40 ŞEHİT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
40 ŞEHİT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Şubat 2016 Cumartesi

17 ŞUBATTA NELER OLDU ? EŞREF BİTLİS VE ANKARA DA TSK LERİNE BOMBALI SALDIRI



17  ŞUBATTA  NELER OLDU ? EŞREF BİTLİS  VE ANKARA DA TSK LERİNE BOMBALI SALDIRI.,!


TEKERÜR  EDEN TARİH Mİ? HATALARIMIZ MI.? 17  ŞUBATTA  NELER OLDU ?




Eşref Bitlis Paşa’nın SON HAREKATI



EŞREF  BİTLİS PAŞAM

Yakın Türk tarihinin en büyük kara harekatı…

1992 Terörün zirve yaptığı yıllardı.

PKK terör örgütüne bu güç ve cüreti veren 1991 Körfez Savaşı ve Özal siyasetinin yanlışları olmuştu.

Her Gün Karakol saldırısı yaşanıyordu…

Önce Aktütün saldırısı yaşandı; 12 Eylül 1992’de, sayıları 500’ü aşkın silahlı bir grup sabaha karşı karakola saldırmış, çıkan çatışmada 22 asker şehit düştü.

Hemen peşinden Derecik Karakolu’na, bu kez Osman Öcalan’ın başında bulunduğu 1.000’e yakın teröristle baskın yapıldı; 33 asker şehit düştü. 

Terörist kaybı çok ağırdı ama Türkiye’nin düşürüldüğü durum daha ağırdı…

Devletin zirvesinde yapılan toplantılar bu saldırıların yaşanmasından sonra bir sonuç verdi; 3 Ekim 1992’de, yakın Türk tarihinin en büyük kara harekatı Irak’taki teröristlere karşı başlatıldı.

Aynı gün, ABD Deniz Kuvvetleri Ege’de tatbikat yapan Muavenet zırhlısını kaptan köşkünden vuruyor ama Irak harekatına engel olamıyordu; harekat devam ediyordu…

Eşref Bitlis Paşa’nın komuta ettiği harekatın planı şuydu; Barzani KDP ve Talabani KYB örgütleri Türk Silahlı Kuvvetleri’ne destek verecek ve PKK örgütü Irak’ta vurularak etkisiz hale getirilecekti. Buna karşılık, Barzani ve Talabani’nin silah, mühimmat, yiyecek ve para ihtiyaçları karşılanacaktı.

Harekat sonrası da düşünülmüştü; bölgede güvenliğin sağlamasından hemen sonra, hudut boylarında boşaltılmış olan köylere yerli halk geri dönecek, KDP ve KYB peşmergeleri karakol açarak güvenliği devam ettirecekti.

Harekatın amacı ise öncelikle Türkiye’nin PKK örgütünden zarar görmesi engellemek, uzun zamandır aranılan huzur ve güven ortamını tesis etmekti.

Sonrası artık siyasilere kalacak, böylesi güvenli bir ortamda Cumhuriyetin ilk yıllarında başlatılmış olan sosyal, kültürel ve ekonomik tedbirler Şemdinli’ye kadar ulaştırılarak Kürt sorunu çözülmüş olacaktı.

Harekât, Muavenet Zırhlımızın ABD tarafından vurulmasına ve tüm engellemelere rağmen, düşünüldüğü gibi ve planlandığı gibi 3 Ekim’de Eşref Bitlis Paşa’nın emir ve komutasında başladı… 

Harekatın istihbarat bölümünde görev alan Binbaşı Ersever, bakınız nasıl anlatıyor orada yaşanılanları;

“Evet, Zaho cephesi çöküyordu. Apo, o ceviz kadar beyniyle Lazkiye’den telsizle, telefonla; ‘Sonuna kadar direnin, o bölge Botan-Behdinan savaş hükümetinin merkezidir’,diyordu.

PKK cephe savaşına başlamıştı. Gerilla tarzında savaşamıyordu ve çember içerisine düşmüştü.

PKK imha oluyordu. Türk Komando Birlikleri ve Zırhlı Birlikler Zaho’ya girdiler. Öyle çok güçlü birlikler sokmaya gerek yoktu. Eğitimi normal Türk askeri, zırhlı birlik kuşatmasıyla birlikte, kadın ve çocukları çok kolayca öldüren PKK’lı canileri boğazlayıvermişti. Türkiye’nin Güneydoğu sınırının güneyi PKK’dan temizlenmişti.

Bu temizlik sonunda PKK’nın kaybı; 1500-2000 teslim olan, 900-1000 yaralı, 1500-2000 ölü, toplam 4000-4500 kişi olarak hesaplanmaktadır. Apo da bu rakamları kendi ağzıyla

teyit etmektedir. 300 tonu aşkın yiyecek, 650 bin çeşitli çapta fişek, 3600 civarında Kaleşnikov piyade tüfeği ele geçirilmiştir.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu harekâtta ki askeri başarısı inkar edilemez’.

Ama harekat beklediği sonuca ulaşamadı; Barzani ve Talabani PKK örgütü ile anlaşma yapmış, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin harekatından teröristleri kaçırmıştı.

Binbaşı Ersever, Talabani ile PKK örgütün yaptığı anlaşmayı belgesiyle açıklıyordu;

‘ Kısaca, Zaho cephesi sallantıda iken, 5 Ekim 1992 günü Hakurk cephesinde her şey sona ermişti. Yani harekattan üç gün sonra! Talabani’nin komutanları Kösrat ve Şerdil, ustalarından öğrendikleri tezgahtarlıkla işleri çabuk bitirmişler ve Osman Öcalan ile anlaşmayı yapıvermişlerdi; PKK-Kürdistanı Cephe anlaşması imzalanmıştı.’[1]

Talabani’nin 3.000 teröristi barındırdığı söyleniyordu…

Yıllar sonra bu Talabani konusu yeniden gündeme gelecek, bu teröristlerin akıbeti araştırılmaya başlanacak; 18 Aralık 2008’de, Irak’lı gazeteci Rebwar Kerim bu konuyla ilgili şok bir iddiada bulunacak ve Bugün gazetesi bu iddiayı kamuoyuna şöyle duyuracaktı;

‘TSK, 1992’de Talabani ve Barzani güçleri ile ortak yaptığı operasyonda teslim olan 3 bin PKK’lıyı serbest bıraktı. Kuzey Irak’ın en çok satan gazetesi Hawler’in Genel Yayın Yönetmeni Rebwar Kerim’in, Burç FM’de katıldığı bir programda yaptığı açıklamalar gündemi sarsacak nitelikte.’ 

Kerim,1992’de Talabani ve Barzani’ye bağlı KDP ve KYB’nin Türk Silahlı Kuvvetleri ile birlikte PKK’ya karşı savaştığını ve bu savaşta PKK’dan 3.000 kişinin teslim olduğunu iddia ediyor, Türkiye’nin bu esirlerin silah numaralarını alıp PKK’lıları serbest bıraktığını açıklıyordu.

Teröristlerin götürüldüğü yer; Türkiye’ye 450 km. uzaklıktaki İran sınırında Zale Kampı’ydı…

Rebwar Kerim’in ortaya attığı 1992’de teslim olan PKK’lıları Türkiye’nin almadığı iddiası, dönemin Diyarbakır Jandarma Asayiş Komutanı Korgeneral Hasan Kundakçı tarafından da doğrulanmıştı.

Kundakçı Bugün’e gazetesine yaptığı açıklamada; ‘PKK’lıların Barzani ve Talabani’ye teslim olması komutanlarımca uygun görüldü. Bazıları hemen serbest bırakıldı. Diğerleri Zeli’de toplandı. Kampı havadan vurduk. Bir kısmı öldü, bir kısmı kaçtı’ diyerek olayı geçiştiriyordu.

 Dönemin Genelkurmay Başkanı olan Doğan Güre, 2007’de, gazeteci Fikret Bila’ya verdiği mülakatta, yapılan ortak operasyonu doğrularken, Talabani’nin 1.000 veya 2.000 teröristi alıp İran yakınındaki Zeli’ye götürdüğünü söylemişti. 

Genelkurmay Başkanlığı İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Metin Gürak ise bu iddiaları yalanlamıyor, aksine ‘Geçmişte yaşanan bir olayla ilgili spekülatif bazı şeyler basında yer alıyor. Bunlarla ilgili şu anda söyleyecek bir şey yok’ diyerek konuyu sonuçsuz bırakıyordu’[2].


Bunun Anlamı Neydi?


Belki de Genelkurmay böylesi yüksek sayıdaki teröristin etkisiz hale getirilmesinin ‘katliam’ gibi nitelendirilmesinden çekinmiş ve Talabani himayesinde kontrol altına alınabileceğini düşünerek ona teslim etmiş olabilirdi…

Haber doğruysa eğer, ele geçen onca terörist için başka bir yol olamaz mıydı?

Örgütün yönetici kadrosunu saf dışı bırakıldıktan sonra, bu teröristleri Talabani’ye teslim etmek yerine Türkiye’ye getirilip, yüksek güvenlikli bir yerde toplanarak ‘terörün artık bitirildiği’ açıklanmaz mıydı?

Böylesi bir davranış örgütün artık çöktüğünü kamuoyuna göstermez miydi?

Bu teröristlerin son hali üzerinden bir açılım yapılmaz mıydı; dağa çıkışların önlenmesi, bugün hala konuşulan sosyal, kültürel ve ekonomik tedbirlerin hayata geçirilmesi, çağdığı feodal yapının yerine sosyal hukuk nizamının tesis edilmesi gibi…

Peki, Talabani’ye bunlar teslim edildi de ne oldu; terör bitmedi, Barzani ve Talabani kırmızı pasaport aldı, Kuzey Irak’ta Özerk Kürdistan kuruldu, bu teröristlerden Barzani özel birlik kurdu ve hala Türkiye’ye karşı eylem yapıyorlar…

Doğruysa eğer bu haber, Genelkurmay kararının hiç de isabetli olamadığı açık!

92 Ekim harekatının gerçek sonuçları Öcalan davası tutanaklarında da yer aldı. 

Dava ile ilgili tüm bilgi ve belgelere sahip Cumhuriyet Başsavcılığı, Ekim 92 harekatını şu sözlerle değerlendiriyordu; 

‘1992 yılının başından itibaren PKK’nın yurtiçindeki elemanlarına önemli ölçüde darbeler vurulmuşsa da K.Irak’taki üslerinden devamlı takviye alan örgüt, bu darbeleri telafi etme yoluna gitmiştir. Bunun üzerine Ekim 1992 tarihinde örgütün K. Irak’ta bulunan kamplarına önemli bir operasyon gerçekleştirilmiştir. Bu harekât ile örgüte büyük kayıplar verdirilmiş ve böylece PKK’nın kurtarılmış bölgeler oluşturma teşebbüsü neticesiz bırakılmıştır’. 

Barzani ve Talabani’nin PKK ile işbirliği yapması yüzünden kesin sonuca ulaşamayan bu büyük harekat kışın bastırmasıyla bahara ertelendi; Eşref Bitlis Paşa son bir harekat daha yapacak ve istenen sonuca ulaşacaktı ama…


Orgeneral Eşref Bitlis, ölümünden 7 ay önce dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal'a yazdığı mektupta PKK ile işbirliği içerisindeki bazı isimleri veriyor ve Kürt sorununa çözüm önerileri sunuyor.

Ankara Cumhuriyet Savcılığı'nın ölümüyle ilgili tekrar soruşturma başlattığı Jandarma Eski Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis'in ölümünden 7 ay önce dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal'a yazdığı son mektup ortaya çıktı.

Sabah gazetesinin haberine göre, Bitlis'in "Sayın Cumhurbaşkanım, Zatı Aliniz bu olaya müdahil olmalı, aksi takdirde bölgede sonu alınamayacak ciddi risk ve tehditlerle karşı karşıya kalabiliriz" dediği üç sayfalık mektupta Kürt sorununa ilişkin önemli uyarılar yapılıyor ve çözüm önerileri sunuluyor.

Bitlis, mektubun ilk bölümünde ABD tarafından bölgede konuşlu Çekiç Güç'teki bazı komutanların terör örgütü PKK'ya yardım ettiğini ayrıntıları ile açıklıyor. Bu iddiayı güçlendiren görüntü ve telsiz konuşmaları aktarılıyor. ABD'li bazı komutanlarla, PKK lider kadrosunun yaptığı üç toplantıya ilişkin ayrıntılar veriliyor.

Eşref Bitlis, mektubunda ikinci olarak devlet içindeki bazı unsurların terörden rant sağladığını vurguluyor ve isimler veriyor. Güneydoğu'daki bazı işadamlarının güvenlik güçlerinin de desteğini alarak bölgede terör örgütü PKK adına kaçakçılık yaptığını belirtiyor. Mektubun ikinci bölümünde ise Kürt Sorunu Çözüm önerilerini içeren bir rapordan bahsediliyor. "Kod Adı: Kale" olarak tanımlanan planda öncelikli olarak terör belasının defedilmesi gerektiği belirtiliyor. İkinci aşamada ise Kürt halkına yönelik ılımlı adımların atılması için devlet politikası oluşturulması gerektiği vurgulanıyor ve "Bölge halkının kazanılması zaruridir. Halk yanlış yönetim ile terör örgütü arasında sıkışmış durumdadır. Bunu suiistimal eden unsurların bertaraf edilmesinin zorunluluğu ortadadır" tespitinde bulunuluyor.

MGK GÜNDEMİ OLDU 

Kürt sorunu çözüm planını ciddi şekilde değerlendiren Turgut Özal, kendisine gelen mektuptan sonra Org. Bitlis ile iki görüşme gerçekleştiriyor. Bitlis Paşa'dan planın nasıl uygulanması gerektiğine ilişkin ayrıntılı yeni bir çalışma yapmasını istiyor ve bu konuda bazı sivil isimlerden yardım alabileceğini belirtiyor. Turgut Özal, Bitlis'le yaptığı ilk görüşmeden sonra konuyu devletin zirvesinde tartışmaya açıyor. Planın içeriğini önce dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ve Genelkurmay Başkanı Org. Doğan Güreş ile değerlendiriyor. Konunun ayrıntıları daha sonra MGK toplantılarında ele alınıyor. Özal, Bitlis'in de tavsiyesine uyarak MGK'nın Ağustos 1992 tarihli toplantısını Diyarbakır'da olağanüstü topladı. 27 Ağustos tarihinde gerçekleştirilen toplantı sonrasında 6 maddelik bir bildiri yayınlandı. Adeta "Kod Adı: Kale" planının izlerini taşıyan bildiride "terörle mücadelenin yasalar çerçevesinde yürütüleceği" ve "Bölge halkının yaşam seviyesinin yükseltilmesi için" çalışmalar yapılacağı vurgulandı. Eylül, Ekim, Kasım, Aralık 1992 tarihli MGK toplantılarda da terör konusu ayrıntılı bir şekilde işlendi ve aynı şekilde bildirilere yansıtıldı. 

EŞREF BİTLİS KİMDİR?

1933'te Malatya'da dünyaya geldi. Kara Harp Okulu'ndan 1952'de teğmen rütbesiyle mezun oldu. 1966'da Kara Harp Akademisi'ni tamamladı. Dil eğitimini Almanya'da yapıp 1969'da Silahlı Kuvvetler Akademisi'nden mezun oldu. 1973'te Alman Harp Akademisi'ni bitirdi. Bir yıl Kara Harp Akademisi'nde başöğretmen olarak görev yaptı. 1978'de tuğgeneral oldu ve Bolu Komando Tugay Komutanlığı'na getirildi. 1982'de tümgeneral ve Kıbrıs 28. Tümen Komutanı oldu. 1986'da korgeneral rütbesi aldı. 1988'de Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanı oldu. 1990'da orgeneral rütbesi aldı ve 20 Ağustos 1990'da Jandarma Genel Komutanlığı'na atandı. 17 Şubat 1993'te uçağının düşmesi sonucu Ankara'da öldü. 

RAHATSIZ OLDULAR

Org. Bitlis'in Kürt sorununa ilişkin çözüm planı devlet içinde bazı kesimlerde rahatsızlığa neden oldu. TSK içinde de bazı komutanlar Org. Bitlis'e yönelik sert eleştiriler dile getiriyor, rahatsızlığın bir başka boyutunu ise Org. Bitlis'in planın uygulanması konusunda doğrudan Cumhurbaşkanı Özal ile temasa geçmesi oluşturuyordu. Bitlis'in bu çalışmaları bazı dış güçler tarafından da yakın takibe alındı. Bitlis'i Erbil'e götüren helikopter taciz ateşi ile karşılaştı. Özal ile ikinci görüşmesini Aralık 1992'de yapan Bitlis, bütün ağırlığını bundan sonra Kürt sorunu üzerine verdi. Kendine yakın kurmay kadrodan bir ekip oluşturdu. Bu isimlerle planın ayrıntıları üzerine yeni bir çalışma başlattı. Ancak bu sırada uçak kazası oldu. Yapılan açıklamalarda uçağın buzlanmadan düştüğü belirtildi, ancak kaza sonuç raporu kimseyi tatmin etmedi.


***

-"Pilotlar Son Derece Tedbirliydiler"

Düşen uçağın bulunduğu birliğin komutanlığını yapan Kıdemli Pilot Albay Bedri Deliorman, 26 Aralık 1991 günü, uçağı ABD'den getiren ekibin başındaydı. Ölen iki pilotla da uçmuştu. Albay Deliorman, 14 Mart 1997 günü 13. Asliye Mahkemesi'nde verdiği ifadede şunları söylüyor:

"Son derece tedbirli bir pilot olan Yaşar Erian, başlangıçta derhal buz çözücü sistemi devreye sokardı... Uçak tamamen parçalanmış olduğu için buz çözücü sistemin açık olup olmadığını tespit edemedim. Ama büyük ihtimalle ölen pilot, uçağı havalandırmadan önce buz çözücü sistemi çalıştırmıştır... Buz çözücü sisteminde arıza olması çok nadir görülen bir olaydır."

Albay Deliorman, uçağı Amerika'dan dört günde getirdiklerini, İzlanda'da yakıt ikmali yaptıklarını, hava koşullarının son derece kötü ve şiddetli kar tipisi olduğunu anlatırken, uçakta herhangi bir arıza ya da anormalliğin söz konusu olmadığına dikkat çekiyor.

Raporu imzalayanlardan Pilot Kıdemli Yüzbaşı Tayfun Eren ise mahkeme ifadesinde, emirle dikte ettirileni değil de gerçeği söylüyor:

"Uçağı kullanan pilot son derece tecrübeli olup uzun süre de uçuş öğretmenliği yapmıştır. Bu nedenle buz çözücü sistemi çalıştırmayı unutmuş olması bence mümkün değildir. Son derece tedbirli davrandığını ve bulutlar içine girerken buzlanma olabileceği ihtimalini göz önüne alarak daha önceden buz çözücü sistemi çalıştırdığını birlikte uçuş yaptığı diğer arkadaşlardan duymuştum."

-Savcılığının Soruşturması Eksik ve Usulsüz

Uçağın düşmesinin ardından Yenimahalle Cumhuriyet Savcılığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığı olaya el koydu. Sivil savcılık, uçağın askeri uçak olması ve şehit olanların asker kimliği nedeniyle, soruşturmanın tamamını askeri savcılığa devretti. Kara Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığı, 17 Şubat'tan itibaren olayı soruşturdu, ifadeler aldı. 

Askeri Savcılık, hazırlık soruşturmasını 5 Mayıs 1993 günü sonuçlandırdı. Savcı Hakim Albay Yüksel Ferah, uçağın buzlanma nedeniyle düştüğü kanaatine vardı ve "Koğuşturmaya Yer Olmadığı Kararı" verdi.

Eklerde yer alan KKK Askeri Savcılığı'nın Kovuşturmaya Yer Olmadığı Kararı'nda, "kesin kanaat" ihtimallere dayandırılıyor:

"Genel olarak uçak kazalarında düşme nedenlerinin tam ve kesin olarak açıklığa kavuşturulması son derece güçtür. Olayımızda pilotaj faktörü dışında, saptanan buzlanma faktörünün giderilmesi ile pilot davranışları kuşkusuz birtakım ihtimallere dayalı olarak açıklanabilmektedir. Nitekim pilotun motorlarda 'anormallik' olduğunu bildirmesi buzlanma ihtimalini düşündürmüştür."

Savcılığın, soruşturmayı derinleştirmeden, dosyayı sağlıklı olarak tamamlamadan "Kovuşturmaya Yer Olmadığı Kararı" vererek kapatma yoluna gittiğini söylemek için uzman ya da hukukçu olmaya gerek yok. Hazırlık soruşturması evrakını inceleyen herkes, rahatlıkla bu kanaate varacaktır. 

Buzlanma açıklaması için meteoroloji raporlarının çarpıtıldığı, gün gibi ortadadır. Her iki meteoroloji raporu da Hazırlık evrakı içindedir. Kaldı ki normal olan, Askeri Savcılığın bu raporlar konusunda, bir meteoroloji uzmanından değerlendirme almasıdır. Bu yapılmamıştır.

Askeri Savcılık, emir komuta zinciri içindeki ve CMUK'ta tanımlanan bilirkişi özelliğini taşımayan subayların ihtimallere ve çarpıtmalara dayanan raporunu bilirkişi incelemesi kabul etmiştir. Hukuki olan, usulüne göre hazırlanmış bir bilirkişi kurulu atayıp, onların incelemesine göre davranmaktır.

Ayrıca, daha önemsiz olaylarda bile, bu tip kazalar konusunda deneyimli Türk ve yabancı uzman üniversitelere bilirkişi olarak başvurulmaktadır.

Savcılık, o günkü değeriyle 29 milyar lira olan uçağın neden sigortasız olduğunu da araştırmamış. Satış şartnamesinde -40 derecede uçacağı belirtilen uçağın, -4 derecede düşmesi karşısında, uçak şirketi hakkında da dava açma yoluna gitmemiş. Savcılık, uçağın düşmesinden yaklaşık üç ay sonra dosyayı tamamlayıp, kovuşturmaya yer olmadığı kararını alıyor. Bu dönemde yapması gereken araştırma ve soruşturmaları yapmıyor. Yönergelere göre yapılması gereken Kara Kuvvetleri Kaza Kırım ve Uçuş Emniyet Kurulu'nun Müşterek Kanaat Raporu'nu bekliyor. Kurulun raporunun tarihi, 29 Nisan 1993. Bir hafta sonra da Savcılık, kararını yazıyor. 

-Sabotaj Araştırmasındaki Ciddiyet!

Askeri Savcılık, "Olaydan hemen sonra başlanan soruşturmayla, öncelikle her türlü sabotaj ihtimali araştırılmıştır" diyor. Araştırmayı nasıl yaptığı da kararda şöyle açıklanıyor:

"Uçağın olay sabahından geriye, son 24 saatlik diliminde muhafaza edildiği hangarın durumu, kapı anahtarlarının saklandığı özel cam dolap yerinde incelenerek fotoğraf tesbitleri yapılmış, uçağın kapı anahtarlarının ele geçirilmesi halinde bile, kapı kolu altında mevcut özel basma butonuna aynı anda basılması gerektiğini bilmeyen bir kimse tarafından uçağı girilemeyeceği tatbiki olarak görülmüştür."

Uçağa sabotaj yapılmadığının kanıtı, işte böyle belirtiliyor. 

"Kapıyı açma düğmesinin yerini bulmak zor, öyleyse sabotaj olamaz!"

Askeri Savcı Hakim Yarbay Yüksel Ferah, sabotaj olasılığının araştırılıp araştırılmadığını soran 2. Pilot'un ablası Saime Sezginler'e, "Cam dolaba bizzat ben baktım. Anahtarı almak mümkün değildi. Ayrıca anahtar olsa bile ben uçağı açamadım. Çünkü kapı kolunun altındaki düğmeyi bilmiyordum. Bu araştırmam sonucunda sabotaj olmadığına inandım" dedi.

Ya sabotajı yapanlar uçak konusunda uzmansa? 

Savcılığın bu olasılığa yanıtı yok. Ayrıca motorlar uçağın içinde değil ve kapı anahtarı ile bir ilgisi yok!

-Emekli Hava Tümgeneral Öner: ''Genelkurmay İhmali Neden Soruşturmadı?''

Genelkurmay Genel Sekreteri HURŞİT TOŞON, 12 Kasım 1992'de "uçağın düşüşüne insan faktörü ve meteorolojik şartların neden olduğu" açıklamasını yaptı. Emekli Hava Tümgeneral Aslan Öner, Genelkurmay'ın açıklamasını ikna edici bulmadığını söyledi ve can alıcı bir noktanın üzerinde durdu. Eğer uçak sabotaj sonucu düşmediyse, ihmal söz konusuydu. 
Genelkurmay neden ihmali soruşturmamıştı?..

-Tümgeneral Aslan Öner, 13 Kasım 1993 tarihli Aydınlık'ta şöyle diyor:

"İnsan faktörü ve meteorolojik koşullardan dolayı düşüşü kanıtlayan herhangi bir veri bulunmuyor. Çünkü, her iki konu da usulüne uygun olarak soruşturulmamış. O derecede de buzlanma olur, bunu belirleyen hava basıncı ve nem oranının yüksekliğidir. O günkü meteorolojik veriler incelendiğinde şok buzlanmaya neden olacak bir koşul bulunmadığı anlaşılıyor. Eğer, kayıtlara geçmeyen kötü hava koşulları var idiyse, Meydan Harekat Subaylığı Meteoroloji Kısmı sorumlusunun 'uçuş koşulları yoktur' diye rapor vermesi gerekir. Bunu vermemişse meteoroloji sorumlusu hakkında soruşturma açılması gerekirdi. Aynı şekilde, uçuş izni veren Ulaştırma Grup Komutanı ve onun komutanları olarak, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Havacılık Okulu Komutanı Tuğgeneral Armağan Kuloğlu, Havacılık Okulu Komutanlığı Erkan Başkanı Pilot Albay Erdal Özden hakkında soruşturma açılmamış.
Bir erin kazayla ölümü konusunda dahi, kural olarak bütün sorumlular hakkında soruşturma açılır. Oysa bir orgeneral gizli ve çok önemli bir göreve giderken, insan faktörü ve meteorolojik koşullar gibi düzeltilmesi elde olan faktörler neden oldu deniyorsa, en azından sorumluların ihmali vardır."

-"Hava Tümgeneral Aslan Öner Soruyor: Genelkurmay, İhmali Neden Soruşturmadı?"

Kayıp ve Tahrip Edilen Parçalar Soruşturulmadı. Üstelik Savcılığın elinde sabotaj olasılığını ciddiye almasını gerektirecek bir rapor vardır.Hazırlık evrakı içinde bulunan, Amerikalı uzmanlarla, Kara Havacılık Okulu Kurmay Başkanı Albay Özden'in uçak enkazı üzerinde iki gün inceleme yaptıktan sonra yazdıkları raporda, motorların çok önemli bazı parçalarının "kayıp olduğu" ve bazılarınınsa "tahrip edildiği" belirtilmektedir. Bu raporun tarihi 24 Şubat 1993'tür. Kazadan bir hafta sonra!

Uçağın motorlarını üreten Pratt and Whitney şirketinin iddiası, bir düşme anında motorlarının dış çeperinin kesinlikle parçalanmayacağıdır. Bu açıdan, çok pahalı olmasına karşın, önemli kişileri taşıyan uçaklarda bu tür motorlar tercih edilmektedir. Oysa buzlanma sonucu düştüğü belirtilen uçağın her iki motorunun da çok önemli parçalan kayıptır veya tahrip edilmiştir.

Normal olan nedir? Tahrip edilen ve kaybolan parçaların sabotaj açısından ne ifade ettiğini, uçağın düşmesine neden olabilecek nitelikte olup olmadıklarını, uzman ve tarafsız bilirkişilere sormaktır. Oysa Askeri Savcılık, sabotaj ihtimalini açıklığa kavuşturacak bu noktayı görmezden gelmiştir. Sormamıştır. Kaybolan parçaların bulunmasını istememiştir. Kaybolma nedenlerini araştırmamıştır.

-Nöbetçinin İfadesindeki Şüpheli Şahıs Araştırılmadı

Kovuşturmaya Yer Olmadığı Kararı'nı veren KKK Askeri SavcısıYüksel Ferah'ın, uçağın düşmesinden bir gün sonra aldığı ifadelerden birisi çok dikkat çekici. 16 Şubat günü uçağın bulunduğu hangarın nöbetçilerinden Ordonat Er Tahir Metin, ifadesinde, saat 19'30'da,
astsubay olduğunu tahmin ettiği bir kişinin hangardan havacılık okuluna doğru gittiğini gördüğünü ve bunu çok garip bulduğunu belirtiyor. Soruşturma evrakında Askeri Savcılığın, bu "garip" olayı araştırdığına ilişkin bir bulgu yok.

Kovuşturmaya Yer Olmadığı Kararı'nda da Genelkurmay'ın gölgesini izliyoruz. Askeri Savcılığın, yasanın tanımladığı koşullara uyan bilirkişi incelemesine başvurmadan, Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın önüne koyduğu bilgi ve belgeleri tartışmasız kabul ettiği anlaşılıyor.

Bir kuvvet komutanı orgeneral ile 4 subayın yaşamını yitirdiği bir olayın bu şekilde soruşturulmasının, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin geleneklerine aykırı olduğu biliniyor.

-Uçağın Düşmesinin Nedeni Motora Yapılan Sabotaj

Genelkurmay Başkanlığı'nın, yasaları ve askeri yönergeleri çiğnemesinin, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin geleneklerine aykırı davranmasının bir nedeni olmalı. Bir soruşturmada bu kadar çok hata olmaz. Hele bir kuvvet komutanın şehit edilmesine neden olan bir uçağın düşmesiyle ilgili bir soruşturmada, bu kadar usulsüzlük ve baştan savmacılık olmaz. Olgular bütün kanıtlarıyla şunları ortaya koyuyor:

• Uçak, motorlardaki buzlanma sonucu düşmemiştir,
• Pilotlar kusurlu değildir,
• Motorlarda ve uçakta yapım hatası yoktur.

Bir tek neden var: Orgeneral Eşref Bitlis'in uçağı sabotaj sonucu düşürülmüştür. Sabotaj motora yapılmıştır. 

Adnan Akfırat/ Eşref Bitlis Suikasti

http://t2174a.blogcu.com/esref-bitlis-cinayeti-nden-parmak-izleri/13456504

TÜRK MİLLETİ  BAŞIN SAĞOLSUN  BİR YİĞİT  SUBAYIMIZI  KAYBETTİK..,

17 Şubat 1993, Ankara..