Denktaş'a Yapılan Ayıp Ötesidir,
Mehmet Ali Birand
mabirand@e-kolay.net
11.11.2010
KKTC’nin kurucusu, ilk Cumhurbaşkanı, 50 yıl süresince Türkiye’yi sevmekten, Ankara’nın her istediğini yapmaktan başka hiçbir suçu olmayan Rauf Denktaş’ı, Kıbrıs TV’sinde izleyince içim yandı.
Utandım.
Ardından hem KKTC’nin bugünkü yöneticilerine, hem de Ankara’dakilere fena halde kızdım.
Ayıptır.
Rauf Denktaş’a böyle bir muamele reva görülmeli miydi?
Omuzlarımızda taşıdığımız, bizim tahrik edip adına “Türkiye’nin Milli davası” dediğimiz Kıbrıs sorununu, Türklük adına sırtlamış bir insanı bu duruma düşürmek yakışır mı?
“Geçinemiyorum” diyor.
“Borcum var...” diyor.
Eğer bunları böylesine açıkça söylüyorsa, deme ki bıçak kemiğe dayanmış.
Denktaş bu ülkenin bir “kahramanı”, bir “simgesi” dir.
Eroğlu mu, Erdoğan mı, yoksa Gül mü? Kim harekete geçecekse geçmeli ve bu durumu düzeltmelidir.
Bu olay Ayıp ötesidir.
AB'den Utangaç bir karne geldi...
Tam 13 yıldır Avrupa’dan karne alıyoruz.
Tam üyelik için aday olan her ülkeye bu karne verilir. Amaç, Avrupa Birliği’ne katılmak için gereken derslerde ne oranda başarılı bir performans gösterdiğinizi ortaya koymak.
Geçmiş yıllarda, bu karne konusu hepimizi strese sokardı. Günlerce gazetelerde tartışılır, iktidarlar karnedeki notlara göre alkışlanır ve ya eleştirilirdi. Karnelerdeki notlar da genelde, 2-3-4 ortalaması ile karşımıza çıkardı.
Bu yıl farklı bir karne geldi.
İçini Açıp baktım ve Şaşırdım.
Not ortalamamız, 10 üzerinden 4,5. Hani öyle bir ortalama ki, sınıfta kalmakla geçmek arasında bir nokta.
İçeriğine baktım, Avrupa Komisyonu’nun ne kadar zorlandığını gördüm. Bahadır Kaleağası’nın Radikal’deki yazısında değindiği gibi, “dengeler ve dengesizliklerin sıralandığı bir stratejik danışmanlık belgesine” benzeyen bir karne.
AB ile ilişkilerimizin resmini yansıtıyor.
Heyecansız.
Hareketsiz.
Notların arasında, Türkiye’yi kaçırmadan, müzakere sürecini yavaşlatma politikasını buluyorsunuz.
Utangaç bir rapor, diyebiliriz.
Utangaç, zira müzakereleri yavaşlatan taraf Avrupa Birliği. Hem müzakereleri yavaşlatıp, hem de Türkiye’yi yerden yere vurmak ayıp kaçacağından dolayı olacak, genelde Ankara’ya çiçek atılmış.
Bir tek, basın ve fikir özgürlüğü konusunda sıfıra yakın not verilmiş. Şimdiden rahatlıkla şuna dikkat çekebilirim:
AKP iktidarı, Avrupa ile ilişkilerde başına dert açıyor. Basın özgürlüğü giderek iktidarı sıkıştıracak. Alarm zilleri şimdiden çalınıyor.
Bakalım, hükümet bu sinyali alabilecek mi?
Hayatımız kavga (2)
Dün bu köşede günlük yaşamımızın önemli bir kesitinden söz etmeye başlamıştım.
KAVGA, artık içimize işlemiş bir hastalık. Herkes kavgalı. Herkes kavga ediyor. Üniversiteliler, aşiretler, bürokratlar...
TV’lerde kavgalı programlar, birbirlerini boğazına sarılanların tartışmaları daha çok izleniyor.
Anlayacağınız, toplum olarak kavgayı seviyoruz.
Böyle bir toplumda, ister istemez liderlerin politika yapışları da kavgaya dönüşüyor.
Dün, Erdoğan ile başlamıştım.
Bugün, diğer liderlerin polemikçiliklerine bakacağız.
Baykal kadar değil...
Benim için, son dönem siyasi liderleri arasında en polemikçisi, tartışmasız Deniz Baykal idi. Özellikle grup toplantıları, izlenmesi gereken birer polemik- kavga şaheseriydi. Baykal, sesini kullanması, nerede nasıl bir vurgulama yapması gerektiğini bilmesi, ne zaman vurucu bir cümleyi tekrarlayarak anlam yüklemesiyle, herkese nasip olamayacak bir yeteneğe sahipti.
Kılıçdaroğlu'nun sakin ve kibar bir kişiliği var. Sesinin tonu, kullandığı cümleler, eski İstanbul efendilerini andırıyor. Görüşlerinin de son derece ısrarcı, ancak kavgacı- polemikçi değil, daha çok uzlaşıcı ve mütevazı bir görünüşe sahip. Yürüyüşü, el sıkışması dahi inceliğini gösteriyor.
Kılıçdaroğlu, liderlik koltuğuna oturduktan sonra, sanki istemeyerek kavga-polemikçiliğe itilmiş gibi bir duruşu var. Bağırıp çağırmak, sertlik O’na yakışmıyor. Üstünden akıyor. Ancak, giderek de değişiyor. Yeni kişiliğini her geçen gün geliştiriyor.
En yetenekli yanı, kullandığı Türkçe.
Herkesin anlayabildiği bir dilde konuşuyor. Daha da önemlisi, iyi anlatıyor. İrticalen konuşmaya başladığında çok daha inandırıcı oluyor. Ne kadar sertleşse, sesini ne kadar yükseltse dahi, efendi kişiliği kalıyor.
Bu sıralamada ben Kılıçdaroğlu’nu ikinciliğe oturtuyorum. Ancak öte yandan da, CHP liderinin bu alanda çok hızla geliştiğini de söylemeden edemeyeceğim.
Liderlerin en serti...
Devlet Bahçeli de, normal zamandaki son derece sakin ve kibar görünüşü ile tamamen zıt bir görüntü verir. Çok terbiyeli ve kibardır. Kimseye karşı sesini yükseltmez. Buna karşılık, o da kürsüye çıkınca adeta kişilik değiştirir. İnsanı şaşırtacak derecede farklı bir lider konumuna girer.
Bahçeli’nin konuşmalarının büyük bölümü çok serttir.
Hem de öyle böyle değil.
Karşısındakini yerin dibine sokabilir. Kimsenin gözünün yaşına bakmaz.
Genelde bağırarak konuşur. Sesinin kısılması pahasına, topluluklar karşısında, sözlerini vurgulamak yerine, ses tonuyla etkili olur. Ülkücülerin hoşuna gittiği için mi bilinmez, ancak bu sert yaklaşım önündeki metinlerden kaynaklanır.
Bahçeli’yi diğer liderlerden ayıran en önemli unsur, genelde önündeki metinleri okuması ve irticalen pek konuşmak istememesidir. Okuduğu metinlerde bazen vurgulama veya telaffuz hataları olsa dahi, olayın dramatik yapısına dikkat eder.
MHP seçmeninin bu sert konuşmalardan çok memnun olduğu biliniyor. Lider de, MHP’ye karşı saldırı kampanyaları örgütlendiğine inandığı için, sertliği elden bırakmamaya özen gösteriyor.
O da, teşkilatından ve seçmeninden bu sayede alkış alıyor.
http://www.hurriyet.com.tr/denktas-a-yapilan-ayip-otesidir-16277832
***
Rauf Denktaş’ın Hayatı
Alieren Ürküt.,
14 Ocak 2012
Rauf Denktaş, 27 Ocak 1924 Tarihinde, bugün Kıbrıs Rum kesimi sınırları içinde bulunan Baf bölgesinde doğdu.
Ömrünü Kıbrıs davasına ve Kıbrıs Türklerinin devlet sahibi olmasına adayan Denktaş, 1,5 yaşındayken annesini kaybetti. Hakim Mehmet Raif Bey’in en küçük oğlu. Anneannesi ve babaannesi tarafından büyütülen Denktaş, 1930 yılında eğitim için İstanbul’a gönderildi.
Arnavutköy’de ilkokuldan liseye kadar eğitim veren Fevzi Ati Lisesi’nde yatılı okumaya başlayan Denktaş, ortaokuldan sonra Kıbrıs’a döndü ve liseyi Kıbrıs’ta bitirdi.
Denktaş, 1941’de Lefkoşa İngiliz Okulundan mezun olduktan sonra Mağusa’da tercümanlık, mahkemede memuriyet, sonra bir yıl da İngiliz Okulunda öğretmenlik yaptı.
1944’te British Council’dan burslu olarak İngiltere’de hukuk tahsili yapan ve 1947 yılında Lincoln’s Inn’den mezun olan Denktaş, aynı yıl Kıbrıs’a dönüp avukatlığa başladı.
1949 yılı yaz aylarında savcılık yapmaya başlayan Denktaş, aynı yıl Aydın Hanım’la evlendi.
Denktaş, 27 Kasım 1948 tarihinde Kıbrıs Türklerinin düzenlediği ilk mitingde Dr. Fazıl Küçük ile beraber hatiplik yaptı. 1942 yılında Dr. Fazıl Küçük’ün yayımlamaya başladığı Halkın Sesi gazetesinde, babasından ve onun milliyetçi, Atatürkçü arkadaşlarından işiterek öğrendiği “Türk Haklarının İngilizler tarafından gasbedildiği” konularının ele alındığını gören Denktaş, Dr. Küçük’le tanışarak, Halkın Sesi’nde imzalı veya imzasız, bazen Akın Yılmaz adı altında yazılar yazmaya başladı. Bu ilişki Denktaş’ın Londra’da tahsil yıllarında da devam etti. Denktaş, Ada’ya döndükten sonra lider Dr. Küçük’ün yanında yakın bir dost ve gerektiğinde danışman olarak çalıştı.
Denktaş, 1948 yılında zamanın Kıbrıs Valisi tarafından kurulan Anayasa Konseyi’nde üye olarak çalıştı. Rum kilisesinin baskısı altında Konsey’e katılan Komünist Akel Partisi Konsey’den çekilince Meclis kapatıldı. Türk temsilcilerin ısrarlı talepleri sonucu Hakim Mehmet Zeka Bey’in başkanlığında “Türk İşleri Komisyonu” kuruldu, Rauf Denktaş bu komisyonda da çalışarak, İngiliz Müstemleke İdaresi’nin gasbettiği hakların iadesi için bir raporun hazırlanmasında nazım rol oynadı. Hükümetin kabul ettiği bu raporda öngörülen yasaların yapılabilmesi için Başsavcılığa görev verildi, ancak Başsavcılıkta bir Türk savcı yoktu. Liderliğin talebi üzerine 1949’da Denktaş Hukuk Bürosundan ayrıldı ve az maaşla savcı yardımcısı oldu.
Birkaç yıl içinde tamamlanması gereken yasalarla ilgili çalışmalar 1954 yılına kadar uzadı. Bu arada Denktaş Savcılığa terfi etti. 1954’te Kıbrıs’ta yeraltı örgütünü kuracak olan bazı kişiler, Yunanistan’dan Ada’ya gizlice girerken yakalandı. Bunların takibi ve yargıya havalesiyle Denktaş’ın görevi daha da önem kazandı. 1957 sonunda İngilizlerin Ada’yı 5-10 yıl içinde Yunanistan’a devredeceğini gören Denktaş, Savcılıktan istifa ederek, Dr. Küçük’ün yanında fiili rolünü aldı.
Hükümetteki görevinden istifa ettikten sonra toplum problemlerinde daha aktif rol oynamaya başlayan Denktaş, 1957 sonlarında Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu Başkanlığına seçildi. Aynı yıl Rumların Atina’dan sevk ve idare edilen EOKA yeraltı teşkilatının saldırıları karşısında etkin bir kuruluşa olan ihtiyacı gören Denktaş, iki arkadaşı ile Kasım 1957’de Türk Mukavemet Teşkilatını (TMT) kurdu. Bu teşkilat o güne kadar var olan Volkan Teşkilatı’nın yerini aldı ve kısa bir zaman içinde, Denktaş’ın ısrarlı talepleri sonucu olarak Türkiye’nin uzman kişileri tarafından EOKA’ya cevap verebilecek etkin bir Mukavemet Teşkilatı haline getirildi.
Halkın Sesi gazetesinin haftalık İngilizce nüshasının hazırlanmasında da önemli rol oynayan Rauf Denktaş, 1958’de büyük ölçüde artan EOKA saldırıları karşısında Türk Mukavemetinin etkili şekilde görev yapmasını sağladı. TMT’nin yayın organı olan Nacak gazetesi Denktaş’ın gazetesiymiş görüntüsü içinde Kıbrıs Türklerine yön gösterdi, mukavemet telkin etti. Nacak’ın son yazı işleri sorumlusu da Alper Faik Genç idi. Türk Hükümetinin, bir ayda yüze yaklaşan Türk kayıpları karşısında kararlı çıkışı ve aynı yıl Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda rahmetli Fatin Rüştü Zorlu’nun Yunanlı karşıtı Averof’u mağlup etmesi sonucu Yunanlılar Kıbrıs’ta eşit şartlarda bir ortaklık Cumhuriyeti kurulmasına razı olmuş göründüler. Dr. Küçük ve Rauf Denktaş bu genel kurul toplantısında kulis faaliyeti yaptılar. 1959’da Zürih Anlaşması’nın hazırlanmasında Rauf Denktaş’ın perde arkasında etkin rolü oldu. Türkiye’nin garantisinin 650 kişilik bir alayla “etkin ve fiili” bir duruma getirilmesi Denktaş’ın ısrarı ve Dr. Küçük’ün de onu desteklemesiyle mümkün olmuştur.
Aynı yıl Londra Konferansı’na katılan Türk heyetinde de yerini alan Denktaş’ın Fatin Rüştü Zorlu’ya “Makarios bu anlaşmaları er geç yıkacak ve Enosis yoluna çıkacaktır. Burada bir rol oynamaktadır. İleride bu anlaşmaların kendisine zorla kabul ettirildiğini savunarak ortaklığı bozacaktır” mealindeki değerlendirmesi, ne yazık ki ortaklık Devletinin kuruluşu ile gerçekleşmiş ve 1963’de Kıbrıs’ta Enosis uğruna tedhiş yeniden başladı.
16 Ağustos 1960 tarihinde 650 kişilik Türk Alayı Magosa Limanı’na ayak bastı. 1963 olaylarından sonra Denktaş temaslarda bulunmak üzere Ankara’ya gitti. Temaslarını tamamlayan Denktaş, bir sandalla Kıbrıs’a geçti ve Türk direnişini örgütlemeye başladı.
1964 Londra Konferansı’ndan sonra Makarios tarafından ” İstenmeyen adam” ilan edilen Denktaş’ın Kıbrıs’a girmesi yasaklandı. Gizlice Erenköy’e çıkarak savaşa katılan Denktaş, 1967’de Ada’ya gizlice girerken tutuklandı, yoğun girişimler sonucu Türkiye’ye geri verildi.
1968’de Ada’ya giriş yasağı kaldırıldığından Kıbrıs’a dönen Denktaş, 1970 seçimlerinde Türk Cemaat Meclisi Başkanlığına seçildi, 28 Şubat 1973’e kadar Kıbrıs Cumhurbaşkanı Muavini ve Kıbrıs Türk Yönetim Başkanı seçildi.
13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin ilanından sonra devlet ve meclis başkanı görevlerini de yürüten Denktaş, anayasa uyarınca 1976’da yapılan ilk genel seçimlerde devlet başkanlığına seçildi.
Denktaş, 1981 yılında ikinci kez devlet başkanı oldu. 15 Kasım 1983’de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ilan edildi.
22 Nisan 1990’da yapılan erken seçimde ikinci kez cumhurbaşkanı seçilen Denktaş, 1995’teki seçimlerde de cumhurbaşkanı oldu.
Kıbrıs sorununun çözümü için 1968’de Glafkos Klerides ile ilk kez Beyrut’ta müzakerelere başlayan Denktaş, eski Rum liderler Spiros Kiprianu, Yorgos Vasiliu, Glafkos Klerides ve Tasos Papadopulos ile yıllardır müzakere etti.
2002’de sunulan ve Annan Planı olarak bilinen BM çözüm planına, ”Türk askerini Ada’dan çıkaracağı ve Türkleri azınlık durumuna düşüreceği, devleti ortadan kaldıracağı” savıyla karşı çıkarak ”hayır” kampanyası yürüten Denktaş, 17 Nisan 2005’te yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmadı.
Denktaş, Annan Planı sürecinde Avrupa Birliği (AB) üyeliğiyle yaşanan tartışmalarda, ”Türkiye olmadan cennete bile girmem” demişti.
Rauf Denktaş, 24 Nisan 2005’te, Annan Planı referandumun 1. yıl dönümünde, görevi 2. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’a devretti.
Denktaş, cumhurbaşkanlığından ayrılmasının ardından, çalışmalarını, Lefkoşa’daki çalışma ofisinde sürdürdü.
Fotoğraf çekme merakıyla da bilinen Denktaş’ın onlarca yayımlanmış kitabı bulunuyor. Denktaş’a çok sayıda üniversiteden fahri doktora unvanı da verildi.
24 Mayıs’ta beyin kanaması geçiren ve sol tarafı felç olan Denktaş, 29 Ekim’de hastaneden taburcu edildikten sonra ilk kez 15 Aralık 2011’de evinden dışarı çıktı. Havanın da güzel olmasından yararlanarak ilk kez evinden çıkan Denktaş, ”Benim için ‘ölüyor’ dediler, dışarı çıktım” dedi.
Denktaş, Yakın Doğu Üniversitesi (YDÜ) Tıp Fakültesi Hastanesi’ndeki tedavisinin ardından rehabilitasyon süreci için 8 Temmuz’da Ankara’ya, Genelkurmay Başkanlığı Rehabilitasyon Merkezi’ne götürüldü.
Rauf Denktaş’ın tedavisine Ankara’da Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde (GATA) devam edildi. Beyinle kafatası arasındaki kan birikiminin boşaltılması için 25 Ağustos’ta ameliyat edilen Denktaş, 30 Ağustos’ta da KKTC’ye, YDÜ Hastanesi’ne getirildi.
Denktaş, beyinle kafatası arasındaki kan birikiminin artması nedeniyle 5 Eylül’de YDÜ Hastanesi’nde yeniden ameliyat edildi.
Cenaze Töreni sonrası GÖKUŞAĞI OLUŞTU
KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın tedavi gördüğü Yakın Doğu Üniversitesi (YDÜ) Hastanesi’nde 13 ocak 2012 günü hayatını kaybetti.
http://www.alierenay.com/8710/admin/rauf-denktasin-hayati.html
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder