Tarımda Bitkisel Hayat
Bir zamanlar tarımda kendi kendine yeten ender ülkelerden biri olmakla övünen Türkiye, bugün hızla dışa bağımlı hâle geliyor. Ekilebilir alanlar geri kazanılamayacak şekilde inşaat, madencilik ve sanayiye doğru kayıyor.
Türkiye yıllık gayrisafi millî gelirinin yaklaşık yüzde 9’una tekabül eden 70 milyar dolarlık ziraî üretim hacmi ile Avrupa’nın en büyük üreticisi; dünyada ise yedinci sırada. Hükümetin 2023 yılı hedefleri arasında, tarım üretimini 150 milyar dolara çıkarmak ve bu sektörden yapılan ihracatın miktarını da mevcut 17 milyar dolardan 40 milyar dolara yükseltmek bulunuyor. Bu rakamlar ile dünyanın beşinci tarım üreticisi olmak arzusunda. Hedefleri gerçekleştirebilmek için ekilebilir alanları yüzde 50’den fazla artırmak zorundayız. Ne var ki son yıllardaki gidişat tam aksi yönde ilerlendiğini gösteriyor.
Tarımda 2001 yılından sonra olumlu gelişmeler görüldü. Pek çok üründe rekor düzeyde üretim artışları sağlandı. Arazilerin parçalanmasının engellenmesi için tedbirler alındı. Sigorta sistemi teşvik edildi. Kırsal kalkınma politikaları devreye sokuldu. Sübvansiyonlarda ürün bazlı destekleme sistemi benimsendi. Ancak, son birkaç senedir tablo hızla kararıyor.
Verimli topraklar kısa vadede yüksek getiri vadeden inşaat ve sanayiye aktarılıyor. Devletin açıkladığı rakamlar ekilebilir alanların hızla eridiğini gösteriyor. Girdi maliyetleri yüzünden çiftçi ya zarar ediyor ya da çok düşük kâr oranlarına razı oluyor. Üretici ciddi bir borç batağına saplanmış durumda. Teknolojinin tarımda kullanılması, istenen ölçüde sağlanabilmiş değil. İthalata bağımlılıkta artış sinyalleri her zamankinden daha çok görülüyor. Büyük umutlarla başlanan her köye bir ziraat mühendisi projesi akamete uğradı. Tarım Sigortaları Havuzu’nda (TARSİM) yüzde 50 devlet desteğine rağmen poliçe sayısı hâlâ potansiyelinin altında. Çiftçi bilinçsiz ve kırsal kalkınma projeleri çiftçilerin en acil sorunlarına cevap verebilecek yeterlikten uzak. Hükümetin tarım politikaları, verimlilik odaklı ekonomik adımlardan ziyade sosyal politikalar şeklinde kendini gösteriyor. Çiftçiler oy deposu görülerek sosyal yardımlara muhtaç hâle getirildi.
TARIM ALANLARI ERİYOR
Türk tarımının potansiyel üretim seviyesini yakalayamamasının en önemli sebeplerinden biri arazilerin miras ve parselli satışlardan dolayı üretimi caydıracak denli küçülmesi. Hükümet, 2014 yılı mayıs ayında gerçekleştirdiği 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’ndaki değişiklikle, arazi parçalanmasına karşı bir tedbir almaya çalıştı. Bu değişiklik ilk etapta küçük çaplı üretim yapan çiftçilerin arazi satışlarını tamamen durdurduğu için yoğun tepkilerle karşılaşmıştı. Adana’da faaliyet gösteren orta boy bir çiftliğin yetkilisi, söz konusu uygulamanın, arsaların hükümete yakın işadamlarınca toplanması için bir kılıf olduğunu söylüyor. İsmini vermek istemeyen üreticiye göre, verimliliğin artırılması için bu gibi toplulaştırma usulleri elzem olsa da, yandaşlar lehine kayırmacılık yüzünden ekonomik beklentiler karşılanamayabilir. Ayrıca, köylerin kaybolması gibi yan etkileri marifetiyle bölgenin sosyal dokusu da hasar görebilir endişesini dile getiriyor.
Bu endişelerden bağımsız olarak, kanunun amaca ulaşma nispetini göstermeye yetecek ölçüde somut sonuçlar ortaya çıkmış değil. Ancak rakamlar, tablonun çok da iyi olmadığını gösteriyor. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından açıklanan verilere göre, tarım arazileri, 2001 yılında 410 bin kilometrekareden 384 bin kilometrekareye gerilemiş. Aynı dönemde, tahıl ekilebilir alanlar 23 bin kilometrekarelik bir daralma yaşanmış.
Söz gelimi, tarımda şu an 3 milyona yakın işletme ve 30 milyon parsel arazi bulunuyor. Ortalama işletme başına arazi büyüklüğü 60 dekarın bile altında ve her işletme yaklaşık 10 parsele sahip. Bir hesaba göre, arazi toplulaştırması yapılabilecek 14 milyon hektarlık bir alan var. Avrupa’da bir işletme ortalama 500 dekar araziye sahip.
Türkiye Ziraatçılar Derneği (TZD) Başkanı İbrahim Yetkin’e göre de firma çaplarının ağırlıklı olarak küçük ve orta boylu olması, bu noksanlıklar arasında en önceliklilerden biri. Zira uygulanacak tarım politikalarının her düzeyde uyarlanması sorun oluyor ve belki daha da önemlisi, küçük çaplı üreticiler kendilerini geliştirmekte yetersiz olduğu kadar, rekabet açısından da çok büyük zorluklar yaşıyor.
Parselizasyon ile tarım arazilerinin küçülmesinin yanında, sanayileşme ve artan kentleşme, verimli topraklardan beslenerek tarımsal arazi varlığına başka bir açıdan darbe indiriyor. İllerdeki Toprak Koruma Kurulları’nın gayretleri bu noktada yetersiz. Geçen yıl 30 ilde büyükşehir belediyelerinin sınırlarının tüm ili kapsayacak şekilde genişletilmesi, bu açıdan, ekilebilir alanların karşı karşıya kaldığı riski artıran bir gelişme olarak öne çıktı. Türkiye’nin toplam tarım arazilerinin yüzde 56,8’ine yahut tam olarak 135,27 milyon dekarlık ekilebilir alana sahip vilayetlerde, 16 bin 82 köy ve bin 591 belde, mahalleye dönüştü. Bu toprakların arasında değeri yüksek olanların imara açıldığı haberleri geçen yıl medyada epey yer buldu.
Son beş yılda Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu kapsamı dışına çıkarılan tarım alanı büyüklüğünün 2,7 milyon dönüme ulaşması, tablonun nasıl kötüye gittiğini gösteren bir başka karanlık rakam. Diğer ifadeyle, İstanbul’un yarısı kadar büyüklüğe sahip verimli arazi imara açıldı. Tarım Bakanlığı verileri, 2014 yılının ilk dokuz ayında amaç dışı faaliyete izin verilen toprak büyüklüğünün, bir önceki yılın aynı dönemine kıyasla üç kat arttığını ortaya koyuyor.
Ziraat Mühendisleri Odası’nın (ZMO) Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine dayanarak hazırladığı buğday, bakliyat, çeltik ve pirinç üretimine ilişkin yıl sonu raporları, tablonun kötülüğünü göz önüne seriyor. Buna göre son 10 yılda baklagillerin hem ekim alanı hem de üretimi küçüldü. 1990’ların başında 2 milyon hektara ulaşan yemeklik bakliyat ekim alanları yüzde 60 azalarak 800 bin hektara düştü.
Yine aynı dönemde baklagillerin üretiminde tam yüzde 43 gerileme yaşandı. 2 milyon 13 bin tondan 1 milyon 148 bin tona indi. Üstelik söz konusu süre boyunca Türkiye’nin nüfusu yüzde 35 oranında artmıştı.
Nohut üretimi 2002’den 2013’e 650 bin tondan 560 bin tona düştü. Mercimek 500 bin tondan 395 bin tona geriledi. Kuru fasulye, 12 yıl önce 250 bin ton civarında üretilirken, geçen yıl itibarıyla üretim 195 bin ton olarak gerçekleşti. Türkiye bugün Mısır, Etiyopya, Bangladeş ve Çin’den kuru fasulye, Kanada’dan nohut ve yeşil mercimek, ABD, Ukrayna ve Kanada’dan ise bezelye ithal ediyor.
Türkiye’de 2000 yılında 94 milyon dönüm alanda buğday ekimi yapılırken, 2014 yılında bu oran 77 milyon dönüme düştü. 2002 yılındaki buğday ithalatımız 1,12 milyon ton idi, ancak 2011’de son yılların en yüksek seviyesine ulaşarak 4,76 milyon ton buğday ithal edildi. Bu üründe de ağırlıklı olarak Rusya Federasyonu, Kazakistan, ABD ve Ukrayna’dan ithalat yapılıyor.
Türkiye hâlen tarımda net ihracatçı konumunda olsa da yağlı tohumlar ile pamuk gibi önemli ürün gruplarında ithalat bağımlılığının devam ediyor olması bir zayıf nokta olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) tarafından açıklanan rakamlara göre, Türkiye’nin yıllık tarım ithalatının yüzde 30’una tekabül eden yaklaşık 3,7 milyar doları soya fasulyesi, ayçiçeği, bitkisel yağ ve küspeden oluşuyor. Pamuk için ise 2 milyar dolara yakın para ödüyoruz.
FELAKETLERİN GÖLGESİNDE HASAT
Türkiye ekonomisi 2014 yılının üçüncü çeyreğinde sadece yüzde 1,7’lik bir büyüme kaydedebildi ve bunun en önemli sebeplerinden biri aynı dönemde bir önceki yılın üçüncü çeyreğine kıyasla yüzde 4,9 daralma yaşayan tarım sektörünün kötü performansı oldu. Tarımsal üretimin yılın ilk 9 ayında 2013 Ocak-Eylül arasına göre yüzde 3 gerilemesi de 2014 büyümesinin zayıf verilerinde önemli bir paya sahip. Sektörün millî gelir büyümesine katkısı ise ilk üç çeyrek itibarıyla ortalama yüzde -0,78 düzeyinde gerçekleşti.
Tarımın zayıf performansının sebebi olarak, 2013-2014 sezonunda başına gelebilecek hemen bütün afetleri yaşadığını söylemek mümkün. Son yılların en kurak yılını geçirmesi yetmiyormuş gibi üstüne bir de don yedi. Ardından belli bölgelerde aşırı yağış hem ağaçlardakine hem topraktakine zarar verdi. Evvelce nadiren görülen hortumlar, iklim değişikliği ve küresel ısınma gibi sıklıkla telaffuz edilen ve her nedense çok ciddiye alınmayan gelişmelerin neticesi olarak bu yıl çokça haberlere konu oldu. Ekinlerden seralara hektarlarca alanda hasar doğurdu. Felaketler çiftçiye hatırlamak istenmeceği bir yıl yaşattı.
Teknik ve ekonomik olarak sulanabilecek 8,5 milyon hektar tarım alanı bulunan Türkiye’de bu alanın üçte birinden fazlası, yaklaşık 2,6 milyon hektarı sulanamıyor. Bir diğer ifadeyle, Çukurova’nın yaklaşık 6 katı büyüklüğünde bir arazi sulanabileceği hâlde gerekli yatırımların yapılmaması yüzünden verimsizliğe mahkûm. Üstelik sulanan kısımlarda ise çoğunlukla plansız ve özensiz bir sulama sistemi var ve bu da kimi yerlerin haddinden fazla sulanarak verim kayıplarının doğmasına yol açıyor. Sulama yatırımları yüksek maliyetler getiriyor ve bugüne dek hâlâ tamamlanamamış olmasının en önemli sebebi de bu.
GİRDİ MALİYETLERİ BÜYÜK SORUN
Doğal afetler, tarımın zayıf performansını açıklayan devirli ve geçici şartlar. Ancak bir de yapısal sorunlar söz konusu. TZD tarafından yakın zamanda hazırlanan bir rapor, girdi fiyatlarındaki yüksek vergiler yüzünden üreticilerin büyük sorunlar yaşamakta olduğunun altını çiziyor. Rapora göre, artan maliyetlerin yükü altında tarımsal üretimde kârlılık düşüyor ve bu da sektörün cazibesini yitirmesine yol açıyor.
İbrahim Yetkin, artan girdi maliyetlerinin şu an üretici üzerinde büyük bir baskı oluşturduğunu teyit ediyor. Tarım sektörüne bankalarca kullandırılan kredilerin 39 milyar doları aşmış olması Yetkin’i destekleyen bir veri.
2002 yılından bu yana mazot 4,5 kat arttı, gübre fiyatları da yaklaşık 4,43 misli bir artış kaydetti. Ancak ürünlerin fiyatlarına bu oranlar yansımadı. Bir diğer deyişle, çiftçinin geliri eridi. Üretim maliyetlerindeki artışların aslında en büyük sebebi, Türkiye’nin girdilerde büyük oranda dışa bağımlı olması.
Zirai ilaç, tohum, gübre ve mazot gibi girdilerde yerli üretim bulunmasına rağmen, ihtiyacın büyük bir kısmı hâlâ ithalat yoluyla karşılanıyor. Üretim maliyetlerinin üründen elde edilecek gelirin üstüne çıkacağını gören çiftçi tarlasını ekmiyor, meyveyi dalında bırakıyor. Gübre kullanımında görülen düşüş de dikkat çekici. Gerek gübre fiyatlarında yüzde 10’u aşan yükselişler ve gerekse üretim faaliyetlerindeki kuraklığa bağlı gerileme yüzünden gübre kullanımı 2014’ün ilk 10 ayında, bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 8’i bulan oranda düşerek 3,1 milyon tona geriledi.
Bir yandan artan ithalat, bir yandan yükselen maliyetlere bağlı olarak üretimin düşmesi ve bir yandan da verimli arazilerin inşaat ve sanayiye devredilerek üretim dışına çıkarılması, kendi kendine yeten ender ülkelerden biri olan Türkiye’yi hızla dışa bağımlı hâle getiriyor. Ancak İbrahim Yetkin’e göre, bu bağımlılık meselesi, hububat gibi stratejik ürünlerde yeterlilik olup olmadığı cihetinden tartışmalara konu oluyor. Bir diğer ifadeyle, buğday ve arpa gibi temel besin gıdalarının üretiminde kendi kendine yeterlik yeterli ve diğer ürünlerde ithalat çok da sakıncalı değil. Yetkin’e göre, buğdaydaki mevcut ithalatın önemli bir kısmı dâhilde işleme rejimi kapsamında, katma değer eklenip ihraç edilmesi kaydıyla alınan buğdaydan oluşuyor.
TZOB Genel Başkanı Şemsi Bayraktar 2014 yılını değerlendirip bu yıl için beklentilerini paylaştığı basın toplantısında çiftçilerin en önde gelen talepleri arasında, vergi indirimi gibi adımlarla, gübre, mazot, elektrik başta olmak üzere temel girdi fiyatlarının maliyetlerinin düşürülmesini gösteriyordu.
TZOB Başkanı, bir çıkış yolu olarak desteklerin artırılmasını, özellikle ihracata yönelik üretimde rekabetçiliği artıracak tedbirlerin alınmasını istiyor. Bayraktar, TEDAŞ’ta yapıldığı gibi özel sektör elektrik dağıtım şirketleri ile de çiftçi borçlarının yeniden yapılandırılmasının şart olduğunu da sözlerine ekliyor. Elektrikte uygulanan KDV oranının yüzde 18’den yüzde 1’e indirilmesini de çiftçilerin bir diğer talebi olarak öne sürüyor. Bayraktara göre pay ve fonlar da kaldırılmalı, hatta tarıma özel bir uygulama yapılarak, elektrik faturaları hasada göre belirlenmeli.
Eylül ayında yürürlüğe giren çiftçi elektrik borçlarının destekleme ödemelerinden kesilmesi kararı çiftçilere büyük bir darbe vurmuştu. Çiftçilerin ödemeleri 2,5 milyar lirayı buluyordu ve bu kadarlık bir toplam gelirden mahrumiyet, tarım üreticilerinin sıkıntılarını katmerleştiren bir gelişme olarak yerini aldı.
TZD Başkanı İbrahim Yetkin de çiftçinin finansal sorunlarını artıran bir unsur olarak destekleme miktarlarının azlığını gösteriyor. Gerçekten de Tarım Kanunu yıllık destekleme miktarı toplamının GSYİH’nin yüzde birinden az olamayacağını tespit etmiş olmasına rağmen, Türkiye’de hükümet, 2006’da kendi getirdiği bu kurala sekiz yıldır itibar etmiyor ve ancak millî gelirin yüzde 0,5 ile 0,7’si arasında destek aktarıyor. Mesela, 2014 bütçesi için ayrılan miktar 9,6 milyar lira. Oysa gelir 1,7 trilyon liranın üzerinde gerçekleşti, yani en az 17 milyar lira aktarılması gerekiyordu. Eğer kurala tam uyulsaydı, 2007’den bu yana çiftçiye yaklaşık 44 milyar lira fazladan destekleme aktarılması gerekiyordu.
Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Başkanı Özden Güngör, Türkiye’de bir tarım politikasının bulunmadığını söylüyor. “Yoksa Türkiye’nin durumu böyle olmazdı.” diyen Güngör, son dönemde zeytinlikler üzerinde yaşanan gelişmeleri örnek olarak hatırlatıyor. Toplam zeytin ağacı varlığının hükümetin teşvikiyle 160 milyona çıktığını teslim eden Güngör, ancak son düzenlemelerle zeytinliklerin termik santrallere, HES’lere peşkeş çekildiğini, yol yapımı bahaneleriyle âdeta tarumar edildiğini aktarıyor.
Manisa’nın Soma ilçesinde bir zamanlar pamuk, incir gibi birçok ürünün yetiştirildiğini hatırlatan Güngör, şimdi ise tarımın bu ilçede artık esamisinin bile okunmadığını kaydediyor. En son kasım ayında, bir şirketin termik santral inşaatı için tahsis edilen bir arazideki 6 bin zeytin ağacının, mahkemenin yürütmeyi durdurma kararına rağmen bir gecede kesilmesi, tarım arazilerinin sanayiye kurban edilmesinin yakın zamandaki en canlı örneklerinden biri olarak hâlâ hafızalardaki tazeliğini koruyor.
Güngör, kendinden bir örnek de getiriyor. Adana’da sahip olduğu 200 dönümden büyük narenciye bahçesini artan maliyetlerden dolayı üretime devam edemediği için satmak zorunda kaldığını anlatan ZMO Başkanı, sonradan bu bahçeyi alan kişinin araziye bir lastik fabrikası kurduğunu söylüyor.
“Sanayiye karşı değiliz ama tarımı öldürüyorsunuz” diyerek isyanını ifade eden Güngör, Türkiye’nin artık tarımda kendine yeten ülke olmaktan çıktığını söylüyor. Son 12 yılda tarıma verilen toplam destekler 70 milyar lira iken tarım ve gıda ithalatına 320 milyar dolar harcandığını aktaran başkana göre, kaynaklarını böylesine savurganca israf eden başka bir ülke yok.
Her yıl 4,1 milyon hektarlık bir arazinin nadasa bırakıldığı TÜİK rakamlarında görülüyor ve bu kadar büyük bir arazinin boş durması bile başlı başına politikaların yetersizliğini ve üreticinin yeterli bilince sahip olmadığını gösteriyor.
ÜRETİMDE 2014 KARNESİ
Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) tarafından sunulan yıllık değerlendirme raporuna göre, geçen yıl toplam tarım üretimi, 2013’e kıyasla yüzde 12,7 azalarak 37,5 milyon tondan 32,7 milyon tona indi. Düşüş en çok, yüzde 20,3 ile arpada yaşandı. Buğdayda yüzde 13,8 ve çeltikte yüzde 7,8 daha az mahsul elde edildi. Dane mısırda yüzde 0,8 artış görüldü. Miktarlar buğdayda 19 milyon, arpada 6,3 milyon, çeltikte 830 bin ton ve dane mısırda 6 milyon ton olarak gerçekleşti.
Yağlı tohumlarda, 2013 yılında, 2 milyon ton olan toplam üretim, 2014’te yüzde 4,5 artışla 2,1 milyon tona yükseldi. Ayçiçeği üretimi yüzde 7,5 oranında artış kaydederek 1,64 milyon tona ulaştı. Sebze üretimi yüzde 0,4 artışla 28,5 milyon tondan 28,6 milyon tona çıktı.
Meyve üretiminde ise özellikle don kaynaklı kayıplar yüzünden yüzde 6,2 düşüş yaşandı ve toplam istihsal 18,2 milyon tondan 17,1 milyon tona geriledi. Elmada yüzde 20,7, şeftalide yüzde 4,6 ve kirazda yüzde 9,9 düşüşler gerçekleşti. Malatya’nın en büyük geçim kaynaklarından kayısıda yüzde 65,4’ü bulan kayıplar, bu ildeki çiftçiler için büyük sıkıntılara yol açtı.
Aynı şekilde, bir başka stratejik ürün olan fındıkta yüzde 25’lik bir düşüş görülürken, cevizde yüzde 14,8’lik bir üretim azalması yaşandı. Kuru baklagillerde üretim yüzde 9,7’lik azalmayla 1,15 milyon tondan 1,04 milyon tona indi. Nohutta yüzde 11,1 azalarak 450 bin tona gerileyen üretim, kırmızı mercimekte yüzde 17,7 gibi daha büyük bir düşüş kaydetti. Tütünde miktar yüzde 25 geriledi. Kütlü pamuk üretimi yüzde 4,4, şeker pancarı üretimiyse yüzde 2,3 artış kaydetti.
Bu saatten sonra başka ne iş yapayım?
Muğla’nın Fethiye ilçesinde seracılık yapan Muttalip Seçgin’e göre bu yıl domates tarımına en büyük darbeyi Rusya’nın ekonomik sıkıntıları vurmuş. Ukrayna’ya müdahalesinden sonra uluslararası alanda uygulanan ambargoların zora soktuğu Rusya’ya ticaretin aksamasından önce domatesin kilosu 3 liraya kadar ulaşmış. Ancak daralan talep, düşen ruble ve aksayan ödemeler ile üretici domatesi 1 liraya ancak satabilir hâle gelmiş. Muttalip Bey, masraflarını ancak kurtarabildiğini ve neredeyse hiç para kazanamadığını anlatıyor. Kazandığını da zamanında alamıyor. Ürünü tüccara teslim ettiğinde, bir ay sonra gelmesi söyleniyor ona. Bir ay sonra gittiğinde ise mayıs ayına çek yazılıyor. “Rusya’dan para gelince dağıtabiliriz.” diyor tüccarlar. “Rusya’daki sıkıntı en çok bizi vurdu.” diyen Seçgin, kendi çalıştığı, fideyi temin ettiği ziraatçının da 300 bin liranın üzerinde alacağını tahsil edemediğini söylüyor. Çiftçi, çocuğunun okulunu, düğününü gösterip ziraatçıya borcunu erteleme gayretinde. Gelecek yıl işlerin düzeleceği umudundalar ama bunun da garantisi yok. Kimisi arazisini icara vererek darboğazı aşma derdinde. Ama icara alanlar da çıkış yolu arıyormuş. Muttalip Seçgin’e ‘Tarımdan ayrılma düşünceniz var mı?’ diye sorduğumuzda, “56 yaşındayım. Bu vakitten sonra başka ne iş yapayım?” diyor.
Muğlalı çiftçi, komisyoncuların faturasız yüzde 12 komisyon kesmesinden, denetim eksikliklerinden de şikâyetçi. Ayrıca Seçgin, tarlada dört ay alın teri döken çiftçinin 70 kuruştan sattığı domatesin, aracılıktan başka dahli olmayan komisyoncu ve tüccar kârlarıyla 5 katı daha yüksek fiyattan tüketiciye ulaşmasını da büyük bir sorun olarak görüyor.
Fırtına, tarım alanlarından ziyade fiyatları vurdu
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na bağlı ekiplerin yaptığı tespite göre, Antalya’da geçtiğimiz günlerde meydana gelen don, fırtına ve şiddetli yağmur 4 bin dekar sera alanı ile 20 bin dönüm portakal bahçesini etkiledi. Fırtınadan en fazla zararı sera varlığının önemli kısmını barındıran Kumluca ve Demre ilçeleri gördü. Antalya Gıda Tarım ve Hayvancılık İl Müdürü Ahmet Dallı, net hasar tespiti için bir hafta, 10 gün daha beklenmesi gerektiğini söylüyor. Dallı, “Bunun için suyun çekilmesi, bitkinin aşırı suya nasıl tepki verdiğinin ortaya çıkması gerekiyor.” diyor.
Türkiye’deki 600 bin dekar örtü altı üretim alanının yüzde 40’ına karşılık gelen 240 bin dekarı Antalya’da bulunuyor. Bu seralarda parasal değeri 4 milyar liranın üzerinde 3 milyon tondan fazla ürün yetiştiriliyor. Antalya’nın örtü altı varlığı dikkate alındığında etkilenen alanın toplamın yüzde 2,5’ine tekabül ettiğine işaret eden Ahmet Dallı şöyle konuşuyor: “Etkilenen 4-5 bin dekar bir alanda yüzde 30-40 zarar olduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla bu rakamın bizim toplam üretimimiz içindeki yerini hesapladığınızda piyasayı değiştirecek bir durum olmadığını göreceksiniz.”
Ahmet Dallı, önce don, ardından şiddetli yağmura maruz kalan portakal bahçelerinde de ‘ciddi bir zarar’ söz konusu olmadığını, fırtınadan dolayı meyve dökülmesi yaşandığını, ancak bunun seviyesinin de yüzde 10’la sınırlı kaldığını sözlerine ekliyor. Bu arada tarım sigortası olan çiftçinin zararının tamamı buradan karşılanacak. Sigortası olmayanların ise kredi borcunun ertelemesi ve afet acil fonundan desteklenmeleri formülü üzerinde çalışılıyor.
Antalya Büyükşehir Belediyesi yetkililerinin verdiği bilgiye göre, Antalya Toptancı Hali’ne giren ürün miktarında bir azalma olmadı. Ancak Antalya, Kumluca ve Demre hallerinde fiyatlar yükselişe geçti. Ocak ayı başında Antalya Toptancı Hali’nde 1,80-2,10 TL arasında işlem gören sivri biberin fiyatı fırtınadan sonraki günlerde 3,30-3,50 TL’ye yükseldi. 2 Ocak’ta 1,30-1,60 TL arası olan domatesin fiyatı ise 20 kuruş artarak 1,60-1,80 TL’ye çıktı. Diğer iki ilçe halinde de benzer bir durum söz konusu. Antalya Toptancı Hal Yaş Sebze Meyve Komisyoncuları Derneği Başkanı Cüneyt Doğan, bazı ürünlerin fiyatının yüzde 70-80 oranında arttığını söylüyor. Doğan, fiyatların yükselmesine fırtınanın değil, ocak ayının ikinci haftası yaşanan don olayının neden olduğunu ifade ediyor. - Kenan Baş (Antalya)
..