19 Ağustos 2019 Pazartesi

UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A BÖLÜM 35

UYUŞTURUCUDAN  SUSURLUK'A  BÖLÜM 35


Nuri Gündeş (1),
26/7/2001 - 11:00 
Atin,


Uyuşturucudan Susurluk'a dizisinin bu günkü bölümünde, 7 yıl boyunca İstanbul MİT Başkanlığı yapmış olan tanınmış bir ismin, Nuri Gündeş'in TBMM Susurluk Komisyonu'ndaki ifadesine yer verdik.
Zaman zaman anlatılanlara not düşecek, bazı açıklamalarda bulunacağız.

Tarih : 28.1 .1997

BAŞKAN: Mehmet ELKATMIŞ
BAŞKANVEKİLİ:.. Mahmut YILBAŞ
SÖZCÜ: Mehmet Bedri İNCETAHTACI (Gaziantep)
KÂTİP : Metin ÖNEY (İzmir)
BAŞKAN - Hoş geldiniz. Komisyonumuzun niye kurulduğu sizce de malum; yasadışı örgütlerin devletle olan bağlantılarını araştırmak ve Susurluk'ta meydana gelen kaza olayının ve arkasındaki ilişkilerin aydınlığa kavuşturulması amacıyla kurulmuştur. Siz de, belli bir dönemde önemli görevler yüklendiniz, birçok şeylere muttali oldunuz, fikir sahibisiniz; bu konularda sizin bilginize ihtiyacımız oldu. Öncelikle, Nuri Gündeş kimdir; yani, kısaca biyografinizle başlayalım, ondan sonra, bu konularda bildiğinizi anlatın, arkadaşlarımızın soruları olursa onları cevaplayın.

Yarbay'ken General Olacakmış ...

NURİ GÜNDEŞ - Ben, asker kökenliyim. Paris Şef Karargâhında görevliyken, binbaşılığımda, Fransızca bilen bir subaya ihtiyaç baş gösterir; Fuat Paşa zamanında İstanbul Bölge Başkanlığına tayin oldum. O zaman, Millî İstihbarat Teşkilat Kanunu yürürlüğe girmemişti; 1965'te, 644 sayılı Kanun çıkmıştı. O zaman, oranın ismi İstanbul Merkez Şefliği idi. Mehmet Eymür'ün babası Mazhar Eymür Bey merkez şefiydi. Oraya geldim ve espiyonaj şubesi müdürü olarak geldim asker olduğum için. Muhtelif evrelerden geçti, beni yurtdışına göndermek için askerî rütbemden soyutlanmam gerekliliği üzerinde ısrar ettiler. Ordu, beni vermek istemiyordu. Muhtelif yerlerde tahsile gönderdiler, Ortadoğu Amme İdaresine, Fransa'ya Montpellier'e, beni menagament hocası olarak Bursa'ya tayin etmek ve general yapmak istiyorlardı ve orduyla MİT arasında bir çekişme; fakat, kızım Dame de Sion'da okuyordu. Onun okumasını sağlamak amacıyla askerlikten, yarbaylığın son senesinde ayrıldım. Sonra, bir sene bir hak verdiler, askerlik şubesinde albaylığa terfi ettim ve 1971 senesine kadar İstanbul'da Bölge Daire Başkan Yardımcılığına kadar çıktım. Oradan Beyrut'a gittim; üç sene Beyrut'ta kaldım. Döndüm, o zaman, dönmeden evvel, Bahaddin Özülker amiral, Türk gizli servisinin reorganize ve modernize edilmesi için, benim mazide aldığım buna ilişkin eğitimle ilgili olarak, beni Personel Başkanlığına getirdiler. Ömrü vefa etmedi. Hamza Paşa geldi. Hamza Paşa'ya bu durumu anlattık ve bir reorganizasyona gittik.

Teşkilat Yüz Sene İleriye Gitti ...!

Teşkilat, o dönemde, 1976'da yüz sene ileriye giden bir atılım gösterdi reorganizasyonda. Herşey modernize edilmeye başlandı, herşey kompütere edilmeye başlandı ve esaslı bir tabana oturtuldu. İstanbul'da Bölge Daire Başkanının oradan ayrılması gerektiği anda teftiş kurulu raporları gelmişti. Benim bu reorganizasyon aşamasını bitirmeden, İstanbul'a Bölge Daire Başkanı olmam için ısrar ettiler ve İstanbul'a 1977 senesinde Haziranın 20.nci günü Bölge Daire Başkanı olarak atandım ve yedi sene bilfiil İstanbul'da bölgemde bulunan yedi vilayetin gizli servis şefi olarak çalıştım. (Not: Nuri Gündeş meydanı boş bulmuş, sallayıp duruyor. Personel Daire Başkanı Nuri Gündeş'in önderliğinde yürütülen re-organizasyon çalışmaları ile MİT'de birçok değişiklikler yapıldı, yeni üniteler ilave edildi, haber toplama ve kıymetlendirme birimleri ayrıldı. MAH Başkanlığı tamamen yurt içi istihbarata dönük bir başkanlık haline sokuldu. Teşkilat'ın kuruluşundaki en önemli temel birimlerden biri olan Kontrespiyonaj Dairesi küçültüldü ve bir kıymetlendirme ünitesi haline getirildi. Müsteşar Yardımcılığı ihdas edilerek bu makama sonradan Nuri Gündeş'in "Ertan Sert'in" yanına yerleştirdiği General Nihat Yıldız atandı. Bu değişiklikleri birçok diğer değişiklikler takip etti. Re-organizasyon çalışmaları genelde" Teşkilat'ın daha iyi faaliyet yürütmesi amacından çok, birtakım denge hesapları için kullanıldı. Tasfiye edilmek istenilen personelin ya ünitesi kapatıldı, ya da fonksiyonu azaltıldı, buna mukabil bazı kişiler için yeni üniteler kuruldu. Bu re-organizasyon sırasında aslan payını da tabiatıyla, o zamanki İdari İşler Başkanı Kemalettin Eker'in ayağını gazeteleri kullanarak kaydıran ve yerine geçen Nuri Gündeş aldı. İstanbul Başkanlığına gidişi de aynı şekildedir. Neticede "şubelerin ve dairelerin" bir başkanlıktan diğer başkanlığın emrine, bir binadan diğerine taşınması bir adet haline geldi. Gündeş, entrikaları, yeraltı dünyası ile irtibatları, menfaate yönelik ilişkileri ve yalanları ile MİT'deki yozlaşmanın en büyük mimarlarından biridir. Onu yakından tanıyanlar daha subaylığı zamanında paraya ve menfaatine çok düşkün olduğunu, binbaşılığı zamanında ünlü bir içkinin bayiliğini yaptığını söylerler.)
BAŞKAN - Hangi yıllar arasında?

Necdet Üruğ'un Ricalarına Rağmen Ayrıldım

NURİ GÜNDEŞ - 1977-1984 : 1984'de Yurtdışı İstihbarat Başkanı olarak Ankara'ya tayin edildim. Ben oradan geldiğim zaman istihbarat son aşamasındaydı; en yukarı düzeye vurmuş, faili meçhul cinayetler hemen hemen kalmamıştı; çünkü, bunun, en büyük etkeni emniyetle olan ahenkli diyalogumuzdu. Çünkü, biz, istihbarat unsuruyuz; devletin bütünlüğüne yönelik temel, cari ve muhtemel istihbaratı toplar, kullanıcıya veririz. Burada en önemli faktör, kullanıcıya verilecek zaman sürecinin iyi tayin edilmesi. Kullanıcı, tedbir alacak vakti, kendinde bulabilmelidir. Bu aşamada, hakikaten çok güzel operasyonlar yapıldı. Biz, tabiî, sadece istihbarat yönü için çalıştık. Sonra, ayrılışım; önemli olan ayrılışım. En kıdemli başkan bendim. O sırada, Teoman Koman Paşa müsteşar yardımcılığına tayin edilmişti. Toplumla İlişkiler Başkanlığı vardı Millî Güvenlik Kurulunda Kenan Paşa, Necdet Üruğ Paşa'ya demiş ki "onlar, içinden seçsinler yardımcıyı" ve beni namzet gösterdiler. Sonra, türlü sebeplerden dolayı, ben o zamanın ricaline, devlet ricaline "ben askerim ve benim emrimde çalışan bir adamın emrine girmem onurlu bir insanım; on saniye bile durmam" dedim. Necdet Üruğ Paşanın ricalarına rağmen, Hiram Abas’ın gelişiyle o gün ayrıldım, istifamı verdim ayrıldım.
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Kaç yılıydı ayrılışınız?
NURİ GÜNDEŞ - 10 Ocak 1986. Başlangıç ve bitişim bu.
BAŞKAN - Ondan sonra...

1993'de Başbakanlık İstihbarat Başdanışmanı

NURİ GÜNDEŞ - Yalnız şöyle bir şey oldu: 1993 senesinde yanılmıyorsam, hafızam beni yanıltmıyorsa, Başbakanlık İstihbarat Başdanışmanlığına getirilmem için, ama, bu kadro Millî İstihbarat bünyesinde bir kadroyla oraya getirildim.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - 1993'ün ay ve gününü söyler misiniz?
NURİ GÜNDEŞ - Ağustos ayı olsa gerek.
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - 1986 senesinin...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - 1993
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Başbakanlık.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Bir daha tekrar edin.
NURİ GÜNDEŞ - Efendim, Çiller...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Hayır, görevinizi...
NURİ GÜNDEŞ - İstihbarat Başdanışmanı.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Başbakanlık İstihbarat Başdanışmanı.
BAŞKAN - Ama kadro...

Kimse İstemiyor Ayrılmamı

NURİ GÜNDEŞ - Kadro MİT'te; çünkü, yaşım itibariyle, 68' yaşındaydım ancak, istisnai kadrolar MİT'de vardı. MİT'in kadrosundaydım. Yani, MİT'le ilişiğim kesilmemek şartıyla, maaşımı oradan almak şartıyla, oraya getirildim. Orada kaldığım süre içerisinde icraatla ilgili hiçbir fonksiyonum olmadı. Şikâyet etmek istemiyorum; yalnız, Başbakanın çalışma düzeni o. Yani, pek irtibatım olmadı. Hatta, birkaç defa, bir istihbarat başdanışmanının bir Başbakan ile her gün üç dört defa görüşmesi gerekliliği üzerinde durdum. Maalesef, sadece ben değil, diğer danışmanların da bazı şikâyetleri vardı. Bunu, şikâyet için söylemiyorum; yani, şey olarak, çalışma düzeni, vakitsizlik belki, işte, bol bol dünya futbol maçlarını seyrettik; ama, benim karakterim, cebime ne kart bastırdım, ne hüviyet aldım. Benim, zaten askerlikten kalma hüviyetim vardı. Diğer bazı danışmanlar gibi, onu da kendime bir onur meselesi yapacak bir durumda değildim ve ayrılmak istedim. Cumhurbaşkanına gittim "ben ayrılacağım" dedim. "Nereye ayrılacaksın sen? Geleceksin haftada bir iki defa seninle görüşürüz" dedi. Baktım ki, kimse istemiyor ayrılmamı, Genelkurmay Başkanı da istemiyor; ama, ben, onların değil Başbakanın başdanışmanıyım; kendilerine, özür dileyerek istifamı verdim, ayrıldım. (Not: Bu anlatım doğru değil. Gündeş, sekreteri, şöförü ve arabası altından alınarak ayrılmaya zorlandı. Bir müddet direndikten sonra ayrılmak mecburiyetinde kaldı)
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Hangi sene?
NURİ GÜNDEŞ - 1 sene üç ay kadar kaldım.
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Yani, 1994'ün sonu.
NURİ GÜNDEŞ - Aşağı yukarı. İyi ki de ayrılmışım, bir süre sonra zaten bir kalp krizi geçirdim ve ameliyat oldum. İşte, bizim teşkilatta çalışanların kaderi ya ruhsal bunalım ya böyle bir stresten kalp sıkıntısı...
BAŞKAN - Geçmiş olsun, Allah şifa versin.
NURİ GÜNDEŞ - 50 sene üzerinden de emekli oldum. 72 yaşındayım...
BAŞKAN - Efendim, bu arada, Komisyonumuzun niye kurulduğunu izah ettik, siz de biliyorsunuz.
NURİ GÜNDEŞ - Biliyorum, takip ediyorum.
BAŞKAN - Bize verebileceğiniz bilgi var mıdır? Tabiî, bu arada gerek daha önceki görevlerinizde gerekse bu son görevinizde...

Gizli Sırlar Hariç Şerefle Açıklarım

NURİ GÜNDEŞ - Sayın Başkan, ben bir şey arz edeyim. Fikri Bey de, Sayın Bakan da Horzum Komisyonundaydı; ama, kadersizliğim, tam ben girdiğim zaman işi vardı, çıktı. Bir deli bir taş atar, kırk tane akıllı çıkartamaz. O gün de, yine böyle bizden bir arkadaşın, yine aynı arkadaşın, isim vermeyeceğim "Nuri Gündeş, Mustafa Arda Paşayı Horzum'a yerleştirdi" diye bir ifadesinden ben Horzum Komisyonuna geldim. O zaman müsteşar Teoman Paşaydı. Bizim kanunun 27.nci maddesinde, bizim tanıklık yapabilmemiz için, müsteşarın iznine tabidir. Hepsi, burası da kanunla kurulmuş bir kurum, bizim de kendimize özgü bir kanunumuz var. Bana, Ladim Barlas'tan ve MİT Müsteşarlığından bir yazı geldi, geldim. Şimdi, bu sefer de sizden böyle bir talep olunca, MİT Müsteşarlığından aynı kanunun aynı maddesini talep ederek dedim ki "bana izin verin." "Bizden istemediler, siz özel gideceksiniz" dediler; ama, tabiî, kanun, yine bizi bağlamaktadır; çünkü, kanunun 29 uncu maddesi gayet sarih; diyor ki, orada edindiği bilgileri ifşa eden beş seneden az olmamak şartıyla hapsolur diyor; biz de, orada edindik o bilgileri. Şimdi, onun için insan bir çelişkiler yumağı içerisinde kalıyor; olay bu. Ama, devletin gizli sırları olmamak amacıyla bana ne yöneltirseniz hepsini şerefle ifade etmeye hazırım; ama, bunun dışında yapılan her şeyler, Millî İstihbarat Teşkilatı bir arşiv müessesesidir, arşive dayanır; yapılan herşey, onların arşivindedir. Eleman katogorize edilmiştir, onların arşivindedir. Yazılı isterseniz, bunların hepsini onlar verirler. En salahiyetli mevki, merci orasıdır; ama, bana tevcih edeceğiniz bir sual varsa ben şerefle bunu açıklamaya hazırım.
BAŞKAN - Efendim, ben şahsen, o kanunun o ilgili maddesinin Komisyonumuz yönünden bağlayıcı olmadığı kanaatindeyim; bilmiyorum, arkadaşlar ne derler. Tabiî, devletin birtakım gizli sırlarının açıklanması, belki gerekmeyebilir; ama, gizli olmaması gerekli olan sırların. Mesela, Abdullah Çatlı olayı...
NURİ GÜNDEŞ - Efendim, tabiî, zaten, o maddeyi koşut olarak söyleseydim; buraya gelmemem lazımdı.
BAŞKAN- Teşekkür ederiz biz...
NURİ GÜNDEŞ - Hem sizleri tanımak hem de bu şerefe nail olmak, devlet için bir katkıda bulunabilmek benim için bir şeydir.
BAŞKAN - Teşekkür ederiz biz size peşinen davetimize icabet ettiğiniz için; yani, bu Komisyon da, Türkiye Büyük Millet Meclisinin...
NURİ GÜNDEŞ - Mutlaka, sizin açıklamalarınızı biliyorum.
BAŞKAN - Ve Türkiye Büyük Millet Meclisi oybirliğiyle bu komisyonu kurdu. Anayasının 95 inci ve Meclis İçtüzüğünün de 108 inci maddeleri Komisyona bazı şey vermiş. Özel kanun, bu Anayasanın bu hükmü karşısında ve Meclis İç tüzüğünün özel hükmü karşısında bana göre, başkaları belki...

Bu Pisliğin Ortaya Çıkması Lazım

NURİ GÜNDEŞ - Efendim, ulvi bir vazifedir; bu pisliğin ortaya çıkması mutlaka lazım.
BAŞKAN - Tabiî ve herkesin de buna yardımcı olması lazım. İşte, zaten niçin kuruldu komisyon; bu sırların, bu pisliklerin affedersiniz ortaya çıkması için kuruldu; onun için, şahsen ben, Milî İstihbarat Kanununun belirttiğiniz maddelerinin bizim Komisyonumuz yönünden geçerli olmadığı kanaatindeyim.
NURİ GÜNDEŞ - Tabiî, efendim, zaten...
BAŞKAN - Bunu dikkate alarak, o zaman, biz şöyle soralım; yani, siz, Abdullah Çatlı'yı tanır mısınız?

Çatlı'yı Tanımam, Turan Çağlar'ı Tanırım

EM. KURMAY ALBAY TURAN ÇAĞLARNURİ GÜNDEŞ - Hayır, tanımam efendim.
BAŞKAN - Veya Abdullah Çatlı ile bir irtibat oldu mu devletin bazı kademelerinde, istihbaratın; işte, deniliyor ki, işte, MİT, bunu belli bir süre çalıştırdı, kullandı, dışarılarda, içeride neyse, birtakım operasyonlar yapıldı; ondan sonra, emniyetin buna sahip çıktığı; bu konularda...
NURİ GÜNDEŞ - Sayın Başkan, ben şu kadarını söyleyeyim: Millî İstihbarat Teşkilatı, kanunda da belirtildiği üzere, istihbarat yapar, sadece ve sadece icra için alınan bir fonksiyonu vardır; bu da, istihbarata karşı koymak. İstihbarata karşı koymak malum, yabancı ülkelerin Türkiye'ye müteveccih müspet, entelijans bilgi derleme çalışmalarına engel olmak, onları suçüstü yapmak ve bu arada da Polis Vazife ve Selahiyet Kanunlarını kullanmaktır. Onun dışında icra yetkisi yoktur bu gizli servisin. Yalnız, ben, size maziden bir kontr-espiyonaj operasyondan bir misal vereyim. Şimdi, Amerikalıya hizmet ettiği söylenen bir emekli kurmay albayın, uzun çalışmalardan sonra yakalanışı, tevkif edilişi ve Mamak Cezaevindeyken bana yazmış olduğu mektubu şurada okursam, size, MİT'in işlevinin ne denli müspet ve modern olduğu... Ölüme karar vermiş bir albayın yazısıdır. Aziz kardeşim Gündeş, Sana bu mektubu 16 Mart 1983 tarihine kadar olanlara bir çizik atarak yazıyorum; yani, yakalandığı güne: Siz de, hatta şeref misafiri olarak değerlendirebileceğim, kaldığım 15 gün içinde en başta sağlığımı düşünerek yaptığınız, içkime kadar her türlü hüsnükabulü candan ve minnet dolu teşekkürlerimle mutlaka mukabele etmek isterim. Hayatımı noktalamaya kesin kararlı olduğumdan burası çok önemli sözlerimde katiyen bir dalkavukluk veya Osmanlı mürailiği olamaz; ama, MİT'te, bu elemanlar yetkili olarak 20 sene evvel gelselerdi, Türkiye'de ne 12 Mart ve ne de 12 Eylül olurdu. İsimlerini bilmediğim için, sorgumu yaparken benim sevgimi ve saygımı kazanan iki değerli arkadaşıma da veda mektubu yazmak isterdim. Hepinizin gözlerinden öperim, milyonda bir dahi muğberliğim yoktur, bunu, bilhassa bilmenizi isterim. Lütfen, Orgeneral Saltuk'a bu niyetimden bahsetmeyiniz" Şimdi, bu damgalıdır, buradaki Mamak Cezaevinde damgalanmış, okunmuştur, biz de, bütün buna rağmen, bu adamın intihar etme eğilimine mani olunması için mesaj göndermişizdir; ama, bunun bir durumu var, hapını almadığı zaman ölebilirdi:
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Sayın Saltuk'a da mektubu var sanıyorum?
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - İntihar etti mi?

İntihar Etti

NURİ GÜNDEŞ - Evet intihar etti.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Sayın Saltuk'a da mektubu vardı, sevgili kardeşim diye başlıyordu.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Affedersiniz, ben kaçırdım, ismi?..

Bizim Teşkilatta, Böyle Pislik İşlere Karışacak İnsan Barınmaz

NURİ GÜNDEŞ - Turan Çağlar. Şimdi, sınıf arkadaşıymış ilkokuldan itibaren Saltuk Paşa'nın, aman, bana dokunmayın, ne yaparsanız yapın diye Genelkurmay Mahkemesine kadar da kendi arkadaşlarımla gönderdim; çünkü, bu arkadaşın bize karşı bir eylemi vardı, Aydınlık Gazetesine bizim isimlerimizi vermişti, eğer, buna, benim başkanı olduğum yerde bir şey olsaydı, Nuri Gündeş bunu mahsus öldürdü derlerdi, onun için de biraz temkinli davranmak gereğini duydum. Size bir şey söyleyeyim Sayın Başkan, Millî İstihbarat bünyesinde, en ufak suiistimal, duyulur, bilinir ve dışlanır, toplum dışlar ve toplumun dışlamadığını, yönetim, 657 sayılı Kanunun 48/b fıkrası ve bizim Kanunun 19 uncu maddesi gereğince alır Başbakanlığa verir bu adamı; eğer, onunla da yetişmeyecek hukukî bir suçlaması varsa, mahkemeye verir. Bizim teşkilatta, böyle pislik işlere karışacak insanların barınmasına imkân yoktur.
BAŞKAN - Ama, efendim, doğru, şimdi, öyle olması da gerekiyor, bütün kuruluşların öyle olması gerekiyor. Şimdi, bize gelen bilgilerde ve birtakım bilgisine başvurduğumuz kişiler, Abdullah Çatlı'nın belirli bir süre bazı işlerde kullanıldığını söylüyorlar.

Çatlı 1977 Yılından Beri Hedefimiz..

NURİ GÜNDEŞ - Şimdi, bakın, Abdullah Çatlı, 1977 yılından beri bizim hedefimiz; yani, buna ait bilgiler MİT'te vardır, dosyada vardır, arşivde vardır. Kullanılıp kullanılmadığını bilmiyorum, bir şey söyleyemem; ama, biz, istihbarat için Ermeni'yi de kullandık. İstihbaratı nereden alacaksınız, hedefe yakın veya içinde motifi uygun diye bizim tarif namelerimizde bir şey vardır; yani, hedefe yakın, hedefin içine girip bilgi alabilecek, motifi ve çalışma maskesi de uygun olacak. Bu insanları kolay kolay bulup seçemezsiniz, bilmiyorum, bir şey söylemiyorum bu adam çalıştı mı çalışmadı mı?
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Hedefimizdir dediniz, hedefimizdir ne demek?
NURİ GÜNDEŞ - Yani, hedef olarak, Mamak, vesaire var ya, o bakımdan istihbarat hedefidir, onun hakkında bilgi toplanmıştır mutlaka, benim öyle aklımda kalmış, 11 sene oldu, ben, o işle uğraşmıyorum, ben, Dış İstihbarat Başkanıyım; ama, benim mantığım onu icap ettiriyor. Yani, memlekette bir insan eğer hatalı bir iş yapmışsa, millî güvenlikle ilgili bir hata yapmışsa, bunun hakkında bilgi toplanır, hedef veya hedef olması muhtemel şahıslar hakkında bilgi toplanır, bu bilgiler vardır eğer hedefse, ben, öyle tahmin ediyorum.
BAŞKAN - Tabiî, vardır, onu istihbaratın bilmesi lazım.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Pardon, izin verir misiniz? Yanlış hatırlamıyorsam, 1977-1984 yılında İstanbul'da Bölge Başkanıydınız, yani, istihbaratın başında olan bir kişiydiniz, İstanbul'da. Biliyoruz ki, Abdullah Çatlı, 1978 yılından sonra İstanbul'da yaşıyor, bunu, sizin bilmeniz lazım, yani, Abdullah Çatlı doğrudan doğruya sizin görev alanınızın içerisinde olan bir kişi.
NURİ GÜNDEŞ - Bizim görev alanımızda 5 bin kişi vardı, bu 5 bin kişiden bir tanesi bu, yakalanmış olabilir.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Bu bayağı diğerlerinden farklı.
NURİ GÜNDEŞ - Aman efendim, neler var, ben size yakaladıklarımızı sayayım efendim...
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Korkut Eken'i tanır mısınız?
NURİ GÜNDEŞ - Ben emekli olduktan sonra gelmiş, iyi bir subaymış, iyi bir özel harekât subayıymış; onu öyle bilirim, bunlar bir rapor yazmış bizim hakkımızda.
DURMUŞ FİKRİ SAGLAR (İçel) - Nereye gelmiş bu? Yani, MİT'e mi gelmişten kastınız?

Bunlar Meşhur MİT Raporunu Yazdılar

NURİ GÜNDEŞ - Ben, Millî İstihbarat Teşkilatından istifanı verip ayrıldıktan sonra bunlar görevli olarak gelmiş, subay olarak. Bunlar, meşhur MİT raporunu yazdılar, ben de onun muhatabıydım, benim de ismim vardı. Tabiî, o zaman, biz, Cumhurbaşkanına, şuraya buraya şikâyette bulunduk, mahkemelere verildi, ve sair oldu, Kutlu Savaş Başkanlığında Teftiş Kurulu el attı. Bunların uzaklaştırılmasını sağladılar. Bu Korkut da, bu işin içinde olmadığı halde, Mehmet Eymür'e sevgisinden dolayı istifasını verdi. Sonra, benim sonradan edindiğim bilgiye göre Alanya'da mı, Antalya'da mı bir buz fabrikası kurmuşlar müştereken yüzde 8 buna vermiş, sonra, aralarında ihtilaf çıkmış falan, yani, bu kadar biliyorum, pek de derinliğine bilmiyorum.
DURMUŞ FİKRİ SAGLAR (İçel) - Korkut Eken burada verdiği bilgiler içerisinde 80'den önce Çatlı'nın kullanıldığına dair duyumları olduğunu söyledi de...
NURİ GÜNDEŞ - İmkânsız efendim.
BAŞKAN - Çatlı'yla ilgili bize verebileceğiniz herhangi bir bilgi, yani, kullanıldı mı, kullanılmadı mı, kullanıldıysa içte, dışta, hangi dönemde kullanıldığı gibi...
NURİ GÜNDEŞ - Vallahi, kullanıldığına dair bir bilgi yok.
BAŞKAN - Bize verebileceğiniz başka bilgi yok mu?
NURİ GÜNDEŞ - Efendim, bana sorun.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Bana göre de Başkanım, ben, o sorunuza bir şey veremiyorum, size de söyleyeyim. Şundan dolayı, her gelene Çatlı kullanıldı mı diye soruyorsunuz. Çatlı'nın eylemleri hakkında bilgi sahibi olup olmadığını sormuyorsunuz. Kullanma olayı başka, eylemi hakkın da başka.
BAŞKAN - Kullanma zaten o dur.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Bırakın canım Çatlı'nın kullanıldığını, biz, burada tespit Komisyonu muyuz? Çatlı'nın eylemleri hakkında bilgisi var mı, onu soralım, sonra ben başka bir şey soracağım.
BAŞKAN - Var mı?
NURİ GÜNDEŞ - Yok efendim.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - O soru yanlış, affedersiniz, hep öyle sorduğunuz için söylüyorum, o soruyu düzeltin. Her gelene onu soruyorsunuz, Çatlı'nın kullanıldığı hakkında bilgi var mı? Kardeşim, eylemleri hakkında bilgi var mı?
BAŞKAN - Eylem işte...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - İkisi aynı şey değil.
BAŞKAN - Aynı canım.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Lütfen... Yani, ben rica ediyorum...
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Sayın Gündeş, Tuncay Özkan ismindeki bir arkadaşımız "Bir Gizli Servisin Tarihi" adı altında bir kitap yazmış. Burada, sizlerin bilgi vermesini isteyeceğim konular, tamamen; mehaz olarak kitaptan seçilenler. Orada, 113 üncü sayfanın orta paragrafında şöyle bir ifade kullanılıyor "ancak, Özal'ın bu teklifi, MİT içerisindeki ideolojide Hiram Abas çekişmesini yeniden su yüzüne çıkardı." Tabiî, o yönetmeliğin de hükmü dikkate alınmak kaydıyla nedir yani bu?
NURİ GÜNDEŞ - Şimdi, ben, arz edeyim. Bu, çok enteresan, hakikaten, bunu bana fırsat verdiğiniz için teşekkür ederim.
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Nedir yani bu? Bir ihtilaf var mı, varsa nedir?

Hiram'la İhtilafım Olmaz, O Şube Müdürü, Ben Başkanım

NURİ GÜNDEŞ - Efendim, Hiram'la benim aramda ihtilaf olamaz; çünkü, çok uçurum farkı var; o şube müdürü, ben başkanım. Yalnız, kader bizi bazı görevlerde... Mesela, Beyrut'ta halef selef olduk. O deşifre oldu, oradan gelenler deşifre olduğunu söylediler, beni tayin ettiler, onun yerine gittim. İşte, o zaman, gerekirse şunu vereyim. Benim, hiç kimsede olmayan, üç ayrı MİT müsteşarından üç tane üstün başarım var, bu kimsede yok. Mesela, yurtdışında, işte, ben oradan üstün başarıyla geldim, o kovularak geldi, buyurun bunları da. Şimdi, olay şu: Hiram Abas, bir mektup yazdılar, yanıma aldım mı, almadım mı bilmiyorum. (Not: Çirkin ve doğru olmayan bir ifade şekli. Nuri Gündeş teşkilata girip İstanbul Espiyonaj Şube Müdürü olduğunda, Hiram Bey Kontr-Espiyonaj Şube Müdürü idi. Nuri Bey İstanbul Bölge Başkanı iken, Hiram Bey Müsteşarlık Kontr Espiyonaj Daire Başkanı idi. Nuri Gündeş çeşitli entrikalarla ve paşaların, politikacıların kapılarını dolaşa dolaşa Dış İstihbarat Başkanlığına kadar çıkabildi. Hiram Bey ise mesleki bilgisi ve bileğinin hakkı ile MİT Müsteşar Yardımcılığına geldi. Hiram Bey Lübnan'da başarılı bir şekilde geniş bir eleman ağı kurdu. Eleman ağı içinde Lübnan'a yöneten en üst düzeydeki yöneticiler bile bulunuyordu. Nuri Gündeş, ise onun kurduğu hazır eleman ağına kondu. Aralarındaki fark Gündeş için Lübnan'da silah kaçakçılığı yaptığı iddialarıdır. Bu iddianın sahibi bir zamanlar MİT'in basın ünitesinde görev yapmış olan tanınmış bir gazetecidir.)
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Yani, ben, şahsen, bu konuda bütün bilgileri istemiyorum; ama, bir noktada aydınlanmak istiyorum.

Nuri Gündeş Komünistleri Doldurdu

NURİ GÜNDEŞ - Cumhurbaşkanına, o zamanın Başbakanı Demirel'e bir mektup yazıyorlar, diyorlar ki: "Nuri Gündeş, Baykal'la işbirliği yaparak komünistleri doldurdu." Baykal Beyi tanımam; yani, hiç tanımam. Ama "eğer, siz, bunu İstanbul'da tutarsanız, teşkilatı komünistleri doldurur. "Tam, hiç unutmam, Nihat Erim'in filan öldüğü zamana rastlıyor, Ağustosun 20'sinde bu mektup yazılmış, ben de Armutlu'dayım, Demirel, beni alelacele çağırdılar, hani, bayrak yarışında ıstaka teslim eder gibi, bölgeler beni arabayla getirdiler, Nevzat Ayaz'ın odasına gittim. Sayın Demirel dedi ki: "Nasıl yapacaksın?" Ona anlattım işte bu işin önüne nasıl geçilir, 15 tane madde saydım. "Bunları bana söyleme, bunlar Meclis aritmetiği falan" dedi; "ama, bunların çoğunu bana söyleyen olmuyor falan" dedi. Benim arkamı sıvazladı "göreve devam edin, zevkle, şerefle" dedi. Hiç manada veremedim, mutlaka beni görmek istiyor, bu lafı söylüyor.

Bir Yerden Bir Mektup Ele Geçirdik

Sonra, bir yerden bir mektup ele geçirdik, bunun altıncı sayfasında bu yazılı. Hiram Abas’ın, komünist olarak benim oraya gidip, milliyetçi Hiram Abas’ın İstanbul'a gitmesi diye. İstanbul'da da ordu komutanı filan o kadar seviyorlar ki beni terfi ettiğim halde, 79uncu maddeye göre orada kalmam için ısrar ediyorlar; çünkü, bütün operasyonlarda istihbarat veriyoruz, bütün örgütler çöküyor, gece gündüz çalışıyoruz. Onun üzerine, onların etkisiyle, terfi ettiğim halde yine İstanbul'da kaldım. Sonra, Hiram Abas, bu 12 Eylülden bir gün evvel istifa ediyor, istifasını veriyor, kime veriyor, bana getiriyor veriyor "ağabey, sana veririm ancak" diye. On tane madde yazmış, benim de iştirak ettiğim. şeyler var içerisinde, bazı düzelmesi lazım gelen şeyler var. Ben dedim ki, Hiram öyle olmaz, bu iki maddeyle olur, bir istifa dilekçesinde bu olmaz, geçerli değildir; ama, Ankara bunu muameleye koyuyor, bunlar, iki kişi istifa ediyorlar (Not: İkinci kişi Şenkal Atasagun), bunlar, tekrar, 12 Eylül olunca, 13 Eylül günü arabaya biniyorlar, gidiyorlar, Mustafa Arda Paşa diyor ki, sen, bize, bu bayrak harekâtına ait istifa emirleri geçerli değildir, buyurun gidin diyorlar. Şimdi, neden oldu bilmiyorum, bunlardan bize bir şey başladı, hiç alakası yokken, bu kadar, ağabey diye saygı gösteren bir insandan, İstanbul'a gelmesine mani oldum diye herhalde bir sakıntı başladı, başka hiçbir şey yok.
BAŞKAN - Bir de, Hiram Abas'tan söz açılmışken, Hiram Abas’ın oğlu Beyrut'ta mı?
NURİ GÜNDEŞ - Efendim, Hiram Abas’ın oğlunun Beyrut'ta olduğunu bilmiyorum. Yalnız, Hiram Abas’ın oğlu, Feyzi Gandur diye birisiyle iş yaptığı hakkında, deniz nakliyatı hakkında... Feyzi Gandur Beyrutlu, benim zamanımda orada hedef olarak vermişlerdi, hatta, bir ara dediler ki, bunun atları vardır, seyislerinden istifade edin, istihbarat yapın diye, ben de bu adamdan ne istifade edeceğiz, başka elemanlarım var hedefin içinde onlardan bilgi alabilirim dedim ve bu suretle onu da eleman olarak almadım. O, Yukarı Volta Devletinin fahri konsolosuydu.
BAŞKAN - Bir silah ticaretiyle de uğraşırmış ve ortaklıkları söz konusuymuş.
NURİ GÜNDEŞ - Şimdi, efendim, silah için, oradayken bir silah işine, tahmin ediyorum, Makine Kimya'yla ilişkili bir işe, o zaman bir duyumum var. Yani, Makine Kimya Enstitüsüyle silah alışverişi hakkında bir işe girişecekler, bunu da kati bilmiyorum; ama, bir duyumum var.
BAŞKAN - O yasal bir şey. Buyurun.
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Efendim, yine, bu kitapta, 1984 yılında başlatılmış olan bir "babalar operasyonundan" bahsediliyor. Hemen hemen bilgilerin belki birbirlerinden iktibas etmişlerdir onu bilemem; fakat, teyidi de başka bir kitaptan, Cantürk hakkında yazılan bir kitap var, onu da başından sonuna kadar ayrıntılarıyla izledim, inceledim ve bilgiler üst üste düşüyor. Şimdi, evet, siz de o yıllarda İstanbul'da...
NURİ GÜNDEŞ - Ben yaptım o operasyonu.
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Bizi bilgilendirebilir misiniz? Çünkü, bunu sormamın amacı şu: Bugünkü ilişkilerde, bakınız, ilişkilere ışık tutacak bilgiler var, bakınız ne diyor: "Özellikle, Dündar Kılıç ilişkileriyle ilgili bilgileri getiren MİT muhbiri Tarık Ümit, bu operasyonda sivrilir. Kılıç, Ümit'i öldürmek ister; ama, o da kurtulur, ünlü MİT raporu yazılırken de, Tarık Ümit adı, Mehmet Eymür ve Hiram Abas'a yardım eden kişi olarak ortaya çıkar. Tarık Ümit bu ilişkiler sırasında, Hiram Abas’ın çok yakını olma konumuna gelmiştir; ancak, yıllar sonra, Tarık Ümit, bu ilişkilerin bedelini canıyla öder" gibi, bu kitapta, 84'te başlatılmış olan, ki, burada da ayrıntıları var, İstanbul'da sorgulanması var Cantürk'ün, Ankara'da sorgulanması var.

Telemen Olayını Sonuçlandırdık

NURİ GÜNDEŞ - İstanbul'da, sadece o değil, birkaç defa kaçakçılık operasyonu yaptım. Telemen Operasyonu oldu. Ordu komutanı sadece bana ve Kozakçıoğlu'na güvendiği için ikimize verdi bu görevi, emniyeti dışlayarak, siz yapın bu işi dedi; Telemen olayını sonuçlandırdık.

(Not: Telemen Olayı Türkiye kaçakçılık tarihinde önemli bir yer tutan olaylardandır. Olayların iyi tahlili için Telemen olayının bilinmesinde fayda vardır. Şimdi Nuri Gündeş'in ifadesine ara verip Telemen Olayını merhum Uğur Mumcu'nun ağzından dinleyelim)

http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=346


İŞTE  TELEMEN  OLAYI DETAYLARI :;

İbrahim Telemen Olayı;
26/7/2001 - 11:00 
Atin,


İbrahim Telemen
Eğer Susurluk nedir öğrenmek istiyorsanız, eğer Türkiye üzerinde oynanan oyunları, uyuşturucu, silah kaçakçılığı gibi konuları merak ediyorsanız, eğer önemli cinayetler ve Papa olayı gibi perde arkasında kalmış olayların nedenlerine ulaşmak arzusundaysanız, Türkiye'de size referans olabilecek tek bir ciddi kaynak var: "Uğur Mumcu'nun kitapları ve yazıları." Onun eserleri bugün dahi olaylara en iyi bir şekilde ışık tutuyor.




"Beni öldürecekler."

Telefondaki ses ısrarla bu iki sözcüğü yineliyordu:
"Beni öldürecekler, beni öldürecekler"... "Kimler' diye soruyorum.
"Siz tanımazsınız bunları, çok tehlikelidirler."
"Adları ne? Kim bunlar? Söylesenize" diyorum. Telefonun öbür ucundan şimdiye kadar hiç duymadığım bir kişinin adı veriliyor:
"Abuzer ve adamları."

Meraklanıp, soruyorum:

"Kimdir bu Abuzer? Ne iş yapar? "
"Son zamanlara kadar onlarla beraberdim. Kaçakçılık yapıyorduk. Size bu konuda açıklamalarda bulunacağım."
"Siz kimsiniz?"
"Telemen. İbrahim Telemen. Silah kaçakçısıyım."

Sonra hemen düzeltiyor:

"Yani eski silah kaçakçılarından Telemen."
Anlatacakları vardı; elinde belgeler olduğunu bildiriyordu. Bana bu konuları içeren bir mektup yazdığını söylüyor ve soruyordu:
"Mektubumu aldınız mı?"
Hayır, telefon ettiğinde mektubu henüz almamıştım.
"Hayır," dedim, "almadım."
"Mektubu ele geçirirlerse, mahvolduk."
"Merak etmeyin, postadadır, gelir."
Telemen'in telefonları bir kaç gün daha devam etti.
Telefonlarının birinde soruyordu:
"MİT müsteşarını tanıyor musunuz? "
"Hayır tanımıyorum."
"İçişleri Bakanını?… "
"Tanırım, arkadaşımdır."
"Beni bakanla tanıştırın."
"Önce ben sizi tanımıyorum. Kaçakçıyım diyorsunuz, size nasıl güven duyayım? Kendiniz gelin görüşün."

Telemen ısrarlıydı:

"Bakan beni güvence altına alsın, bütün kaçakçıları açıklayacağım. Size yolladığım mektupta bir kısmı var."
Ecevit hükümetinin İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş, gerçekten benim çok yakın bir arkadaşımdı, Bu yakınlığım nedeniyle Telemen'e bir yardımım olabilirdi. Fakat henüz kararımı vermemiştim.
Birkaç gün sonra Telemen'in mektubu geldi, Mektubuna hızla göz gezdirdim, Kaçakçı adları, telefon numaraları ve bir sürü açıklama. Mektubu okudukça ilgim artıyordu:
"İtalya, İspanya, Fransa ve Çekoslovakya. Bu ülkelerden silah siparişleri organize etmekte idim. Çünkü Bulgarlar, hiçbir kayıt aramaksızın her türlü silahı Abuzer'e vermektedirler."
Sayfaları hızla çeviriyordum, bir başka paragrafa g6züm takılıyor;
Telemen, Abuzer Uğurlu’nun kendisini cezaevinden nasıl kaçırdığını anlatıyor ve vicdan azabı ile bir itirafta bulunuyor:
"Beni İzmir Buca Cezaevi'nden kaçırdığı güne dek yurda soktuğum silah ve mermilerin sayısını unutmuştum. Bir de Nedim Dişkaya ve Aziz ikilisinin [Nedim Dişkaya, Abuzer Uğurlu’nun kaçakçılık çetesinde çalışan bir ele­mandır Aziz de "Kürt Aziz" olarak bilinir. Aynı çetede çalışır] Bulgaristan’dan soktukları var ki, düşündükçe korkunç bir düşünceye ve üzüntüye kapılıyorum."
Mektubu aldığım gün Başbakan Ecevit ile bir g6rüşmem vardı, Mektubu cebime yerleştirerek Başbakanlık köşküne gittim, Eve döner dönmez, mektubu açarak okumaya başladım.
Bu kez evimin telefonu çaldı, Karşımdaki yine Telemen'di:
"Mektubum elinize geçti mi?"
"Evet, bugün geldi. Okudum, ilginç."
"Sizinle buluşalım."
"Gelin buraya, görüşelim."
"Gelemem"
"Niçin?"
"Takip ediyorlar. Öldürecekler."
"Ben ne yapabilirim?"
"Benimle görüşürseniz, ne yapacağımızı birlikte kararlaştırırız"
"İstanbul Sıkıyönetim komutanına başvur, Namuslu adamdır, seni korur, seni dinler, ben ne yapabilirim tek başıma?"
"Beni MİT müsteşarı ile görüştürün,"
"Ben özel kalem müdürü değilim ki, nasıl görüştüreyim sizi MİT müsteşarı ile? Hem tanımıyorum müsteşarı?"
"İçişleri Bakanını tanıdığınızı söylediniz?"
"Evet, tanırım. Verin adresinizi, gelsin polis sizli alsın, bakana getirsin,"
"İstanbul polisi içinde adamları vardır."
"Kimler onlar? Adlarını verin öyleyse, ben de söyleyim bakana."
"Uğur Bey, İstanbul'dan ayrılamam, beni öldürürler, Siz bu adamları bilmezsiniz, Ben onların arasındayım, Bunların kanunlarını çok iyi bilirim, öldürecekler beni, bu yüzden ayrılamam buradan."
"Peki bu iş için bana başvurmak nereden aklınıza geldi. Devletin polisi var, sıkıyönetimi var, savcısı var."
"Sizi yazılarınızdan tanıyorum, Geçenlerde televizyonda silah kaçakçılığı konusuna değinmiştiniz, ondan cesaret aldım, Bana yardım edin."

Ve devam ediyordu:

"Benden kuşkulanmayın, Ne olur kuşkulanmayın, Her şeyi anlatacağım. Terörün kesilmesini istemiyor musunuz?"
Kararımı verdim. Telemen ile görüşecektim: Kendisini arayacağım bir telefon numarası istedim. Verdi. Ben de buluşma yerini söyledim. İstanbul'da bir kitapevi.
Telefonu kapattım ve hemen İçişleri Bakanı Güneş'i aradım. Durumu anlattım. Biraz sonra mektup bakanın eline ulaşmıştı.
Telefon çaldı. Bakan Güneş'ti:
"Yarın bakanlığa gel, görüşelim şu konuyu."
Ertesi sabah İçişleri Bakanlığı'na gittim. Bakan Güneş, MİT’ten ve Emniyet Genel Müdürlüğünden İbrahim Telemen ile ilgili bilgileri toplamıştı: Telemen, polis tarafından aranan bir silah kaçakçısıydı. İzmir'de iki büyük kaçakçılık olayına karışmıştı. İnterpol'de de bir dosyası vardı. Bana gönderdiği mektubun bir benzerini Milli Güvenlik Kurulu'na göndermişti. Bu mektup getirtilerek el yazıları karşılaştırıldı: Evet aynı elden çıkmıştı.
Bu konuşma 1979 yılının Mart ayının ilk günlerine rastlamaktaydı.
İçişleri Bakanı, Emniyet Genel Müdürü ve ben; Telemen'in verdiği numaraya her saat başı telefon ettik. Kimse çıkmıyordu.
Sonra hep birlikte bir plan yaptık.
Ankara'dan hareket edecek bir polis timi İstanbul'da beni bulacaktı. Ayrıca İstanbul polisine de bir şifre çekilmişti: "Gazeteci Uğur Mumcu geliyor, herhangi bir terörist eylem nedeniyle yakın korunmaya alınması"
Birkaç saat sonra buluşma yerine gelmiştim. Buluşma yeri Nişantaşı'ndaki Akademi Kitapevi'ydi ve ben o gün okurlarıma kitaplarımı imzalayacaktım. Yaptığımız plan gereğince, İçişleri Bakanının imzalı kartını taşıyan bir polis yetkilisi, kitabı imzalarken kulağıma fısıldadı:
"Kitapevini sardık. işaretinizi bekliyoruz."
Kapıdan giren herkese, "acaba bu Telemen mi" diye baktım ama Telemen gelmedi.
Yirmi gün sonra bir gazete haberi olayın önemini büsbütün arttıracaktı: İbrahim Telemen adlı sabıkalı bir silah kaçakçısı, İstanbul'da kalmakta olduğu Opera Oteli'nin 7'nci katından atlayarak intihar etmişti!
Ve sonra bir başka haber: Telemen'in odasında Kemal Tayyar adına düzenlenmiş sahte pasaport ele geçmişti. Takvimler, 31 Mart 1979 tarihini göstermekteydi. 30 Mart günü Telemen tarafından yazılmış bir ihbar mektubu da sıkıyönetim komutanına ulaşmıştı.
Bundan sonrasını, intihar olayından sonra ilk saptamaları yapan İstanbul Sıkıyönetim Savcılığı'nın kararından öğreniyoruz:
"Odanın kapısı içeriden kilitli olmakla beraber, bitişik odanın kapı ve balkon kapısının açık olduğunun tespit edilmesi, yatağında kan bulunuşu, ayrıca odada kanlı bir jilet elde edilişi, ihbarından dolayı öldürülmüş olabileceği kuşkusunu doğurmaktadır." [İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcısı Albay Refik Karaa'nın 30.05.1979 gün ve 1979/783 sayılı görevsizlik kararı]
Daha sonra Telemen'in cesedi otopsi yapılmak üzere arandığında hiçbir mezarlıkta bulunamayacaktı. Ceset kayıptı.

Türkiye'de kaçakçılar konusundaki yoğun operasyonlar bu olaydan sonra başladı. Telemen'in mektubunda adı geçen kaçakçılar, bir gecede göz altına alındılar. Bir tek kişi dışında: Abuzer Uğurlu. Uğurlu, çok gizli yürütülen operasyonu duymuş ve gece yarısı Mencedes arabasına binip kaçmıştı. Polis, Bulgaristan'a gittiği kanısındaydı.

Telemen'in ihbar mektupları sonucunda İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi'nce tutuklanan kaçakçılar, bir süre sonra salıverildiler. Kaçakçıların avukatlıklarını, 12 Mart 1971 döneminde [O dönemde, İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi'nde görev yapan Albay Ferruh Şenerdem ve Albay Coşkun Dündar emekli olduktan sonra, avukatlığa başladılar 1979 yılında kaçakçılar tutuklanınca, bu kaçakçıların bir kısmının avukatlıklarını da bu iki emekli yargıç üstlendi. Aynı iki emekli yargıç, aynı tarihlerde, i Şubat 1979 tarihinde öldürülen Milliyet Gazetesi Abdi İpekçi davasında M. Ali Ağca’nın suç ortağı Yavuz ÇayIan'ın avukatlığını da aldılar] İstanbul'da görev yapan eski askeri hakimler üstlendi. Sanıkların salıverilmelerine karar veren mahkeme başkanı albay, bir süre sonra görevinden istifa etti ve Darüşşafaka adlı bir hayır kurumunda çalışmaya başladı. [Emekli hakim Albay Metin Taran... Bu tahliye kararından sonra, o zaman Genelkurmay Başkanı olan şimdiki Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in emri ile bir soruşturma açıldı, ancak bir sonuç alınamadı] Bütün kaçakçıların salıverilmelerinden sonra Abuzer Uğurlu kendi isteği ile teslim oldu, bir süre sonra o da serbest bırakıldı.
16 Nisan 1979 gecesi yapılan operasyon ile göz altına alınan sanıklar, çok ilginç ifadeler veriyorlardı. Evlerinde ve işyerlerinde yapılan aramalarda uluslararası telefon faturalarına, sahte pasaportlara, yasak mermi ve tabancalara ve kaçakçılıktan elde edilen paraların bölüşümünü gösteren defterler ele geçmişti. Sanıklar, bu defterlerin kaçakçılıktan elde edilen paranın bölüşümü için tutulduğunu söylediler. Ayrıca sonradan teslim olan Abuzer Uğurlu, mali polise verdiği ifadede, silah kaçakçılığı yapmadığını, ancak elektronik aygıt kaçakçılığı yaptığını ifade ediyordu.

Abuzer Uğurlu’nun ifadesi şöyleydi:

"Silah ve mermi kaçakçısı değilim. Eldeki belgeler, 1977 yılı içinde İtalya’dan bir gemi ile getirtilerek İskenderun’dan soktuğum teyp, radyo ve elektronik cihaz ile ilgilidir." [30.05.1979 gün ve 1979/783 sayılı İstanbul Sıkıyönetim Askeri Savcılığı kararı]
Yasalara göre, elektronik aygıt kaçakçılığı yapmak suçtu. Ancak Abuzer Uğurlu, bu belgelere ve bu belgeleri doğrulayan itiraflarına rağmen serbest bırakılmıştı. Ne zamana kadar? Ecevit hükümetinin Gümrük ve Tekel Bakanı Tuncay Mataracı'ya rüşvet verdiği anlaşılıncaya kadar!
Telemen'in 4 Mart 1979 tarihini taşıyan ihbar mektubu, Abuzer Uğurlu ve arkadaşları ile ilgiliydi. Mektup şöyle başlıyordu:
"Ben 7-8 yıldan beri silah kaçakçılığı yapan, daha doğrusu yapmaya itilmiş ve şimdi de içinden çıkamayan ve daha fazla yapmam için zorlanan bir yurttaşım."
Fakat şu son iki aydır yurtta cereyan eden olayları da bahane ederek silah kaçakçılığı yapmamak için direnmekteyim. Bunun için yoğun baskı ve tehdit altındayım. Ama her ne pahasına olursa olsun direnmeye devam edeceğim.
Şimdi sana silah kaçakçılığının ve silah kaçakçılığı kadar tehlikeli diğer iki konunun kaynakları, kanalları ve arkasındaki kişileri açıklayacağım.
Silah kaçakçılığı Türkiye'de 15 yıldan beri Abuzer Uğurlu (Kürt Abuzer) [Telemen, Abuzer Uğurlu için "Kürt Abuzer" adını kullanmaktadır. Türkiye'deki Güneydoğulu kaçakçılar "Kürt Grubu" olarak adlandırılırlar. Telemen, "Uğurlu' soyadı yerine 'Doğulu' soyadını kullanmaktadır] tarafından yapılır. Tabii kardeşleri Mustafa. Sabri, Ahmet ve en yakın arkadaşları da Nedim Dişkaya... Seyfi Dadaş. Kürt Aziz ve Selahattin Güvensoy. Sarı Avni, Hayrettin Yağcı, Mustafa Aydemir ve Oflu İsmail. [İtalya’da ortaya çıkartılan uyuşturucu madde ve silah kaçakçılığı olayları nedeniyle aranan ve 1980 yılından bu yana Türkiye dışında olduğu bilinen yeraltı dünyasında etkinliği ile tanınan İsmail Hacı Süleymanoğlu] Oflu İsmail ünlü kabadayı ve MHP'ye yakınlığı ile tanınan bir kişi. Sındırgılı Mustafa Aydemir de Balıkesir'de MHP'ye en yakın ve etkin adamı. Yukarıda isimlerini yazdığım ve daha çok benim dışarıda oluşumdan ve bir de benim tanımamda sakınca gördükleri birçok kişi var ki. bunların hepsi Abuzer'in adamlarıdır ve çoğunluğu MHP ile çok iyi ilişkiler içindedirler. Abuzer hücre usulü çalışır ve bazen hücreler birbirini tanımazlar.
İstanbul polisinin her kesimi ile çok iyi ilişkileri vardır. Gümrükler de öyledir. Edirne, Kapıkule, İpsala, Haydarpaşa ve Mersin gümrükleri Abuzer'in çiftliği gibidirler. Müdürlerini ve muhafaza amirlerini Abuzer tayin ettirir. Bu saydığım gümrük müdürlerinin tayini için gümrük bakanlığına ödenen 1 milyonla 10 milyon arasında. Bu durum İstanbul polis müdürlükleri için de söz konusudur."
İbrahim Telemen, bu girişten sonra, Bulgaristan’ın kaçakçılık olaylarındaki rolünü şöyle anlatıyor:

"1- Bulgarlar, her cins silahı, Türkiye'ye ya TIR'lar veya Varna'dan. Burgaz'dan deniz taşıtları ile göndermektedirler. Ve bu da Abuzer'in en yakın adamı Nedim Dişkaya tarafından, Bulgaristan ile Türkiye arasında sağlanmaktadır. Bu birinci kaynak.

2- İtalya, ispanya, Fransa ve Çekoslovakya, bu ülkelerden ise silah işini ben organize etmekte idim. Çünkü Bulgarlar, hiçbir kayıt aramadan her türlü silahı Abuzer'e vermektedirler, Nedim vasıtası ile. Nitekim geçen günkü iki bin adet uzun menzilli tüfek geldi ve şimdi Abuzer'in adamı Aziz, onları Anadolu'ya göndermekle meşgul. Ama, İtalya, ispanya, Fransa ve Çekoslovakya silah verirken lisans istemektedirler. Ben Arap Emirliklerinden veya Afrika'da bir devletten 25-30 bin dolar ödeyerek lisans alıyorum. Ve o Lisans ile 10 bin, 20 bin her cins tabanca ve 4-5 milyon mermi, sanki oraya gidecekmiş gibi, Abuzer'in gönderdiği gemiye yüklüyorum. Gemi açık denize açıldıktan sonra silahları Abuzer Haydarpaşa gümrüğünden müdür Galip [Ali Galip Kayıran, İstanbul’da Haydarpaşa gümrük müdürlüğü yapmıştır, Hakkında kaçakçılarla işbirliği yaptığı savı ile çeşitli kovuşturmalar bulunan Kayıran, Ecevit hükümetinin Gümrük ve Tekel Bakanı Tuncay Mata­racı'ya rüşvet vermek suçundan da mahkum olmuştur] ve adamları tarafından Abuzer'e verilmektedir. Her ay Haydarpaşa'dan on beş-yirmi bin silah ve o kadar mermi Türkiye'ye girmektedir. Veya Ayvalık açıklarında Mustafa Aydemir ve onun vasıtaları ile Anadolu'ya sevk edilmektedir. Bundan gümrüklerin ve jandarmaların haberi oluyor. Bir ay kadar önce Abuzer'in Sarı Avni ve Hayrettin Yağcı hücresi çok miktarda tabanca ve mermiyi Ayvalık açıklarında Mustafa Aydemir'e teslim ettiler. İstanbul’da sıkıyönetim olduğu için bu kez orasını yeğlediler.

Haydarpaşa gümrük müdürü Galip'in, Abuzer'in Mecidiyeköy hücresi ile her akşam nasıl işbirliği yaptığı kısa bir takipten sonra anlaşılacaktır.
Şimdi bana ağır baskı yapıyorlar. Daha evvel Çekoslovakya'ya 15 bin tabanca ve 4 milyon mermi siparişi ve kaporaları verilmişti. Hemen gidip yüklememi isteyerek ağır tehdit etmektedirler. Hatta ölümle. Ve 20 bin tabanca daha sipariş etmem için, beş milyon da mermi.
Çekoslovakya'da ise onların direksiz bir çeşit özel vapurları var. Onlarla Tuna'dan Karadeniz'e açılarak açıkta bekleyen Abuzer'e ait gemiye hemen teslim edip, geriye dönüyorlar. Mersin açıklarından da silah soktukları oluyor. Fakat şimdi en iyi yer Ayvalık kıyıları. Sıkıyönetim yok."
İbrahim Telemen'in silah kaçakçılığı kadar tehlikeli saydığı bir başka konu da döviz kaçakçılığıdır. Mektupta bu konuda şu açıklamalara rastlanıyor:
"Sirkeci'de, Büyük Postane'nin hemen karşısında "Dövizci Celal" vardır ki, bütün Sirkeci bankalarından daha çok döviz toplar. Ve bütün İstanbul emniyeti de bilir. İstanbul polis şeflerinden hele bazıları ile olan çok sıkı dostluğu yüzünden kimse bir şey yapmaz, yapamaz. Güzel, planlı bir operasyonda çok miktarda döviz ve bazı delillerin ele geçeceğinden hiç kuşku olmasın. Fakat bunu İstanbul polisi yapamaz. Hemen haber verir, baskın var, tedbirinizi alın, diye.
Yeşilköy gümrüğünden her an elinde 3-5 milyon DM dolu çanta ile hiçbir engelle karşılaşmadan adamları girer, çıkar. İsterse pasaportuna damga vurdurur, isterse vurdurmaz. Ben böyle birkaç kez çıkıp girdim. En çok çıkıp giren ise Selahattin Güvensoy. Zira bizim hücrede dil bilen ben ve Selahattin.
Ben Abuzer ile ilişkilerimi Seyfi Dadaş ile yürütürüm. Çok ender görüşürüz. Kendi evinden ve yazıhanesinden bana hiçbir zaman telefon etmez ve ettirmez. Telefonu ev: 583060, yazıhanesi: 381750 ve Harbiye'deki yazıhanesi: 462595. Dadaş'a ait: 465224. Kurtuluş, Kuyularbaşı sokak No: 20/3. Bu telefonla Çekoslovakya ve İtalya ile devamlı görüşürüz.
Ağustos i 978'den yıl sonuna dek 465224 nolu telefondan Çekoslovakya-Prag dan ve İtalya-Milano'dan 639518 Cemal Bey, 666441 gene Milano'dan karşılıklı ne kadar görüşülmüş, bu durum İstanbul Telefon Müdürlüğü kayıtlarından çıkarılabilir."
İbrahim Telemen, Abuzer Uğurlu’nun yönettiği kaçakçılık şebekesi hakkında bilgi verdikten sonra şu önerilerde de bulunmaktadır.
Bir kaçakçının bu konudaki gözlemleri şöyle; bunları da öğrenelim:
"Peki bu durum önlenemez mi! Derhal önlenir, şöyle ki:

1- Kapıkule, İpsala, Haydarpaşa, Mersin ve İstanbul Yeşilköy gümrük müdürleri, muavinleri ve sivil muhafaza amirleri hemen değişmeli ve bu gümrük kapıları müfettişlerce çok sıkı denetlenmeli.

2- Hükümet, diplomatik yollardan çok etkin girişim de bulunmalı. Nitekim Ecevit yeni iktidara geldiği zaman böyle bir girişimde bulunmuş olacak ki, Bulgarlar altı ay kadar, silah sevkiyatını durdurmuşlardı. 2-3 aydır tekrar başladılar.

3- Lisansla silah satan ülkelerden yalnız silah değil, lisansa şu açıklama ve sorumluluk yükleyecek tümceyi koydurmak için gene diplomatik girişimde bulunmak. Uluslararası antlaşmalarda, silah için re-export yasağı olduğunu sanıyorum. "ithali için lisans verdiğimiz silahı kendimiz kullanacağız, tekrar bir başka ülkeye ihraç etmeyeceğiz"... Bu şu bakımdan çok önemli: O zaman her ülke 25-30 bin dolar için lisans vermeyecektir. Silah satan ülke ve fabrika da silah vermeyecektir. Bunun yüzde yüz yararlı olacağına, uzun tecrübeme dayanarak, inanıyorum.

4- Lisanslar zaten naylon lisans. Örneğin Arap Emirliklerinden birisi şöyle bir yazı yazıyor: "Sayın Bay, ithali için yaptığınız müracaat uygun görülmüştür. Cins ve miktarları yazılı silah ve mermileri, döviz talep etmediğiniz için ithal izni verilmiştir." İşte böyle bir yazı ile anlaşıyorlar ve parayı da bir İsviçre bankasından gönderdiniz mi, istediğiniz kadar, her cins, her marka silah ve mermi, Abuzer'in göndereceği gemiye hemen yüklenmek üzere istediğiniz serbest limana gönderiyorlar ."

Kaçakçılığın çeşitli kanalları, yol ve yöntemleri var. Telemen sahte pasaport konusunu da ele alıyor:
"Sahte pasaport ve her türlü sahte mühür, araç ve gereçler. Bunlar da Abuzer'in elinde.
Beni, İzmir Buca Cezaevi'nden Abuzer kaçırdı. Ve hemen üç adet pasaport: Biri Bora adına, tüccar, her an yurt dışına çıkıp girebilirim. Çok girdim, çıktım. Şimdi o pasaport Abuzer'in elindedir. ikincisi Kemal, Almanya'da çalışan bir işçiyim. Gene her an girip, çıkabilirim. O pasaport bende. Abuzer istedi, kaybettim diye vermedim. Üçüncüsü de kendi adıma, o da tüccar. O pasaport da İtalya’da.
Abuzer'in bütün adamlarında böyle birkaç pasaport var. Her istedikleri an yurt dışına gidip, gelmektedirler. Bu bakımdan sahte pasaport işi de silah kadar zararlı ve silah kaçakçılığını kolaylaştırdığı için ve sahte pasaportla en azılı katiller, kaçakçılar ve anarşistler istedikleri an yurt dışına gidip, geliyorlar. Ve silah dolu TIR'ları istedikleri yerde bırakıp, hiç oradan ayrılmadan, sanki Suriye'ye gidip, gelmişler gibi, çıkış damgası ve şoförün durumuna göre Arap vizesi ve damgası hepsi sahte olarak, Abuzer'in elindedir.
(...) İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına da yazacağım ve sahte pasaportumu mektupla birlikte göndereceğim. Hatta fırsat bulursam, gidip teslim olacağım. Fakat bir an dahi olsun yalnız bırakmıyorlar. Her an gölge gibi takip ediyorlar. Hem benim teslim olmam hiçbir anlam taşımaz. Önemli olan Abuzer ve etrafındaki birkaç kodamanın yakalanması, ondan sonra teslim olurum. Ve gerektiği şekilde her yardımı devlet görevlilerine yapmaya ve elimdeki delilleri vermeye hazırım."
Telemen'in kuşkulu ölümünden sonra otel odasında yapılan aramada, Telemen'in fotoğrafını taşıyan ve Kemal Tayyar adına düzenlenmiş bir sahte pasaport ele geçmişti. Bu, Telemen'in mektubunda sözünü ettiği pasaporttu.
Telemen'in ölümü üzerindeki sis perdesi bugün de kaldırılmış değildir. Ölümünden hemen sonra ölüm nedenini kesinlikle saptayacak yeterli bir otopsi yapılmamıştır. Ölünün, Telemen'e ait olduğunu saptayacak bir teşhis tutanağı da tutulmamıştır. Telemen'in cesedinin hangi mezarlığa gömüldüğü belli değildir. Bir yakını tarafından, Ankara'nın Kızılcahamam ilçesi mezarlığına gömüleceği söylenerek teslim alınan ceset, Kızılcahamam mezarlığına gömülmemiştir. Ayrıca, o tarihte.. cezaevi kaçağı olarak aranan Telemen'in otelde kendi adına oda ayırtması da ilgi çekmiştir. Acaba, ölen, Telemen'in kendisi miydi? Yoksa, bir başkasını öldürüp, olaya bir intihar süsümü vermişti? Polis tarafından aranan bir kaçakçı, elinde de sahte pasaport varken, niçin kendi adına oda ayırtmaktaydı? Bunlar, kuşku verici noktalardı.
Bugün üzerinde durulan olasılık Telemen'in yaptığı ihbarlardan ötürü öldürülmüş olmasıdır. Olaya el koyan İstanbul Askeri Savcılığı bu kanıdadır.
Telemen'in 1972 yılında İzmir Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanmasında savcılık yapan bir tanık, 1980 yılında, İzmir emniyetine başvurarak, öldüğü ileri sürülen Telemen'i gördüğünü bildirmiş ve bunun üzerine araştırmalar ve soruşturmalar yapılmıştı. Fakat bu soruşturmalardan herhangi bir sonuç alınmış değildir.
Telemen'den bugün elimizde kalan. şu okuduğunuz ihbar mektubu ile iki kaçakçılık dosyasıdır.
İbrahim Telemen'in biri 1972, öteki 1975 yılı olmak üzere iki ayrı silah kaçakçılığı davasında yargılandığını saptadık. Telemen, 1972 yılında askeri savcıya verdiği el yazılı ifadesinde birçok kaçakçı adı açıklamıştı. Bunların arasında, Papa'ya suikast girişimi nedeniyle adını duyuran Bekir Çelenk ile İtalya’nın Trieste kentinde 1981 yılının Mart ayında ele geçirilen 15 kilogram baz morfin olayı ile ilgili görülen Hasan Nehir'in de adları var. Telemen'in açıklamalarına göre, Çelenk ve Hasan Nehir ortak olarak çalışmaktadırlar. Telemen, Çelenk ve Nehir'i 1972 yılında yetkililere bildirmişti.
Telemen'in 1972 yılında askeri savcıya yaptığı bu açıklamalardan kimsenin haberi yoktu. Bu el yazılı ifade, adliye mahzenlerinde unutulmaya terkedilmişti. 1980 yılının Ekim ayında, bu ifade. Cumhuriyet Gazetesi'ndeki köşemde yayınlanınca birdenbire ortalık karıştı.
Telemen'in 31.12.1972 günü askeri savcıya verdiği el yazılı ifadenin Bekir Çelenk ve Hasan Nehir ile ilgili bölümüne göz atalım: [İbrahim Telemen'in askeri savcıya yaptığı bu açıklama, İzmir İkinci Ağır Ceza Mahkemesi'nin 1974/384 esas sayılı dosyasının i 46'ncı sırasında bulunmaktadır. Telemen'in, Hasan Nehir ile ilgili olarak bildirdiği olayın yargılanması, Ankara, Altındağ Ağır Ceza Mahkemesi'nde yapılmıştır. Bu dosya da 970/394 sayısını taşımaktadır]
"Ömer ve Hasan Nehir kardeşler, İstanbul Beyazıt'taki Radar ve Topkapı otelleri sahibidirler. Ve otellerini adeta kaçakçı yuvası gibi kullanırlar. Yaz-kış otelleri Arap ve İranlı kaçakçılarla doludur. 1971 başlarında benim ihbarımla Ankara'da 500 kg. esrarla beş kişi suçüstü yakalandılar. Örtbas oldu. Bugün onlardan hiç kimse yok içeride. 1972 yılı ortalarında İstanbul Yeşilköy gümrük depolarından Haydarpaşa gümrük deposuna nakledilecek diye külliyetli miktarda silahı içeri soktular. Bunların dışarıdaki adamı da Bekir Çelenk'tir. Münih'te oturur, Türkiye'ye pek gelmez."
İbrahim Telemen'in bu el yazılı ifadesi, askeri mahkeme tarafından resmi, makamlara gönderilmiştir. Fakat Bekir Çelenk de, armatör Hasan Nehir de Gaziantep ilinde yağ ve un fabrikası sahibi olarak ellerini, kollarını sallayarak dolaşmışlar.
1972 yılı Aralık ayının on beşinci günü, İzmir Alsancak limanına, İtalyan bandıralı "Sangiorgia" gemisi yanaştığında, önemli bir kaçakçılık olayının patlak vereceğinden kimsenin haberi yoktu. Daha önce herhangi bir ihbar ya da uyarı da alınmış değildi. Gümrük yetkilileri ve polisler, her zamanki denetimlerini yapmaktaydılar.
Hans Peter Haas adlı bir Alman yurttaşı, "S. An. 5743" plaka nolu arabası ile denetimlerini tamamlamış, limana çıkmak üzereydi. Görevliler, gemiden çıkmak üzere olan Alman plakalı aracın arka kısmının yerle bitişecek biçimde çökmüş olduğunu gördüler. Belli ki, arabanın arka kısmında büyük bir ağırlık vardı. Hemen araba durduruldu, bagaj açıldı. Bagajda yalnızca pek de ağır olmayan bir valiz vardı. Şüpheler büsbütün arttı. Bu ağırlık nereden geliyordu. Aramalar çok uzun sürmedi. Arabanın arka kısmında özel bir bölmeye yerleştirilmiş 350 tabanca ele geçiverdi.
Haas, hemen emniyet müdürlüğüne götürüldü. Biraz sonra ilk bağlantı ortaya çıkıyordu: İbrahim Telemen... Polis, Telemen adını hemen sınır kapılarına bildirdi. Telemen, Haas ile İzmir’de buluşacaktı, ancak Haas'ın yakalanmasıyla birlikte ortadan kaybolmuştu. İstanbul polisi çok geçmeden Telemen'i, İzmir’den İstanbul’a inen uçakta ele geçiriyordu. Telemen'in yanında bir de sarışın güzel bir bayan vardı. Finlandiyalı Anna Liza Tuhkanen.
Telemen, ilk sorgusunda bir Türk adı vermekteydi: Kemal Ercan... Polis, ilk aşamada dört kişiyi yakalamıştı: Federal Alman Haas, Finlandiyalı Tuhkanen ve iki Türk: İbrahim Telemen ve Kemal Ercan...
Sorgunun bir sonraki aşamasında bir başka kişi daha belirdi: Federal Alman Peter Schüwartz. Bu iki Türk, iki Alman ve bir Finlandiyalı çetenin silah sağladığı ülke de Macaristan.

Olayın gelişmesi şöyle:

İbrahim Telemen, Federal Almanya'da çalışan Türk işçilerinden, karşılıkları Türkiye'de ödenmek üzere mark toplar. Bu paraların karşılığı, Kemal Ercan tarafından, işçilerin Türkiye'deki yakınlarına Türk parası olarak ödenir. Bundan sonrası, silah fabrikası ile temas kurmaktır. Bu temasları da Telemen sağlar. Budapeşte'ye gider, Ferunlion Export yetkilileri ile görüşür. Anlaşma sağlanır. Anlaşmaya göre, Alman plakalı bir araba gelip, silahları teslim alacaktır. Silahların parası, Alman markı olarak ödenir.
Telemen, silahları fabrikadan teslim almak için Alman Haas'ı görevlendirir. İlk aşamada, Telemen geri plandadır. Haas, doğrudan doğruya Peter Schwartz ile görüşür. Aldığı talimat gereği Budapeşte'ye gider, arabasını Fer-union yetkililerine teslim eder. Arabanın özel bölümlerine, gizli olarak silah yerleştirir. Ve bu araba ile Trieste'den gemiye binerek İstanbul'a gelir. Haas'ın Türkiye'ye ilk girişi, 1970 yılına rastlar. 1970 Mart ayı ile yakalandığı tarih olan 15 Aralık 1972 tarihleri arasında tam sekiz kez Türkiye'ye giriş yapar.
Haas, Türkiye'ye ilk girişinde, İstanbul'da bir otele yerleşir. Biraz sonra tanımadığı iki kişi gelir, arabanın anahtarlarını alır ve giderler. Haas, Reşat Kagıt adlı bir denizci ile tanışır. Daha sonraki seferlerde, Reşat Kagıt, silahlan teslim alır. Reşat Kagıt ile Hoas'ı tanıştıran Peter Schwartz'dır. Schwartz, bazı seferlerde bulunur. Gemiye biner. Haas'ı uzaktan izler.
Haas, daha sonraki seferlerinde Telemen'den talimat alır. Silahlar, bazen İstanbul’da, bazen de Ankara'da Türk kaçakçılarına teslim edilir. Haas'ın son seferi de Budapeşte'den başlamıştır. Haas, Telemen'in Finlandiyalı sevgilisi Tuhkanen ile Budapeşte'de Beke otelinde buluşurlar. Haas'ın son seferde kullandığı araba, Telemen tarafından özel olarak yaptırılmıştır. Araba, Norbert Orlikovoski adlı bir Almanın üzerine kayıtlıdır. Haas, bu araba ile Budapeşte'den hareket eder ve Trieste'ye gelir. Trieste'den Sangeiorgia adlı İtalyan gemisine binerek, İstanbul limanına gelir. Telemen, Haas'ı İstanbul'da karşılar ve silahların İzmir’de boşaltılmasını ister. Telemen ve Kemal Ercan, Haas'ı, İzmir’de ünlü Efes otelinde beklemektedirler.Ancak Haas yakalanır.
Haas'ın yakalandığını öğrenen Telemen, hemen otelden ayrılır. Akşam uçaklarından birine binerek İstanbul’a iner. Ve Yeşilköy havaalanına iner inmez de yakalanır.
Yakalanan sanıklar, İzmir Sıkıyönetim Mahkemesi'nde yargılanarak çeşitli hapis cezasına çarptırılırlar. Bu arada, Sıkıyönetim kaldırılır. Bu nedenle bu dosya İzmir İkinci Ağır Ceza Mahkemesi'nce ele alınır. Yargılamanın sürmekte olduğu 1974 yılında çıkarılan af yasası ile sanıklar salıverilirler. Dosya mahzene kaldırılır.
13 Ekim 1980 günü, gazetedeki köşemde, Telemen'in silah kaçakçılarını açıklayan ifadesi yayınlanınca, dosya yeniden mahzenden çıkıyor.
1932 yılında Ankara'nın Kızılcahamam ilçesinde doğan ve İstanbul’da çeşitli otellerde, muhasebeci, santral ve resepsiyon memuru olarak çalışan ve 1967 yılında Almanya'da uyuşturucu madde ile yakalanan Türk uyruklu İbrahim Telemen ile 1940 Goisling doğumlu, çeşitli eğlence yerlerinde çalışan ve 1970 yılında silah ve uyuşturucu madde taşımak suçundan Stutgard ilinde yakalanan Alman uyruklu Hans Dieter Haas'ı, biraraya getiren bu çok uluslu kaçakçılık zinciri tabii ki bu olayla kapanmayacaktı. Çünkü, gerek Telemen, gerekse Haas, bu çok uluslu kaçakçılık zincirinin yalnızca iki küçük halkasıydılar. [Federal Alman İnterpol makamının 20.1.1972 gün ve EA/2 3 w h 177 083 sayılı telsiz ile Türkiye'de Emniyet Genel Müdürlüğüne gönderilen bilgi]
29 Temmuz 1975 günü, İzmir Alsancak limanına yaklaşan "İstanbul" adlı feribottan "SCA 3921 " plaka nolu bir kamyonet iner. Kamyoneti, Gunter Bock adlı bir Alman kullanmaktadır. Kamyonette yapılan aramada 599 adet Çekoslovak yapısı "Vizor" marka tabanca ele geçer. Bock ilk sorgusunda tabancaların getirtilmesi için İbrahim Telemen ile anlaştıklarını söyler.
Bock, olayın öncesini ayrıntılı biçimde anlatır: Telemen ile daha önce tanışmışlardır. Telemen, İstanbul'dan Bock'un Stutgart'taki 234095 nolu telefonunu arar. Anlaşırlar. Telemen Bock'a "7 Stutgart 80 Rohr, Gietmannster, 10" adresinde oturan Norbert Orlikowoski adına kayıtlı kamyoneti bir garajdan teslim alıp, yola çıkmasını söyler.
Norbert Orlikowoski, İbrahim Telemen'in 1972 yılında Alman uyruklu Hoans Dieter Haas aracılığı ile Türkiye'de 350 tane Browning marka silahla yakalanan "S An 5473" plaka nolu araba da aynı Norbert Orlikowoski üzerine kayıtlıdır. Fakat bu iki dava arasında bir türlü ilgi kurulmaz.
Telemen, Bock'a İstanbul'dan sonra Milano'dan telefon eder. Telemen, Milano'da "Florada" otelinde beklemektedir. Bock ve Telemen, otelde buluşurlar.
Telemen, Milano'da iki İtalyan ile sürekli olarak görüşmeler yapar. 5 Temmuz 1975 günü, Bock ve Telemen'in yolları motosikletli iki polis tarafından kesilir. Arama yapılır. Telemen'in üzerindeki bütün paralar; polisler tarafından alınır. Gerçek, bir süre sonra öğrenilir. Polis elbisesi giymiş bu iki kişi gerçekte polis değil iki soyguncudur. Konu İtalyan polisine yansıtılır. Ancak Telemen, olayın üzerinde pek durmak istemez. Sonradan cezaevindeki arkadaşlarına "Kızıl Tugaylar tarafından soyulduğunu" söyler.
Bock, Telemen'den ayrılarak, Viyana'ya gidip, "Gloriette" oteline yerleşir ve Telemen'den telefon bekler. Birkaç gün sonra Telemen telefon eder ve gereken talimatı verir. Talimat uyarınca Bock, Çekoslovakya'nın Brünn kentine gider ve Intenational oteline yerleşir. Telemen, Bock'a bir firma adı ve telefon numarası vermiştir. Bock, "Mercurian" firmasının 371360/3808 numaralı telefonundan Davidek ve Bemard adlı kişileri arar.
Davidek, 16 Temmuz günü, otelden Bock'u arar. Yarım saat sonra otele biri kadın olmak üzere dört kişi gelirler. Bu dört kişi, Telemen ile konuştuklarını, anlaşma gereği olarak, 600 tabancayı kamyonetin özel bölmelerine yerleştirdiklerini söylerler. Bu dört kişi, Alman Bock'u bir polis arabası eşliğinde Avusturya sınırına kadar götürürler. Bock, sınırı geçer geçmez, Telemen'i telefonla arar. Konuşurlar. Telemen yeniden talimat verir. Bock, aldığı bu talimat üzerine, Venedik'te Park oteline yerleşir. Telemen, bu kez, Bock'u İstanbul’dan telefonla arar. İzmir gümrüğünün ayarlandığını, hiçbir güçlükle karşılaşmayacağını bildirir. Bock, İstanbul feribotunda yer ayırtarak, İzmir’e doğru yolculuğuna başlar. Telemen'in planı daha sonra şöyle işleyecekti: Bock, araba ile Manisa yolunda bir benzinciye gelecek, burada iki kişi arabayı alıp, silahlan boşaltacaklardı.
Bock, yakalandıktan sonra Telemen dışında bir Türkün adını daha veriyordu: Nedim... Bu Nedim, Telemen'in ihbar mektubunda adı geçen Nedim Dişkaya'dan başkası değildi. Nedim Dişkaya da Abuzer Uğurlu çetesinin bir adamıydı.
Kısa öyküsünü okuduğunuz bu olay, Bock'un ilk kaçakçılık serüveni değildi. Bock, bundan önce de aynı kaçakçılık çetesinin bir başka taşımacılık işini yapmıştı.
Bock, Peter Harigart adlı bir Almanın emrinde çalışmaktadır. Harigart, "7000 Stutgart-W Roterbühl Str. 98" adresinde oturmaktadır. Bock, Haligart'ın talimatı üzerine 1975 yılının Mayıs ayında Sofya'ya gider ve Sofya'da Nedim Dişkaya ile buluşur. Nedim Dişkaya ve Bock, Sofya'dan karayolu ile Yugoslavya'nın Pirot kentine giderler. Pirot'da iki minibüs kendilerini beklemektedir. Minibüslerden biri "S-CC-7564, diğeri, S-CA-921" plaka noludur.
Bock ve Dişkaya, minibüslere binerek, İtalya’nın Ancona kentine gelirler. Daha sonra, Telemen, Dişkaya ve Bock, Milano'da buluşurlar. Amaçları, "Baretta" marka tabanca satın almaktır. Ancak, bu girişimlerinde başarılı olamazlar. Bunun üzerine Nedim Dişkaya, İstanbul’a döner. Bock ise Viyana'ya gider. Telemen ve Bock, daha sonra Prag'da buluşurlar. Bock ve Telemen, Prag'da Esplanda otelinde kalırlar. Bock, daha sonra Brünn kentine gider. Bock'u kaldığı International otelinde Davidek adlı bir kişi arar. Daha sonra, dört kişi gelerek, Bock'un arabasını alırlar ve arabaya 600 tane tabanca yerleştirirler.
Bock, Venedik'e gelir. Buradan bir feribot ile İzmir’e doğru yol alır. İzmir gümrüğünde hiçbir güçlükle karşılaşmaz. Arabası ile Manisa-Balıkesir yolunda bir benzin istasyonunda durur. Arabayı, kendisi ile buluşanlara teslim eder. Ve kendisi ile buluşanların arabasıyla İstanbul’a gider ve İstanbul’da Park otelde Telemen'den 5000 dolar alır.
Telemen, Bock'a aynı yollarla bir kaçakçılık işi daha yapmasını söyler. Bock'un yakalandığı kaçakçılık olayı, Telemen'in önerisi üzerine yaptığı ikinci kaçakçılık olayıydı, ama yakayı ele vermişti.
Bock'un yakalanmasından sonra yapılan aramalarda Telemen bulunamaz. Telemen, Almanya'dadır. Ömer Kazmacı adına düzenlenmiş sahte pasaportla dolaşmaktadır. Türk polisinin başvurusu üzerine Telemen, Federal Alman polisince Münih'te yakalanır ve 1976 Temmuz ayı ortalarında Türkiye'ye geri verilir. Telemen, İzmir İkinci Ağır Ceza Mahkemesince tutuklanır ve Buca Cezaevi'ne gönderilir.
Dava, önce İzmir İkinci Ağır Ceza Mahkemesi'nde başlar. Dosya daha sonra, o tarihte yeni kurulan İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne gönderilir. [Telemen ve Bock ile ilgili dava, o tarihte devlet güvenliğini ilgilendiren suçlan karara bağlamakla görevli özel bir uzmanlı üvenlik Mahkemesinde görülmüştür. Dosya, İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin 1978/3 sayısında kayıtlıdır]
Ve bu dava görülmekte iken Telemen, Abuzer Uğurlu tarafından cezaevinden kaçırılır. Telemen kaçırıldığı 1976 yılından, şüpheli ölümüne kadar İstanbul’da, Opera otelinde kaldı. Kendi ifadesine göre daha birçok olaya karıştı.
Ankara'da, Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi'ndeki Abuzer Uğurlu ve arkadaşları ile ilgili dava, Telemen'in ihbarına dayanmaktadır. Telemen adı, Türkiye'de kaçakçılık olayları ile birlikte anılmaktadır. Ve Telemen yazdığı mektupta, bütün kaçakçılık işlerini Abuzer Uğurlu’nun emri ile yaptığını söylemektedir.
Eğer, M. Ali Ağca adındaki sağcı terörist Papa'ya suikast girişiminde bulunmasaydı bütün bu olaylar ve kişiler tozlu adliye dosyalan arasında unutulup gidecekti. Ve eğer Ağca, yargıç Martella'ya verdiği ikinci ifade de "bana yardım edenler, Bekir Çelenk ve Abuzer Uğurlu'dur" demeseydi, bu kaçakçıların adı, Türkiye dışında pek duyulmamış olacaktı.
Telemen ölmüş müdür? Ölmemiş midir? Acaba Opera otelinde ölen ya da öldürülen bir başkası mıydı? Uğurlu'lar, Telemen'in ölmediği kanısındadır. Mustafa Uğurlu, mahkeme önünde böyle bir açıklama yapmıştır. İzmir'de bir Cumhuriyet savcı yardımcısı Telemen'i gördüğünü polise bildirmiştir. Ancak aramalar bir sonuç vermemiştir.
Telemen ölü ya da diri fakat, geride bıraktığı el yazılı ifadeler ile ihbar mektupları birçok olayın aydınlatılmasına yardımcı olmuştur.
Şu rastlantıya bakın: Telemen, 1972 yılında askeri savcıya verdiği el yazılı ifadede, Hasan Nehir ve Bekir Çelenk'in adlarını veriyor. Hasan Nehir ve Bekir Çelenk, İtalya’da ortaya çıkartılan büyük kaçakçılık olayı ile ilgili görülüyorlar. Aynı Telemen, 1979 yılında bana yazdığı mektupta, Abuzer Uğurlu ve "Oflu İsmail" olarak bilinen İsmail Hacı Süleymanoğlu'nun adlarını veriyor.
Abuzer Uğurlu'nun adı, yargıç Martella'nın dosyalarında geçiyor. "Oflu İsmail" adı ise savcı Palermo tarafından saptanıyor. Oflu İsmail’in Macaristan'da olduğu sanılıyor.
Bu çok uluslu kaçakçılığın bir ilginç gelişmesi de, M. Ali Ağca'ya Sofya'da sahte pasaport sağlayan Ömer Mersan'ın, Abuzer Uğurlu'nun kaçakçılık ortağı Bekir ve Selami Gültaş'ların Münih'teki "Vardar" adlı şirketinde çalışmasıdır.
Ve daha da ilginci, M. Ali Ağca'nın Papa'ya suikast girişiminden önce Roma'dan, Münih telefon rehberinde kayıtlı Vardar firmasının 531070 numaralı telefonunu aramasıdır.

http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=348

********


http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=348



(Rahmetli Uğur Mumcu'nun PAPA - MAFYA - AĞCA isimli kitabından alınmış olan Telemen Olayından sonra, " Uyuşturucudan Susurluk'a dizimizdeki Nuri Gündeş'in anlatımlarına dönmeden önce önemli bir belgeye de yer vermek istiyoruz. 16 Sene öncesine ait bir mektup. =  MİT Müsteşarı'na Mektup )

( http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=349

İŞTE  DETAYI;

26/7/2001 - 11:00 
Atin,

16 Sene Önceki Belge
İşte Abdullah Çatlı ve arkadaşlarının ne zaman, kimler tarafından kullanıldığı tartışmalarına açıklık getirecek, günümüzden on altı sene önce yazılmış tarihi bir mektup. Bu mektubu, MİT'le ilgili tüm yakışıksız olayları Şehit MİT Müsteşar Yardımcısı Hiram Abas ve Mehmet Eymür'e monte etmeye çalışanlara ithaf ediyoruz. 


10 Temmuz 1985 
Sayın Burhanettin BİGALI ,
Korgeneral 
MİT Müsteşarı 
ANKARA 

Sayın Müsteşarım. Nedenlerini tahmin ettiğim sebeplerle aldığınız görevimden [1] bugün ilişkimi keserek ayrılacak, yeni görevime başlayacağım.
Haklı bir mücadelenin adamı olarak, meslek hayatımda yediğim bu darbe beni ümitsizliğe sevk etmeyecektir. 
Zatıalinize bu satırları kendi derdimden ziyade mesleki nedenlerle yazmayı görev bildim. Şöyle ki; 
Bugün bütün dünyanın adından bahsettiği Abuzer Uğurlu, 1974-1979 yılları arasında teşkilatımızca (İstanbul) ..... kullanılmıştır. Bir dublaj operasyonu diyebileceğimiz bu faaliyetin zamanla aleyhimize geliştiği bugün apaçık ortadadır. 
Buna merkezi olmayan disiplinsiz bir sevk ve idare, zamanla menfaat ilişkilerine dönen mesleki temaslar ve K/O - Ajan ilişkilerinde sevk ve idare edilen şahsın geniş imkan ve para gücünün yanı sıra, elemanın hasım servisten olan menfaatlerinin kıyaslanmayacak kadar üstün olması gibi sebepler neden olmuştur. 
Bildiğim kadarıyla Abuzer Uğurlu ile resmi ilişkinin kesilmesinden sonra da bazı kişisel temaslar devam etmiştir. Duyduğuma göre Mataracı davası ile ilgili olarak gözaltına alınan A. Uğurlu’yu, kaçakçılık konularına bakan bir mensubumuz, yanında eski İstanbul Ülkü Ocakları Başkanı Komando Mustafa olduğu halde Beşiktaş’ta Abuzer’in Mercedes otomobili ile polise teslim etmiş, iyi davranılması için adı geçenden külliyetli miktarda para da alınmıştır. 
Kanaatime göre Abuzer Uğurlu, Sovyetler ve Bulgarlar tarafından Türkiye’de bir "baş ajan" şeklinde kullanılmış, Abuzer ve Bekir Çelenk vasıtasıyla MHP ve Ülkücülere hulul edilmiş, Türkiye’de İpekçi cinayeti, Bahçelievler cinayeti, Adana Emniyet Müdürü cinayeti gibi provokatif ve halkın güven duygusunu kaçıran, nefret yaratan ve güvenlik güçlerini sağ mihraklar üzerine teksif eden operasyonlar planlanmıştır. 
(Ağca) PAPA suikastında muvaffak olsaydı hem Hristiyan alemi Türkiye’ye cephe alacak hem de yurt dışında bulunan Ülkücüler Batı Güvenlik güçlerinin bir numaralı hedefi haline getirilecekti. Tabiatıyla bu arada hem PAPA hem de Polonya’daki direniş hareketi cezalandırılmış olacaktı.
Tetkik edildiği zaman yukarıda saydığım ve provokatif operasyonlar olarak nitelediğim faaliyetlerin tümünün faillerinin (Ağca, Oral Çelik, Abdullah Çatlı, Aydın Telli vs. gibi) Abuzer Uğurlu, Bekir Çelenk ve Bulgaristan ile iltisaklı olduğu görülecektir. Bunları ancak normal bir vatandaş sağcı veya Ülkücü olarak nitelendirebilir.
Bulgarlar Bekir Çelenk’i aniden Türkiye’ye yollamışlardır. Nedeni anlaşılmamıştır. Yakın tarihte öğrendiğime göre Bekir Çelenk’in Bulgaristan’da ifadesini almaya giden İtalyan Savcı, Bekir Çelenk’in telefon defterinde, İstanbul MİT Teşkilatına ait telefonlar da tespit etmiştir. 
Halen bu tutanaklar Emniyet Teşkilatında mevcuttur. Bu Bulgar’ların hazırladığı bir mizansen olabilir. Buna rağmen Ağca davasında sıkışacaklarını anlayan Bulgarların dünya kamuoyunun dikkatini Türkiye üzerine çevirmesi mevcut ilişkileri dikkate alındığında gayet kolay olacaktır.
Sovyet ve Bulgarlar Türk yeraltı dünyasının büyük bir bölümünü bir başka amaçla daha kullanmışlardır. Normal Espiyonaj faaliyetleri ile ulaşamadıkları üst düzey yöneticilere Mafya vasıtasıyla ve menfaat ilişkileri ile yaklaşmışlardır. Bugün birçok tahkikatın engellenmesi bu ilişkilerin ortaya çıkması korkusundan kaynaklanıp, menfaat ilişkilerinin devlet güvenliğinin üstüne çıkmasına neden olmaktadır.
Yine Kontr-Espiyonaj olarak dikkatle incelenmesi gereken diğer eski bir faaliyetimiz ise halen İstanbul’da mukim İ.Ö ve ortağı olduğu TT Şirketidir.

İ.Ö., eski Milli Türk Talebe Derneği yöneticilerindendir. 

Adı geçen 1970’li yıllarda bir Bulgar’a yaklaşma operasyonunda kullanılmış, bahse konu operasyon iyi bir şekilde neticelenmemiştir. 
O tarihte Bulgarların ....... işlerinin büyük bir kısmını yüklenmiş olan TT ve İ.Ö'nün geleceği de bu operasyon neticesinde tehlikeye düşmüştür. 
Buna rağmen İ.Ö'nün işleri geçen seneler zarfında ilerlemiş, bu ilerleme nispetinde de K/O-Eleman ilişkileri de ciddi havasından çıkmıştır. 
Bulgar masasına bakan bir sorumlunun eşi, bir Bulgar gemisi ile Akdeniz turuna çıkmış, TT'nin .......deki Moteli, aynı görevli ve arkadaşlarının tatillerini geçirdikleri ve kumar oynadıkları bir sayfiye yeri haline gelmiştir.
Teşkilatımızdan geçici bir süre ayrılan bir diğer üst dereceli yönetici TT’nin bir yan kuruluşunda görev almıştır. 
Ne tesadüftür ki bu görevlinin turizm ve hediyelik eşya sahasında çalıştığı PALMO MAYORKA’ya aynı tarihlerde PAPA olayının faili Mehmet Ali Ağca’da gitmiştir. 
Aynı üst dereceli yetkili halen Mehmet Ali Ağca’nın arkadaşları olan ve kime hizmet ettikleri açıklık kazanan kişilerle işbirliği suretiyle Teşkilatın (hatta devletin) yurt dışındaki önemli operasyonlarını yürütmektedir.
İnsanlardan oluşan gizli teşkilatlarda da yanlışlıklar yapılması doğaldır. Yanlışlıkların düzeltilmesi başta zatıaliniz olmak üzere hepimiz için tarihi bir görevdir. 
Abuzer Uğurlu, Bekir Çelenk, TT ve benzeri vakalar derinlemesine incelenmeli, bu konudaki sapmalar devletin yüksek menfaatleri doğrultusunda ve usulünce düzeltilmeli, Teşkilatımız adeta Sovyet-Bulgar oyunlarına alet olan basit bir İstihbarat Teşkilatı havasından çıkarılarak devletine yakışır tarihi itibarı kazandırılmalıdır.
Eveliyatı zatıalinizden önceki tarihlere dayanan yukarıdaki konuları açıklıkla sunduğum için beni yanlış anlamayacağınız ümidiyle ve saygı ile,

Arzederim.
Mehmet EYMÜR
D.Bşk.Yrdc.

[1] Bu tarihe kadar (1983-1985) MİT Kaçakçılık Şubesinin başında olan Mehmet Eymür, bu tarihten 1-1.5 ay önce kaçakçılara yakın bazı çevrelerden görevden aldırılacağını öğrenmiş, fakat buna ihtimal vermemiştir. Ancak daha sonra, “orada senin gibi başarılı bir personele ihtiyaç var, hem de yüksek maaş alırsın” diye “Beyrut’a” tayin edilmek istenmiş, kabul etmeyince Adana’ya tayini çıkmıştır. Eymür bunun üzerine zamanın MİT Müsteşarı Burhanettin Bigalı’ya, tayininin Mafya tarafından yaptırıldığını belirten, idareyi ağır şekilde suçlayıcı bir dilekçe vermiştir. Bigalı bu tepki üzerine Eymür’e, “Ailevi sebeplerle Ankara’da kalması gerektiğini belirten” yeni bir dilekçe yazdırtmış ve Adana tayinini iptal ederek, MİT Okulu’na “Öğretim Görevlisi” olarak atamıştır.

http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=349

36 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

****

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder