28 Temmuz 2017 Cuma

Türkiye’de Demokrasiye Geçiş Yılları ve Demokratikleşme Sürecinin İlk On Yılı BÖLÜM 1

Türkiye’de Demokrasiye Geçiş Yılları ve Demokratikleşme Sürecinin İlk On Yılı BÖLÜM 1



Kırıkkale Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa ALBAYRAK*
*Yrd. Doç. Dr. Mustafa ALBAYRAK
2014/ 1 Ankara Barosu Dergisi

A.Türkiye’de Demokrasiye Geçiş Yılları

Milli Mücadele ve Türk Devrimi’nin Mimarı Mustafa Kemal Atatürk’ün, 10 Kasım 1938 tarihinde yaşamdan ayrılışından sonra, Türkiye’de yönetimi devir alan siyasi kadronun lideri İsmet İnönü, 26 Aralık 1938’de toplanan Cumhuriyet Halk Partisi Olağanüstü Kurultayı’nda “Milli Şef” sanını alarak,[1] yeni bir dönemin açılışında etkin bir rol üstlenmiştir.

Türkiye’de Milli Şef Dönemi olarak anılan ve 1950 yılı genel seçimlerine kadar devam eden bu süreçte Türkiye, 19 Ekim 1939 Türk-İngiliz-Fransız 
İttifak Antlaşması ile Batılı devletlerin yanında yer almaya başlamıştır. [2] İkinci Dünya Savaşı sırasında ise kısa süren bir denge politikası izlemişse de, savaş 
sonuna doğru aynı ittifak doğrultusundaki çizgisini sürdürmeye devam etmiş, Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etmiştir. [3]

Milli Şef İnönü iç politikada ise, öncelikle kendisine bağlı yeni bir kadro oluşturmaya büyük özen göstermiş, bu bağlamda daha önce Atatürk ile birlikte 
çalışan siyasi kadrolarda önemli ölçüde değişikliklere gitmiştir. Daha da ötesi bu dönemde, Atatürk ile çalışan siyasi ve ekonomik kadroların çoğu yönetim 
dışı bırakılarak, ya da etkisiz görevlere atanarak, adeta tasfiye olunmuşlar yerlerine, Atatürk ile daha önceki dönemde anlaşmazlığa düşen, hatta O’na 
karşı muhalefet yapan kişiler önemli görevlere getirilmişlerdir.[4] Milli Şef döneminde, devletin kuruluş yıllarında yaşamsal bir değere sahip olmasına 
karşın, nüfusumuzun % 80’ini oluşturan yoksul köylü kesimini rahatlatmak için, Atatürk’ün 1925 yılında kaldırdığı Aşar Vergisi, Toprak Mahsulleri Vergisi 
adı altında adeta geri getirilerek,[5] bu kesim büyük bir sıkıntı içine itilmiştir. Ayrıca İkinci Dünya Savaşı’nın yarattığı zor koşullarından etkilenen Türkiye, bu 
dönemde Millî Korunma Yasası, Varlık Vergisi Yasası, Basın Yasası, Polis Yetkileri Yasası gibi yasalarla, toplumsal ve ekonomik özgürlükleri kısıtlama yoluna 
gitmiştir. Türkiye’nin savaş sonrasında özellikle Amerika Birleşik Devletleri’ne yaklaşması ve bu devletin politik yörüngesine girmeye başlaması, daha sonraki 
sürecin oluşumunda belirleyici olmuştur. İşte Türkiye, bu sürecin başlangıcı olan 1945’te Milli Şef’in deyimiyle;

“CHP itibarının doruk noktasındayken (!)” Çok Partili düzene geçiş yapmıştır .[6]

Daha önceleri çeşitli kereler parti içinde anlaşmazlık belirtileri gösteren muhalif milletvekilleri, Toprak ve Tarım Reformu Kanunu’nun görüşmeleri sırasında açıkça ortaya çıkmışlar, [7] bu politik gelişmeleri değerlendirerek, aynı yılın yaz aylarında bir araya gelmişler ve sıkı bir çalışma sonrasında bir muhalif 
partinin kurulmasında uzlaşmaya varmışlardır ki, Demokrat Parti işte bu sürecin sonrasında, 7 Ocak 1946 tarihinde kurulmuştur. [8]

O yıllarda Türkiye’yi yönetenler, çok partili düzene geçildikten sonra, iktidarda kalabilmek uğruna, bir yandan adeta Türk Devrimi’nin temel hedeflerini 
unutarak muhalefetle sıkı bir mücadeleye başlamışlar, bir yandan da ABD’den gelmeye başlayan Marshall Yardımı ve Başkan Truman Doktrini’nden gelecek 
olan ekonomik yardımla ülkenin gelişmesini sağlamaya yönelmişler ve daha önceki dönemde özenle uygulanmaya çalışılan “ulusal plân” anlayışını 
rafa kaldırmışlardır. Bu dönemde köylünün CHP’ye olan küskünlüğünü ve kırgınlığını bir ölçüde gidermeye yönelik olarak uygulamaya konulan Toprak 
ve Tarım Reformu Yasası da, aradan beş yıl bile geçmeden, toprak ağalarının iktidara baskıları sonucunda, etkili bir şekilde uygulanamamıştır. Bu yasa, daha 
amacına ulaşamadan, iktidarın seçimlerde oy kaybetme kaygısıyla, “büyük toprak sahipleri lehine” değiştirilmiştir.[9] Bu dönemde adeta muhalefetin bir dediğini iki etmeyen iktidar, bir yandan “12 Temmuz Bildirisi” ve benzeri düzenlemelerle muhalefetin önünü açmaya çalışırken, öte yandan da ilkokullara “isteğe bağlı din derslerini konulması”, “İmam Hatip Kurslarının ve “İlahiyat Fakültesi’nin açılması gibi popülist girişimleriyle sempati toplamaya özen göstermiştir.[10] Yine kırsal kalkınmanın anahtarı gibi düşünülen Köy Enstitüleri’ne ise, köylünün aydınlanmasından rahatsız olan kesimlerin şikayetleri sonucunda, dönemin Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer eliyle esaslı bir darbe vurulmuş, bu eğitim kurumlarının uygulama çiftlikleri ellerinden alınarak, bu eğitim kurumlarının sıradan öğretmen okullarına dönüşümüne doğru giden yol açılmıştır [11]. 

Şemsettin Sirer, Çalışma Bakanı olduğu yıllarda da işçilerin grev hakkına karşı çıkarak, “Türk işçisi grevin bir eski silah olduğunu, çok kere elde patlayıp, 
bunu kullananı yaraladığını çok iyi biliyor…” sözleri işçiler arasında büyük 
tepkilere ve gösteriler yapılmasına neden olacaktı.[12] 

Gerçi bakanın bu tutumu o dönemdeki iktidarın genel anlayışını yansıtıyordu. Zira Millî Şef İnönü’nün de seçimler öncesi İzmir’de yaptığı bir konuşmada ülkede “Grev hakkının gerekli olup olmadığı tartışma konusudur…” [13] diyerek, Çalışma Bakanı’nın görüşlerine destek vermesi ve greve karşı çıkmasıydı ki, 
bu tutum işçilerin CHP’ye karşı tavır almasında etkili olmuştur.

Türkiye’nin yeniden çoğulcu düzene geçmesinden hemen sonra, 1946 yılında genel ve yerel seçimler bir yıl öncesine alınarak, 21 Temmuz 1946 tarihine 
ilk defa tek dereceli yöntemle genel seçimler yapılmış, ancak bu seçimler açık oy gizli sayım yöntemiyle yapıldığı için, muhalefet tarafından sert eleştirilere 
neden olmuştur. Bu seçimler sonrasından itibaren çok sert muhalefete başlayan D.P. önce “Hürriyet Misakı (Özgürlük Andı)”nı yayımlayarak, iktidardan 
seçim yasasının değiştirilmesini, bireysel haklarda iyileştirmeler yapılmasını, anti- demokratik yasaların kaldırılmasını ve Cumhurbaşkanlığı ile parti genel 
başkanlığının ayrılmasını istemiştir [14]. İktidara bütün gücüyle yüklenen ana muhalefet partisinin baskılarına dayanamayan Cumhurbaşkanı Milli Şef İnönü, 
12 Temmuz 1947 tarihinde bir bildiri yayınlayarak, iktidar- muhalefet arasında adeta bir hakem rolü üstlenmek istediğini ortaya koymuş, ancak bu durum her 
iki kesimi de mutlu etmemiştir. Öncelikle bu gelişmelere karşı tavır alan bazı Atatürkçü simalar tepki göstermişler, Başbakan Recep Peker de partisinden 
gelen muhalefete kırgınlık duyarak, hükümeti meclisten güvenoyu almasına karşın, sağlık sorunlarını gerekçe göstererek istifa etmiştir.[15] Ayrıca Behçet 
Kemal Çağlar, Nadir Nadi, Falih Rıfkı Atay, Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi aydınlar da bu gelişmelere karşı tepkilerini açıkça ortaya koymuşlardır.[16]

İktidar 1950 genel seçimleri öncesinde seçim yasasını değiştirerek, çoğunluk sistemini öngören, gizli oy açık sayım ve seçimlerde yargı denetimini kabul eden seçim yasasını muhalefetle işbirliği içinde yürürlüğe koymuştur. 1950 seçimleri öncesinde de seçim yatırımı olarak “ Sanat değeri olan türbelerin açılmasına” karar verilerek, devlet törenleriyle birçok ünlü kişinin türbeleri hizmete açılmıştır. Bir genel af yasası çıkarılmış, ancak ünlü şair Nazım Hikmet(Ran) bu af kapsamı dışında bırakılmıştır.[17] Ayrıca Hükümetin solcu tanınan kesimlere karşı gerekli önlemleri alacağının bir belirtisi olarak, Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Pertev Naili Boratav, Doç. Dr. Niyazi Berkes ve Doç. Dr. Behice Boran görevlerinden uzaklaştırılmışlar, daha da ötesi solcu olduğu gerekçesiyle, köy öğretmeni ve “Bizim Köy”ün yazarı olan Mahmut Makal tutuklanmıştır.[18] Cumhurbaşkanı İnönü, seçim çalışmaları sırasında yaptığı konuşmalarda Atatürk ilkelerinin Anayasa’dan çıkarılabileceğini söyleyerek bazı çevrelerden sempati kazanmaya çalışmıştır.[19]

Türkiye, 1945 sonrasında ABD’ye giderek yakınlaşmasının bir sonucu olarak, önce yeni kurulan İsrail devletini tanımış, daha sonra da Dışişleri Bakanı 
Necmeddin Sadak aracılığıyla NATO’ya üyelik başvurusunda bulunmuşsa da, bundan olumlu bir yanıt alamamıştır.[20] İnönü’nün son Başbakanı Tarihçi 
Prof. Dr. Şemsettin Günaltay döneminde ise, Türkiye’nin hazırladığı ulusal nitelikli planlar rafa kaldırılarak, Dünya Bankası’ndan bir kurul çağrılmasına 
karar verilmiştir. [21] Bu kurulun Türkiye ekonomisini, eğitim düzenini, sanayini, yönetim yapısını ve tarımını v.b. konulardaki sorunlarını inceleyerek, bir 
kalkınma raporu hazırlaması öngörüldü. Ancak bu kurul 1950 genel seçimlerinden sonra Türkiye’ye gelebilecekti.

B. Demokrat Parti’nin On Yıllık İktidarı ve Türkiye’nin Demokratikleşme Süreci

Bu koşullar altında 1950 genel seçimleri 14 Mayısta yapıldı, biraz da seçim yasasının etkisiyle, ana muhalefet partisi D.P. kurucularının bile beklemediği 
büyük bir başarı kazanarak iktidara geldi [22]. Demokrat Parti iktidarı ilk döneminde (1950-54), daha önce ABD ile başlayan sıcak ilişkileri çok daha ileriye götürmeye kararlı olduğunu ortaya koydu. Daha iktidarının ilk aylarında patlak veren Kore Savaşı bu anlamda adeta bir fırsat olarak görülmüş ve hükümet, TBMM’nin onayına bile gerek duymadan, Kore’ye asker gönderme kararı almıştır. C.H.P. döneminde başlayan Marshall Yardımını özellikle tarımsal 
kalkınma alanında kullanmaya başlayarak, daha önceki iktidara küskün olan geniş köylü kesimlerini kazanmayı amaçladı. Türkiye’ye her marka ve modelden 
binlerce traktör getirilmeye başlandı. D.P. Programında işçilere grev hakkını vereceğini vaat etmesine karşın, bunu uygulamaya koymadı, ancak işçilerin 
durumlarında bazı iyileştirici yasalar çıkarılarak, Türk-İş Federasyonu kuruldu [23]. Dünya Bankası(Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası)’ndan istenen kurul 
da bu dönemde Türkiye’ye gelerek, bir yıllık bir çalışma sonrasında hazırladığı raporunu Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a sundu.[24] Hazırlayıcı kurulun başkanı 
olan James Baker’ın adıyla bilinen bu rapor, Türkiye’nin genel durumunu ve var olan sorunlarını ele almakta ve bunlara çözüm yolları önermekte idi .[25]

Demokrat Parti iktidarı, yönetimi ele almasından sonraki süreç, Arapça Ezan yasağını kaldırmayı öngören yasanın C.H.P.’nin de alkışları arasında TBMM’den 
geçirilerek, okullara zorunlu din derslerinin konulması, haftanın belirli günlerinde devlet radyosundan Kur’an-ı Kerim okunması, Köy Enstitüleri’nin ve 
Halkevlerinin kapatılması, C.H.P’nin mallarına el konulması, Millet Partisi’nin kapatılması gibi uygulamalarla devam etti. Ancak iktidarın asıl amacı; kendisine 
bağlı bir bürokrasi yaratmak ve eski bürokratları cezalandırmak olduğu için, bürokratlar açısından sürgün ve cezalandırma dönemi başlatıldı. Öte yandan 
bu dönemde üst rütbedeki subayların eski Cumhurbaşkanı İnönü’ye olan sevgi gösterileri de iktidarı rahatsız etmişti. Bu gelişmeler yaşanırken, Seyfi Kurtbek 
adlı subay kökenli bir D.P. milletvekilinin, iktidara karşı askeri kesimden bir darbe yapılacağı yolundaki ihbarını ciddiye alan Başbakan Adnan Menderes 
hemen Çankaya Köşküne koşmuş ve Bayar ile görüşme yapmasının ardından, askeri kesimde büyük bir operasyon başlatmıştır.[26] Bu operasyon sırasında; 
Genelkurmay Başkanı Orgeneral A. Nafiz Gürman, Askeri Şura’dan Orgeneral Salih Omurtak, Orgeneral Kâzım Orbay, Orgeneral Hakkı Akoğuz emekli edilmiş, 
Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Mehmet Ali Ülgen, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Zeki Doğan merkeze atanmışlardır. Bütün bunlara ek 
olarak hükümet, iki üç aylık süre içinde on beş General ve yüzeli kadar Albayı da emekliye ayırmıştır.[27] Böylelikle D.P. iktidarı kendisine karşı bir darbe 
yapılabileceği yolundaki ihbarı kullanarak, kendisine karşı çıkabileceği gerekçesiyle Türk Silahlı Kuvvetleri içinde önemli bir tasfiye hareketini gerçekleştirmiştir. 

Oysa bu yoldaki iddiaları kanıtlayabilecek herhangi bir belgeye bugüne kadar bile rastlanabilmiş değildir.

Demokrat Parti iktidarı (1950-54) döneminde Marshall Yardımı ve Truman Doktrini ile Türkiye’ye yapılan ABD yardımlarını önemli ölçüde tarım kesimine 
aktararak, kırsal kesimin kendisine olan desteğini sürdürmesini sağlamaya özen göstermiştir. Bu dönemde iklim koşullarını iyi gitmesi, dış yardımların ve mevcut kaynakların yerinde kullanılması sonucu önemli bir kalkınma hızına ulaşılmış ve savaş nedeniyle çok düşmüş olan ulusal gelirde önemli artışlar gerçekleştirilmiştir. 

İçeride ise yerli sermayeye tanınan geniş haklar, demokratik düzenlemeler sayesinde iktidar büyük halk kesimlerinin desteğini almayı başarmıştır. D.P.’nin 
“Altın Yılları” olarak anılan bu dönemdeki gelişmeler sonucu D.P. 1954 genel seçimlerinde daha büyük bir halk desteğiyle iktidara gelmiştir. Ancak bu partinin Türk siyasi tarihine bir rekor olarak geçen % 58’lik oy oranıyla iktidara ikinci defa gelmesindeki en önemli etkenlerden biri; elde ettiği bu olumlu başarılar ise, bir diğeri de, gerek ana muhalefet partisi olan C.H.P.’yi ve gerekse Millet Partisi’ni etkisiz duruma getirdikten sonra genel seçimlere gitmiş olmasından kaynaklanmıştır.[28] Zira, bu seçimler öncesinde C.H.P’nin mallarına, yayın organı Ulus’a el konulmuş, bu parti maddi bakımdan ve örgütsel anlamda adeta felç edilmişti. Millet Partisi ise, yargı kararıyla tamamen kapatılmıştı. Başka bir deyişle iktidar, adeta “muhalefetsiz bir ortamda” seçimlere gitmiştir. Eşit olmayan koşullarda yapılan bu seçimlerde D.P. % 58 oy oranıyla 503, C.H.P. % 35 oy oranıyla 31, Millet Partisi’nin yerine kurulan Cumhuriyetçi Millet Partisi ise % 5 oy oranıyla 5 milletvekilliği kazanabilmişler dir.[29]

Seçimlerle siyasi başarısını tam anlamıyla kanıtladığını anlayan Başbakan Menderes, 1954 yılından itibaren kendi partisi içindeki egemenliğini pekiştirme 
ve kendisine karşı muhalefet edebilecek kişileri ve muhalif partileri susturma yoluna gitmiştir. Öncelikle basın özgürlüğünü savunarak ve Cumhuriyet Gazetesi Sahibi ve Başyazarı Nadir Nadi başta olmak üzere, o dönemdeki pek çok gazetecinin desteğini alan, hatta bunların önemli bir bölümünü partisinden 
milletvekili seçtiren Menderes, 1955’ten itibaren ekonomik, siyasi, toplumsal sorunlar artınca ve bunları da gazeteciler dile getirmeye başlayınca, rahatsız 
olmuştu. Bu rahatsızlık, partisi içinde “Basına İspat Hakkı Yasası” nedeniyle doruk noktasına ulaşmış, içlerinde akademisyenlerin ve gazetecilerin çoğunlukta 
olduğu 19 milletvekili D.P.’den ayrılarak, 20 Kasım 1955’te Hürriyet Partisi adı altında yeni bir parti kurmuşlardır.[30] Menderes’e sert eleştirilerle 
kurulan ve daha sonra milletvekili sayısı 36’yı bulan bu parti, kısa süre sonra ana muhalefet partisi durumuna yükselmiştir [31]. Öteki muhalefet partilerinin 
de toparlanmaya başlaması ve özellikle de giderek artan ekonomik sorunlar nedeniyle, D.P. iktidarı için “Zor Yıllar” başlamıştır.


BÖLÜM DİPNOTLARI;

[1] Cumhuriyet Halk Partisi Başkanlığı, CHP Fevkalâde Toplantısı, (26.XII.1938), Tüzük Tâdil Teklifi, Ankara, 1938 .
[2] İsmail Soysal, Tarihleri ve Açıklamaları ile Birlikte Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları ,Cilt I, (1920-1945), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1983, s. 591. 
[3] Mehmet Gönlübol ve arkadaşları, Olaylarla Türk Dış Politikası (1919-1973), 3.Baskı, Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1974, s. 243. 
[4] Mustafa Albayrak, Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti (1946-1960), , Phoenix Yayınları, Ankara, 2004, ss.121-122. 
[5] Cemil Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi, (1938-1945), Ankara, Yurt Yayınları, 1986, s. 369.
[6] Ulus, 9 Eylül 1963. Bu konuda geniş bilgi için: Mustafa Albayrak, Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti (1946-1960),… adlı çalışmaya bakılabilir. 
[7] Türkiye Büyük Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Devre: VII, Cilt.17, Mart 1945, Türkiye Büyük Millet Meclisi Matbaası, Ankara, , s.9. 
[8] Mustafa Albayrak, Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti … s. 59. 
[9] Feroz Bedia-Turgay Ahmad, Türkiye’de Çok Partili Sistemin Açıklamalı Kronolojisi (1945-1971), Bilgi Yayınevi, Ankara, 1976, s.62. 
[10] Mustafa Albayrak, Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti … ss.178-179.
[11] a.g.e. s. 374.
[12] Ulus, 30 Eylül 1949.
[13] Cumhuriyet, 5 Mayıs 1950.
[14] Mustafa Albayrak, Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti …, ss.107,143,151.
[15] Asım Us, Atatürk, İkinci Dünya Harbi ve Demokrasi Rejimine Giriş Hatıraları (1930-1950), İstanbul, 1966,s. 716.
[16] Albayrak, Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti…, s. 122.
[17] a.g.e.,s.164.
[18] a.g.e., ss. 155-161.
[19] Cumhuriyet, Zafer, 26 Mart 1950.
[20] Feridun Cemal Erkin, Dışişlerinde 34 Yıl, Cilt.II,Kısım:1, Vaşington Büyükelçiliği, TTK Yayınları, Ankara, 1986, s. 101. 
[21] Mustafa Albayrak, “Uluslar arası İmar ve Kalkınma Bankası’nın Hazırladığı İlk Raporun (1951) Demokrat Parti Hükümetleri’nin Programlarına Etkileri” 
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt: XX, Sayı: 58, Mart 2004, ss.129-167.
[22] Albayrak, Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti…, s.171.
[23] Feroz-Bedia Turgay Ahmad, Türkiye’de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi…,s. 100.
[24] Mustafa Albayrak, “Uluslar arası İmar ve Kalkınma Bankası’nın Hazırladığı İlk Raporun (1951) Demokrat Parti Hükümetleri’nin Programlarına Etkileri…, 
ss.129-167.
[25] a.g.m.
[26] Albayrak, Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti…, ss.191-194.
[27] Cumhuriyet, 7, 8 Haziran 1950.
[28] Albayrak, Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti…, ss. 340-341.
[29] a.g.e.s. 259..
[30] Mustafa Albayrak, “Hürriyet Partisi’nin Türk Siyasi Tarihindeki Yeri ve Önemi”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt.XXIV, Temmuz 2008, Sayı:71, ss. 355. 
[31] a.g.m.


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder