21 Şubat 2021 Pazar

FETULLAH GÜLEN DOSYASI BÖLÜM 4

FETULLAH GÜLEN DOSYASI BÖLÜM 4






                Mooncular "Kitlelerin yoğun ilgisini çeken Futbola da el atmıştı. Seul'de, her girişimin adında yer aldığı gibi, amaç "barış" olarak açıklamıştı. 
10 Temmuz 2003 futbol turnuvasına Fransa'dan Olympique Lyonnais, Güney Afrika'dan Kaizer Chiefs, Almanya'dan TSV 1860 München, ABD'den Los Angeles 
Galaxy, Hollanda'dan PSV Eindhoven, Uruguay'dan Club Nacional de Football ve Güney Ko­re'den de Seongnam Ilhwa takımları katılmıştı. 
Türkiye'den de Beşik­taş Spor Kulübü Futbol Takımı turnuvada yerini almıştı. Birinciye 2 milyon dolar ve ikinciye de 500.000 dolar ödül aktarıldı. 
Bu haber Türkiye'deki bazı gazetelerde kısaca yer aldı. Ama "Moon tarikatı­nın düzenlediği turnuva" sözleri ve Moon örgütlenmesiyle ilgili kısa bilgiler aktarıldı. Bu durumda Din-Kilise-Futbol ilişkisi üzerine akla gelebilecek sorulara yanıt da Zaman gazetesinde çıkmıştı. Fatih Üniversitesi öğretim üyelerinden Yrd. Doç. Ali Murat Yel, kutsallık ile futbol ve din arasındaki ilişkinin teorik temellerini ortaya koyan ilmi(!) bir yazı yayınlamıştı.  
Öğretim üyesinin yazısındaki satırlar yeterince aydınlatıcı ve tarikat-futbol ilişkisini eleştirenlere de ilginç bir yanıttı: İşte Fetullahçı yazarın saptama ve sapıtmaları:
"(..) Futbol da, birçok özelliğinden dolayı “yeni bir dini hareket” olarak görülebilir. "Para-religious-Din gibi" olarak da adlandı­rılan bu hareketlerde dini herhangi bir unsur olmamasına rağ­men pek çok hususta dine benzer özelliklere rastlanılmaktadır.”[16]

İşte Fetullahçıların din anlayışı ve İslam’ı yozlaştırma çabaları!?
1990'lı yıllarda Moon Hazretleri'nin PWPA örgütünün Türkiye etkinlikleri iyice yaygınlaşıyordu. Medeniyetler arası Diyalog, Bediüzzaman Said-i Nursi Konferansları adı altında yapılan toplantılara Amerika'dan gelip konuk olanlar çoğalıyordu. Bu adamlarla ilgili övgülere Aksiyon dergisinde, Zaman gazetesinde bolca rastlanıyordu.
AKP'li ve Fetullah Gülen'ci Belediye Başkanları eliyle, tarihi camiler yıkılarak, kiliseler açılmaya başlanmıştı:
755 yıllık camiyi yıkıp Moon-Presbiteryen müritlerini karşılamaktan utanılmamıştır. Özellikle 2000-2002 yılları arasında dünya mirası, dinlerarası diyalog, 
din inanç turizmi denilerek bizzat hükümet tarafından uygulanan projeyle cemaatsiz kiliseler kurulurken, antik kiliseler de yenilenmiştir. 
Aynı dönem içinde sayısız tarihi cami ise ya yıkıma ter­kedilmiş ya da bilerek ve istenerek yıkılmıştır. Bunun son örneği Türklerin 1211 yılında kurdukları 
Denizli kentinde yaşanmıştır."Denizli'de Türklerin ilk yerleşimde kurdukları ve sayısız deprem­den sonra onarıp açık tuttukları, 755 yıllık Ulu Cami 
ve tarihsel Selçuklu minaresi birbirini izleyen 2 gecede belediye" ekiplerince yıkıldı. Bu yıkımın ardından yedi gün geçmeden yörede devlet eliyle yenilenen 
11 kiliseden biri olan ve yüzlerce yıldır kullanılmayan antik Pamukkale Kilisesi'nin yıkıntıları arasında ayin düzenlenmiştir. Ayini düzenleyen birinci grup 
Amerikan Presbiterian kilisesi mensupla­rıdır. Bu grubun başında Amerikalı papaz Bruce McDovvell ve Pa­paz İlhan Kekinöz bulunmuştur, ikinci 25 kişilik 
grup ise Unification Church bağlılarıdır.[17]

"Ayinciler devlet yöneticilerinden vali yardımcısı Musa Uçar'ı zi­yaret etmişler ve ondan hediyeler almışlardır. "Bizans dönemi kalıntılarıyla Amerikalı papazın ya da Korelilerin ne tür bir dinsel ilişkisi olabilir? Onlar kendi inançlarına uygun ayin yapacak bir yer bulamamışlar mıdır?" gibi ilginç soruların yanıtını verecek bir laik rejime sahip çıkacak bir görevli herhalde vardır.Koreli misyonerler de deprem yıkımından yararlanarak sözde yardım diye yerleştikten sonra, dışı ev, içi kilise inanç merkezleri kurmayı başardılar. Örneğin Yalova yakınlarında, deniz kıyısında ev-kilise kuran misyonerler, üşenmeyip deprem bölgesini gezip topladıkları çocukları kiliselere ziyarete götürerek beyinlerini yıkamaktadır.
Uluslararası örgütlenmeyi gerçekleştiren Moon Mason Tarikatı Amerika'nın desteği ile “dünya egemenliği ardında koşan devletlerin örtülü operasyon ilkelerini çağrıştıran” önemli bir açıklama yayınlamıştı:
"Zamanı geldiğinde, dünyayı yönetmek için otomatik (olarak işleyen) bir teokratik düzene sahip olmalıyız. Siyaseti dinden ayıramayız. Hülyamda, bir evrensel siyasi parti var; bu parti tüm ülkeleri de içine almalıdır. Bir kolumuzla dini dünyayı, öteki kolumuzla da siyasi dünyayı kucaklayabiliriz.” Evet, bu sözler Siyonist sermayenin küresel hâkimiyet hedefini yansıtıyordu.Bunları söyleyen kişinin liderliğini yaptığı cemaat, yüzlerce şirke­te, vakıflara, okullara, üniversiteye, yayın evlerine, gazetelere, Dini-İlmi örgütlere, hoşgörü kuruluşlarına, vb. sahipti ve gençliğe büyük önem veriyordu. Onları örgütlüyor beyinlerindeki tüm inançları silip kendi safsatalarını yerleştiriyor ve yalnız cemaat içinde ve lideri için kapalı devre yaşamayı öğretiyordu. Politikacı­lar, yazarlar, sanatçılar, bilim adamları, cemaatin çevresinde toplanıyordu. Dünyanın birçok ülkesindekuruluşları olan bu cemaatin, kaynağı merak edilen parasının büyüklüğü hesap edilemiyordu. Söz konusu cemaatin lideri Amerika'da bulunuyordu. Cemaatin li­derine "hazret-üstad" deniyor, ama o bir "Hoca Efendi" değildi. O Reverand (Hazret) Sung Myung (Moon) ve cemaatinin adı ise; Dünya Hıristiyanlığını Birleştirmek İçin Kutsal Ruh Cemiyeti, kısaca Unification Church (UC, Birleştirme Kilisesi) oluyordu.Moon'un, Kore istihbarat servisi K-CIA ile başladığı ve Amerika'daki Siyonist Yahudi stratejistlerin desteği ile parlayıp şöhret kazandığı bu şeytan tarikatında, Japonya'nın ilginç iş adamları, ABD politikacıları, ABD başkanları, Yahudiler Güney Amerikalılar, Katolikler, Protestanlar, Müslümanlar bulunuyordu. Moon'a göre dünyadaki kötülüklerin kökeninde "Adem"baba ile "Havva" ananın işledikleri günah yatıyordu. Bu yasak ilişkiden doğan çocuğun kanı da işte bu yüzden kirleniyordu. O nedenle insanlığın kurtuluşu ancak ve ancak, kanının temizlen­mesine bağlı bulunuyordu. Temizleyici kan ise; dönemin gerçek anababası yani Moon ve Moon'un karısının damarlarında akıyordu. Artık asıl olan Adem ile Havva değil, kendilerini "true-parents" yani "gerçek ana-baba" olarak ilan eden Moon ve eşi sayılıyordu.Yeni ve temiz ana-babaların yetiştirilmesi, kurtuluşun en temel koşuluydu. Temiz ana-babalar ise ancak kutsal nikâh törenlerle birleşebiliyordu. "True-Parents days (günlerinde) Sung Myung Moon 'Hazretleri' binlerce yeni çifti kutsuyor ya da evli olanları yeniden nikâhlayarak toplu düğün düzenliyordu. Nikâhları kutsanan çiftler, Moon'un kanını temsilen birer kadeh şarap içiyordu. Böylece Adem ve Havva'nın şeytanla işbirliği yaparak kirlettikleri insan kanı da temizlenmiş oluyordu.
Moon'un gençlik örgütünün eski yöneticisinin gönderdiği mektuptaki şu bilgi bu işlerin, yalnızca kilise çevresini geliş­tirmek üzere, siyasal-bilimsel toplantılar düzenlenmesini aştığını gösteriyordu. Mektuptan okuyalım:
"... Dünkü New York Post (16 Aralık 1999) Moon'un 13 Şubat kitlesel düğün törenlerine (giriş) ücretinin 100 dolar olduğunu yazıyordu ama haberde bir eksilik vardı. Gerçekte evlenen çiftlerin binlerle ifade edilen dolarlar ödeme zorunluluğundan söz edilmiyordu."
Moon'un Mesihliğinin nedeni ise şöyle belirtiliyordu: Moon'a göre Hz. İsa politik becerisi bulunmadığından, Hıristiyanlığı ve insanlığı kurtarmayı başaramıyordu. Bu nedenle Moon kendini Mesih olarak ilan ediyordu. Sorgusuz bağlanılacak her şeyh-dede-şef örgütünde olduğu gibi, eleman devşirilme işi, hem Moonculukta, hem Fetullaçılıkta beyin yıkama esasına dayanıyordu.
İnsanlığı kurtaracak bir 'Mesih' olarak, ortaya çıkan Moon'a kimse sahte peygamber diyemiyordu. Bu örgütle Fetullah Gülen'in yapılanma modeli oldukça benzeşiyordu. Her ne kadar iki örgütün yükselmeye başlamaları Amerika'nın başlattığı, 1950'lerin komünizmle mücade­le örgütlenmesine dayanıyorsa da, Moon Hazretleri, Amerika'ya uzaktan yaslanacağına, kendisini ABD'ye atmış ve kırk yıldan bu yana işin ana müteahhitliğine soyunmuş bulunuyordu. Fetullah Gülen ise: kırk yılın ardından farkına varmış ki; "Güç neredeyse orada olunmalıdır" der gibi, o da Amerika'ya taşınıyordu. ABD federal devlet yönetimiyle içli dışlı olmayı başaran Moon, her geçen yılın ardından kutsallığının en üst noktasına ulaşıyordu. Her yıl 10-15 Şubat arasında "Gerçek Ana-Baba"nın doğum günleri büyük gösterilerle ve ayinlerle kutlanıyordu. Tıpkı Peygamberlerin do­ğum günlerinin kutlandığı gibi. Bu arada, onun otellerinde intihar ölümleri de sıklaşıyordu. İki yıl önce kendi oğlu da aynı otelde intihar ediyordu.
Moon'un, Amerika'da merkezleşmeyi seçmesinin nedenini an­lamak, şimdi daha iyi anlaşılıyordu. Moon Hazretleri, Yahudi Hahamlarından aldığı talimatları cin gibi anlayıp uyguluyordu, dünya­nın değişik ülkelerine Hristiyanlık Kilisesi olarak gitmenin olanaksız­lığını görmüş ve her dinden, her milliyetten insanlarla ilişki kurmak üzere entel örgütleri oluşturmuştu. Bilim adamları, barış kadınları, dinler arası federasyon, dünya üniversiteleri federasyonları gibi sayısız teşkilat kurmuştu.İşte bunlardan, PWPA (Proffesors World Peace Academy /Profesörler Dünya Barış Akademisi) ile dünyanın dört bucağında toplantılar düzenliyordu. PWPA'nın el atmadığı konu yoktu. "Sovyet­ler yıkıldıktan sonra ne olacak?"tan"Afrika'nın geleceği"ne, "La­tin Amerika'nın borç sorunları"ndan "Ortadoğu'da ticaret ve barış süreci"ne, "İslam’ın sorunlarından" Ermenistan'ın kalkınma yolla­rına dek, akla gelebilecek ne denli konu ya da bölgesel sorun var­sa, hemen hemen tümü için "konferans" ve "sempozyum" adı al­tında, 1973'den bu yana 400'ü aşkın toplantı düzenleniyordu.
Birleştirme Kilisesi Türkiye'ye nasıl sızmıştı?
PWPA'nın Türkiye'deki ilk başkanı ünlü siyasetçi Kasım Gülek oluyordu. 
Onun Koreli Moon'un kilisesince kurulmuş olan bir tarikatı Türkiye'de başkan olarak temsil etmesinin gerekçelerini anlamak zordu, ama onun 
yaşamına kısaca göz atmak bize bazı ipuçları veriyordu.
Kasım Gülek (Adana 1910- Washington 1996) İttihat ve Terakki üyesi Mustafa Rıfat Bey'in ve Tayyibe Gülek'in oğluydu.
 
GS Li­sesi ve Robert Kolej'de, Paris Ecole Science Politiques (1924-28), Columbia University (Dr.l928)'de eğitim görüyordu. ABD'de öğrenciyken 
Chase Manhattan Bank'da çalışıyor. Harvard Üniversitesi’nde iş­letmede "master" yapıyordu. Rockfeller bursuyla Berlin Üniversitesi'nde, 
Cambridge Üniversitesi'nde çalışmalar yürütüyordu. Cambridge rektörünün tavsiyesiyle CHP'ye giriyor, Bilecik Milletvekilliği, Bayındırlık Bakanlığı, 
Ulaştırma Bakanlığı, CHP Genel Sekreterliği görevlerinde bulunuyordu.1958 yılında Kuzey Atlantik Asamblesi Başkanı (1957-1959) Albay J. J. Fens, 
Menderes hükümetinden Türk heyetinin bildi­rilmesini istiyordu. CHP'den Nüvit Yetkin seçiliyor, ama harekete geçen CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek, 
Colonel (Albay) Fens'e mektup yazarak Nüvit Yetkin yerine kendisinin çağrılmasını öneriyordu. Konu Za­fer Gazetesi'nde manşet oluyordu. Kasım Gülek, 
İnönü'ye böyle bir mektup yazmadığını söylüyor, ama bir gün sonra, gazete mektubun kopya­sını yayınlayınca, İsmet İnönü, Kasım Gülek'e 
güvenemeyeceğini bildirerek, görevden ayrılmasını rica ediyordu. İnönü'nün 1950'den 1957'ye, dek görevde tuttuğu Kasım Gülek ile çalışma 
arzusu O'nun yabancılarla kurduğu sıkı dostluklarından ileri geliyordu.
Kasım Gülek, Kore Birleşmiş Milletler Komisyonu Başkanlığı (1950-1953) Kuzey Atlantik Asamblesi Başkanlığı (1968-1969), NATO Parlamenterler 
Konferansı Başkan Yardımcılığı ve Kontenjan Senatörlüğü de yapıyordu. Kasım Gülek'in yaşamında en ilginç teklif Gene­ral McArthur'dan geliyor. 
Gülek'ten ABD'de kalarak senatör olmasını istiyordu!? 1980'li yıllarda Sung Myung Moon'un Türkiye ilişkilerini yürüten Kasım Gülek, Unification Church'ü 
güçlendirmek için büyük çaba gösteriyordu. Örgütü, ABD Büyükelçisi Şükrü Elekdağ'a "empoze" et­meye çalışıyordu. Kasım Gülek bu arada 
Fetullah Gülen'le dostluğu ilerletiyor ve onu ABD Büyükelçisi Morton Abramowitz ile tanıştır­ıyordu. Kasım Gülek, yaşlılık yıllarında yeniden CHP 
ile ilişki kuruyordu.

Kasım Gülek'in baldızı Aylin Radomisli, uzun yıllar ABD'de yaşıyor; Amerikan ordusuna katılıyor. Asya'da elçilik görevine atanacağı söylenirken, 
19 Ocak 1995'de evinin bahçesindeölü bulunuyordu. Ölümün nedeni araba kazası olarak kayıtlara geçiriliyordu. Aylin Radomisli'nin Türkiye'den 
ilginç konukları oluyordu. Yakın arkada­şı Aylin Gönensay (Eski Dışişleri ve Devlet Bakanlarından Emre Gönensay'ın eşi) bunlardan biriyle tanışmıştı. 
Bu adam Zaman gazetesinin ihtiyaçları için Amerika'daydı…Kasım Gülek'in kızı Tayyibe Gülek, Teyzesi Aylin Rodomisli ile ABD'de yaşadı. Harvard'ı bitirdikten sonra, Türkiye iktisadını pek ama pekiyi yönetenlerin yuvası London School of Economics'te yüksek lisans yaptı. Türkiye'ye dönünce engin deneyimlerine güven duyularak Ecevit tarafından Başbakanlık Danışmanlığına atandı. Türkiye'nin Bakû-Ceyhan Boru Hattı Sekreterliğini yürütürken, Ecevit'lerin kontenjanından Adana Milletvekili (1999) olarak TBMM'ye taşındı. Ecevit onu ABD gezilerinde hep yanında bulundurmaktaydı. Tayyibe Gülek Temmuz 2002'de Kıbrıs'tan sorumlu devlet bakan­lığı görevine atanmıştı.

ABD'lilerle 1920'li yıllardan beri içli dışlı olan Kasım Gülek, Moon tarikatı elemanlarının da katıldığı ilk toplantıyı, 1982'de İstanbul'da yapmıştı. Bu toplantılarda Moon'un Ortadoğu Temsilcisi, Thomas Cromwell başta olmak üzere Moon'un örgütle­rinden ve yerlilerden birçok yönetici katılmıştı. Toplantıların ko­nuları da kafa karıştırıcıydı: 21. Yüzyıl Eğitimi ve Türk Yunan İlişkileri! 

Bu toplantılara katılan Türk büyükleri de ilginç insanlardı:  Emre Gönensay, Sabahattin Zaim, Erkek Akurgal, İlahiyat Fakültelerinin dekanları, sanatçılar, ünlü Belediye Başkanlarından Gülay Atığ, Semra Özal… Diğer uluslararası toplantılara katılanlar arasında, De­niz Baykal, Hayri Erdoğan Alkin, Handan Kepir gibi ta­nınmışlar da vardı.

Moon'un PWPA toplantılarında en sık görülen İlahiyatçıların başında Salih Tuğ gibi İlahiyat Fakültesi dekanları geliyordu. İlim Yayma Cemiyeti üyelerinden ve Aydınlar Ocağı eski başkanlarından Salih Tuğ 1997'de Kanal 7 televizyonunda Fehmi Koru ile programa çıkıyor ve Moon'un Church hareketini öve öve bitiremiyordu. Bu toplantılara katılmış olan Yaşar Nuri Öztürk, Moon'un İlahiyatçılara 45 gün süren Amerika gezisi ayarladığını söylüyordu. Anlaşılıyor ki, (Birleştirme Kilisesi), Hıristiyan ya da Müslüman ayırt etmiyor, önüne geleni birleştiriyordu. Fetullah Gülen’den, Dolandırıcı Bayan Belediye Başkanını, Cumhurbaşkanı'nın hanımından Devlet Bakanlarını ve daha nice etkili ve etiketli adamı yan yana getirebiliyordu. Bu ayrı bir kitap dolduracak kadar geniş bir konuydu. Moon'un Türkiyeli Masonlar ve tarikatlarla ilişkileri hep gizli tutuluyordu ve Fetullah Gülen’in Kasım Gülek’in cenazesindeki üzüntüsü şimdi daha iyi anlaşılıyordu. Şimdilik, Unification Church'ün yayınlarına gö­re toplantıları kısa bir listede toparlamak yararlı olabilirdi:

1982 Roma: Kasım Gülek,
1982 İstanbul Hazırlık Toplantısı: Bu toplantıyı Moon'un sağ kolu Chung Hwan Kwak yönetiyor ve Kasım-Nilüfer Gülek Türkiye düzenlemesini yapıyorlar.
1984 Roma: Hayri Erdoğan Alkin (Konferans Başkanı olarak), Prof. Sabahattin Zaim.
1986 İstanbul Hilton: "21. Yüzyılda Eğitim" Kasım Gülek, Sabahattin Zaim. PWPA' nın ABD başkanı Nicholas Kitrie ve Yu­nanistan'dan Evanghelos Moutsopoulos da katılıyor.
1986 İstanbul Hilton:  "Türk-Yunan İlişkileri" Sabahattin Zaim, Ekrem Akurgal, Emre Gönensay (Sonra başbakan Danışmanı, T.C Dışişleri Bakanı, Nilüfer Gülek'in kardeşi Aylin Radomisli'nin Amerika'dan yakın dostu), Kasım Gülek.
1987 Chicago: Kasım Gülek.
1988 Londra: Prof. Handan Kepir Sinangil (Robert kolej /Bosphorus. Un).
1991 İstanbul: President Oteli.
1994 İstanbul: The Marmara Oteli.
1996 İstanbul: (1-14 Haziran).

Öteki katılımcılar: Deniz Baykal, Işılay Saygın, Mehmet Aydın (9 Eylül Üniv. İlahiyat Fak. Dekanı, Abant toplantıları yöneticisi, (18 Kasım 2002 AKP) Abdullah Gül ve Recep Erdoğan Hükümeti Devlet Bakanı), Sabri Orman, Ali Şafak E. Ruhi Fığlalı, Gülay Atığ (Aslıtürk), Semra Özal, Nilüfer Narlı, Nevzat Yalçıntaş, Lütfü Doğan, Osman Zümrüt, Şerafettin Gölcük, Salih Tuğ, Fehmi Koru, Barış Manço, Ayseli Gürsoy.

ABD'den İstanbul toplantılarına katılanlar arasında Moon'un has adamları Richard Rubinstein, Nicholas Kittrie'nin yanı sıra Yunanistan'dan, Ürdün'den, Mısır'dan, Kore'den gelenler vardı.Kasım Gülek'in, ölümü üzerine, PWPA'nın Türkiye başkanlığını Dr. Hayri Erdoğan Alkin üstlendi. Hayri Erdoğan Alkin, eski adıyla Robert Kolej devamıyla Bosphorus University'de profesörlüğünün yanı sıra Türk Ekonomi Bankası (TEB) yönetim kurulu üyeliği yapmaktaydı. Alkin, aynı zamanda NED'den büyük parasal des­tek alan ve Türk Dışişleri politikasını yönlendirmeye çalışan TESEV'in de danışmanıydı.Hayri Erdoğan Alkin, Moon'un kurduğu PWPA'nın yayınlarına yansıyan bilgiye göre, PWPA'nın Avrupa toplantılarına katılmıştır. Yine Boğaziçi Üniversitesi'nden Handan Kepir Sinangil de, Avrupa toplantılarına katılmıştır. Anımsanacağı gibi, Hayri Erdoğan Alkin'in oğlu ARI Derneği kurucuları arasında yer almıştır.

Moon'un 1000'i aşkın kuruluşlarından en ilginci olan Global image Association bir zaman­lar Türkiye'nin "lobi" işlerini yapmıştır. Ve milyonlarca dolar karşılığı ülkemizi dünyaya tanıtmıştır.

"Moon"culuk ve "Mason"lukla Atatürkçülük uyuşmazdı!

1919 Haziran'ın da Anadolu’nun doğusunda bir Ermeni devleti kurulmasını sağlayamayan ABD, Gümrü Anlaşmasıyla Türkiye'nin doğu sınırlarının da güvence altına alınması ve Sakarya boyunca Yunan saldırısının da püskürtülmesi üzerine, İstiklal Savaşı'nın Ankara'daki Milli Yönetim'in lehinde sonuçlanacağını hesap etmiş ol­malı ki, İngilizlerin silahlı istilâ planlarına karşılık kaleyi içerden fet­hetmek için sinsice isteklerde bulunmaya başlamıştı. ABD, elbette bu mandacılığın peşini bırakmayacaktı.Nitekim, savaş ortamında yurdumuzun düştüğü zayıflıktan yararlanmak için Öksüzler Yurdu ve örnek çiftlikler kurarak, ABD Anadolu'da yerleşmek istemiş ve bu isteği Ankara'ya iletmişti. Meclis Başkanı Mustafa Kemal, hemen İçişleri Bakanlığı'na bir muhtıra yollayarak uyarıda bulunmuştu. Bu muhtırayı dikkatle okuyalım:

İşte Atatürk’ün uyarıları:

“Ankara Büyük Millet Meclisi Hükümeti, ülkenin bayındırlaşma­sına, öksüzlerin rahatlamasına, genel sağlık ve ekonomimizin düzeltilmesine yönelik girişim ve çalışmaları teşekkürle kabul eder.
Ancak, bu konuda gerek uzak, gerek pek yakın geçmişte, bize oldukça pahalıya patlayan deneyimlere dayanarak bir takım kaygılarımızı açıklama gereği vardır.
Şimdiye kadar ülkemizde ekonomik amaçlarla, politik ve bilim­sel çalışma  (yapan)  kurumlar ve yabancılar özellikle aşağıdaki amaçları izlemişlerdir:

1- Ülkemizdeki çalışmalarından korkunç bir ekonomik ve politik kazanç sağlamak.  Bizim için en zararlı olanı bunlardır.
2- Bir bölgede elde edecekleri ekonomik yetkiye (imtiyaza) da­yanarak o bölgenin sahibi olmaya çalışmak.
Bu gibilerin ülkemizde bir daha çalışmalarına kesinlikle izin ve­rilmemesi kararlaştırılmıştır. Böyle yapmakla yalnız kendimize değil, bütün insanlığa olabildiğince büyük hizmet ettiğimize ina­nıyoruz. Dolayısıyla Genel Savaşı (Birinci Dünya Savaşı)nı çıkaranlar, bu gibi amaçları izleyen paralı gruplar ve onlara alet olan politikacılardır.
3- Ekonomik amaçla,  bilim ve insanlık (yararı) görüntüsü ile yurdumuza gelip, ilerde istila (işgal) hazırlamak için, etnik top­lulukları gerek hükümete, gerek birbirlerine karşı kışkırtmak. Bu gibiler hem 1. Dünya Savaşının hem ülkemizdeki korkunç katliamların düzenleyicileridir.
4- Yurdumuzda, yalnız bilim ve insanlık amaçları ile çalışmakla birlikte, ruhlarında bulunan Hıristiyanlık duygusu nedeniyle, hemen Hıristiyan azınlıklarla ilişki kurmak ve ister kasıtlı, ister kasıtsız olarak, aralarında azınlıkların da yaşamakta olduğu Müslüman topluluklardan ayrılma isteğini propaganda etmek ve kışkırtmak.

Bu gibilerin gerek Müslümanlara, gerek iyiliğine çalıştıkları(nı ileri sürdükleri) Hıristiyan azınlıklara, aralarında yaşamakta ol­dukları İslâm çoğunluğuna (karşı) baskı yapılmasını aşılamakla, ne denli insanlık dışı bir biçimde çalıştıkları ve bu yüzden mey­dana gelen cinayetlerden sorumlu oldukları ortadadır.
Hükümetlerimiz bu gibilerin de özgürce çalışmalarına izin ver­diğinde Müslüman ve Müslüman olmayan bütün uyruklarına karşı pek ağır bir sorumluluk yükü altına girmiş bulunacaktır.
Buna izin vermek, çocukları yaşayacakları çevreye düşman ya da hiç olmazsa yabancı olarak yetiştirmek ve (çocukları) yaşa­yacakları çevre ile çatışmak zorunda bırakmaktır. Bu ise, gerek o çocukların, gerek içerisinde yaşayacakları halkın yıkımını hazırlamaktır.

Bunu yasaklamak hükümetin görevidir.Bundan dolayıdır ki,  Amerikalılarca örnek çiftlik vb kurumlar kurup,  buralarda kendi uyruğumuzdan olan binlerce çocuğun Türk hükümetine ve ulusuna karşı sevgisiz ve uyumsuz duygu­larla yetişmelerine izin veremeyiz.”[18]

Mustafa Kemal,  muhtırasını,  diplomatik bir dille yapmıştır. Amerikalıların kurmak istedikleri sözde örnek çiftliklerin yönetiminin ve çalışan çocukların eğitiminin Türk hükümetinin atayacağı görevlilerce yürütülmesini, bu gibi yerlerde çalışacak, öksüzler arasında ırk ve mezhep ayrımı gözetilemeyeceğini belirterek, bu şeytanlığa fırsat tanımamıştır. Onun duyarlılıkla ve devlet adamı sorumluluğuyla ayrımcılığa ve karıştırıcılığa gösterdiği bu tepkisinde söz ettiği acı deneyler arasında Osmanlı yönetiminin ve İttihatçı mason hükümetlerin vurdumduymazlıkla izin verdiği Anadolu illerindeki Amerikan konsolosluklarının: Hıristiyan azınlıkları ve özellikle Ermenileri eğiten misyoner okulları kurmaları, azınlıklara birer ABD pasaportu vererek onları Amerikanlaştırmaları ve misyoner okullarını, manastırları silah deposu haline getirmeleri ve sonunda terör eylemleri ve devlete isyan girişimleri bulunmaktadır.

Osmanlı'nın son döneminde İttihat Terakki’cilerin de desteği ile yabancıların işlettiği okul sayısı, 98'dir. Bu işi yalnızca savaş öncesi durumun bir özelliği olarak göstermek de yanıltmanın bir parçasıdır. Mustafa Kemal'in Amerikan okullarının yıkıcı etkisini bilmemesi düşünülemez. Amerikalıla­rın Talaş Koleji'nde 1880 yılı ders programında, Ermenice ve Rum­ca Gramer, Osmanlıca İncil, Hıristiyanlara göre tarih derslerinin ya­nı sıra Amerikalıların 3 ayrı yerdeki matbaada, Ermenice, Rumca, Bulgarca, İtalyanca, Ladion (İspanyol Yahudi dili) dillerinde, kitap yayınladıkları bilinmektedir.Mustafa Kemal, kültürel işgalin sonuçlarını iyi değerlendirmektedir. Sözde öksüzler yurdu kurma gibi insancıl girişimin altındaki azınlık örgütleme plânının yattığını elbette biliyordu. 1922 yılı başında, ülke işgal altındayken ve en zor koşullarda yaşanırken yazıl­mış olan bu muhtıradaki değerlendirmeye "komplo teorisi" diyebi­lecek bir kişi olabilir mi?Buna "komplo uydurması" diyenler, Reagan'ın 1982'de koyduğu adla "demokrasi projesi"nin Yugoslavya'da, Çekoslovakya'da, Bal­kanlarda, Asya'da, Afrika'da, Orta ve Güney Amerika'da, Irak'ta, Venezuela'da yol açtığı sonuçlarını unutsa da, bunların Türkiye'deki etnik ve dinsel kışkırtmalarını Lozan'ın yeniden gözden geçirilmesi dayatmalarını yok sayması mümkün değildir.

Mustafa Kemal'in, 27 Aralık 1919'da yabancılarla yatıp kalkan­lara verdiği şu yanıtı okuyunca; Bugün Atatürkçü geçinen ABD uşaklarına ve AB aşıklarına şaşmamak imkansızdır!

Şimdi bir kez daha Mustafa Kemal'i dinleyelim:

“Tekrar ediyorum, aleyhimizde ileri sürülen değerlendirmeler yanlıştır. Bu gerçek, (hem) tarih, (hem de) mantık açısından sa­bittir. Bu hususu, yalnız Batı'ya değil, hatta vatandaşlarımıza da, ehemmiyetli bir surette ihtar etmek gereğini duyuyorum. Çünkü ender de olsa, üzülerek işitiyoruz ki, milletin tarihini okumamış veya milli duygudan yoksun kalmış olan bazı kişiler, yabancıların, aleyhimizde ileri sürdükleri suçlamaları reddetmedikleri gibi, vatanını ve milletini kusurlu göstermekten de çekinmiyorlar. Bugün bile, sultani mektebinin salonlarını aley­himizde konferans verdirmek için yabancılara açanlar var. Bu gibilere lanet olsun!"
Şimdi bize şöyle sorulup sataşılmaktadır:

“O kadar din düşmanı varken, niçin dindar kişilerle uğraşıyorsunuz?”
Çünkü din tahribatı iki türlü yapılmaktadır:
1- Açıkça saldırmak, taarruza kalkışmak ve yasaklamak,
2- İslam’ın özünü boşaltmak, ılımlaştırıp zalim ve kâfir dünya düzenine uyumlaştırmaktır.

Birincisi inkârcıların, zorbaların ve barbar batılıların âdetidir. İşte Çanakkale, Irak ve Filistin bunun örnekleridir.İkincisi dindar ve İslam’a hizmetkâr kılıklı münafıkların, makam ve menfaat karşılığı dış güçlere kiralık marazlıların yöntemidir. Ve maalesef münafıkların tahribatı kâfirlerinkinden daha etkili ve tehlikelidir. Bizim derdimiz, eğer birileri, bilmeden dinimize ve devletimize karşı hazırlanmış tuzaklara takılmışsa veya bilerek şöhret, servet ve etiket karşılığı dış güçlere satılmışsa, bunların tahribatlarına dikkat çekmek, milli birlik ve dirliğimize yönelik hain girişimlere fırsat vermemektir. Yoksa belgesiz ve bilgisizce kimseyi suçlamak değildir.

Kur’an’a göre münafıklar:

“Onlar müminleri bırakıp kâfirleri (ve İslam düşmanı kitap ehlini) veliler (dost ve müttefikler) edinirler. Bu (ahmak ve kaypaklar) izzeti (şeref ve desteği) onların yanında aramaya yeltenirler.” (Nisa: 139)
Münafıklar “Hz. Muhammet’e (A.S.) ve ondan önce indirilenlere gerçekten inandıklarını öne sürdükleri halde, (İslam’ın adalet hükümlerinin hâkimiyetini değil) TAĞUTİ GÜÇLERİN (zalim ve hain merkezlerin) hükmü altına girmeyi istemektedirler.” (Bak. Nisa: 60-61)

Ve Kur’an’ı Kerim bizlere sadece saldırgan kâfirlerle değil, aynı zamanda sinsi ve tahripçi münafıklarla da mücahade ve mücadele etmemizi emretmektedir:
“Ey Nebiy!  Kâfirlerle ve münafıklarla cihat et ve onlara karşı sert ve caydırıcı davran..” (Tevbe: 73)
“Bu nedenle sen (tebliğle) emrolunduğun şeyi (onları çatlatırcasına) açığa vur ve müşriklere aldırış etme.” ( Hicr: 94)
“Ki:
Böylece helak olacak kişi (uyarılmadım, anlamadım gibi bir mazerete sığınmasın diye) apaçık bir bilgi ve delilden sonra helake uğrasın; (manen ve imanen) diri kalacak kişi de apaçık bir delil ve bilgiyle hayatta kalsın (dünyada izzete, ahirette cennete ulaşsın)…” (Enfal: 42)

ABD ve AB Normlarına Göre Ayet ve Hadis Ayıklama Sapkınlığı!

Şu iki şey on dört asırlık İslam tarihinde benzeri görülmemiş bir hıyanet ve bid’attir: Birincisi Kur’an’ı AB standartlarına ve küfür ideolojilerine uydurmak için bile bile yanlış yorumlayıp anlamını saptırmak. İkincisi Resulullah Efendimizin (Salat ve selam olsun ona) sahih hadislerini AB normlarına, Feminizm ideolojisine ve Darwinist laikçilik ilkelerine göre ayıklamak.
Kur’an’ı AB normlarına göre yorumlamak, cihat ve şeriat ayetlerini çıkarmak ve sahih hadisleri yine bu normlara göre ayıklamak, küfre kadar varabilecek bir sapkınlıktır.

Her uyanık Müslüman bilir ki:

1- Allah katında hak, geçerli, makbul din İslam’dır. Başka hak ve hanif din yoktur.
2- Kur’an’da “Kısasta sizin için hayat vardır” buyrulmaktadır.
3- Zina haramdır, büyük günahtır ve muhsan olanlar için cezası ağırdır.
4- Faiz ve riba haramdır. Kur’an faizciler için “onlar Allah’a ve Resulü’ne savaş açmışlardır” buyurmaktadır.
5- İslam’da ailenin reisi erkek, sorumluluk makamında “kavvam”dır.
6- İslam’da dini ve dünyevi, maddi ve manevi ayrımı yapmak, Kur’an’ın bazı hükümlerini alıp, bir kısmını gereksiz görüp bırakmak şirk sayılmıştır. Din hükümleri bir bütündür ve dinî olsun, dünyevi olsun bütün konuları ve meseleleri kapsamaktadır.
7- İslam dini hiçbir ideolojiye göre yorumlanamaz, kısıtlanamaz, çarpıtılamaz, tahrife kalkışanlar münafıktır.
8- Feminizm, birtakım hüküm ve prensipleri İslam’a uymayan sapık bir ideolojidir, İslam’la bağdaşması imkânsızdır.

Hiç şüphe ve tereddüt yoktur ki, AB normlarının, M. Kemal'in ölümünden sonra çıkartılmış Kemalizm’in ve Feminizmin İslam’a aykırı olan, İslam’a ters düşen bütün hükümleri ve ilkeleri bâtıldır, yanlıştır.

Resul-i Ekrem Efendimizin (Salat ve selam olsun ona) hadîslerini AB normlarına, Feminizme, Kemalizm’e, din düşmanlığı şeklinde uygulanan laikliğe ve BOP’a göre ayıklamak ve yorumlamak küfürdür, zındıklıktır.

Tekrar ediyorum: Böyle korkunç bir bid'at on dört yüz yıllık İslam tarihinde yapılmamıştır. Birtakım bozuk ilahiyatçılar Ehl-i Sünnet Müslümanlığına cephe almışlardır. Onlar mezhepleri ve fıkhı inkâr edip reformculuğu savunmaktadır. Elbette hadîs tasnifi yapılabilir ama bu hizmete ancak ehil ve emin muhaddisler, ulema ve fukaha layıktır.

Birtakım derin güçler ülkemizde Ehl-i Sünnet dışı “Ilımlı İslam” yeni bir din türetmeye çalışmaktalar. Kur'an’ı kendi hevalarıyla yorumlayarak, hadîsleri ayıklayarak, fıkhı ve Ehl-i Sünneti horlayarak Siyonistlerin, Haçlı emperyalistlerin, Masonik kesimlerin, Kemalistlerin, AB'nin, Feministlerin, istediği gibi Şeriatsiz laik bir İslam uydurulmaya; Müslümanları müsalli Müslüman olmaktan çıkartıp musallâ Müslümanı haline sokmaya uğraşmaktadır.”

İslam’ın bütün doğal kurumları, sosyal ve orijinal kurallarıyla uygulanmasına: “Siyasal İslamcılık”, “Kökten Dinci aşırılık” gibi uyduruk kavramlarla karşı çıkan Batılıların ve yerli masonların, ILIMLI İSLAM SAFSATASINA ve emperyalizmin hizmetçisi din istismarcılarına açıkça sahip çıkmaları, aslında her şeyi ortaya koymaktaydı ve artık Müslümanların uyanmaları ve bu oyunları bozmaları lazımdı.
Asla unutmayalım ki:
“Onlar ağızlarıyla (üfürük cinsinden lafları ve yazılarıyla) Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. 
Oysa Allah kâfirler kıcık alsa da kendi nurunu tamamlayacaktır. Elçilerini hidayet (rehberi Mehdiyet görevi) ile gönderen odur. Öyle ki, müşrikler kerih görse (ve asla arzu etmese) de Allah dinini bütün (Batıl) dinler üzerine üstün ve hâkim kılacaktır.” (Saff: 8-9)

ŞİİR

İbni Selül biter mi, İbni Sebe yaşıyor
Münafık tanımaya, ilmü hidayet gerek!
“Ilımlı İslam” diye, sinsi virüs taşıyor
Gerçeği konuşmaya, dinü dirayet gerek!
  
Siyonizm’in zulmüne, fetva veren pirini
Yahudi Hıristiyan, desteklerse birini
Fırat yüz sene aksa, temizlemez kirini
Deccalizmi yıkmaya, avnü inayet gerek!
  
Doğruyu arayana, Mevla medet buyurur
Hâşâ mahrum bırakmaz, Hak nidasın duyurur
Derdi dünya olanı, “din satarak” doyurur
Gerçeği gizleyene, ilahi lanet gerek! (Bak. Bakara: 159)

DİPNOTLAR;

  
[1] Graham Fuller / Siyasal İslam'ın geleceği / Sh:220-223 / Timaş Yayınları
[2] Graham Fuller / Siyasal İslam'ın geleceği / Sh:214 / Timaş Yayınları
[3] Prizma.2 / Sh:12-13
[4] Asrın Getirdiği Tereddütler / T.O.V yayınları / Sh. 200 ve 4. Sayfa
[5] Nevval Sevindi / A.g.y - Sh:39
[6] Prof. Alpaslan Işıklı / Sh:85
[7] Fetullah Gülen / F.F / C:2 / Sh:212
[8] Nevval Sevindi / A.g.y. Sh.39
[9] M. Emin Değer / Bir Cumhuriyet Düşmanı / Sh:283
[10] Fetullah gülen / Papa'ya Mektup / 09 Şubat 1998
[11] Akşam / Güler Kömürcü / 24 Eylül 2004
[12] Milliyet / 02 Eylül 1997
[13] Sivil Örümceğin Ağında / Mustafa yıldırım / 3. Baskı / Sh: 520
[14] Sivil Örümceğin Ağında / Mustafa yıldırım / 3. Baskı / Sh: 512-523
[15] Yankı / Ağustos Sh:30
[16] Zaman / 09 07 2003
[17] "Pamukkale'de sabah ayini" / Gündem (Denizli) / 24 Haziran 2002
[18] Mustafa Kemal'in el yazması ile Muhtıra/Belge no: 1125 / ADP: Cilt 1, Sh:384; Mustafa Onar, Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları II, T.C. Kültür Bakanlığı Atatürk Dizisi, Ankara 1995
- Bak: Sivil Örümceğin Ağında / Mustafa Yıldırım / Sh:564-568 / 3. Basım


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder