CUMHURİYET DÖNEMİ DARBELERİN TÜRK DEMOKRASİSİ VE ÇAĞDAŞLAŞMASINA ETKİLERİ ÜZERİNE BİR İNCELEME BÖLÜM 1
Atiye EMİROĞLU
Özet
Demokrasi anlayışının bir gerekliliği olan çok partili siyasi hayata geçiş, Türkiye’deCumhuriyetin ilanından yirmi üç yıl sonra gerçekleşebilmiştir.
1950 seçimlerinden sonraCHP’nin yerine ilk defa başka bir parti iktidar olabilmiştir. Bir tür demokrasi deney sürecine giren Türkiye, bu süreçte çeşitli askeri
darbelerle karşı karşıya kalarak demokrasi savaşını vermiştir.
Bu çalışmada Türkiye’de darbeler süreci ve bu sürecin demokrasi ve çağdaşlaşma sürecine etkisi incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler
Çok Partili Siyasi Hayat, Darbeler, Darbelerin Demokrasi ve Çağdaşlaşmaya Etkisi,
GİRİŞ
Demokrasi; temsili demokrasi, doğrudan demokrasi ve yarı doğrudan demokrasi olmak üzere üç kısma ayrılmaktadır. Doğrudan demokraside;
halk, egemenliği elinde tutar ve egemenliğin tek sahibidir. Halkın hiçbir kurum ya da kişiye devretmeden egemenliği elinde tutması doğrudan demokrasiyi
en ideal demokrasi şekli yapar. Nitekim egemenliğin kullanılması noktasında temsilcilerin olmadığı bu demokrasi şeklinde halk egemenliği
devretmemektedir.1
Temsili demokrasilerde ise; halk, seçtiği temsilciler aracılığıyla yönetime katılır. Devlet organları seçilen bu kişiler aracılığıyla kurulur. Seçilenler
halkın sözcüsüdür ve halkın ön gördüğü şekilde davranılması seçilenlerin demokrasiye ne kadar bağlı olduklarının ifadesidir.2 Demokrasinin özünü,
özgür ve adil bir seçim oluşturmaktadır.3
Yarı doğrudan Demokrasiler de egemenliğin kullanılması halk ve temsilciler arasında paylaştırılır. Bu demokrasi uygulamasında yaygın olarak
referandum, halk girişimi ve halk vetosu yöntemleri kullanılır. Referandumda halk, bir yasayı kabul edip etmediğine karar verebilir. Ayrıca halk,
belli sayıda imza toplayarak yasama organını kanun çıkarmak üzere hareketegeçirebilir.4
Modernleşme ise, en yalın tanımıyla, modernliğe doğru yaşanan süreci niteler. Anthony Giddens’a göre, “on yedinci yüzyılda Avrupa’da başlayan ve
sonraları neredeyse bütün dünyayı etkisi altına alan toplumsal yaşam ve örgütlenme biçimlerine işaret eder”. Peter Wagner, modernliğin başlangıcına
on sekizinci yüzyılda gerçekleşen “demokratik ve endüstriyel devrimleri”5 yerleştirir.
Modernleşme, Batı’da dört yüzyıla yakın bir dönemde, kendi iç dinamikleri sayesinde gelişmişken, ancak Batılı olmayan toplumlarda modernleşme
kendiliğinden olmayan ve dış etkenlerin itici gücü etrafında daha hızlı gelişmiştir.6
Bugün en ileri toplumlar seviyesini oluşturan Batı dünyasında var olan siyasi sistemin demokrasi anlayışını temel almasından dolayı modernleşme
ve demokratikleşme Batılı olmayan ulusların bağımsız ve güçlü bir devlet olarak ayakta durabilmelerinin en önemli kuralları arasında sayılır.
I.Dünya Savaşından sonra Batılı olan toplumların geneli tarafından kabul görmeye başlanan demokrasi hareketlerine Türkiye Cumhuriyeti Devletinin
kurucuları da duyarsız kalmamış gelişen ve değişen dünyanın bu gerçeğini anayasa ve inkılâplarla uygulamaya çalışmışlardır.
Demokrasi ve çağdaşlaşma yolunda ilerlemeye çalışan Türkiye’de bu sürece zarar verebilecek demokrasi dışı olaylar zuhur etmiştir. Özellikle
1960, 1971 ve 1980 askeri darbeleri buna örnek olarak gösterilebilir.
Bu çalışmada yukarıda ifade edilen askeri darbeler sürecinin Türkiye’de demokrasi ve çağdaşlaşmaya etkileri değerlendirilecektir.
A-DEMOKRAT PARTİ VE 1960 DARBESİ
1. Demokrasiye Giden Yolda Demokrat Parti
İkinci Dünya Savaşından sonra dünya iki gücün baskısı altında kalmıştır. ABD ve Sovyet Rusya’nın oluşturduğu bu iki güç sahip oldukları siyasi
anlayışı tüm dünyaya kabul ettirmeye çalışmış, bu iki farklı gücün kendilerine taraf toplama savaşında Türkiye ABD’nin yanında olmayı tercih etmiştir.
Rusya’nın Türkiye topraklarına yönelik bazı taleplerinin olması, Türkiye’nin ABD’nin yanında yer almasında en önemli etken olduğu söylenebilir.
ABD ve Batı dünyasının demokrasi eğilimleri Tek Parti yönetimini çok partili siyasi hayata geçmek zorunda bırakmıştır.7
Diğer bir problem, yirmi iki yıldır tek parti rejimiyle yönetilen ülkede savaşın da etkisiyle halkın iktidara ve uygulamalarına güveninin kalmaması,
izlenen savaş politikalarının halkın hoşnutsuzluğunu artırması, enflasyonun özellikle bürokrasinin alt kesimlerindeki sabit gelirli memurların ve
yoksul köylülerin satın alma güçlerinde büyük kayıplara yol açmasıdır.8
1946 yılına gelindiğinde Tek Parti döneminin sona erdiği, demokrasinin bir gereği olan çok partili siyasi hayata Millet partisi ve Demokrat Parti gibi
partilerle geçildiği görülür. 14 Mayıs 1950 seçimlerine kadar zaman zaman sertleşen, diyalogun koptuğu, demokratikleşme sürecinin tehlikeye girdiği
bir tecrübe yaşanır. Bu süreçte demokratikleşme yönünde önemli adımlar atılır ve çok partili düzenin gereği yerine getirilmeye çalışılır.9
Bu seçimlerden sonra aldığı oy sayısına göre mecliste elde ettiği sandalye sayısına göre DP iktidar parti olur. 1954 seçimlerinden sonra da tek başına
iktidar olmayı başaran DP, 1955 tarihine kadar sanayide, ekonomide, tarımda gerçekleştirdiği atılımlarla halkın sevgisini kazandığı iddia edilir,
ancak bu tarihten sonra bu olumlu hava dağılmaya, giderek ekonomik sıkıntılar uç vermeye ve DP karşıtı güçlerin iktidara sert eleştiri ve saldırıları
ortaya çıkmaya başlamıştır. Sert eleştirilere karşılık sert tedbirler almaya çalışan ve gittikçe demokrasiye aykırı kararlar alan DP, bazı ordu mensuplarının
ağır eleştirilerine maruz kalmıştır.10
DP’nin demokrasiyi engelleyen yasaları çıkarması, Nitekim tahkikat komisyonlarını kurması, DP’ye oy vermeyen illeri ilçe yapması, yargıç güvenliğini
kısıtlaması gibi durumlar bazı çevreler tarafından DP’nin demokrasiden uzaklaştığı anlamına gelmiştir.11 Üniversitelere uygulanan baskı,
öğretim elemanlarının siyasete karışmalarının yasaklanması ve yargı üzerindeki baskı demokrasinin elden gideceği endişesine neden olmuştur.12
Nitekim demokrasinin zarar göreceği korkusu bu çevreleri harekete geçirmiş ve bu gidişata “dur” demenin yolları aranmıştır.
2. 1960 Darbesi’nin Demokrasi ve Çağdaşlaşmaya Etkisi Yukarıda genel hatlarıyla belirtilen gelişmeler, Milli Birlik Komitesinin 27 Mayıs 1960’ta harekete
geçerek hükümete el koymasına ve DP’yi tasfiye etmesine sebep olmuştur. Bundan sonraki süreci Türk Silahlı Kuvvetleri ele almış,
1961 Anayasası’nın oluşumunda ve DP üyelerinin Yassıada’da yargılanma süreçlerinde etkileri görülmüştür. Yassıada yargılanmalarının ve
alınan kararların insan haklarına ve demokrasiye aykırılığı pek çok yazar tarafından ifade edilmiştir. Özellikle demokratik bir ülkede seçimle başa
gelmiş Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın idam edilmesi Türk demokrasisine sürülen
kara bir leke olarak değerlendirilir. Bu hatanın Türkiye’nin yıllarca bunalımdan bunalıma sürüklenmesinde büyük bir etken olduğu düşünülür.13
Ayrıca DP üyelerinin tutuklanma ve yargılanma sürecinde insan haklarına sığmayan şekilde muameleler görmeleri Türk demokrasisinin ayrı bir kara
lekesi olarak değerlendirilir. Nitekim 1980 darbesinde darbenin kahramanı Kenan Evren, yıllar sonra 27 Mayıs ihtilalında çirkin olayların olduğunu
biliyordum, demiştir.
Demokrasiye vurulan bu ilk darbe, “darbeler süreci”nin başlangıcı sayılır.14
Türk Tarihinde darbeler konusunda Mehmet Kemal’in değerlendirmesi şöyledir: “Demokrasiyi kökünden kazıyan her askeri hareketin lideri, demokrasiyi
ya getirdiğini ya getireceğini söyler. Demokrasiyi askıya alırken, demokrasi adına alır. Bizim tarihimize bakıldığı zaman 1876’dan bu yana örneği çoktur.”15
1960 darbesi, sadece halkın oylarıyla kurulmuş bir hükümetin silah zoruyla indirilmesi değil, aynı zamanda Cumhuriyet döneminin ilk askeri
darbesi olması ve bundan sonrakilere örnek teşkil etmesi bakımından da ayrı bir öneme sahiptir. Bu darbe, Türkiye’de demokrasinin yerleşmesi ve
kurumsallaşması sürecini trajik bir şekilde kesintiye uğratmış, siyasi yapının temellerini kökünden değiştirecek yeni yapılanmaya zemin hazırlamıştır.16
1960 darbesinde dış siyasetin etkisi olduğu iddia edilir. Bu iddianın dayanağına göre aydınlanmış bir Türkiye’yi Batı istemiyordu, çünkü bu durum
emperyalizme ve onun işbirlikçilerine geçit vermeyecekti.17
Başbakan Menderes’in 1959 yılında CENTO’nun toplantısı için ABD’yi ziyareti esnasında ABD’den beklediği ilgi ve mali desteği göremeyince
SSCB ile yakınlaşma arayışları içerisine girmiştir. Bu durum ABD’nin ekonomik politikalarına aykırı düşen bir tavırdır ve DP’nin bu yeni siyasi hamlesine
karşılık ilk defa bir ABD Başkanı Eisenhower, Türkiye’yi ziyaret etmiştir.18
Ancak Menderes’in 12 Temmuz 1960’ta Moskova’ya resmi bir ziyarette bulunacağının duyurulması ABD’ye yönelik bir tehdit mi içeriyordu,
yoksa gerçekten Menderes bu ziyareti gerçekleştirecek miydi 1960 Darbesi nedeniyle anlaşılamamıştır.19
Davut Dursun, Türk halkının yarım asırlık demokrasi tecrübesi değerlendirildiğinde demokrasinin yeteri kadar içselleştirilemediği, işlevselliğinin
kazandığı uygun bir alt yapının oluşturulamadığı, mevcut sosyoekonomik ve kültürel temel yapı ve özelliklerin gelişimini olumsuz etkilediğini iddia etmiştir.20
Ancak Alman yazar Richard Peters Davut Dursun’un düşündüğünün tersine Türklerin Demokrasi tarihini daha Orta Asya’ya dayandırmıştır.
Peters, 27 Mayıs’la ilgili şöyle bir değerlendirmede bulunmuştur: “Türklerle ilgili yazılarımızda bu milletin mensuplarında demokrasi inanışının,
ta Orta Asya’dan beri içgüdü halinde mevcut olduğunu ve hiçbir tiranın hâkimiyeti altına girmediklerini belirtmeye çalışmışızdır.
II. Mahmut’un 1808’de tahta çıkması, II. Abdülhamit’in kansız olarak devrilmesi bunun örnekleridir.
Menderes de kendisini Demokrat diye isimlendirmesine rağmen kısa zamanda reaksiyoner olmuştu, onun da devrilmesi gerekliydi.”21
Darbeden iki gün sonra Orgeneral Cemal Gürsel, Amerikan Büyükelçisi FletcherWarren’i davet etmiştir. Görüşmede, Gürsel’e destek sözü veren
Büyükelçi, bu darbenin ne gibi sonuçlarından çekindiğini şöyle ifade etmiştir: “Latin Amerika ülkelerinde ordu, dengeyi oluşturan araç ya da başvurulacak
son mahkeme olarak görülür. Atatürk’ün Türkiye’si hiçbir zaman bu durumda olmadı ve bununla gurur duydu. Ama şimdi aynen o duruma düştü. Gelecekte
Türk ordusunun, Türk halkını da yakından ilgilendiren ve bölen herhangi bir siyasi çekişmenin dışında kalmakta çok zorlanacağını düşünüyorum.
Bu düşünce, beni askeri darbeden daha fazla endişelendiriyor.”22
Amerikan Büyükelçisi Fletcher Warren’in korktuğu şeyin gerçekleştiğinin en büyük kanıtı tarihtir.
27 Mayıs, sadece DP iktidarını yıkıp yeni bir anayasayı yürürlüğe koymamış, aynı zamanda Türk Silahlı Kuvvetlerini siyasete ve sivil idareye
müdahale eden bir yapıya büründürmüştür.23 Nitekim 27 Mayıs’ı amacına ulaştırmak isteyen bazı ordu mensupları 22 Şubat ve 21 Mayıs olaylarına da
karışmıştır.
Türk silahlı kuvvetlerinin darbelerden kısa bir süre sonra yeniden yönetimi siyasilere iade etmeleri demokrasi açısından önemli görülmüştür.24
Bazı yazarlara göre, Türk Silahlı Kuvvetlerini diğer pek çok ülkedeki ordulardan ayıran önemli bir özellikleri iktidar hırsından uzak vatan ve millet
sevgisini her şeyin üstünde tutmalarıdır.25
27 Mayıs İhtilalı’ndan sonra demokrasi adına, demokrasiyle bağdaşmayan uygulamalarda bulunan Milli Birlik Komitesi, 235’i general ve amiral
olmak üzere 5000’e yakın subayın ordudan uzaklaştırılmasına, 147 üniversite öğretim üyesinin tasfiye edilmesine neden olmuştur. 27 Mayıs’tan sonra
komite, 28 Eylül 1960 günlü ve 10641 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 114 sayılı yasa ile 147 öğretim üyesinin üniversitedeki görevlerine son vermiştir. 26
İhtilal sözde demokrasiye aykırı uygulamalara karşılık alınan bir önlem olarak görülmüş olsa da ihtilalden sonra alınan kararlar sabık iktidarın yapamadığından
daha anti-demokratik olmuştur.
3. 1961 Anayasası
1960 darbesinden sonra hazırlanıp 9 Temmuz 1961’de yürürlüğe giren 1961 Anayasası’yla güçler ayrılığını sağlayan dengeleyici pek çok unsur
zayıflatılmıştır. Hâkimler ve özellikle Anayasa Mahkemeleri, devlet elinde olan ama özerkliğini koruyan radyo ve televizyon, bunların yanı sıra basın,
hükümetin kanunlarına karşı durabilme ve hatta onları iptal edebilme hakkına sahip olmuştur. Üniversiteler özerk yapılar halini almış27, rektör istemedikçe
isyan çıksa bile polisin üniversiteye girmesi engellenmiştir.28
Dernek kurma, silahsız ve saldırısız toplanma veya gösteri yürüyüşü yapma hakkı, çalışanların önceden izin almaksızın sendikalar ve sendika
birlikleri kurma, bunlara serbestçe üye olma ve ayrılma hakkı, toplu sözleşme ve grev hakkı 1961 Anayasası’nda yer almıştır. Ayrıca basının hür
olduğu ve sansür edilemeyeceği; gazete ve dergi çıkarılması, önceden izin alma ve mali teminat yatırma şartına bağlanamayacağı; kitap ve broşür
yayınının izne bağlı tutulamayacağı ve sansür edilemeyeceği; basımevi ve eklentileri ve basım araçları, suç aracı olduğu gerekçesiyle de olsa zapt ve
müsadere edilemeyeceği ve işletilmekten alıkonulamayacağına dair hususlara da bu anayasada yer verilmiştir.29
1961 Anayasası’yla, senato ve anayasa mahkemesi gibi pek çok yeni unsur oluşmuştur. 1971’de yapılan anayasa değişikliğiyle askerlerin sesinin
çok çıktığı Milli Güvenlik Konseyi hayata geçirilmiştir. Ayrıca bu anayasada modern bir İslam anlayışı oluşturulmuştur. Böylece dinin Türk İnkılâbına
karşılık siyasi bir malzeme olarak kullanılmasının önüne geçilecektir.30 Belki de tam tersi bir anlayışla modern İslam anlayışının, modern Türkiye’ye
destek veren işlevselliğe sahip olabileceği düşünülmüştür. Yazar Onur Öymen, o dönemde hazırlanan ve Kurucu Mecliste 2 çekimsere
karşı 260 oyla onaylanıp halkoyuna sunularak kabul edilen 1961 Anayasası’nı demokratik devletin birçok özelliğini içerdiği için ülkede ve
dünyada olumlu karşılandığını ifade etmiştir.31
Ancak Nazlı Ilıcak 1961 Anayasası’nın demokrasiyle bağdaşmayan özelliklerini eleştirmiş ve dikkatleri anayasanın başlangıcına çekerek:
“…Meşrutiyetini kaybetmiş bir iktidara karşı direnme hakkını kullanan Türk Silahlı Kuvvetleri…” bu satırla Türk Silahlı Kuvvetlerine uzun yıllar demokrasiye
müdahale hakkı doğduğunu iddia etmiştir.32
Yazar Davut Dursun’a göre 1961 Anayasası’nın siyasal iktidarın kullanılmasına bürokratik güçlerle orduyu ve aydınları ortak etmesi paradoksal
olarak demokrasinin gelişimi ile merkez güçleri arasındaki çatışmayı ortaya çıkarmış ve demokrasinin üzerinde yükseleceği demokratik kültürü henüz
içselleştirememiş toplumların demokraside işlevsellik kazanmasını zorlaştırmıştır.33
B-1960 SONRASI DEMOKRASİ VE MODERNLEŞME
1. 22 Şubat 1962– 21 Mayıs 1963 Harekâtları ve 12 Mart 1971 Muhtırası 27 Mayıs 1960 darbesi yapılmış, DP tasfiye edilmiş, yeni bir anayasa kabul
edilmiş ve yönetim tekrar siyasi partilere bırakılmıştır. Ancak bazı askeri kesimler huzursuzdur. Çünkü 1960 darbesiyle ulaşılmak istenilen noktaya
ulaşılamamış, ülke yeni bir karışıklık ortamının içine girmeye başlamış ve başa geçen siyasiler çoğunlukla çıkar çatışmalarının içine düşmüştür.34
1960 ‘tan 1980’e kadar süren bu karışıklık ortamında çeşitli dernek ve kuruluşlar eylemlerle haklarını arama yoluna gitmiş, sağ-sol çatışmaları
gittikçe şiddetini artırmış, İşçi Sendikaları işçilerin haklarını korumak amacıyla eylemler başlatmış, kimi örgüt ve kuruluşlar bazı siyasi partilerce de
desteklenmiş ve her geçen gün ülkenin durumu daha kötüye gitmeye başlamıştır. Her gün ölü sayısının arttığı ülkede insanlar sokağa çıkmaya korkar
olmuştur.
Yazar Hadi Uluengin, Türkiye’nin darbeyi takip eden bütün yetmişli yıllarda, tarihinde hiç olmadığı derinlikteki bir girdaba sürüklendiğini belirtmiş
ve bu yılları “üzerimize düşen kurşun yılları”35 olarak isimlendirmiştir. 1960’ların sonlarından başlayan ve 1970’lere gelindiğinde artarak devam
eden şiddet olayları sağ ve sol kesimler arasında kanlı eylemlere dönüşmüştür.
Taksim alanında 16 Şubat 1969 günü solcu gençlerin 6. Filo aleyhine düzenledikleri gösterilere, sağcı gençler taş ve sopalarla karşılık
vermiştir. Bu tarihten sonra sokaklara yayılan slogan: “Kana kan, intikam!” olmuştur. Hızla devam eden boykotlar, işgaller ve kanlı çatışmalar ülkeyi
yeni bir askeri müdahaleye sürüklemiştir. ODTÜ ve İTÜ gibi büyük üniversiteler karışıklığın en çok görüldüğü üniversiteler olmuştur.36 Bu karışıklık
ortamında tarihe 22 Şubat Harekâtı adıyla geçecek başarısız bir darbe girişiminde bulunulmuştur.
22 Şubat Harekâtının öncüleri arasında yer alan Talat Aydemir’dir. Aydemir, ülkenin bulunduğu durumu göz önüne alarak 22 Şubat’ta ihtilal
girişiminde bulunduklarını belirtmiş ve şöyle devam etmiştir:
“22 Şubat Harekâtı’na memleketin yüksek menfaatini düşünerek tevessül etmiştim.
O gece saat 03.00’de son defa durumun muhakemesini yaptım. Harekâtta muvaffak olduğum takdirde ertesi gün belki bazı havacılar şehre bomba atabilirlerdi.
Ve belki de Silahlı Kuvvetler içinde çarpışma genişleyebilir, yurt içinde bir iç harbe sürüklenebilirdik. Bu duruma Amerikalılar kendi füze rampalarını muhafaza
altına almak için bir çıkarma veya bir indirme yapabilirler veya Ruslar da doğudan ve Boğazlardan istilaya geçebilirlerdi. Böylece memleket bir Güney-Kuzey
Kore durumuna düşebilirdi. Ankara’da kan döküldüğü takdirde harekâta muvaffak olacaktım.
Gayem dikta değildi. Mecburen harekâta karar verip de bu işten vazgeçen büyük rütbeli generalleri temizlemem lazımdı. Bu durum ise orduda iyi bir tesir
yaratmayacaktı.
Bir müddet sonra ordunun alt kademelerinde bizleri iktidardan devirmek için cuntalar kurulacak ve yeni ihtilaller hazırlanacaktı. Bu durumda mücadeleye
idarenin tahammülü yoktu. Gaye, memlekette yapılması gereken köklü reformların yerleştirilmesi, iktisadi düzen ve sosyal adaletin kurulması idi.
İşte buna imkân kalmayacaktı. O halde; yapılan ihtilal hedefine varmayacaktı. Üçüncüsüne de bu memleketin tahammülü yoktu. Üçüncü, bir Komünizm ihtalili
olabilirdi.”37
22 Şubat Harekâtı başarılı olmamış, sorumluları askerlik görevlerinden uzaklaştırılarak çeşitli cezalarla cezalandırılmıştır. Bu harekâtı gerçekleştirenlerin
amaçları genel hatlarıyla şöyle ifade edilir:“Türk Devletini bugünün ve geleceğin medeni milletler seviyesine çıkarmak, devlet kudretini güçlendirmek,
ülkede huzur ve emniyeti sağlamak, halkın refah ve saadetini artırmak, Türk milliyetçiliğini şuurlandırmak, laik devlet anlayışını milli birliğe ve medeni
gelişmeye uyar tarzda dine saygılı olarak uygulamaktı.”38
22 Şubat Harekâtının başarısızlığına rağmen harekâtın öncü kadrosu ülkeyi içinde bulunduğu karışıklık ortamından kurtara bilmek amacıyla 21
Mayıs 1963’te tarihte, 21 Mayıs Harekâtı olarak nitelenen ihtilali gerçekleştirmek istemişlerdir.39 Fakat bu harekât da bastırılmış, Milli Güvenlik Kurulu
ile Bakanlar Kurulu ortak bir bildiri yayınlayarak, harekâtın bastırıldığını, suçluların yakalandığını açıklamıştır. Harekâtın önde gelen isimlerinden
Fethi Gürcan 27 Haziran 1964’te, 5 Temmuzda da Talat Aydemir sabaha karşı idam edilmiştir.40
Tarih 12 Mart 1971’e geldiğinde Türkiye hala iç huzurunu bulamamıştır. Ülke ekonomik bulanımlar, siyasi çekişmeler ve suçlamalarla sosyal
çalkantılar arasında kalmıştır. 27 Mayıs’ın amacına tam olarak ulaşılamamasının yarattığı huzursuzluk, 22 Şubat ardından 21 Mayıs’ı getirmiştir.
Ülkenin içinde bulunduğu bu duruma karşılık Türk Silahlı Kuvvetleri, Parlamentoyu ve Hükümeti Türkiye Cumhuriyeti’ni tehlikeye atmakla suçlayarak,
ültimatom niteliğindeki muhtırayla, hükümetin çekilmemesi karşısında yönetime el koyacağını bildirmiştir.41 Ancak siyasi partiler başlangıçta
muhtırayı önemser gibi görünseler de daha sonra fikir esaslarına göre teşkilatlanarak çalışmalarını geliştirememişlerdir. İktidar partinin ve muhalefette
bulunan partilerin anayasanın “Siyasi partiler iktidarda olsun, muhalefette olsun, demokrasinin vazgeçilmez unsularıdır.” anlayışına riayet etmeyen davranışları,
muhalefette bulunan bazı küçük partilerin kapatılmasına neden olmuştur.
Siyasilerin bu durumu, kısa sürede üniversite öğrencileri arasına, oradan da sokaklara yayılmıştır. Aşırı uçlar arasındaki geniş hürriyet anlayışını
ustaca tahrif eden ve kökünün dışarıda olduğu düşünülen bir zümrenin yarattığı ortam içerisinde demokrasiye ve cumhuriyete zıt ve aykırı
fikirler geliştirilip, genç beyinlere işlenmiş, basın da bu hareketlere alet edilmiştir. Marksist ve Leninist fikirlerin eylemci yapısı içinde, banka soygunculuğu,
adam kaçırma, dinamit ve modern silahlar kullanılarak demokratik sistemin değişmesini amaç edinen eylemlere girişilmiştir. Aşırı sağ
güçler de kanlı terör olayları içindeki yerlerini almıştır. İşgal ve baskınlar kanlı olaylara sahne olurken, aşırı din grupları, Atatürk ilkelerinin karşısında
duran tavırlar, sergilemişlerdir.42
Yukarıda verilmeye çalışılan Türkiye’nin genel tablosu bu olmuştur ve Türk Silahlı Kuvvetleri de bu gidişata bir dur diyebilmek amacıyla 12 Mart
1971 günü parlamentoya, tarihe “12 Mart Muhtırası” diye geçen muhtırayı sunmuştur.
Nahsen Badeli’ye göre; 1971 askeri müdahalesinin görünürdeki amacı, Marksist-Leninist gençliğin Türkiye’ye komünizmi getireceği, bunun için
karşı önlem alınması gerekliliğiydi. Oysa yakalanan bu gençlerin 100-150 tüfeğe sahip olduğu, bunların bir kısmının da av tüfeği olduğu gerçeği,
Marksisit-Leninist gençlerin bu silahlarla devrim yapacakları iddiası sonradan mizah dergilerine konu olmuştur.43
Durumun görünen ya da görünmeyen nedeni ne olursa olsun sonunda kişi özgürlüğü, haberleşme, toplantı ve gösteri, üniversite özerkliğiyle ilgili
maddelerde değişiklik yapan yasalar hızla hazırlanmış ve Nihat Erim başkanlığında kurulan AP, CHP ve Meclisteki tüm partilerin katılımıyla oluşturulmuş
koalisyon hükümetinin talebiyle Meclisten geçirilerek yürürlüğe konmuştur.44
1961 Anayasası’yla oluşturulan siyasi yapı böylece 12 Mart 1971 Muhtırasıyla başlayan ara dönemde önemli değişikliklere uğramıştır.45
Temel hakların kullanılmasına yönelik sınırlama getirilmiş, gözaltında tutma süresi önce 7 sonra 15 güne çıkartılmış, memurların sendikalara üye olmaları
yasaklanmış, TRT’nin özerkliği kaldırılmış ve üyelerinin seçiminde hükümetin etkin olduğu Devlet Güvenlik Mahkemeleri kurulmuştur. Yine 141,
142 ve 163. maddeler bir baskı aracı olarak kullanılmıştır.46 12 Mart Türk tarihinin karanlık bir sayfası olarak görülmüştür.47
12 Mart Muhtırası’ndan sonra İsrail’in İstanbul Başkonsolosu kaçırılmış, bunun üzerine birçok profesör, yazar, sanatçı, öğretmen, avukat, sendikacı
öğrenci, işçi yakalanarak hapsedilmiştir. Daha sonra bu olaylarla ilgisi görünen Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan hakkında idam cezası
verilmiş ve parlamento bu idam cezalarını onaylamıştır.48
Bu dönemde demokrasiyle bağdaşmayan başka uygulamalar da olmuştur. Nitekim yazar, Orhan Kemal’in tutuklanması, Muammer Aksoy’la
Muhsin Ertuğrul’un işlerini kaybetmeleri, Yaşar Kemal, Can Yücel, Nesimi Çimen ve Ruhi Su hakkında “dini siyasete alet ederek komünizm propagandası
yapmak suçundan” soruşturma açılması demokrasiyle bağdaşmayan uygulamalar olarak değerlendirilmiştir.
Gazeteci İlhan Selçuk’un bu dönemde işkence görmesi ve yargılanması demokrasiyi koruma adı altında yapılan, ancak anti-demokratik bir uygulama
olarak değerlendirilebilir.49 12 Mart dönemindeki demokrasi ve özgürlük karşıtı gelişmeler uzun yıllar hafızalardan silinememiştir.50
Yazar Mehmet Kemal demokrasinin Türkiye’deki halini şöyle özetlemiştir: “…Demokrasi her karambole düştüğünde tehlikeyi savuşturacağız diye
üstüne oturdular. En sonra 12 Eylül’e geldik. Askerler, anarşiden, vur kırdan, şundan bundan ülkeyi temizlediler. Aradan altı yıla yakın bir süre geçti, demokrasi nerede? Arada bul bakalım, bir türlü geldiği yok.”51
Bir tarafta istikrarsız hükümetlerin kurulması, diğer taraftan dış güçlerin Türkiye’nin üzerindeki etkileri ve 1961 Anayasası’nın getirdiği hak ve
özgürlüklerin tam manasıyla anlaşılamaması, ülkeyi karışıklıklardan karışıklıklara sevk etmiş ve yeni bir askeri darbenin ayak seslerini duyurmuştur.
1973, 1977 ve 1979’da yapılan seçimler parlamentodaki partilerin temsilinde önemli değişikliklere yol açmış, ama ülkeyi siyasi istikrara kavuşturamamıştır.
Kararsız koalisyonlardan oluşan zayıf hükümetler bir varlık gösterememiştir.52
Yazar Pervin Erbil’e göre 1978’e gelindiğinde darbe hazırlığına başlanmış, bu darbeyi meşru kılabilmek ve haklılık kazandırabilmek için şiddet
tırmandırılmış, kaos ortamı oluşturulmuş, kitleler üzerinde iktidar boşluğu hissi uyandırılmıştır. 80 öncesi dönemde provokasyon, katliam ve çatışmaların
artmasının sebebi bu olmuştur. Yine Erbil’e göre bir plan hazırlanmış ve bu planı hazırlayanlar arasında CIA da yer almıştır. Bu darbenin halk
kitleleri üzerinde yarattığı tahribatın boyutları oldukça büyük olmuştur. Uzun yıllar devletin tüm aleyhteki uygulamalarına karşın ülkede yaprak
kımıldamamış, en açık haksızlıklarda dahi Türk toplumunun duyarlılığı harekete geçirilememiştir.53
2. 1980 Darbesinin Demokrasi ve Çağdaşlaşmaya Getirdikleri Kuruluş amaçlarının dışına çıkarak siyasi faaliyetler üstlenen dernek,
sendika ve benzeri kuruluşların iç etkenlerle birlikte dış etkenler tarafından da destek görmesi ülkede karışıklıklara neden olmuştur. Üniversitelerde
güvenlik kalmamış, çoğu öğrenci güvenlik sorunu nedeniyle okulunu terk etmiştir. Derslerin boykot edildiği bilim yuvaları; her türlü otoriteye başkaldıran,
anarşizmin kol gezdiği, silahlı, bombalı, şiddet yanlısı militanların barındıkları isyan merkezlerine dönüşmüştür. Gençlik, sağ ve sol görüşler
arasında bölünmüş, ideolojik eylemlerin arkasında bilinçsizce sürüklenmiştir.
Üniversite eylemlerinin taştığı sokaklarda bankalar soyulmuş, insanlar kaçırılmış, ülkede can ve mal güvenliği kalmamıştır.54 Bu dönemde demokrasi
güçleriyle karşıtları arasındaki savaşımın 71 öncesi döneme göre çok daha şiddetlendiği görülmüştür.55 Bu darbenin gerçekleşmesinde ABD’nin
önemli bir etkisi olduğu da iddia edilir.56
17 Nisan 1978’de doğuda herkes tarafından sevilen ve bir efsane kişilik haline gelen Hamit Fendoğlu’nun bombalı bir suikasta kurban gitmesi Malatya’yı
hemen akabinde savaş alanına çevirmiştir.57
Fatsa’daki olaylar çok daha farklı bir boyut kazanmıştır. Burada 1978’lerde meydana gelen doğrudan demokrasi niteliğinde bir yapının
oluşması bir başkaldırı olarak görülmüştür. Fatsa’nın SSCB ile bağımsız ilişki kuracağı ve vatanı böleceği söylentileri yayılmıştır. 11 Temmuz
1980’de Fatsa’da yapılan büyük bir arama sonunda Fatsa teröre boğulmuş ve pek çok insan ölmüştür.58 Siyasi partiler, ülke sorunlarını bir yana bırakarak
seçim telaşına düşmüş ve kendi içlerinde dahi anlaşamayarak yeni partiler kurma eylemleri içine girmişlerdir. Siyasi istikrarsızlık Türkiye’nin
temel sorunu olmuş, bu durum Türkiye’ye en azından on yıl kaybettirmiştir.59
Yukarıda belirtilen olayların dışında meydana gelen 1 Mayıs ve Kahramanmaraş Olayları gibi tarihe damgasını vuran olaylar gerçekleşmiş ve
ülkede huzur kalmamıştır. Türk parlamenterlerin başarı veya başarısızlıklarının ölçüsü kurdukları hükümet döneminde ölü sayısının azlığına ya da
çokluğuna göre değerlendirilmiş, bu da demokrasiyi yozlaştıran tutum ve davranışları ortaya çıkarmıştır. Ülke içindeki sorunlar öyle bir hal almıştır ki
Türkiye’de en sorumlu devlet kurumları bile çalışamaz hale gelmiştir. Mamafih baş gösteren ekonomik sıkıntı siyasi huzursuzlukla birleşince Türk
halkı kurtuluşu ordunun yönetime el koymasında görmüştür.60
Ülkeyi sarsan siyasi cinayetler de bir çığ gibi büyümüştür. Siyasi cinayetlere kurban gidenlerden biri Milliyet gazetesinin Genel Yayın Müdürü
ünlü gazeteci Abdi İpekçi olmuştur. Sağ ve sol örgütler arasında şiddet olayları hızla artmış ve çatışmalarda 5000’den fazla genç hayatını kaybetmiştir.
Bu gelişmeler sonucu 12 Eylül’de Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koyarak ülkenin bölücü ve yıkıcı bir iç savaşın içine çekildiğini iddia etmiştir. 61
“Ünlü bir Fransız sözü; savaş generallere bırakılmayacak kadar önemlidir, der.
Türk generallerin görüşü de, demokrasi politikacılara bırakılmayacak kadar önemlidir, şeklindedir.”62
Demirel ve Ecevit, 12 Eylül sabahı Hamza Köy’e, Erbakan Uzunada’ya götürülmüş, darbeden üç gün sonra Türkeş de teslim olmuştur.
16 Ekim 1881’de siyasi partilerin feshine dair kanun çıkarılmış, bütün
siyasi partiler feshedilmiş, malları hazineye aktarılmış, CHP de bundan
nasibini almıştır.
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder