ARAPLARIN OSMANLIYA İHANETİ
METİN AYDOĞAN,
Birinci Dünya Savaşı’nda Türk Ordusunun karşılaştığı ihanet, “sinir bozucu” bir acıyı içerir. Bir yandan ileri teknoloji ile donatılmış İngiliz Ordusuy’la savaşılırken, öte yandan bu Ordu’yla bağlantılı Arap çetelerinin saldırılarıyla uğraşıldı. Olanaksızlıklar ve karşılaşılan vahşet, her türlü öngörünün üzerindeydi. Ayrıcalıklı haklarla yüzyıllarca Osmanlı Devleti’nin uyruğu olarak yaşayan Araplar, açıklanması güç bir acımasızlıkla Türk Ordusu’nun “dindaşı olan” subay ve erlerine saldırıyor ve ele geçirdiklerinin tümünü öldürüyordu. Şevket Süreyya Aydemir’in tanımıyla; “Arap çölleri Anadolu gençliğinin mezarı” haline gelmişti.
Birinci Dünya Savaşı’nda Araplar
Türk Ordusu, 1914’de başlayan Birinci Dünya Savaşı’nda, Çanakkale’den Hicaz’a (Arabistan’ın Batısı), Kafkasya’dan Basra’ya dek geniş bir coğrafyada çok ağır bir savaşa girişti. Yetersiz bütçe ve donanımla girilen ve yükünü Anadolu’daki 12 milyonluk Türk nüfusun yüklendiği bu savaşta, dünyanın en büyük askeri güçleri olan İngiltere, Fransa ve Rusya’yla savaştı.
Teknolojiden çok; insan gücüne, inanca, direnme gücüne ve savaşkanlığa dayanılarak sürdürülen bu büyük savaşta, kimsenin ummadığı bir direnç gösterildi, genel bir yenilgiye uğranılmadı. Tam tersi, Çanakkale’de İngilizler ve bağlaşıkları yenildi, Bağdat’ı almaya kalkan İngiliz Ordusu Kutü’l-Amare’de teslim alındı.
Ermeni Ve Arap İhaneti
1.Dünya Savaşı’nın dört yıllık ağır ve kanlı savaş süresince Türk Ordusu, emperyalist kışkırtmaya dayalı iki ihanet hareketiyle arkadan vuruldu. Ermeni ve Arap örgütleri, düşmanla anlaşarak Türkler’e karşı silahlı savaşım yürüttüler ve önemli düzeyde can ve mal yitiklerine neden oldular. Yüzlerce yıl Türk yönetimi altında özel ayrıcalıklarla yaşayan insanların, özellikle de aynı dine sahip Araplar’ın girişimleri, tarihsel olduğu kadar insan ilişkileri açısından da kabul edilemez nitelikteydi.
Arap örgütlerinin çalışmaları; İngiliz ve Fransız haberedinme (istihbarat) birimlerinin yönlendirdiği, “Arapçılığı işleyen ideolojik yaymacaya” dayanıyordu. “Türk Ordusu içinde dinsel kışkırtma”, “Arapları çatışmaya çağrırma ve “yalan haber yayma”; bu yaymacanın temel konularıydı.
İhanet Örgütleri
Oldukça iyi örgütlenmişlerdi ve donanımlıydılar. Örgütlenme ve donanımı sağlayanlar, İngiliz ve Fransızlardı. Bu gerçeği ortaya koyan ve artık yayınlanmış olan çok sayıda bilgi ve belge bulunmaktadır. Belli merkezlerde hazırlanan ve İngiliz desteğiyle dağıtılan bildirilerde, “İngiltere ve müttefiklerinin savaşa, Araplara karşı değil, onları Türk despotların baskısından kurtarmak için girdiği” yazılıyor ve Arap halkı “müttefik güçleri desteklemeye çağrılıyordu”. 1
Cemiyet es-Suriye el Arabiye adlı örgüt, Mısır’lı Aziz Ali tarafından kurulmuştu. Aziz Ali, orduyu isyana teşvik suçlamasıyla tutuklanıp İstanbul’da yargılanan ve idama mahkum edilmişti. Ancak, İngilizler’in istemi üzerine; Enver Paşa’nın önerisi, Padişah V.Mehmet’in kararıyla serbest bırakılan İngiliz yanlısı bir Mısırlı’ydı.2
Kurduğu örgüt, Birinci Dünya Savaşı’ndan 1,5 ay önce, 11 Haziran 1914’de yayımladığı bildiride şunları söylüyordu: “Türk düşmanlığının anlamını şimdi daha iyi anlamaya başlıyoruz. Bunu geçmişte anlamış olan bir Arap şairi ‘ağaran saçlarımda, Türk düşmanlığı ile Ebu Cesel kini yer tuttu’ demişti. Evet, Türk devletinin bize olan düşmanlığı, ‘Ebu Cesel’ hayvanının yavrusuna beslediği düşmanlık gibidir. ‘Ebu Cesel yavrularını nasıl yerse Türk Devleti de çocuklarını öyle yer... Ey! Damarlarında yurdunu seven gençlik kanı akanlar, biz her ilde birbiri ardınca üç Türk valisi öldürsek, ülkemize atanacak valiler, artık her zaman isteklerimizi yerine getirecektir... Ey ahali, güçlü çeteler oluşturunuz, zalim Türk Devleti’nin adamlarından, ülkemizde kimi bulursanız öldürünüz”. 3
Arap İhtilali Cemiyeti adlı bir başka örgüt, savaş sürerken 1916’da dağıttığı bildirilerle, Arap halkını Türk Ordusuna karşı ayaklanmaya çağırıyor ve Ermenilerin yaptığı kırımları savunarak, onların yaptıklarının örnek alınmasını istiyordu. Bildiri şöyleydi; “Ey kahtan (ezilen y. n.) çocukları! Kendi ülkenizde, insafsız zalimlere (Türkler’e y.n.) köle oldunuz. Arap öldürmeyi ve Arabın malını gasp etmeyi din kabul edenlerin elinde oyuncak olduğunuzu hala anlamıyorsunuz. Siz onların gözünde ‘yünü alınır sütü içilir, eti yenir’ bir sürüsünüz. Size göre sayıları çok az olduğu halde, Ermeniler bağımsız bir yönetime kavuştular, artık özgürler... Türkler, artık onların önünde saygıyla eğiliyor... Ey Araplar, kalkınız ve kılıçlarınızı kınından çıkarınız. Kendinize, ırkınıza, dilinize düşmanlık gösterenleri, sizi aşağılayanları ülkenizden temizleyiniz. Ey Müslüman Araplar, eğer bu zalim hükümeti (Osmanlı Hükümeti y.n.) İslam hükümeti zannediyorsanız çok aldanıyorsunuz. Tarihteki şerefinizi yeniden kazanmak için, Arap hukukunun silinmesine neden olan kurnaz tilkilerin (Türkler’in y.n.) merkezi yönetiminden kurtulmak ve merkez dışı Arap devletleri kurmamız gerekiyor”. 4
Orduyu Arkadan Hançerlemek
1916 yılında; Suriye, Sina-Filistin ve Hicaz’da görev yapan Osmanlı Seyyar Ordusu’nun (Kuvva-i Seferiye ), 700 bin askeri ve 368 bin tüfeği vardı. Yoğun çarpışmaların olduğu Suriye (173 bin kişi ) ve Filistin-Sina (100 bin kişi) cephelerinden ayrı olarak 35 bin kişi 2000 kilometrelik Mekke demir yolunu korumak için ayrılmıştı.
Medine’yi koruyan 8 bin askerlik gücün “savunmayı kendi olanaklarıyla yapmasına” karar verilmişti. 1917’de demir yolunu savunan birliklerin büyük bölümü ile Medine savunmasına katılan Türk askerlerinin tümü, şehit oldu. Cemal Paşa, kendi karargahının koruması dahil olmak üzere, güçleri bir araya toplamaya çalıştığında, tüm Lübnan’da elinde yalnızca bir piyade taburu kalmıştı, o da 800 kişiydi. 5
Çölde Akan Türk Kanı
İngilizler, Kızıldeniz kıyısındaki Elvecih’i, Arap ayaklanmacılarının üssü yapmıştı. Lawrence adlı gizmenin (ajanın) örgütlediği, para ve silahla beslenen Arap çeteleri; sürekli olarak, demiryolu boyunca dağılmış olan Türk birliklerine saldırıyordu. Demiryolunun tahrip edilmesi ya da kum fırtınalarıyla örtülmesi nedeniyle ulaşım sürekli kesiliyor, çok geniş bir alana yayılmış olan Türk birlikleri yardım alamadığı için; açlık, hastalık ya da çatışmalar içinde yok olup gidiyordu.
Medine’yi savunan Türk birliği hiçbir yardım almadan, bu kutsal kenti tam iki yıl savunmuş, burada eşine az rastlanır bir insanlık dramı yaşanmıştı. Tek ulaşım aracı olan develer kesilip yenmiş, o da tükenince çöl çekirgeleriyle beslenilmeye çalışılmıştı. 6
Savaştan sonra, Medine-Medayin Salih arasındaki demiryolunda görev yapan J.E.Dayton adlı bir İngiliz mühendisi, anılarında şunları yazacaktır: “Sıcaklık gün ortasında 65 dereceyi buluyor ve ortalıkta büyük akrep ve örümcekler dolaşıyor... Yol boyunca Türk müstahkem mevkileri vardı. Çoğunda çok sayıda mezar ve açıkta kalmış iskeletler bulunuyordu. Bunlar, öyle anlaşılıyor ki ikmal yüklü Şam treninin bu karakollara ulaşamaması nedeniyle açlıktan ölmüşlerdi”. 7
Fahri Paşa Ve Mekke Direnişi
Mekke Şerifi Hüseyin, 10 Haziran 1916’da ayaklandı ve İngiliz desteğiyle Mekke’nin bağımsızlığını ilan etti; Lawrence’in yol göstericiliğinde Hicaz ve Güney Suriye’deki Osmanlı birliklerine baskınlar düzenledi. Mekke’yi ele geçirdiğinde, hastanedeki yaralı ve hastalara dek tüm Türk askerlerini öldürttü.
Medine’de Fahri Paşa komutasındaki küçük kuvvet, direnişini Peygamber’in kabrini korumak için, savaşı bitiren silah bırakışmasından sonra da sürdürdü. Bu direniş, yalnızca Birinci Dünya Savaşı’nın değil, belki de tüm zamanların en acılı savunmasıydı. Fahri Paşa karşılaştığı vahşet ve ihanetten o denli etkilenir ki, bir gün subaylarını yanına alır ve Hz.Muhammet’in kabrine gider. Türk bayrağına sarınır, namazını kılar, dualarını okur ve sonra şöyle haykırır: “Kalk, kalk yâ Muhammet!... Allah’ın Resulü kalk ve sana inanan, senin için burada savaşanlara görün! Allah’ın yardımını onlara ulaştır...” 8
Fahri Paşa’yı bu denli etkileyen olayları yaratan Mekke Şerifi Hüseyin, Peygamber sülalesinden geldiğine inanılan bir soya sahipti. Bunlar Osmanlı Devleti’ne vergi vermez, askere gitmezlerdi. İstanbul, her yıl bunlara önemli miktarda altın gönderir; bu altınlar, değerli padişah armağanlarıyla birlikte, en şerefli görev sayılarak Surra Alayı tarafından, gösterişli törenlerle Şeriflere ulaştırılırdı. Şerifler, aldıklarının karşılığı olarak, Surra emini aracılığıyla padişaha “hayır dualarını” gönderirlerdi. Şerif ailesinden birçok kişi, İstanbul’da Ayan üyesi olarak ancak Ayan’a uğramadan aylıklarını alırlardı. Hepsinin Boğaziçi’nde muhteşem yalıları, köşkleri vardı. İngilizlerle anlaşıp Türklere bu denli ölçüsüz şiddet uygulayan Şerif Hüseyin’in, Osmanlı katında böyle bir ayrıcalığı vardı. 9
Altın Savaşları
İstanbul’dan Arabistan’a altın gönderme işi, tüm yoksunluğa karşın savaş sırasında da aksamadan sürdürüldü. “Enver Paşa ile Cemal Paşa arasında en sıkıntılı yazışmalar” altın yetiştirme üzerine oluyordu. 10
Almanya’dan alınan altınlar Şerif’e aktarılıyor, Almanlar da bu altınları Osmanlı Devletine borç yazıyordu. Üstelik Şerif Hüseyin İngilizler’den de altın alıyordu. Açıklanan İngiliz belgeleri, Arap ayaklanmasında ne kadar altın kullanıldığını açıklamaktadır. Bu tür işlerle görevli Sir Ronald Storrs, “Arap ayaklanmasının İngiliz vergi mükelleflerine maliyetinin toplam 11 milyon sterlin” olduğunu belirterek şunları söyler: “Benim verdiğim ilk miktardan ayrı olarak, Şerif Hüseyin 8 Ağustos’tan sonra, her ay 125 bin sterlin aldı. Bunun toplamı 1 milyon sterlinden biraz daha azdı. Geriye kalan 10 milyonluk miktar, askeri harekatlar ve İngiltere’den getirilen malzemelerin sonucudur”. 11
Şerif Hüseyin’in, Türkler ve İngilizler’den ayrı olarak Fransızlar’dan da altın aldığı, Fransız belgelerinde görülmektedir. Yarbay Edouard Bremond, yanına Cezayir, Tunus, Fransız Batı Afrikası’ndan getirttiği “seçkin bir Müslüman heyeti” alarak 20 Eylül 1916’da Cidde’ye gitmiş ve burada Şerif Hüseyin’e, 1 milyon 250 bin altın frank vermişti. Bunu, kısa bir süre sonra küçük bir Fransız askeri gücünün; makinalı silahlar, sahra topları ve tüfekler getirmesi izlemişti. 12
Türkler’in dağıttığı altın miktarı konusunda, Enver Paşa’nın 10 Ekim 1916’da tuttuğu şu kayıt bir fikir vermektedir: “Halil Paşa, Güney’deki aşiretler için 50 bin altın istiyor, 2. ve 6. Ordu’nun ihtiyacı için bana ayda 200 bin altın gerekiyor. Ancak, maliyeye verilmekte olan 250 bin altından Maliye Nazırı bana bir şey vermiyor. Çünkü o da, gerek Mekke Şerifi’nin, gerek diğer emirler ile elde tutulması kesinlikle şart olan diğer Arap şeyhleri için altın para ödemeye mecburdur. Rica ederim, Hindenburg Cenaplarına yazınız. Savaşın sürdürülmesine bizce çok etkisi olacak bir miktar altın parayı mutlaka temin buyursunlar”. 13
Altın: Arap’a Var Orduya Yok
Arabistan’a bu denli yoğun altın akışı varken, Kafkasya Cephesini tutan 3.Ordu’ya bütün savaş boyunca bir tek altın lira bile gönderilmemiş 14, koskoca ordu açlık ve donanımsızlık nedeniyle onbinlerce ölü vermişti.15
1917 yılında Mekke Şerifi’ne altın ve armağan götüren kurulun başkanı (surra emini) olan Yüksek Yargıç Hüseyin Kamil Ertur, anılarında şunları yazacaktır: “Osmanlı Devleti her yıl Araplara binlerce altın gönderiyordu. Hazinesi tamtakır olduğu, kendi askerine savaş alanlarında bir lokma yiyecek veremediği, düşmana atacak kurşun sağlayamadığı ve çıplak ayaklarına giydirecek bir çift çarık bulamadığı günlerde bile, Galata bankerlerinden borç alarak Araplara altın gönderiliyordu... Ne var ki, Arabın gözü doymuyordu; bizim verebildiğimizden daha çoğunu ‘Müslüman düşmanı’ İngilizler verebiliyordu. Hem bizden hem onlardan para almanın daha kârlı olduğunu görüyor ve ona göre davranıyordu”. 16
Türk askeri çoğu çöl olan cephelerde sıradışı yoksunluklar, açlık, donanımsızlık ve ağır bir Arap ihaneti altında savaşıyordu. Bir Türk subayı, cephe koşullarını şöyle anlatıyordu: “Erlerin giysileri, yamanamayacak durumda, yırtık pırtık paçavralar haline gelmiştir. Ayağa giyilen çizme, potin ve yemeniler parça parçadır ve askerin tümünde bunlar da yoktur. Çıplak ayaklara mahmuz (çizme ve potinin arkasına takılan ve atları dürtüp hızlandıran demir parça y.n.) takıyoruz... Geçen gün Araplar tarafından soyularak tümüyle çıplak hale getirilen altı subayla dörtyüz kadar er geldi. Tümen, bunların hiç olmazsa avret yerlerinin (insanın görülmesi ayıp olan yerleri y.n.) örtülmesi için çaba harcadı... Elimizdeki bitkin eratla herhalde mağlup olacağız, sonuçta hepimiz, Araplar tarafından çırılçıplak soyulup rezil olacağız...” 17
DİPNOTLAR
1 “Osmanlı İmparatorluğu’nda Ayrılıkçı Arap Örgütleri” Arba Yay., 2.Basım 1993, sf.132
2 a.g.e. sf.32–33
3 a.g.e. sf.35–36
4 a.g.e. sf.37–39
5 a.g.e. sf.268 ve 272
6 “Bedevi Lawrens, Arap Türk” Orhan Koloğlu, Arba Yay., İst. 1993, sf.75
7 a.g.e. sf.221
8 “Enver Paşa” Şevket Süreyya Aydemir, 3.Cilt, Remzi Kit., 1978, sf.271
9 a.g.e. sf.263
10 a.g.e. sf.264
11 “Orientations” Sir Ronald Storrs, sf.153, No.2; ak. Z.N.Zeine “Türk-Arap İlişkileri ve Arap Milliyetçiliğinin Doğuşu” Gelenek Yay., 2003, sf.114
12 “Le Hedjaz dans la guerre mondiale” Eduard Bremond (Paris 1931) sf.48-53, 64-67, 348-49; ak. a.g.e. sf.114
13 “Enver Paşa” Şevket Süreyya Aydemir, 3.Cilt, Remzi Kit. 1978, sf.288
14 a.g.e. sf.288
15 “Bir Yedek Subayın Anıları” Faik Tonguç, T.İş.Ban. Yay., 2.Bas. 2001, sf.127
16 “Tamu Yelleri” Esat K.Ertürk, TTK Basımevi 1994, sf.117-118
17 “Bedevi, Lawrens, Arap, Türk” Orhan Koloğlu, Arba Yay., 1993, sf.126–127
http://kuramsalaktarim.blogspot.com.tr/2016/02/araplarin-osmanliya-ihaneti.html
..