YENİKAPI RUHU MU? DOLMABAHÇE RUHU MU?
Onur Dikmeci
11 Apr 2017 04:27
İstihbarat ve Strateji Uzmanı
Modern Türk siyasi tarihinin en önemli konularından birisi kürt meselesidir. Bu mesele üzerinden dış cenahlar pek çok müdahalede bulunmuş ve Türkiye içsel buhranlara sevk edilmiştir. Bir diğer önemli hususta kürt meselesinin yalnızca Türkiye ile sınırlı olmayışıdır. Çünkü Türkiye'nin komşu ülkeleri; İran, Suriye ve Irak'ta da kalabalık bir kürt nüfusu yaşamaktadır. Özellikle Irak'ın işgalinden sonra bölgeye yeni şekil vermek isteyen Abd, buradan çekilirken garantör bir ülkeye ihtiyaç duyacaktı. Irak kürtleri hem şiiler için dengeleyici bir unsur olabilirdi hem de müttefik kabul edilecek enerji politikaları yönlendirilecekti. Fakat ne denli ordulaşma sürecinede girseler kürtler, şiiler ve araplar karşısında tutunamazlardı. Türkiye bu hususda devreye girebilirdi ancak kendi iç meselesini halletmemişti. İşte Türkiye'nin hem iç ihtiyaçları hem de dış konjonktorel durum yani iç ve dış kesişme neticesinde bir sürece ihtiyaç vardı. Bu süreç uzun ve riskli olacağından geniş bir desteğin sağlanması şarttı. Çözüm süreci olarak adlandırılan dönemin en büyük destekçisi Tsk olmuştu. Aslında bir anlamda açılımı da o başlatmıştı. Nisan 2009 dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un Harp Akademilerindeki konuşmasında vurguladığı teröristte bir insandır onlarda vatandaşımız, Cumhuriyet'in temeli demokrasidir açıklamaları bazı çevrelerde şaşkınlık yaratsa da yeni bir dönemin işareti oluyordu. Ordunun da bu süreçten beklentisi Irak'ın Kuzeyinde hakimiyet sağlamak, Türkiye'de barış ortamı yaratmak ve bunun öncüsü telakkisiyle ayrıcalığını devam ettirebilmekti. Ardından siyasiler, medya, iş dünyası ve bölgenin ileri gelenleri sürece katılım gösterdi. Erbil'de toplantılar düzenlendi dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Neçirvan Barzani'den brifing aldı. Neticede bu aynı zamanda bir samimiyet testiydi. Ve örgüt taraftarları bunda başarılı olamadılar. Süreçte göz yumulan bazı aşırılıklar, bir kesimin kucaklanırken bu seferde diğer kesimlerin ihmal edilmeleri ve sonrasında başlayan terör eylemleri meselenin sonlandırılması gerektiğini gösterdi. Süreçteki önemli konulardan biri İmralı Heyeti ile bazı hükümet mensuplarının Dolmabahçe'de uzlaştıklarını bildiren mutabakattı. Kısa süre sonra bu mutabakat Cumhurbaşkanlığı nezdinde eleştirildi ve devlet milliyetçi politikaları uygulamaya koyarak milliyetçilerin ve ulusalcıların takdirini topladı. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra geniş katılımlı bir toplumsal uzlaşı sağlandı. Yeni sistem önerisinin bu uzlaşıyı sabote ettiği bazı çevrelerce öne sürüldü. Farklı aktörlerin eyalet sistemi imaları ve bu durumun çözüm sürecindeki mutabakatlara bağlanması Yenikapı Ruhunun yerini Dolmabahçe Ruhu mu alıyor? sorularını beraberinde getirdi. Bu teoriye göre Cumhurbaşkanı ve milli zinde güçlere tuzak kurulmak isteniyordu. Bunu daha iyi açıklayabilmek için Dolmabahçe mutabakatı ve sonrasını incelememiz gerekiyor.
Dolmabahçe mutabakatı, çözüm süreci görüşmeleri kapsamında 28 Şubat 2015’te Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ile HDP’nin İmralı Heyeti arasında gerçekleştirilen görüşme sonrası ortak açıklanan metindi. Bu metin on maddeden oluşuyordu.
Madde 1. Demokratik siyasetin tanımı ve içeriği…
Madde 2. Demokratik çözümün ulusal ve yerel boyutlarının tanımlanması…
Madde 3: Özgür Vatandaşlığın yasal ve Anayasal güvenceleri…
Madde 4: Demokratik siyasetin devlet ve toplumla ilişkisi ve bunun kurumsallaşmasına yönelik başlıklar…
Madde 5: Çözüm sürecinin sosyoekonomik boyutları…
Madde 6. Çözüm sürecinde özgürlük-güvenlik ilişkisinin kamu düzeni ve özgürlükleri koruyacak şekilde ele alınması…
Madde 7: Kadın kültür ekolojik sorunların yasal çözümleri ve güvenceleri…
Madde 8: Kimlik kavramı ve tanımlanmasına dönük çoğulcu demokratik anlayışın geliştirilmesi…
Madde 9: Demokratik cumhuriyet, ortak vatan ve cumhuriyetin demokratik ölçütlerde tanımlanması, çoğulcu yaşam, içinde yasal ve Anayasal güvencelere kavuşturulması…
Madde 10: Bütün bu hamlelerin içselleşmesini hedefleyen yeni bir Anayasa
Dolmabahçe görüşmesinden sonraki süreçte Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın çözüm sürecindeki metotlara ilişkin eleştirileri görülmüştü. Süreç kapsamında oluşturulması düşünülen İzleme Komitesi ile alakalı Mart 2015'de '' Ben gazetelerden okuyorum. Böyle bir şeyden doğrusu benim haberim yok. Şunu da çok net söylüyorum ben olumlu bakmıyorum" diyerek tepkisini dile getiriyordu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Mayıs 2015'te katıldığı bir canlı yayında "Dolmabahçe'de ben o karenin içinde yer almayı hükümet için doğru bulmadım" dedi. İzleme komitesine karşı çıkma nedenini de "Zaten izleme komitemiz var, MİT şu an o işi yapıyor" diyerek belirtiyordu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 24 Nisan 2016'da yaptığı konuşmada ise “Bugün terör örgütlerin sırtını sıvazlayanlar aynı kuyuya kendileri düşecekler. Dün biri çıkmış Dolmabahçe mutabakatından bahsediyor. Böyle bir mutabakat yok. Bu iktidarın terör örgütüyle bir mutabakatı söz konusu değildir” diyerek Dolmabahçe sürecini eleştirmişti. Haziran 2015'de ise Pyd'yi Işid'den bile tehlikeli olarak ilan ederek milli cephenin takdirini kazanmış, dış lobilerin ise tepkilerinin sebebi olmuştu. Çünkü onlara göre Pyd bir kara gücüydü.
Cumhurbaşkanlığı ve Hükümet üyeleri arasındaki bazı uyuşmazlıklar Haziran ve Kasım seçimlerinden sonrada görüldü. Haziran seçimlerinden sonra hükümet üyelerinden bazılarının birtakım koalisyon arayışlarına yönelmeleri ve özellikle Kasım seçimlerinden sonra kabinede Yalçın Akdoğan, Mahir Ünal ile Efkan Ala'nın yer almaları büyük bir kriz demekti. Çünkü üç isimde Cumhurbaşkanı, halk nezdinde ise milliyetçiler ve ulusalcılar tarafından eleştirilen Dolmabahçe görüşmesine katılmışlardı. Bunun dışında dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu Mardin'de yaptığı konuşmasında Mezopotamya vurgusu yapmış, herkesi muhatap alacaklarını bildirmiş Mardin'in birleştirici ruhu tanımlamasıyla ''Mezopotamya Çocuklarını'' selamlamıştı. Mardin geçmişte kilise çanları eşliğinde ezanların okunduğu dialog kenti hüviyetindeydi.
Hükümetin kendi içerisindeki durumlar sebebiyle bir kongreyle Başbakan Davutoğlu yerini Binali Yıldırım'a bırakmıştı. Açıklanacak yeni kabineye göre Dolmabahçe görüşmesinin isimleri zamanla yerlerini başkalarına bırakacaktı. Sistem ve yeni anayasa tartışmalarınında yaşandığı günlerde 15 Temmuz kalkışması yaşandı ve kalkışma bastırıldı. Kalkışmadan sonra bazı tedbirler alınmak zorunda kalındı, Ohal ilan edildi, darbe ile ilnitlili kişiler tutuklanmaya başlandı. Bu uygulamaları halkın çok büyük orandaki bölümü destek verirken, Yenikapı Mitingi ile siyasi parti liderleri yeni bir tablo ortaya koyuyorlardı. Bu uzlaşı tarihe Yenikapı Ruhu olarak geçti ve hemen her parti mensuplarınca desteklendi. Türkiye böyle bir uzlaşıya uzun zamandır tanık olmamıştı. Gündem darbe ve terörle mücadele olduğu için haklı olarak anayasa çalışmaları süresiz ertelendi. Fakat ne olduğu anlaşılamayan biçimde sistem değişikliği önerisi bir başka parti liderince gündeme getirildi, çalışmalar yapıldı ve referandum süreci başlatıldı. Herkes Türkiye'nin yeni bir modele ihtiyacı olduğu hususunda hemfikirdi. Ancak bunun doğru zamanı konusunda çekincelerde bulunmaktaydı. Herkesin bütünleştiği bir ortam tarihinde nadir görülecek biçimde zedelenmeye başladı. Bazı yabancı medya kuruluşları Cumhurbaşkanlığını diktatörlükle andı Cia'ya yakın gazete Washington Times yeni sistemle beraber Cumhurbaşkanının yargılanması gerektiğini yazdı. Terör örgütü yöneticisi Cemil Bayık ise farklı bir açıklamada bulunarak Dolmabahçe ruhuna bağlı olduklarını belirtti ve gündemden kaldırılmış olan meseleyi yeniden hatırlattı.
Bir ülkede birlik ve beraberlik en üst düzeyde sağlanmış, OHAL hiç olmadığı kadar desteklenmiş, terörle mücadelede herşeyin yapılması gerektiği kamuoyunca dile getirilmişken neler olmuştuda yeni süreçle Diktatör bir Türkiye havası estirilmişti?
Referandum tercihine göre Evet diyenler iki gruba ayrılıyorlardı. Birinci grup Türkiye'nin daha da yanlış adımlar atmasını umarak yalnızlaşmasını, yaptırımları ve belkide idam sehpalarının kurulmalarını tasarlayarak yıkıntı evresine girmesini isteyenlerdi. İkinci grup ise milli ruh sabotesinin bir plan olduğunu idrak ederek destek veren ve planların bozulması için desteklerini belirtenlerdi. Referandum tercihleri hayır olanlarda iki gruba ayrılıyordu. Birinci grup yeni modelin kabul edilmemesi ile birlikte Cumhurbaşkanı ve hükümetin itibarsızlaştırılması, köşeye sıkıştırılması ve tasfiye edilmesi sürecinde yer almak isteyenlerdi. İkinci grup ise kaygıları bulunan ve eski yeni birliğin ancak bu şekilde tesis edileceğini düşünenlerdi. Bu iki karardan (evet ya da hayır) birinci gruptakiler aslında Türkiye'nin felaketini tasarlayanlardı. Bu sebeple süreç ve sonrası çok hassas olacaktır.
Eski veya yeni sistem farketmeksizin Türkiye'de federatif bir modelin hayata geçirileceği bir gerçektir. Buna yeni sistemin daha uygun olacağıda açıktır. Fakat iç ve dış kamuoyu baskısıyla terör örgütü ile müzakereler üzerinden bir model Türk devlet yapısını oldukça zedeleyecektir. Yine islami temelli bir federasyon fikri yıkıcı etkilere haiz olacaktır. Çünkü ideolojik veya dini birliktelikler dünya üzerinde varlıklarını sürdürememişlerdir. Hulasa yeni sistem ve süreçten pay çıkartmak gayretli niyetlerin önüne geçilmeli, terör örgütü yurtiçinde ve yurt dışında tamamen yok edilmelidir. Bundan sonra yerel yönetimler değişiklikleri konuşulabilir. Önümüzdeki süreç bir anlamda Yenikapı Ruhu mu? Dolmabahçe Ruhu mu? sorusuna yanıt aranacağı evre olacaktır.
http://dikmecionur.blogspot.com.tr/2017/04/yenikapi-ruhu-mu-dolmabahce-ruhu-mu.html?
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder