28 Aralık 2017 Perşembe

RECEP TAYYİP ERDOĞAN: BİR DEĞİŞİMİN HİKAYESİ SÜLEYMANİYE KRİZİ 7 EKİM TEZKERESİ BÖLÜM 3

 RECEP TAYYİP ERDOĞAN: BİR DEĞİŞİMİN HİKAYESİ SÜLEYMANİYE KRİZİ VE 7 EKİM TEZKERESİ  BÖLÜM 3


B. Erdoğan’ın Pozisyonu

Yukarıdaki hususlara ek olarak, Erdoğan’ın baskın lider olabilmek için gerekli koşulları sağlayıp sağlamadığının da analiz edilmesi, Erdoğan’ın karar alma
birimi olup olmadığının daha net şekilde ortaya koyulmasına yardımcı olacaktır. Bu koşulların analiz edilebilmesi için Tablo-1’de bulunan grafikten yararlanılacak tır.
Birincisi, çalışmanın ikinci bölümünde de belirtildiği gibi Erdoğan iktidara geldiği andan itibaren, hatta iktidara gelmeden önce bile, özellikle ABD ve AB ile
ilişkiler çerçevesinde olmak üzere, dış politika konularına aktif bir ilgi ve katılım ortaya koymuştur. Erdoğan henüz Refah Partisi’nin İstanbul Beyoğlu İlçe Başkanı iken dönemin ABD Büyükelçisi Morton Abramowitz ile görüşmeye başlamış ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı olduğu dönemde de bu görüşmeler devam etmiştir.386 

Ayrıca okuduğu bir şiir nedeniyle hapis yatmasının ardından Temmuz 2000’de ABD’ye giden Erdoğan, burada başta Yahudi ağırlıklı kuruluşlar ve ABD’li
Yeni Muhafazakârların (neocon) düşünce kuruluşu “American Enterprise Institute” olmak üzere önemli düşünce kuruluşları ile bir araya gelmiştir.
Erdoğan ayrıca henüz milletvekili ve dolayısıyla başbakan olmadığı dönemde, 10 Aralık 2002 tarihinde, ABD’ye yeniden giderek başta Bush olmak üzere birçok üst düzey ABD dış politika karar alıcısı ile yüz yüze görüşmeler gerçekleştirmiş tir.387 
Danışmanı Cüneyt Zapsu tarafından organize edilen bu görüşmelerde ABD’nin Irak’a müdahalesinde Türk askerinin de kullanılmasına yönelik ilk ipuçları ortaya çıkmış, kimilerine göre Erdoğan bu görüşmelerde Bush’a askeri destek vermek konusunda söz vermiştir.

Bu görüşmeler ışığında, Irak’a asker gönderme kararının daha 2002 yılının sonlarında alındığını, 1 Mart tezkeresinin çeşitli nedenlerle388 başarısız olması
nedeniyle de bu sürecin kesintiye uğradığını söylemek mümkündür. Süleymaniye krizi ise Erdoğan’ın önüne bu kararın gerçekleştirilmesi açısından bir fırsat vermiştir.
Kriz boyunca Erdoğan’ın ABD ve Irak harekâtı aleyhinde olumsuz bir ifade ortaya koymaması ve ilişkilerin bozulmamasına özen göstermesi de bu durumun nedenleri arasında sayılabilir.

İkinci olarak, gerek Erdoğan, gerekse de çevresindeki karar alma çemberi (danışmanları, kabine üyeleri, Genelkurmay ve bürokrasi) tarafından, Süleymaniye baskını bir kriz olarak algılanmış ve Kuzey Irak politikası açısından belirlenmiş olan kırmızı çizgilerin zarar göreceği endişesi nedeniyle sorun, bölücü PKK terörü bağlamında rejime karşı bir tehdit olarak algılanmıştır. Üçüncüsü, Süleymaniye baskını sonrasında ortaya çıkan sorunun çözülebilmesi için yüksek seviyede  diplomatik girişimlerde bulunulması gerekmiş, bu girişimlere yönelik ilk adımlar ise Erdoğan tarafından atılmıştır. 
Erdoğan olayın duyulmasının hemen ardından Beyaz Saray’ı aramış, Bush’a ulaşamayınca Başkan Yardımcısı Cheney ile görüşmüş ve konunun derhal çözülmesi  için girişimlerde bulunulmasını talep etmiştir. Cheney’in “Askerlerinizin durumu çok iyi” telkinine karşın Erdoğan, “Ben hapis yatmış biriyim. 
Gözaltında, hapiste olan kişinin durumunu bana anlatmayın bunu kabul edemem, çabuk o çocukları serbest bırakın”389 şeklinde konuşmuştur.
Bu girişimler doğrultusunda oluşturulan ortak çalışma grubunun çalışmaları sonucunda kriz durulmuş ve tarafları tatmin edici sonuçlar elde edilmiştir.
Çalışmaların neticesinde Türkiye’nin Irak’taki ABD güvenlik güçlerine destek olmak amacıyla Irak’a askeri destek göndermesi noktasına gelinmiş ve bu konu krizi izleyen iki haftalık bir süreç sonunda bizzat Erdoğan tarafından, resmi bir karar olmamasına rağmen kamuoyuna açıklanmıştır.

Görüldüğü gibi Süleymaniye krizi ve Erdoğan bağlamında, liderlerin “baskın lider” olarak karar alma süreci üzerinde kontrol kurması için Hermann ve diğerleri tarafından ortaya koyulan dört önkoşuldan üçünden bahsetmek mümkündür. Ayrıca Erdoğan’ın karar alma yetkisini diğer aktörlere delege etmediği ve karar alma sürecine dâhil olan rejim-dışı aktörler bulunmadığı da hesaba katıldığında, Erdoğan’ın Süleymaniye krizi ve 7 Ekim kararı açısından baskın lider olarak davrandığı ortaya çıkmaktadır.

Bu noktada, alınan karar üzerinde ne gibi faktörlerin rol oynadığının ortaya koyulması, hem söz konusu dış politika olayında Türk dış politikası karar alma
mekanizmasının nasıl çalıştığının, hem de karar alma biriminin hareket alanının yapısının belirlenmesi açsından oldukça önemlidir.

III. Karara Etki Eden Faktörler

Kararın alınmasına etki eden faktörler, uluslararası, ulusal ve bireysel düzeylerdeki faktörler olarak ele alınacak, ayrıca bireysel faktörler başlığı altında
Erdoğan’ın liderlik özellikleri açısından analizi gerçekleştirilecektir. Bu analiz gerçekleştirilirken, bu çalışmanın birinci bölümünde ele alınmış olan Hermann ve
diğerlerinin geliştirdiği liderlik tipleri analiz yöntemi kullanılacaktır.

A. Uluslararası Düzeydeki Faktörler

Uluslararası faktörler açısından göz önünde bulundurulması gereken konulardan birisi, Türkiye’nin Irak’a asker göndermesine AB ve İslam dünyası tarafından verilebilecek tepkilerin Türk karar alıcıları tarafından nasıl algılandığıdır.

Arap Birliği’nin Kahire'de gerçekleştirdiği toplantıda, hiçbir Arap ülkesinin Irak'a asker göndermemesine karar verilmiştir. Ancak Türkiye'nin Irak'a asker
göndermesi konusunda Arap resmi çevrelerinde veya basınında herhangi bir tepki ortaya koyulmamıştır. Ayrıca Azerbaycan ve Kazakistan gibi Arap olmayan diğer bazı Müslüman ülkeler de, Irak'a asker gönderme kararı vermiştir.390

Öte yandan aynı dönemde AB de Irak’a asker gönderme konusunda belirli bir politikaya sahip değildir. Başta İngiltere olmak üzere İspanya, Hollanda, Polonya ve Bulgaristan'a kadar pek çok ülke, Irak'a asker yollama kararı almıştır. Buna karşılık Fransa ve Almanya asker gönderilmesine karşı tavır almıştır.
Bu nedenle Türkiye’nin asker göndermeye karar vermesi halinde, ne İslam ülkelerinden ne de AB’den bir tepki gelmesi beklenmemiştir. Dolayısıyla uluslararası dengeler açısından Türkiye’nin asker göndermesine yönelik olumsuz bir engel ile karşılaşılmamıştır.

Uluslararası faktörler açısından değerlendirilmesi gereken bir diğer nokta ise uluslararası meşruiyet konusudur. Özellikle Sezer ve Arınç’ın 1 Mart tezkeresi
öncesinde olduğu gibi 7 Ekim tezkeresine ilişkin olarak da uluslararası meşruiyetin sağlanması ve bu nedenle BM’den gelecek kararın beklenmesi gerektiğinde ısrarcı olması nedeniyle, uluslararası meşruiyet konusu önemli bir faktör haline gelmiştir.

5 Ağustos tarihinde Erdoğan başkanlığında Başbakanlıkta gerçekleştirilen geniş katılımlı toplantıda391 Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Uğur Ziyal, Mart sonundan
bu yana Irak’taki istikrar gücüne asker gönderilebileceği belirtilmesine rağmen bu süre boyunca Türkiye tarafından BM koşulunun hiç öne sürülmediğini belirtmiştir.
Ziyal, bu nedenle şimdi BM kararı talep etmenin Türkiye’nin kendisini ABD nezdinde komik duruma düşüreceğini ve güvensizliğin artmasına neden olacağını
ifade etmiştir.392

Toplantı sonucunda, BM kararı çıkması durumunda bunun olumlu bir durum olacağı, ancak ulusal çıkarların BM kararına bağlanması lüksüne sahip olunmadığı için Türkiye’nin yoluna BM kararı şartı olmaksızın devam etmesi gerektiği kararı alınmıştır.

14 Ağustos tarihinde BM tarafından alınan 1500 sayılı karar ise Irak’ta bir BM gücü oluşturulmasına onay vermemiş, ancak ABD işgal güçlerince atanan 25
kişilik Irak Geçici Hükümet Konseyi’ni onaylamıştır. BM’nin bu kararı Türkiye tarafından olumlu karşılanmış, karardan sonra Dışişleri Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı, “Bu karar sonrasında Irak'tan davet bekliyoruz. Askerin gidişi kolaylaştı” değerlendirmesi yapmıştır.393 

Bunun nedeni ise, konseyin bazı ülkelere davet yapmasını sağlayan bu kararın, Türkiye'nin asker göndermesinde de kolaylaştırıcı etki yapabileceği anlamına gelmesidir.

Öte yandan uluslararası faktörler açısından Irak konusundaki en büyük sorunlardan birisi, uluslararası kamuoyu olmuştur. ABD’nin Irak’a askeri müdahale gerçekleştirme kararı aldığı günden itibaren başlayan uluslararası tepkiler, özellikle küreselleşme, ABD ve savaş karşıtı bir uluslararası kamuoyu oluşmasına neden olmuştur. ABD’de ve dünyanın çeşitli yerlerinde sayısı on binlerle ifade edilen katılıma sahip çok sayıda savaş karşıtı gösteri düzenlenmiş tir. Örneğin 15 Şubat 2003 tarihinde gerçekleştirilen “Irak'ta Savaşa Hayır” eyleminde 70 ülke ve 600 kentte aynı anda eylemler gerçekleştirilmiştir. 15 Şubat Dünya Barış Günü'nde ABD’ye yönelik gerçekleştirilen bu eyleme Londra, Berlin ve New York’ta 500'er bin; Roma'da ise 1 milyon kişi katılmıştır.394
ABD’ye yönelik bu tepkiler 20 Mart’ta başlayan savaş sonrasında artış göstermiş ve zaman zaman ABD’ye destek olan ülkelere de yönelmiş, dolayısıyla
Türkiye de uluslararası kamuoyunun büyük tepkisiyle karşılaşmıştır.395
Aynı dönemde dünyanın çeşitli yerlerinde yayın yapan basın kuruluşları, Irak'taki savaşta ABD’nin karşısında dünya kamuoyunun bulunduğunu, süper gücün
karşısında silah olarak barışı, adaleti ve insanlığın değerlerini savunan büyük bir gücün bulunduğu vurgulayan yayınlar gerçekleştirmiştir. Uluslararası kamuoyunun tepkileri o boyuta ulaşmıştır ki, 22 Ağustos 2003 tarihinde BM Genel Sekreteri Kofi Anan, Amerika ve İngiltere'nin Irak'ta yaptıklarına ilişkin olarak uluslararası kamuoyunu ikna etmemeleri halinde gelecekte büyük sorunlar yaşanacağını belirtmiştir.396

B. İdeoloji ve Ulusal Çıkarlar

Türk siyasal ve bürokratik hayatındaki hâkim ideoloji olan Atatürkçülük açısından bakıldığında, en temel ilke olan barışçılık ilkesine ilişkin bir analiz yapmak
gerektiği ortaya çıkmaktadır. Barışçılık ilkesi ve “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” düsturu doğrultusunda Türkiye, ABD’nin Irak’a müdahalesi çerçevesinde asker göndermenin her aşamasında, Türk askerinin bölgede barışçıl amaçlarla bulunacağını ve asıl amacının bölgedeki barış ve istikrara katkıda bulunmak olduğunu vurgulamıştır.397

Ulusal çıkarlar açısından göz önünde bulundurulması gereken en önemli unsur ise, Türkiye’nin Kuzey Irak’a ilişkin politikası bağlamında belirlediği “kırmızı
çizgiler”dir. Kamuoyuna “kırmızı çizgiler” olarak yansıyan ve Türkiye’nin Irak politikasına ilişkin temel ilkelerini oluşturan noktalar, 27 Aralık 2002 günü
gerçekleştirilen MGK toplantısında belirlenmiştir. Bunlara göre, Türkiye, Irak’ta bir savaş olması durumunda yeniden sınırlarına mülteci akını olacağı, PKK’nın bu
ortamda Türkiye’ye yeniden sızarak silahlı eylemlere başlayacağı, Kuzey Irak’taki Kürt gruplar arasında olabilecek rekabet sonucu kargaşa çıkacağı, nihayet Kürtlerin

Kerkük’ü ele geçireceği endişesi taşımaktaydı ve bu durumların gerçekleşmesini kırmızı çizgiler olarak kabul ediyordu.398

Kırmızı çizgiler doğrultusunda, savaştan sonra özellikle Kuzey Irak’taki Kürt grupların faaliyetleri sonucunda Irak’ın toprak bütünlüğünün tehlikeye gireceği ve bundan dolayı hem Kuzey Irak’ta bulunan Türkmenlerin hak ve çıkarlarının zarara uğrayacağı hem de Türkiye’de yaşanan Kürt sorununun yeniden artış göstereceği gibi endişeler, Türkiye’yi savaş sonrası oluşan ortamda Irak’a asker göndererek bölgedeki barış ve istikrara katkı sağlamaya, böylece ulusal çıkarlarını korumaya yönlendirmiştir.399

Tezkan, tezkere konusunda asıl tartışılan konunun, uluslararası meşruiyet ile ulusal çıkarlar arasından hangisinin tercih edileceğine ilişkin olduğunu
belirtmektedir.400 Uluslararası faktörler bölümünde değinildiği gibi uluslararası meşruiyet Irak’a asker gönderilmesi açısından önemli bir tartışma konusu olmuştur.
Özellikle Sezer ve Arınç, uluslararası meşruiyetin sağlanması gerektiğinde ısrar ederek, BM’den gelecek kararın beklenmesini istemişlerdir.
Ancak 5 Ağustos’ta Başbakanlıkta gerçekleştirilen zirvede alınan karar doğrultu sunda ulusal çıkarların sahip olduğu önem ve kırmızı çizgilerin taşıdığı
kritik anlama odaklanılması nedeniyle, 12 Ağustos 2003’te Çankaya Köşkü’nde gerçekleştirilen zirveden sonra açıklanan bildiride “uluslararası meşruiyet” değil,
“ulusal çıkarlar” vurgulanmıştır. Bu durum kamuoyunda, asker gönderilmesinin ancak Türkiye’nin ulusal çıkarlarının kabul edilmesi halinde mümkün olduğuna
yönelik olarak ABD’ye bir mesaj şeklinde değerlendirilmesi gerektiği şeklinde yorumlanmıştır.401

Kohen, devletlerin ulusal çıkar ile meşruiyet arasındaki zor tercihi, çoğu kez birinci şık lehinde yaptıklarını; bu bağlamda karar alıcıların Irak’a asker
gönderilmesi konusuna da pragmatik bir gözle baktıklarını belirtmektedir.402
Çankaya köşkünden yapılan açıklamada “Irak konusunun, eşgüdüm çalışmalarının ardından ulusal çıkarların gerektirdiği biçim ve ölçüde demokratik karar alma süreci içinde belirleneceğinin” belirtilmesi de bunun bir göstergesidir.403
Bila ise Hükümetin ve Genelkurmay'ın Irak'a asker gönderme eğilimini, “dolaylı stratejik tutum” olarak tanımlamaktadır. Bu görüşe göre 1 Mart tezkeresi
sürecinde stratejik tutum olarak ABD'nin taleplerini kabul etme eğilimine giren hükümet, bu tutumunu Meclis kararına dönüştürememiştir. Öte yandan hükümet
bugünkü koşulların asker göndermek açısından 1 Mart koşullarına göre “ehvenişer” sayılabileceği düşüncesinden yola çıkarak, bu kez dolaylı stratejik tutumla siyasi hedeflerin veya en azından bu hedeflere yakın sonuçların alınabileceği değerlendirmesini yapmış ve Irak’a asker gönderme kararı almıştır.404

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder