düzeyinde olduğu, folklorun ise ne sanat, ne bilim, ne de uygulayım (teknoloji) niteliğinde olmadığı, yalnız ulusal kültürün bilim, sanat ve teknoloji düzeyine ulaşabileceği, yerel kültürün ulusal kültür potası na bu amaçla katılacak ham madde olduğu bilinir.
Çağdaş ulusal kül tür, yönetimi demokratik, sanat, felsefe ve bilimi özgür, ekonomisi ileri teknolojiye dayalı, dili de felsefe, sanat ve bilimi kendi söz dağarcığından türettiği terimlerle en ileri düzeylerinde anlatıma kavuşturan yazılı dil olan kültürdür.
Hiç bir alt-kültür kesimi nin tek başına ulusal kültür düzeyine ulaşmasına, örneğin bir tiyatro ya da opera yapıtı, bir demiryolu ya da havayolu düzeni, bir gelişkin üniversite, bir sağlık sigortası düzeni, bir demir-çelik fabrikası ... kurmasına olanak yoktur. Basklı bilir ki Bask diliyle ne bir hukuk düzeni, ne bir anayasa düzeni, ne bir kent planlaması, ne bir vergi düzeni, ne çok türlülenmiş sanat ve edebi yat dalları, ne her biri birçok alt uzmanlık dallarına ayrılmış tıp, anatomi, biyoloji, fizik, kimya, matematik, ruhbilim, toplumbilim, nüfusbilim, işletme, toplumsal ruhbilim,dilbilim... gibi yüzlerce bilim dalı kurulup geliştirilemez.
Yerel kültürü ayrılıkçılık aracı yapmak, o kültürü yaşayan topluluğu, sömürgecinin iştahını kabartan «etnografya malzemesi» düzeyinde tutmak demektir. Sömürgeci de pençesine geçirdiği ve çıkarlarının hizmetinde «kullanmak» istediği böyle bir topluluğun bu düzey den kurtulamaması için neler yapmak gerektiğini çok iyi bilmektedir.
İnsanbilimin (antropoloji) bilimler arasında saygınlığının düşük olması, sömürgeciliğin hizmetinde, yani «böl ve yönet» amacı için yoğun olarak kullanılmakta olmasından dolayıdır. Bölme ve yönetmenin yolu da, yeÂÂrel ayrılıkları derinleştirmek, kinler yaratacak kışkırtmalarda bulunmak, yalnız bir yanı değil, her yanı silâhlandırarak kendisi ticaretini ya parken onların derbeder olmasını ve kalmasını sağlamak ve böylece o ülkede çağ daş bir ulusal toplum bütünlüğü oluşturulmasını önlemektir.
Asıl özgürlük ve insan hakları düşmanlığı, sömürgeciliktir, silahlı zorbalıktır ve silahlı zorbalığı desteklemektir. Çünkü sömürgecilik ve silahlı zorbalık ortamında gerçekleri dile getirmek olanağı kalmaz.
Tıp gibi bir kutsal meslek odası başkanının bu gerçeği gözardı etmesi çok, ama çok üzücüdür.
http://www.Heddam.com/index.asp?M=5538
**