16 Aralık 2017 Cumartesi

Tayyip Erdoğan'ın Mülkiyelisi: Baskın Oran



Tayyip Erdoğan'ın Mülkiyelisi: Baskın Oran



Özgür Erdem,*
* Ankara Üniversitesi SBF Yüksek Lisans Öğrencisi

Batılı Düşünce Kalıpları Pazarlayan Mülkiye Profesörü

Türkiye, Baskın Oran’ı, Başbakanlığa bağlı İnsan Hakları Danışma Kurulu’nun ünlü raporunu kaleme alan profesör olarak tanıdı. Raporda alt-üst kimlikle ilgili yazılanlar ve Türk vatandaşlığı yerine Türkiyelilik kimliğinin kullanılması gerektiğinin önerilmesi büyük tepki toplamış ve tartışma yaratmıştı. Hele hele Danışma Kurulu’nun Başbakanlığa bağlı bir kurum olması ve hazırladığı raporun aslında resmi bir rapor olması durumun vahametini daha da artıran bir durumdu.

Raporun yayınlandığı ve kamuoyu tarafından büyük tepki gördüğü Ekim 2004’ten beri Türkiye’de Türkiyelilik kavramı üzerinden yürütülen tartışma hızlanarak devam ediyor. Bu kavramın tartışılmasının en önemli nedeni Türk kimliğini zayıflatarak Türkiye’nin bölünme sürecini hızlandırmak. Dolayısıyla, dağda PKK’lıların yaptıklarını, medyada bir takım kalemler desteklemektedir. Dağda Türklüğe karşı savaşanlarla basında Türklüğe savaş açıp Türkiyelilik kimliğini öne çıkaranlar arasında, hizmet ettikleri amaç açısından, aslında çok da fazla bir fark bulunmuyor.

Bu gerçeği, Apo’nun şu sözünde de görebiliriz: “TC vatandaşlığını anayasal üst kimlik olarak kabul ediyoruz. Alt kültürel kimliklerin önündeki engellerin kaldırılmasını istiyoruz.”

“Türkiyelilik kimliği çerçevesinde çözüm” de Apo’nun son dönem sık sık kullandığı söylemlerden birisidir. PKK terörünün dağlarda azgınlaştığı son dönemde, medyadaki “Türkiyelilik”çi kalemlerin de Türklüğe saldırılarını yoğunlaştırması bir tesadüf sanılmamalıdır.

Baskın Oran’ın tezleri bu açıdan incelenmelidir. Zaten, Baskın Oran’ın Türkiyelilik üzerine görüşleri bizzat Apo tarafından da tescillenmiştir: “Bu konuda Baskın Oran’ın görüşleri dikkat çekicidir. Bizim görüşlerimizle örtüşmektedir.”

Biz de Baskın Oran’ın Türkiyelilik görüşlerinin bölücülükle ne kadar örtüştüğünü yazımızda ortaya koyacağız.

Baskın Oran’ın Tesadüflere Dayanan Millet Kavramı


Baskın Oran millet kimliğinin sanal olduğunu düşünmektedir. Ve tüm analizini bu önkabul üzerine kurmaktadır: “Millet kavramı gerçek değil sanal bir kavramdır, tuğla üzerine tuğla koyar gibi inşa edilmiştir.”

Baskın Oran’a göre millet dediğiniz şey tesadüflere dayanarak oluşmuştur. Çeşitli etnik unsurlar, tarihsel tesadüflerle, belli bir coğrafyada, bir arada kalmışlar ve hangi devletin sınırları içinde kalmışlarsa, o devletin belirlediği üst kimlik altında asimile edilmeye çalışılmışlardır. Millet kavramı Oran’a göre bu nedenle yapaydır.

Ancak millet kavramı hiç de Baskın Oran’ın dediği gibi yapay değildir. Örneğin, Baskın Oran’ın tezlerine göre Türklük kimliğinin Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmadan önce hiç var olmadığını söylememiz gerekirdi. Halbuki durum böyle değildir.

Türklük, Atatürk Devrimi’nden sonra ortaya çıkmış suni bir kavram değildir. Öyle olsa Atatürk Devrimi’yle alakası olmayan diğer Türk Cumhuriyetleri de ortaya çıkmazdı. Bakın Özbekistan’dan Tataristan’a Türk coğrafyasına… Bunlar kendilerine niye Türk diyor? Niye Türkçe konuşuyorlar? Atatürk’ün bu bölgelere kadar uzanan bir gücü mü vardı?

Biz, Türklüğe tarihsel bir olgu olarak bakıyoruz. Yüz yıllık Sovyet baskısı ve ondan önceki yüzlerce yıllık Çarlık baskısına rağmen Orta Asya’da Türklüğün hâlâ dimdik ayakta olmasının nedeni bu olsa gerek.

Yalnız Türkler için değil, diğer Üçüncü Dünya milletleri için de aynı tarihsellik geçerlidir. Millet kavramı Baskın Oran’ın dediği gibi suniyse, Arap milletini suni olarak yaratan ulus-devlet acaba hangisidir? Hangi yapay ulus-devlet Fas’tan Irak’a tüm Arap coğrafyasını Araplaştırmıştır? Milyar nüfuslu ve binlerce yıllık tarihli Çinliler ve Hintliler, hangi büyük yapaylığın bir ürünüdür? 200 yıla yakın bir süredir Latin Amerika’da kıtasal devrim için mücadele eden akımlar hangi yapay ulus-devletin geçmişteki sınırlarına ulaşmak istemektedir?

Ve son olarak, binlerce yıllık tarihi bulunan, dünyanın en büyük medeniyetlerini yaratmış milletleri yapay gösteren anlayışın neresi bilimseldir?

Baskın Oran’ın bahsettiği suni milletler Doğuda değil Batıda bulunur. Ancak Baskın Oran Batının toplumsal şablonlarını Doğuya uyarlamak istediği için bilimsel gerçeklere uymayan sonuçlara varmaktadır.

Millet mi Apartman Sakinleri mi?


Batıdaki milletleşme şablonu bizim gibi ülkelerde işlememektedir. Batıda ayrık etniler zorla birleştirilmiş ve millet yaratılmıştır. Doğuda ise tarihsel bir gerçeklik olan milletler Batı tarafından suni bir şekilde bölünmeye çalışılmaktadır.

Baskın Oran’ın paranoya diyerek bir türlü anlamadığı ve dalga geçtiği gerçek işte budur. Oran’a göre milletler apartman sakinlerine benzemektedir. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde raslantısal olarak bir araya gelmiş ve tarihsel olarak farklı etnik kökenlere dayalı alt kimliklerin birleşmesidir Türk kimliği. Baskın Oran’a göre Türkiye’de tek bir millet yoktur. Tersine, onlarca alt kimlik bir arada bulunmaktadır: Boşnağı, Arabı, Alevisi, Kürdü... Türk de bu alt kimliklerden birisidir. Atatürk bu alt kimliklerin tümünün toplamına Türk demiştir. Oran’a göre bu alt kimlikleri bir arada tutan bir şey yoktur. O yüzden bu alt kimliklerin yurdumuzu terk etmesini istemiyorsak onlara haklarını tanımak zorundayızdır.

Yani, Oran’a göre Türkiye bir apartman, tüm alt kimlikler de apartmanın farklı sakinleridir. Apartman sakinlerini bir arada tutan tek şey apartmanlarıdır. Daha iyisini bulurlarsa apartmandan ayrılmaktan çekinmezler. Ve tüm apartman sahipleri birbirinden ayrı olabilir. Onları tek bir kimlik altında birleştiren bir şey yoktur.

Bu Batıda öyle olabilir. Örneğin, Fransa gibi ülkeler, farklı prenslik ve derebeyliklerin bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Ancak Türkiye’de böyle bir durum yoktur. Türkiye yüzlerce yıldır Türklerin egemenliği altında devletler tarafından yönetilmiştir. Türkler egemenliklerini hiçbir etnik grupla paylaşmamış, bu topraklarda büyük bir medeniyet yaratmıştır. Diğer etnik gruplar da zaten yüzlerce yıldır doğal bir şekilde Türklük kimliği altında erimektedir. Kısacası, Anadolu bir apartman değil, Türklüğün egemenliği altında bir Türk vatanıdır. Atatürk’ün deyimiyle “Türkeli”dir.

Ayrıca, Türklük tarihsel ve kültürel bir olgudur. Moğolistan’daki Türkle Bosna Hersek’teki Türk’ü bir araya getiren şey budur. Ancak milletin modern anlamda tanımı bir ulus-devlet çatısı altında yaşamasıdır. Farklı ulus-devlet çatıları içinde hayatını yaşamış çeşitli Türk toplulukları tabii ki 100 yıllık bir süreç içinde birbirinden uzaklaşmıştır. Ancak kültürlerinin ve dillerinin kökenlerine baktığınız zaman hâlâ aynı millet olduklarını görürsünüz. Yani emperyalizmin tüm parçalama ve yok etme stratejilerine rağmen Türk Milleti 5 bin yıldır dimdik ayaktadır. Diğer tüm mazlum milletler gibi...

Dolayısıyla Türklüğü sıradan bir alt kimliğe dönüştürmek ve Kürt, Alevi gibi diğer alt kimliklerin haksız bir şekilde asimile edildiğini düşünmek, yüzyıllardır doğal olarak devam etmekte olan Türkleşme sürecini durdurmak demektir.

Zaten Türkiyelilik kavramının ortaya çıkışının altında yatan neden budur. Amaç, Türkleşme sürecini tersine çevirmek, Türklük içinde erimiş tüm entik unsurları tekrar ortaya çıkarmaktır. Bunun için de o etnik unsurlara öncelikle “etnik haklar” verilmelidir.

Baskın Oran’ın Alt-Üst Kimlik Anlayışı Irkçılığı Besliyor


Baskın Oran alt ve üst kimliği şu şekilde tanımlıyor:


“Alt kimlik, bireyin içinde doğduğu grubun kimliğidir ve dolayısıyla da objektif kimliğe denk düşer. Örneğin Türkiye’de Rum ana babadan doğan çocuğun alt kimliği Rum’dur. Üst kimlik ise devletin vatandaşına empoze ettiği kimliktir. Bu anlamda, vatandaşlığa denk düşer.”

Türkiye’de üst kimlik Baskın Oran’ın tanımına göre Türklüktür. Ve Oran’a göre, mesele de buradan çıkmaktadır. Türklük aynı zamanda bir alt kimlik olduğu için, Türklüğü bir üst kilmik olarak diğer etnik unsurlara dayatmak, “itici ve bölücü” olmaktadır.

Baskın Oran, insanların ırksal bir kimliği (alt kimlik) ve devlet tarafından empoze edilen bir başka kimliği olduğunu iddia etmektedir. Ve bu iki kimlik çakışmadığı zaman da “travma” meydana gelmektedir.

Biz ise, milletin ırksal değil, tarihsel ve kültürel bir olgu olduğunu ortaya koymaktayız. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını ülkemizin en doğusundan en batısına Türk yapan şey bu topraklardaki yüzlerce yıllık Türk varlığı ve bu topraklarda yaratılan Türk uygarlığıdır. Ve bu uygarlığın yaratılmasında etnik kökeni ne olursa olsun, her vatandaşın, yani her Türk’ün eşit derecede emeği vardır. Yaratılan medeniyet hepimizindir.

Ancak Baskın Oran, insanlara baktığında en önce etnik kimliğine göre değerlendirmektedir. Doğal olan kimlik Baskın Oran’a göre alt kimliktir. Üst kimlik ise yapaydır ve devlet tarafından empoze edilmiştir. Aslında vatandaş bu kimliği abul edilmemektedir.

Halbuki Türk insanı, birbirine ırklarına dayanarak bakmaz. Türkiye’de (bölücü akımların etkisi altındaki bir azınlık dışında) herkes kendini Türk görmektedir. Kimse de etnik geçmişine göre bir değerlendirme ya da ayrıcalığa tabi tutulmamaktadır.

İnsanların etnik geçmişine bir tek “Türkiyelilik”çilerimiz bakmaktadır. Şimdi soruyoruz, bu kafatasçılık değildir de nedir? O çok eleştirdiğiniz ırkçılıktan ne farkınız kalıyor?

Baskın Oran’da Osmanlı’ya Özlem


Baskın Oran’a göre Osmanlı toplumu, Atatürk Cumhuriyetinden daha kapsayıcıdır. Çünkü Osmanlı’da alt kimliklerin hepsi hürdür. Türkiye Cumhuriyeti’nde ise üst kimlik Türklük olarak belirlendiği için hata yapılmıştır:

“Osmanlı’da çok sayıda alt kimlik vardı: Türk, Kürt, Gürcü, Abhaz, Ermeni, Arnavut, Rum, Musevi, Boşnak, vb. Bütün bu alt kimlikler Osmanlı tarafından tanınmış ve hiçbirinin diline, dinine, eğitimine, adetine, giyimine vb. karışılmamıştır.”

Ne büyük özgürlük!


Baskın Oran bu noktada da tarihsel gerçekleri tersyüz etmektedir. Osmanlı’da alt kimliklerin bahsedildiği şekilde serbest olması Tanzimat’la birlikte başlayan sömürgeleşme sürecinin bir ürünüdür. O döneme kadar Osmanlı İmparatorluğu, fethettiği toprakları Türkleştirmek gibi bir politikayı izlemiş, iskan uygulamalarıyla bu politikasını pekiştirmiştir. “Devşirme” örneklerini unutmamak gerekir.

Ancak Baskın Oran, insanların etnik kökenlerine çok önem verirken, Osmanlı böyle bir ırkçı yaklaşım sergilememiş, tersine, devşirmelere herhangi bir vatandaşı gibi davranmıştır. Devlet yönetiminde üst noktalara gelen pek çok devşirme herkes tarafından bilinmektedir.

Üstelik Baskın Oran’ın sandığının aksine, Osmanlı’nın son döneminde etnik unsurlara tanınan azınlık hakları, onların ayrılma isteklerini azaltan değil, tersine arttıran bir unsur olmuştur.

Günümüz Türkiyesi açısından da durum budur. Bugün şüphesiz ne Rumların ne de Ermenilerin kısa vadede bir ayrılma talebi yoktur. Bu gayrimüslim azınlıklar, ileride yaşanabilecek bir Yunan ya da Ermeni yayılmasının Türk topraklarına hâkim olacağı günü beklemektedir. Ancak Türklük açısından bu yeni üst kimlik tartışmalarının esas nedeni Kürt bölücülüğünün artırılmasıdır. Bunu nitekim Baskın oran da söylemektedir. Baskın Oran Türklüğün bir üst kimlik olarak dayatılması sonucu Kürtlerin dışlanmış hissine kapıldığını iddia etmektedir:

“(...) Türkiye Cumhuriyeti bir ‘Ulus-devlet’ olarak kurulunca(…) Üst kimlik de ‘Türk’ biçiminde değişmiştir. Bu yeni üst kimlik, artık alt kimliklerden en önemlisi olan ‘Türk’ alt kimliğiyle aynı adı taşımaktadır. İşte bu durum, diğer alt kimliklerin ve özellikle de Müslüman olmamak nedeniyle çok farklı bir alt kimlik taşıyan gayrimüslimlerin ve Müslüman olup da farklı alt kimliğini kuvvetle vurgulayan Kürtlerin dışlanması tablosunu yaratacaktır.”

Kürtçülük Baskı Yüzünden mi Ortaya Çıktı?


Bir milletin yaşadığı tüm çelişkilerin, salt içsel dinamikler olduğunu kabul etmek doğru değildir. Halbuki Baskın Oran hocamıza göre, Kürtlerin bağımsızlık istekleri, ya da en azından ayrı bir alt kültür olarak tanınma istekleri tamamen Türklerin Kürtlerle olan asimilasyoncu ilişkisinden kaynaklanmaktadır. Çünkü Baskın Oran’a göre “milliyetçilik bir hastalıktır” ve kendi karşıtını güçlendirir. Türkiye’de de Türklük üzerinden yürütülen asimilasyonculuk olsa olsa Kürtlüğü ve Kürtçülüğü güçlendirmektedir. Bu nedenle Türk Devleti’nin aldığı asimilasyoncu ve inkarcı tavır aslında Kürtçülüğü kışkırtmıştır. Örneğin PKK, Baskın Oran’a göre, 12 Eylül cuntasının yarattığı terör ortamının ve Kürtçenin yasaklanmasının bir ürünüdür.

Burada Baskın Oran gizli bir hile yapıyor Neden-sonuç ilişkisini tersine çeviriyor. Halkımızın 12 Eylül’e olan tepkisini Kürtçü terörü meşrulaştırmak için kullanıyor.

Baskın Oran’ın verdiği PKK örneğine bir bakalım. Ne diyor Baskın Oran: “12 Eylül’den önce PKK mı vardı da ülke bölünüyordu, yoksa PKK’yı 12 Eylül mezalimi cezaevlerinde helâ taşı yalatıp canlı canlı fare yutturarak imal mı etti?”

PKK 12 Eylül’ün yarattığı bir örgüt değildir. Bnu söylemek büyük cahillik olsa gerekir. PKK, 12 Eylül’den tam 2 yıl önce, 1978 yılında kurulmuştur. Üstelik PKK eylemlerine 12 Eylül sonrası hız veren bir örgüt değildir. Güneydoğudaki PKK’nın yaptığı terör eylemleri 12 Eylül öncesinde de oldukça yoğundur. Tabii o dönem PKK haber bültenlerinde Apocular diye geçiyordu. Sanırız Baskın Oran, Apocuların PKK olduğunu bilmiyor! Kısacası, Baskın Oran’ın kurduğu neden-sonuç ilişkisi en basitinden PKK örneğinde bile çuvallamaktadır.

Baskın Oran, PKK’yı 12 Eylül’ün yarattığı bir canavar olarak gösterirken aslında sinsi bir şekilde Atatürk’e de 12 Eylül’e benzetmektedir. Çünkü PKK terörüne benzer bir şekilde Atatürk döneminde de Kürt isyanları vardı. Üstelik bu isyanlar en sert biçimde Atatürk döneminde bastırıldı. Türkiye’de Kürtçülüğe karşı en sert tavırlar Takrir-i Sükun kanunlarıyla ve daha sonra da 1934 İskan Kanunlarıyla alındı. Altını çizerek söyleyelim ki tüm bu idari tedbirler Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Kürtleri asimile etme politikasının sonuçları değil, ayrı bir devlet kurmak isteyen Kürt ayaklanmalarının önüne geçmek için bulduğu mecburi adımlardı. Halbuki Baskın Oran, Atatürk döneminde yaşananları bakın nasıl yorumluyor: “Kürtler, 1930’larda Kemalizmin ulus inşa sürecinde Kürtçe kelime başına para cezası koymasıyla pişmişlerdir.”

Bir taşla iki kuş! Baskın Oran, aklı sıra, hem Atatürk’ü 12 Eylül gibi baskıcı göstermeye çalışıyor, hem de Atatürk dönemi Kürt isyanları Kürtçe kullanılmasının yasaklanmasına bağlıyor. Ancak Baskın Oran burada bir tarihsel hile yapıyor. Bilindiği gibi, Türkiye’de Kürt isyanları Atatürk’ün baskıcı rejimi nedeniyle falan değil, tamamen emperyalist ülkelerin çıkarları doğrultusunda çıkarılmıştır. Örneğin ilk Kürt isyanı olan Koçgiri Ayaklanması yaşandığında Atatürk henüz iktidarda bile değildir. Yıl 1920’dir. Ve Kurtuluş Savaşı henüz yeni başlamıştır.

Yani, emperyalizm daha Kurtuluş Savaşının başında Atatürk’e karşı Kürtleri kullanmaya başlamıştır. Baskın Oran’ın bahsettiği Kürtçeye karşı tedbirler de Kürt isyanlarının bir nedeni değil, tersine sonucudur. “1930’lardan” bahseden Baskın Oran, herhalde önemli Kürt isyanlarının 20’lerde de yaşandığını bilmiyor olamaz.

Örneğin, bir Şeyh Sait isyanının 1925’te yaşandığını sanırız biliyordur. Öyleyse ortada açık bir çarpıtma ve tarihsel hile bulunmaktadır. Baskın Oran Atatürk dönemini bile çarpıtarak Kürtçü bölücü hareketin gerçek nedenlerini gizleme derdindedir.

Kürtlere Daha Fazla Hak Vermek Bölücülüğü Engeller mi?


Türkiye’de Kürtçülük, Baskın Oran’ın iddia ettiği gibi, baskının artmasıyla ortaya çıkmadı. Aksine Türk Milleti’nin bölünmesine karşı çıkan Türk Devleti, Kürtçülüğü ve Kürt terörünü bastırmak için çeşitli tedbirler uyguladı. Türk Devleti Kürtlüğe karşı keşke yeteri kadar tavır almış olsaydı.

Bakın Baskın Oran’ın dediklerini Türk Devleti zaten yapıyor. PKK’nın kongrelerinde aldığı kültürel hakları veriyoruz. Son 3-4 yıldır Kürtlere tanınan tüm haklar arttı. Peki buna karşın PKK terörü artı mı azaldı mı? Güneyimizde de bir Kürt devleti kurulurken acaba Kürt devleti tehlikesi Kürtçe eğitimin serbest bırakılmasıyla azaldı mı gerçekten? Herhalde elini vicdanına götüren kimse terörün, hakların artırılmasıyla azaldığını iddia edemez.

İşte Baskın Oran’ın çarpıtmacılığı burada devreye giriyor. Türkiye’de Kürtçülüğü besleyen dinamik Kürtlerin alt kimliğini koruma kaygısı ya da Türkiye Devleti’nin baskıcılığı değildir. Gerçek neden, emperyalizmin Türkiye ve genel olarak Ortadoğu üzerindeki emelleri ve bu emellerini gerçekleştirmek için Kürtleri bir ajan unsur olarak kullanmasıdır. Hiçbir Kürt isyanı Türkiye’nin baskıları nedeniyle çıkmamıştır. Tümü emperyalist devletlerin kışkırtmaları ve örgütlenmesiyle ortaya çıkmıştır. Merak edenler İleri dergisinin geçtiğimiz sayısında ayrıntılarıyla ele aldığımız yazıları inceleyebilir. Ancak Baskın Oran, analizlerinde emperyalizme hiçbir şekilde yer vermediği bu noktada çuvallamaktadır.

Birlik İçin Türkiyelilik mi Türklük mü?


Baskın Oran’ın iddiasına göre, Kürtlüğü ve Türkiyeliliği kabul etmezseniz bölünürsünüz. Çünkü Türklük temelinde asimilasyon için artık çok geçtir. Biz ise, diyoruz ki Türk Milleti’ni bölmek isteyen zaten emperyalizmdir. Bu bir paranoya değil gerçektir. 1800’lerin başından beri süren Kürt isyanlarını başka nasıl anlatacaksınız! 1800’lerde Baskın Oran’ın o çok beğendiği Osmanlılık hakimken Kürtler niye ayaklanıyordu peki?

Emperyalizm Ortadoğu coğrafyasında bir Kürt devleti istemektedir ve bunu kurabilmek için her türlü zorlamayı yapmaktadır. Öyleyse gerçekten bölünmeyi engellemek istiyorsak bu sürece bir dur dememiz gerekmektedir. Yani Batının ve emperyalizmin ülkemizi ve milletimizi parçalamasını engellememiz gerekmektedir. Dolayısıyla Türkiyelilik, emperyalizmin istediği ve dayattığı bir şeydir ve Türk kimliğini ve milletini parçalamak amaçlıdır. Bu yüzden, Türkiyeliliği kabul bizi birleştirmez, tersine daha da böler. Zaten bu kimliğin ortaya çıkarılmasındaki amaç da budur.

“Ne Mutlu Türkiyeliyim Diyene”


Baskın Oran çözümü ise Türklük yerine Türkiyeliliği bir üst kimlik olarak tanımakta buluyor ve Atatürk’ün “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” özdeyişinden hareketle şu yargıya varıyor:

“Cumhurbaşkanı M. Kemal’in, Onuncu Yıl Nutku’nun (1933) sonunda kullandığı ünlü ‘Ne Mutlu Türk’üm Diyene’ özdeyişi bu açıdan incelenmeye değer önemdedir. Bu özdeyiş, ‘Türk’ terimi etnik kökene ciddi bir vurgu yapmakta ve kan temelli yöntemi çağrıştırmakta olduğu için, 21. yüzyılın çok gerisinde kalmıştır. Bugünün alt kimliklere büyük vurgu yapan ortamında M. Kemal’in bu özdeyişinin birleştirici olabilmesi için ‘Ne Mutlu Türkiyeliyim Diyene’ olması gerekirdi.”

Türkiye gibi mazlum ülkelerin tarihinde emperyalizm gibi dışarıdan bir müdahalenin olmadığının düşünürseniz Baskın Oran’ın dedikleri doğru olabilir. Ancak Baskın Oran’ın düşündüğünün aksine, dünya da Türkiye de çok farklıdır.

Öncelikle ülkeler ve milletler kuvözde yaratılmazlar. Milletler tarihsel gerçekliklerdir ve komşularıyla, düşmanlarıyla karşılıklı diyalektik bir ilişki içinde oluşurlar. Bu bazen savaş yoluyla olur, bazen barış. Özellikle emperyalizmin ortaya çıkışıyla birlikte Doğu toplumlarında millet kavramını emperyalizmle mücadelesinden soyutlamak doğru olmaz. Doğu toplumları emperyalizme karşı verdikleri Ulusal Kurtuluş Mücadeleleri yoluyla milletleşmelerini geliştirmişlerdir. Doğu, Batıya karşı milletleşerek karşı durmuştur. Bu yüzden Doğuda millet emperyalizme karşı bir direniş silahıdır. Milliyetçilik de o direnişin ideolojisidir.

Aynı şekilde Doğu toplumlarındaki tüm etnik çatışmalar aslında emperyalizmin kışkırttığı, hatta yer yer bizzat yarattığı çatışmalardır. Alt-üst kimliği tartışırken bu gerçeği gözardı etmemek gerekir. Dolayısıyla her tür etnik çatışma ve kışkırtma emperyalizme hizmet etmektedir.

Ancak Oran’da emperyalizm konusunda tek bir satır bile göremezsiniz. Ne emperyalizmin milletleri bölmek istediğini anlatır, ne de milliyetçiliğin antiemperyalist yönünü. Millet ve alt-üst kimlik tartışmasında emperyalizmi yok saymak büyük bir hatadır. Hata değilse, bilinçli bir demagojidir. Yani ihanettir. Bilmiyoruz Baskın Oran, kendisini nereye koymaktadır... Hatalı mı, hain mi?

Türkiyeliliğin Götürdüğü Yer: AKP Hayranlığı


Baskın Oran’ın Türkiyelilik tezlerinin Apo’nun nasıl hoşuna gittiğini yazımızın daha başında vurgulamıştık. Apo-Baskın Oran birlikteliği normaldir, çünkü ikisi de Türklüğe karşı mücadele etmektedir. Ancak Türkiyelilik tezleri Baskın Oran’ı yalnız Apo’nun değil, Tayyip’in de yanına götürmektedir. Baskın Oran tüm demokrasi anlayışını azınlık haklarını tanımaya ve Türkiyeliliği kabul etmeye adadığı için, Tayyip’in Türkiyelilik üzerine görüşlerini alkışlamakta ve AKP iktidarının icraatlerini övmektedir. Hatta seçim olsa oyunu AKP’ye vereceğini söylemektedir. AKP’nin icraatlerini soran zaman muhabirine bakın Baskın Oran nasıl yanıt vermiş: “Son derece olumlu. Demokrasi örneği verdiler. Çok takdir ettim. O kadar ki, şu anda seçim olsa, AKP’ye oy verebilirim.”

Hatta Baskın Oran, herhalde büyük tepki görmüş olacak ki, (sanırız insanlar Baskın oran’ın solcu olduğunu sanıyor) AKP’nin aslında ne kadar solcu olduğunu ispatlamaya girişiyor: “Kim insan haklarını savunuyorsa, kim demokrasinin arkasında samimiyetle duruyorsa, benim için ilerici ve solcu odur. Umurumda değildir ideolojisi. Umurumda değildir başka konularda ne dediği, ne yaptığı; insan hakları ve demokrasi savunuculuğuyla çelişmediği sürece.”

Ve son noktayı Baskın oran şöyle koyuyor: “Şu günlerde iktidarda AKP’nin bulunması Türkiye için bir nimettir.”

Fazla bir şey söylemeye gerek yok.


Bakın Türkiyelilik adamı ne hallere düşürüyor. Bir yandan Apo’nun diğer yandan AKP’nin yanına düşüyorsunuz.

Baskın Oran’la solculuğun ne olduğu polemiği yürütmek istemiyoruz. Bu konudaki görüşlerimizi defalarca yazdık. Ancak şunu belirtmeden geçemeyeceğiz, solculuk her şeyden önce emperyalizm karşıtlığıdır. Ancak görüldüğü gibi Baskın Oran’ın solculuk tanımında emperyalizmle ilgili, süs olarak dahi olsa, emperyalizm karşıtlığı bulunmamaktadır. Emperyalizmi yok sayarak politika üretmek adamı emperyalizmin yanında konumlandırır. Çünkü emperyalizm bir gerçekliktir. Bunu sanırız Baskın Oran’ın Türkiyelilik tezlerinde çok iyi görebiliyoruz.

Baskın Oran’ın Sahte Demokratlığı


Solculuğu bu şekilde çarpıtan Baskın Oran, demokratlık anlayışında da çuvallıyor.

Bilirsiniz Baskın Oran çok demokrat “takılır”. Her tür etnik gruba, her tür siyasi akıma sonsuz özgürlük ister. Ancak TÜRKSOLU’nun olay yaratan yazılarından birine (“Türk Oğlu Türk Kızı Türklüğünü Koru” başlıklı yazı) karşı bakın neler diyor:

“Eğer TCK md. 216 (eski 312) bu yazıya karşı da uygulanmayacaksa, Türkiye’de hiçbir yazıya karşı uygulanamaz.”

TÜRKSOLU’na karşı, kendisinin o çok eleştirdiği 312’lerin uygulanmasını isteyen Baskın Oran, bakın savcılara nasıl bir “demokrat” şekilde akıl veriyor: “Basın-yayın yoluyla işlenince, yarı oranında artmak üzere.”

PKK’ya her şeyi serbest bırakacaksınız, her tür milliyetçiliğe karşı çıkacaksınız, Atatürk’ü bile 12 Eylül faşizmine benzeteceksiniz, solculuğu demokratlıktan ibaretmiş göstereceksiniz, AKP’yi demokrasiyi ilerletiyor diye solcu ilan edeceksiniz; sonra da birileri çıkıp milliyetçiliği savununca, onu savcılara şikayet edeceksiniz...

Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı AB’yi ve ABD’yi göreve çağıran, Türk devletinin yetkilerinin sınırlanması için bu emperyalistlerden yardım dilenen Oran, işine geldiği zaman Türklerle mücadele etmek için Türkiye Cumhuriyeti savcılarına ihtiyaç duyuyor.

Kırk yılın başında Oran’a vatandaşı olduğu devleti savundurtabilmek bizim için ne büyük sevinç!

12 Eylül’den önce Mülkiyeliler, önce Mülkiye sonra Türkiye derlerdi, şimdi ise Türk korkularından Önce Türkiyeli sonra Mülkiyeli oldular.

Zaten Türk olmalarını da beklemiyorduk.


*Ankara Üniversitesi Yüksek Lisans Öğrencisi

http://www.turksolu.com.tr/ileri/28/erdem28.htm

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder